sarkinin sozleri sudur..
when i find myself in times of trouble
mother mary comes to me
speaking words of wisdom let it be
and in my hour of darkness
she is standing right in front of me
speaking words of wisdom let it be
let it be, let it be
let it be, let it be
whisper words of wisdom let it be
and when the broken-hearted people
living in the world agree
there will be an answer let it be
for though they may be parted
there is still a chance that they will see
there will be an answer let it be
let it be, let it be
let it be, let it be
yeah there will be an answer let it be
let it be, let it be
let it be, let it be
whisper words of wisdom let it be
let it be, let it be
let it be, yeah let it be
whisper words of wisdom let it be
and when the night is cloudy
there is still a light that shines on me
shine until tomorrow let it be
i wake up to the sound of music
mother mary comes to me
speaking words of wisdom let it be
let it be, let it be
let it be, yeah let it be
oh there will be an answer let it be
let it be, let it be
let it be, yeah let it be
whisper words of wisdom let it be
girdiginiz enrtylerde bkz, gbkz gibi seyleri yapamadiniz mi duzeltin yada enrtyi silin. size zahmet size eziyet.
oliver stone’nun yazip, yonettigi 1986 tarihli savas filmi. basrollerinde tom berenger, willem dafoe, charlie sheen, forest whitaker ve johnny depp gibi oyuncular vardir. turkiyede mufreze adi ile bilinir.
kanal d’nin gelinim olur musun benzeri yarismasi. bizim bunyemiz daha semra hanim’i sindirememisken bir bu eksikti. hayirlisi olsun ne diyelim.
katilmaya niyetiniz varsa:http://www.sizeannediyebilirmiyim.tv/sad/basvuru.shtml
katilmaya niyetiniz varsa:http://www.sizeannediyebilirmiyim.tv/sad/basvuru.shtml
(bkz: malim ben)
musluman olmak isteyen kisi bu kabul ve tasdikini "sehadet ederim ki, allah’tan baska tanri yoktur ve yine sehadet ederim ki hz. muhammed onun kulu ve elcisidir" mealindeki "eshedu en la ilahe illallah ve eshedu enne muhammeden abduhu ve rasuluh" cumlesiyle aciklar. bu cumleye "kelime-i sehadet" denir
(bkz: kelime i sehadet)
agiz ve burnun ici dahil hic kuru yer kalmamak uzere tepeden tirnaga vucudun her tarafini yikamaktir.
hakan sukur ile yuzerken, yat(arken) sefasi yaparken resimleri yayinlanan cetebasi
dogruluk, hatasizlik ve de bir erkek ismi.
-donmekte olan, donen, donecek bicimde duzenlenen
-bir eksene gecirilmis etlerin dondurulerek pisirilmesiyle yapilan kebap, doner kebap
-bir eksene gecirilmis etlerin dondurulerek pisirilmesiyle yapilan kebap, doner kebap
turkiye super futbol liginde mucadele neden futbol kulubu. mukemmel bir alt yapisi vardir. turkiye liglerinde gaziantepspora bagli diger kulupler vardir. buralarda basarili olanlar hemen gaziantepspora alinir. buradanda buyuk kulublere buyuk paralara satilir.
(bkz: ibrahim toraman)
(bkz: ibrahim toraman)
(bkz: gaziantepspor)
ing. yagmur
istanbul’un, dolayisiyla sariyer’in gecmisini aydinlatan bulgular kalkolitik doneme degin uzanmaktadir. bu donemden ege goclerine degin gecen sureye iliskin bilgimiz yoktur. ege gocleri sirasinda istanbul yoresi hareketlenmis, yunanistan’dan gelen halklar bogazi gecerek anadolu’ya akmislardir. bunlarin bir bolumu de istanbul ve cevresine yerlesmistir. i.o. 7. yuzyilda yeni koloniler kurmak icin marmara bolgesine gelen megaralilar’in istanbul cevresinde rastladiklari yerli halk da bu kavimlerden olusmaktadir. megaralilarin istanbul’da kurduklari ilk kent kalkedon’dur. daha sonra bizantion kurulmustur. obur yunan kolonileri gibi bir tarim kolonisi olan bizantion elverisli konumu nedeniyle kisa surede onemli bir ticaret merkezine donustu.
bizans’in roma egemenligine girmesi siyasal alanda da etkisini gostermis ve kent kisa zamanda imparatorluk kentleri arasinda sivrilmistir. imparator constantinus’un 330’da bizantion’u baskent yapmasi ve hiristiyanligin serbest birakilarak imparatorluk dini haline gelmesi bin yil surecek bir uygarligin temelini atan iki olgudur. imparatorlugun bagrinda varolan dogu-bati ayrismasi bu olaylarla dogu lehine bir seyir izlemeye basladi. avrupa’nin asya’yla kucaklastigi noktada yer alan bizantion, cografi konumuyla dogu dunyasinin cevresinde toplanabilecegi dogal bir merkezdi. ayrisma, 395 yilinda roma imparatorlugu’nun ikiye bolunmesiyle son buldu.
bin yili askin bir sure istanbul ve anadolu’nun buyuk bir kisminin kaderine hukmeden dogu roma imparatorlugu, 10. yuzyildan itibaren turk akinlariyla tanismis ve 1071’deki malazgirt yenilgisinden sonra giderek anadolu uzerindeki kontrolunu de yitirmistir.
turklerin yavas yavas anadolu’yu hatta balkanlari isgal etmesiyle imparatorluk istanbul sehrinde sikisip kalmistir. nihayet son darbeyi 1453 yilinda fatih’in vurmasiyla dogu roma imparatorlugu tarihe karismis, istanbul’un, dolayisiyla sariyer’in kaderine osmanlilar hukmeder olmustur. o gunden bugune cesitli inis cikislarla gecen tarihi seyir icinde istanbul ve cevresi once osmanli sonra da onun devami olan turkiye cumhuriyeti’nin damgasini tasimaya devam etmistir.
osmanli devrinde ilce, bag, bahce, orman, koru, cayir gibi gezi yerleri ile un salmisti. sariyer’e padisahlar daha cok kiraz mevsiminde gelirlerdi.
cumhuriyet doneminde ilcede imar hareketleri hizlandi. yollar, fabrikalar, okullar yapildi. rumelihisari’ndaki bogazici universitesi, bahcekoy’deki orman fakultesi, buyukdere’deki fidanlik, sariyer’in gelismesinde onemli rol oynadi. daha once mahalle ve koyleri baska ilcelere bagli olan sariyer, 1930 yilinda ilce oldu.
sariyer ismi sirasiyla, simastan skletrinasa, daha sonra mezarburnu (mesarburnu), altinyer, sari lira yer ve sariyara ve son olarak da sariyere donusmustur.
antik caglarda, bilge umara gore simas, istanbul bogazinin avrupa kiyisinda bir burunun adidir. simasin anlami "kutsal ana" olarak bilinmektedir. baska bir ifadede ise “kutlu/guzel akarsu” veya “kutlu/guzel su” olarak da kabul edilebilecegi ileri surulmektedir.
sariyer ismi simastan sariyere donusurken, elbetteki bu degisim bir yerden esinlenerek gerceklesmistir. yillar yili altin ve bakir cikarilan maden mahallesi ile sifa suyu arasindaki yarlarin sari renkte olmasi nedeniyle buraya sariyar denmistir. sonralari sariyere donusmustur.
yani simastan sariyara ve sariyardan sariyere
bizans’in roma egemenligine girmesi siyasal alanda da etkisini gostermis ve kent kisa zamanda imparatorluk kentleri arasinda sivrilmistir. imparator constantinus’un 330’da bizantion’u baskent yapmasi ve hiristiyanligin serbest birakilarak imparatorluk dini haline gelmesi bin yil surecek bir uygarligin temelini atan iki olgudur. imparatorlugun bagrinda varolan dogu-bati ayrismasi bu olaylarla dogu lehine bir seyir izlemeye basladi. avrupa’nin asya’yla kucaklastigi noktada yer alan bizantion, cografi konumuyla dogu dunyasinin cevresinde toplanabilecegi dogal bir merkezdi. ayrisma, 395 yilinda roma imparatorlugu’nun ikiye bolunmesiyle son buldu.
bin yili askin bir sure istanbul ve anadolu’nun buyuk bir kisminin kaderine hukmeden dogu roma imparatorlugu, 10. yuzyildan itibaren turk akinlariyla tanismis ve 1071’deki malazgirt yenilgisinden sonra giderek anadolu uzerindeki kontrolunu de yitirmistir.
turklerin yavas yavas anadolu’yu hatta balkanlari isgal etmesiyle imparatorluk istanbul sehrinde sikisip kalmistir. nihayet son darbeyi 1453 yilinda fatih’in vurmasiyla dogu roma imparatorlugu tarihe karismis, istanbul’un, dolayisiyla sariyer’in kaderine osmanlilar hukmeder olmustur. o gunden bugune cesitli inis cikislarla gecen tarihi seyir icinde istanbul ve cevresi once osmanli sonra da onun devami olan turkiye cumhuriyeti’nin damgasini tasimaya devam etmistir.
osmanli devrinde ilce, bag, bahce, orman, koru, cayir gibi gezi yerleri ile un salmisti. sariyer’e padisahlar daha cok kiraz mevsiminde gelirlerdi.
cumhuriyet doneminde ilcede imar hareketleri hizlandi. yollar, fabrikalar, okullar yapildi. rumelihisari’ndaki bogazici universitesi, bahcekoy’deki orman fakultesi, buyukdere’deki fidanlik, sariyer’in gelismesinde onemli rol oynadi. daha once mahalle ve koyleri baska ilcelere bagli olan sariyer, 1930 yilinda ilce oldu.
sariyer ismi sirasiyla, simastan skletrinasa, daha sonra mezarburnu (mesarburnu), altinyer, sari lira yer ve sariyara ve son olarak da sariyere donusmustur.
antik caglarda, bilge umara gore simas, istanbul bogazinin avrupa kiyisinda bir burunun adidir. simasin anlami "kutsal ana" olarak bilinmektedir. baska bir ifadede ise “kutlu/guzel akarsu” veya “kutlu/guzel su” olarak da kabul edilebilecegi ileri surulmektedir.
sariyer ismi simastan sariyere donusurken, elbetteki bu degisim bir yerden esinlenerek gerceklesmistir. yillar yili altin ve bakir cikarilan maden mahallesi ile sifa suyu arasindaki yarlarin sari renkte olmasi nedeniyle buraya sariyar denmistir. sonralari sariyere donusmustur.
yani simastan sariyara ve sariyardan sariyere
beyoglu ilcesi gunumuzde, 45 mahalleden ve yaklasik 225 bin yerlesik nufustan olusan bir yerlesim yeridir. is, eglence ve kultur merkezi olmasi nedeniyle bu ilce sinirlari icerisindeki gunduz ve gece nufusu birkac milyonu bulmaktadir. bazilarina gore beyoglu, karakoy’den taksim’e kadar uzanan bolgedir. bazilarina gore de, tunel meydani’ndan taksim’e uzanan bolumden ibarettir.
bugun istanbul iline bagli beyoglu ilcesi; halic’in kuzeyinde kasimpasa vadisinin batisiyla, dolmabahce (gazhane) vadisi arasinda kalan alani kapsar, sisli ve besiktas ilceleriyle sinirdastir. ancak halk arasinda beyoglu adi, kentin onemli kultur, eglence ve is merkezlerinden olan ve galatasaray’i taksim meydani’na baglayan istiklal caddesi ve cevresi icin kullanilir.
bizans doneminde yerlesim alani olmayan bu kesime; karsi yaka ote anlamina gelen pera’dan kaynaklanan peran baglari deniliyordu.gecen yuzyilda, ozellikle yabancilar, beyoglu yerine pera adini kullanmislardir. turkler ise pera’yi beyoglu seklinde adlandirip daha genis bir alani kastetmislerdir.
beyoglu adinin ortaya cikisina iliskin cesitli rivayetler vardir. bunlardan birisine gore; beyoglu adi, fatih sultan mehmed zamaninda pontus prenslerinden aleksios komnenos’un islamiyeti kabul ederek burada oturmasindan kaynaklanir. ikincisine gore ise; burada oturan pontus prensi degil, kanuni zamanindaki venedik elcisi andre giritti’nin oglu luigi giritti’dir. turkler’in “bey oglu” diye andiklari bu adam, elcinin bir rum kadinla evlenmesinden dunyaya gelmistir. oturdugu konak da taksim yakininda bir yerdedir. diger birine gore ise; kanuni sultan suleyman doneminde burada oturan venedik elcisine yazismalarda beyoglu dendigi icin bu semt de beyoglu adini almistir. pera adi, 1925’de resmi yazismalardan cikarildiktan sonra gittikce unutulur hale gelmis, buna karsilik beyoglu adi guc kazanip bolge anlaminda da yayginlasmistir.
bizans’tan osmanli’ya
pera, bizans donemindeki istanbul’un sonradan gelisen yerlesim yeri olmustur. imparator 2.theodosius tarafindan bir kismi yaptirilmis olan istanbul surlarinin cevreledigi kapali alanin halic’e ve marmara’ya bakan yamaclarinda konutlar; sirkeci cevresinde ticaret kuruluslari; sarayburnu, beyazit, aksaray, cerrahpasa, yedikule’de yonetsel, dinsel ve ticari merkezler yogunluktaydi. ayrica halic’in karsi kiyisindaki galata da bir dis yerlesim yeri olmustu. sykai (sycae) adi verilen bu yerlesim yerinde oturanlarin cogunlugunu venedikliler ile cenevizliler olusturmaktaydi. daha sonralari surlarla cevrilen bu yerlesim yerleri, zengin bir ticaret merkezi oldu.
13. yy’da cenevizli tuccarlarin yonetimine verilen galata yuzyillar boyunca ticaretteki onemini korumustur. 5. yy’da kent 100 bini bulan nufusuyla dunyanin sayili buyuk kentlerinden biriydi. osmanlilar tarafinda alindiginda 50 bin kadar olan nufus rumeli ve anadolu’dan getirilen musluman ve musluman olmayan halkin yerlestirilmesiyle 100 bini asti. muslumanlarin buyuk bolumu bu donemde eski kentin bulundugu yarimadanin disinda yasiyordu. skyai de sur disina tasarak pera (bugun galatasaray) yonune dogru buyudu. 19.yy’da galata onemli gelismeler gosterdi. bu kesim, ticaret merkezleri olma ozelligini korurken yabanci elciliklerin yerlestigi ve yine yabanci banker, komisyoncu, banka ve sigorta sirketlerinin yogunlastigi, bunun yani sira eglence yerlerinin bulundugu bir avrupa kenti gorunumunu kazanmaya basladi. osmanli padisahlarinin topkapi sarayi’ndan cikarak galata yakinindaki dolmabahce sarayi’na tasinmalari da bu yuzyila rastlar. ilk onemli sanayi kurulusu olan feshane’nin halic’te isletmeye acildigi 19. yy’da kent demiryolu, tramvay, tunel gibi kent ici ve kent disi ulasim olanaklarina kavustu.
osmanli’dan cumhuriyet’e beyoglu
osmanli devrinde beyoglu, cevre olarak, batililasmanin maddi goruntusunun odaklastigi yer durumundadir. en hayati ihtiyaci olan suya kavusulmasi, beyoglu’nun daha genis capta iskanini saglamistir.
1492’den sonra galata’daki yabanci elcilikler beyoglu’na tasindi; galatasaray ile tunel arasi yerlesim alani olarak gelismeye basladi. xviii. yy’da da gelisimini surdurerek kasimpasa ve tophane taraflarina yayildi. onsekizinci yuzyil sonlarina kadar galata surunun disina pek tasilmis degildi. bizans’in son doneminde galata’nin ticari hayatina latin kokenliler hakimdi. cogunlugunu genovalilar’in olusturdugu latin kokenlilerin miktari rumlardan daha fazlaydi. galata, turk yonetimine gecince de cenevizden kalan bu latin kokenlilerin tamami galata’yi birakip gitmedi. kalanlar turk doneminin lovantenleri’nin mayasini olusturdu.
fetih’ten sonra galata’ya da bir hayli turk yerlesti. 1476 tarihli bir belgeye gore, galata’da 592 rum, 535 musluman, 332 frenk ve 62 ermeni evi vardi. galata’nin sur ici bolumunde turkler cogunlukta degildi, ama tophane, findikli, ayaspasa, kabatas, galatasaray’dan tophane’ye inen yolun cevresi, besiktas, halic kiyilarinda ise azapkapi sokollu camii cevresi ve onun biraz daha ilerisindeki kasimpasa turk evleriyle doluydu. xix. yuzyilda durum degisti. yuzyilin ikinci yarisinda hem hiz hem de hacim bakimindan degismenin olcusu gayrimuslim guruplar lehine buyudu. galata kulesi cevresinden galatasaray’a kadar uzanan sahada rum, ermeni, yahudiler’den meydana gelen gayrimuslimler ile lovantenler ve yabanci uyruklular cogunlugu olusturdular. ayrica, osmanli devleti’nin batililar’a karsi tutumundaki degisme, osmanlilar’la yeni iliski kuran devletlerin de beyoglu’da arsalar edinerek binalar yaptirmalarina ve genis kadrolu personelle buralara yerlesmelerine yol acmistir. aslinda avrupa devletleri beyoglu’da yer edinip elcilik binalarini buralara kondururken beyoglu’nun bina dokusu da zenginlesmistir.
galata’da canli bir ticaret hayati oldugu halde, buraya buyuk capli camiler yapilmamis, medreseler insa edilmemisti. bunun en buyuk nedeni, galata ve beyoglu’da yeterli suyun olmamasiydi. nitekim az cok suya kavusturulmus bolgeler, bol miktarda turk yerlesimine sahne olmustu. galata’nin iki yaninda tophane ve kasimpasa buna iyi bir ornekti. oteki taraf ise halicioglu ve sutluce’ye dogru uzaniyordu.
beyoglu’nun su sorunu uzerine, ciddi sekilde ancak xviii. yuzyil ortalarinda egilinmistir. 1732’de birinci mahmud tarafindan bahcekoy su sebekesinin yapilmasiyla beyoglu bol suya kavusmustur. beyoglu bolgesinin bol suya kavusturuldugu 1732 senesinin tarihini tasiyan 25 cesme bulunmaktadir. 1737-1800 arasinda yapilmis 49 cesme, 1800-1923 arasinda yapilmis 76 cesme, bir yonuyle de turk nufusunun nerelerde yogunluk gosterdiginin de isaretini olusturmaktadir.
bahcekoy sebekesi, beyoglu icin, uzun yillar yeterli olmamistir. beyoglu su bakimindan bundan sonra da zaman zaman takviye edilmistir. ondokuzuncu yuzyilin sonlarinda, terkos golu’nden istanbul’a su veren sebeke yapilinca beyoglu’ya da su verilmistir. imparatorluk doneminde beyoglu’ya son su takviyesi ikinci abdulhamid zamaninda olmustur. kemerburgaz ile cendere arasindaki 60 kadar kaynagin sulari toplanarak 1904’te demir borular ile beyoglu’ya sevkedilmistir. bu sular hamidiye sulari diye taninir.
istanbul’da evlere ve diger ozel kurumlara parali su dagitiminin yapilmasi, terkos ve elmali sebekeleri ile baslamistir. istanbul’da halkin evlerinde parali su harcamasi da terkos ve elmali sulari ile baslamis oldu.
beyoglu’ya dikkatlerin cevrilmesine neden olan etken, aslinda devletti. zira beyoglu’nun sirtlarina da, kiyi
bolgelerine de el uzatan oncelikle devletti. devlet buralarda yeni kurumlar kurma yonunde varligini gosteriyordu. bunlar: saray, modern okullar, kislalar, hastaneler, yonetim birimleri gibi seylerdi. reformlar bunlarla belirginlige kavusuyor, halka tanitiliyor, ogretiliyor ve yasama geciriliyordu. reformlar ve batiya acilis konusunda ikinci mahmud da ucuncu selim’in yolunu izler. beyoglu’nun yildizinin parlayisi asil bu padisah zamaninda aciklik ve hiz kazanir. padisah sarayinin istanbul’dan beyoglu yakasina gecmesi, saltanat makaminca beyoglu’nun istanbul’a tercih edildigini ortaya kor.
bu donemde ornegin; sutluce yakininda karaagac’ta bir evde, gizlice matematik ve geometri dersleri verilmeye baslanir. gizlilik icinde bir reform uygulamasina gecilmekteyken beyoglu yakasi uygun gorulmektedir. bir sure sonra bu hendesehane tersane civarinda acik sekilde faaliyete gececek, matematik ve geometri gibi pozitif bilimlere yer verilen bu egitim birimi 1773’te kurulmus olan muhendishane-i bahri-i humayun icin bir baslangic olacakti
ayni sekilde baron do tott, askeri alanda ikinci bir reform hareketi olarak surat topculari’ni kurmustur. bunlar haftada uc gun beyoglu ve kagithane’de talim yapmislardir. baron do tott’un yenilikleri arasinda bir de haskoy’de top dokumhanesi’nin kurulusunu hatirlatmak gerekir. 1792’de ise halicioglu’da humbaraci kislasi yaptirilir. ayni yil icinde, tarihi halic tersanesi’nde va galata’nin hemen yanibasinda tophane’de yenilemeler gerceklestirilir. 1795’te muhendishane’i berri-i humayun halicioglu’daki binasinda egitime baslamistir. bu acidan beyoglu’nun gelismesini etkileyen kurumsal insaatlarinin en basinda beyoglu kislasi’ni saymak gerekir. beyoglu kislasi topcu askerleri icin hazirlanmistir.
yillar ilerledikce, beyoglu’nun tercihli alan haline gelisi, daha baska noktalardan da acikliga kavusur. 1858’de beyoglu’da ornek belediyecilik uygulamasina gecilmesi, tercihin yonetim alanina kadar uzanisina aciklik getirir.
kilik, kiyafet ve yasam tarzi ve binalar acisindan butun halinde turkiye olceginden farkli bir yasam ve goruntunun asil yogunluk kazandigi yer, kuskusuz, beyoglu olmustur. 1860-1864 arasinda asiklar ve ayazpasa mezarliklari kaldiririlmis, galata surlari yiktirilmis, yeni caddeler ve sokaklar actirilmis; yanginlarin onlenebilmesi icin ahsap bina yapimi yasaklanmistir. 1873’de galatasaray’i beyoglu’na baglayan tunel acilip hizmete girmistir. 1913’te ise beyoglu-sisli arasinda elektrikli tramvaylar hizmete girmistir. osmanli’dan cumhuriyet’e gecildiginde de beyoglu’nun yerlesme alani tesvikiye ve macka’dan besiktas’a, sisli otelerine, halic ve bogazici yamaclarina uzandi. bu gelisme sirasinda konutlar yavas yavas is yerlerine donustu. onceleri adi cadde-i kebir iken cumhuriyetten sonra istiklal caddesi denilen ana yol boyunca magazalar, bankalar, kahvehaneler, tiyatrolar, sinemalar, pastaneler ve eglence yerleri acildi. bu gelisme halaskargazi caddesi boyunca sisli’ye dogru surdu.
istanbul’daki hizli kentlesme gozonunde tutularak cumhuriyet doneminde birkac kez kent planlamasi yapildi. bu planlara gore halic cevresi ile bogazici sanayi olarak ayrilinca 1940 sonlarindan baslayarak bu alanlar fabrika ve isyerleri ile doldu.
bugun beyoglu ilcesinin sinirlari icerisinde cok sayida onemli kurum ve mekan bulunmaktadir. bunlarin arasinda; findikli’daki mimar sinan universitesi, taksim meydani’ndaki ataturk kultur merkezi, kasimpasa’daki kuzey deniz saha komutanligi, sutluce’deki tophane-i amire ( koc sanayii muzesi), aynalikavak kasri, istiklal caddesi’ndeki istanbul sanayi odasi, yapi kredi kultur ve yayincilik, cicek pasaji, balik pazari, aksanat, cok sayida sinema, muammer karaca tiyatrosu, tunel ve tramvay ulasimi, galata’daki galata kulesi de bulunmaktadir. gunumuzde de buyuk otellerin, tiyatrolarin, sinemalarin, okullarin, konsolosluklarin, yabanci kultur merkezlerinin, sanat galerilerinin bulundugu beyoglu, istanbul’un en canli ve gozde semtlerinden biridir.
kaynak..[http://www.beyoglubeyoglu.com ]
bugun istanbul iline bagli beyoglu ilcesi; halic’in kuzeyinde kasimpasa vadisinin batisiyla, dolmabahce (gazhane) vadisi arasinda kalan alani kapsar, sisli ve besiktas ilceleriyle sinirdastir. ancak halk arasinda beyoglu adi, kentin onemli kultur, eglence ve is merkezlerinden olan ve galatasaray’i taksim meydani’na baglayan istiklal caddesi ve cevresi icin kullanilir.
bizans doneminde yerlesim alani olmayan bu kesime; karsi yaka ote anlamina gelen pera’dan kaynaklanan peran baglari deniliyordu.gecen yuzyilda, ozellikle yabancilar, beyoglu yerine pera adini kullanmislardir. turkler ise pera’yi beyoglu seklinde adlandirip daha genis bir alani kastetmislerdir.
beyoglu adinin ortaya cikisina iliskin cesitli rivayetler vardir. bunlardan birisine gore; beyoglu adi, fatih sultan mehmed zamaninda pontus prenslerinden aleksios komnenos’un islamiyeti kabul ederek burada oturmasindan kaynaklanir. ikincisine gore ise; burada oturan pontus prensi degil, kanuni zamanindaki venedik elcisi andre giritti’nin oglu luigi giritti’dir. turkler’in “bey oglu” diye andiklari bu adam, elcinin bir rum kadinla evlenmesinden dunyaya gelmistir. oturdugu konak da taksim yakininda bir yerdedir. diger birine gore ise; kanuni sultan suleyman doneminde burada oturan venedik elcisine yazismalarda beyoglu dendigi icin bu semt de beyoglu adini almistir. pera adi, 1925’de resmi yazismalardan cikarildiktan sonra gittikce unutulur hale gelmis, buna karsilik beyoglu adi guc kazanip bolge anlaminda da yayginlasmistir.
bizans’tan osmanli’ya
pera, bizans donemindeki istanbul’un sonradan gelisen yerlesim yeri olmustur. imparator 2.theodosius tarafindan bir kismi yaptirilmis olan istanbul surlarinin cevreledigi kapali alanin halic’e ve marmara’ya bakan yamaclarinda konutlar; sirkeci cevresinde ticaret kuruluslari; sarayburnu, beyazit, aksaray, cerrahpasa, yedikule’de yonetsel, dinsel ve ticari merkezler yogunluktaydi. ayrica halic’in karsi kiyisindaki galata da bir dis yerlesim yeri olmustu. sykai (sycae) adi verilen bu yerlesim yerinde oturanlarin cogunlugunu venedikliler ile cenevizliler olusturmaktaydi. daha sonralari surlarla cevrilen bu yerlesim yerleri, zengin bir ticaret merkezi oldu.
13. yy’da cenevizli tuccarlarin yonetimine verilen galata yuzyillar boyunca ticaretteki onemini korumustur. 5. yy’da kent 100 bini bulan nufusuyla dunyanin sayili buyuk kentlerinden biriydi. osmanlilar tarafinda alindiginda 50 bin kadar olan nufus rumeli ve anadolu’dan getirilen musluman ve musluman olmayan halkin yerlestirilmesiyle 100 bini asti. muslumanlarin buyuk bolumu bu donemde eski kentin bulundugu yarimadanin disinda yasiyordu. skyai de sur disina tasarak pera (bugun galatasaray) yonune dogru buyudu. 19.yy’da galata onemli gelismeler gosterdi. bu kesim, ticaret merkezleri olma ozelligini korurken yabanci elciliklerin yerlestigi ve yine yabanci banker, komisyoncu, banka ve sigorta sirketlerinin yogunlastigi, bunun yani sira eglence yerlerinin bulundugu bir avrupa kenti gorunumunu kazanmaya basladi. osmanli padisahlarinin topkapi sarayi’ndan cikarak galata yakinindaki dolmabahce sarayi’na tasinmalari da bu yuzyila rastlar. ilk onemli sanayi kurulusu olan feshane’nin halic’te isletmeye acildigi 19. yy’da kent demiryolu, tramvay, tunel gibi kent ici ve kent disi ulasim olanaklarina kavustu.
osmanli’dan cumhuriyet’e beyoglu
osmanli devrinde beyoglu, cevre olarak, batililasmanin maddi goruntusunun odaklastigi yer durumundadir. en hayati ihtiyaci olan suya kavusulmasi, beyoglu’nun daha genis capta iskanini saglamistir.
1492’den sonra galata’daki yabanci elcilikler beyoglu’na tasindi; galatasaray ile tunel arasi yerlesim alani olarak gelismeye basladi. xviii. yy’da da gelisimini surdurerek kasimpasa ve tophane taraflarina yayildi. onsekizinci yuzyil sonlarina kadar galata surunun disina pek tasilmis degildi. bizans’in son doneminde galata’nin ticari hayatina latin kokenliler hakimdi. cogunlugunu genovalilar’in olusturdugu latin kokenlilerin miktari rumlardan daha fazlaydi. galata, turk yonetimine gecince de cenevizden kalan bu latin kokenlilerin tamami galata’yi birakip gitmedi. kalanlar turk doneminin lovantenleri’nin mayasini olusturdu.
fetih’ten sonra galata’ya da bir hayli turk yerlesti. 1476 tarihli bir belgeye gore, galata’da 592 rum, 535 musluman, 332 frenk ve 62 ermeni evi vardi. galata’nin sur ici bolumunde turkler cogunlukta degildi, ama tophane, findikli, ayaspasa, kabatas, galatasaray’dan tophane’ye inen yolun cevresi, besiktas, halic kiyilarinda ise azapkapi sokollu camii cevresi ve onun biraz daha ilerisindeki kasimpasa turk evleriyle doluydu. xix. yuzyilda durum degisti. yuzyilin ikinci yarisinda hem hiz hem de hacim bakimindan degismenin olcusu gayrimuslim guruplar lehine buyudu. galata kulesi cevresinden galatasaray’a kadar uzanan sahada rum, ermeni, yahudiler’den meydana gelen gayrimuslimler ile lovantenler ve yabanci uyruklular cogunlugu olusturdular. ayrica, osmanli devleti’nin batililar’a karsi tutumundaki degisme, osmanlilar’la yeni iliski kuran devletlerin de beyoglu’da arsalar edinerek binalar yaptirmalarina ve genis kadrolu personelle buralara yerlesmelerine yol acmistir. aslinda avrupa devletleri beyoglu’da yer edinip elcilik binalarini buralara kondururken beyoglu’nun bina dokusu da zenginlesmistir.
galata’da canli bir ticaret hayati oldugu halde, buraya buyuk capli camiler yapilmamis, medreseler insa edilmemisti. bunun en buyuk nedeni, galata ve beyoglu’da yeterli suyun olmamasiydi. nitekim az cok suya kavusturulmus bolgeler, bol miktarda turk yerlesimine sahne olmustu. galata’nin iki yaninda tophane ve kasimpasa buna iyi bir ornekti. oteki taraf ise halicioglu ve sutluce’ye dogru uzaniyordu.
beyoglu’nun su sorunu uzerine, ciddi sekilde ancak xviii. yuzyil ortalarinda egilinmistir. 1732’de birinci mahmud tarafindan bahcekoy su sebekesinin yapilmasiyla beyoglu bol suya kavusmustur. beyoglu bolgesinin bol suya kavusturuldugu 1732 senesinin tarihini tasiyan 25 cesme bulunmaktadir. 1737-1800 arasinda yapilmis 49 cesme, 1800-1923 arasinda yapilmis 76 cesme, bir yonuyle de turk nufusunun nerelerde yogunluk gosterdiginin de isaretini olusturmaktadir.
bahcekoy sebekesi, beyoglu icin, uzun yillar yeterli olmamistir. beyoglu su bakimindan bundan sonra da zaman zaman takviye edilmistir. ondokuzuncu yuzyilin sonlarinda, terkos golu’nden istanbul’a su veren sebeke yapilinca beyoglu’ya da su verilmistir. imparatorluk doneminde beyoglu’ya son su takviyesi ikinci abdulhamid zamaninda olmustur. kemerburgaz ile cendere arasindaki 60 kadar kaynagin sulari toplanarak 1904’te demir borular ile beyoglu’ya sevkedilmistir. bu sular hamidiye sulari diye taninir.
istanbul’da evlere ve diger ozel kurumlara parali su dagitiminin yapilmasi, terkos ve elmali sebekeleri ile baslamistir. istanbul’da halkin evlerinde parali su harcamasi da terkos ve elmali sulari ile baslamis oldu.
beyoglu’ya dikkatlerin cevrilmesine neden olan etken, aslinda devletti. zira beyoglu’nun sirtlarina da, kiyi
bolgelerine de el uzatan oncelikle devletti. devlet buralarda yeni kurumlar kurma yonunde varligini gosteriyordu. bunlar: saray, modern okullar, kislalar, hastaneler, yonetim birimleri gibi seylerdi. reformlar bunlarla belirginlige kavusuyor, halka tanitiliyor, ogretiliyor ve yasama geciriliyordu. reformlar ve batiya acilis konusunda ikinci mahmud da ucuncu selim’in yolunu izler. beyoglu’nun yildizinin parlayisi asil bu padisah zamaninda aciklik ve hiz kazanir. padisah sarayinin istanbul’dan beyoglu yakasina gecmesi, saltanat makaminca beyoglu’nun istanbul’a tercih edildigini ortaya kor.
bu donemde ornegin; sutluce yakininda karaagac’ta bir evde, gizlice matematik ve geometri dersleri verilmeye baslanir. gizlilik icinde bir reform uygulamasina gecilmekteyken beyoglu yakasi uygun gorulmektedir. bir sure sonra bu hendesehane tersane civarinda acik sekilde faaliyete gececek, matematik ve geometri gibi pozitif bilimlere yer verilen bu egitim birimi 1773’te kurulmus olan muhendishane-i bahri-i humayun icin bir baslangic olacakti
ayni sekilde baron do tott, askeri alanda ikinci bir reform hareketi olarak surat topculari’ni kurmustur. bunlar haftada uc gun beyoglu ve kagithane’de talim yapmislardir. baron do tott’un yenilikleri arasinda bir de haskoy’de top dokumhanesi’nin kurulusunu hatirlatmak gerekir. 1792’de ise halicioglu’da humbaraci kislasi yaptirilir. ayni yil icinde, tarihi halic tersanesi’nde va galata’nin hemen yanibasinda tophane’de yenilemeler gerceklestirilir. 1795’te muhendishane’i berri-i humayun halicioglu’daki binasinda egitime baslamistir. bu acidan beyoglu’nun gelismesini etkileyen kurumsal insaatlarinin en basinda beyoglu kislasi’ni saymak gerekir. beyoglu kislasi topcu askerleri icin hazirlanmistir.
yillar ilerledikce, beyoglu’nun tercihli alan haline gelisi, daha baska noktalardan da acikliga kavusur. 1858’de beyoglu’da ornek belediyecilik uygulamasina gecilmesi, tercihin yonetim alanina kadar uzanisina aciklik getirir.
kilik, kiyafet ve yasam tarzi ve binalar acisindan butun halinde turkiye olceginden farkli bir yasam ve goruntunun asil yogunluk kazandigi yer, kuskusuz, beyoglu olmustur. 1860-1864 arasinda asiklar ve ayazpasa mezarliklari kaldiririlmis, galata surlari yiktirilmis, yeni caddeler ve sokaklar actirilmis; yanginlarin onlenebilmesi icin ahsap bina yapimi yasaklanmistir. 1873’de galatasaray’i beyoglu’na baglayan tunel acilip hizmete girmistir. 1913’te ise beyoglu-sisli arasinda elektrikli tramvaylar hizmete girmistir. osmanli’dan cumhuriyet’e gecildiginde de beyoglu’nun yerlesme alani tesvikiye ve macka’dan besiktas’a, sisli otelerine, halic ve bogazici yamaclarina uzandi. bu gelisme sirasinda konutlar yavas yavas is yerlerine donustu. onceleri adi cadde-i kebir iken cumhuriyetten sonra istiklal caddesi denilen ana yol boyunca magazalar, bankalar, kahvehaneler, tiyatrolar, sinemalar, pastaneler ve eglence yerleri acildi. bu gelisme halaskargazi caddesi boyunca sisli’ye dogru surdu.
istanbul’daki hizli kentlesme gozonunde tutularak cumhuriyet doneminde birkac kez kent planlamasi yapildi. bu planlara gore halic cevresi ile bogazici sanayi olarak ayrilinca 1940 sonlarindan baslayarak bu alanlar fabrika ve isyerleri ile doldu.
bugun beyoglu ilcesinin sinirlari icerisinde cok sayida onemli kurum ve mekan bulunmaktadir. bunlarin arasinda; findikli’daki mimar sinan universitesi, taksim meydani’ndaki ataturk kultur merkezi, kasimpasa’daki kuzey deniz saha komutanligi, sutluce’deki tophane-i amire ( koc sanayii muzesi), aynalikavak kasri, istiklal caddesi’ndeki istanbul sanayi odasi, yapi kredi kultur ve yayincilik, cicek pasaji, balik pazari, aksanat, cok sayida sinema, muammer karaca tiyatrosu, tunel ve tramvay ulasimi, galata’daki galata kulesi de bulunmaktadir. gunumuzde de buyuk otellerin, tiyatrolarin, sinemalarin, okullarin, konsolosluklarin, yabanci kultur merkezlerinin, sanat galerilerinin bulundugu beyoglu, istanbul’un en canli ve gozde semtlerinden biridir.
kaynak..[http://www.beyoglubeyoglu.com ]
-parcalara bolme, bolusturme
-klasik turk muziginde faslin basinda ve ortasinda calgicinin irticalen yaptigi gezinti
-klasik turk muziginde faslin basinda ve ortasinda calgicinin irticalen yaptigi gezinti
bagislama isi veya bicimi.
1901de istanbulun sariyer semtinde dogdu. dogum tarihi icin cesitli kaynaklarda 1899, 1900, 1902 tarihleri de gosterilmistir. divani humayun muavini ve darulfunun ilahiyat subesi muallimlerindcn mehmed nuri bey ile fatma hanife hanimin ogludur. on bes yasinda darulfeyzi musiki cemiyetine ogrenci olarak girdi; uc yil sonra da, hanendelerinden biri oldugu bu toplulugun konserlerine cikti. 1907de sogukcesme askerî rusdiyesini bitirip kadikoy sultanîsine yazildi. ayni yil darulelhana da girdi, zekaizade ahmed efendiden dort yil ders aldi. daha sonra ali rifat beyin (cagatay) baskanligindaki sark musiki cemiyetine girdi; kuruculari arasinda da yer aldigi bu dernekteyken bestenigar ziya beydcn bircok fasil mesk etti. genc munir nurettin ilk kez sark musiki cemiyetinin konserlerinde solist olarak parladi. askerlik gorevi sirasinda, 1923te mulazim (tegmen) rutbesiyle muzikai humayuna girdi; cumhuriyetin ilanindan sonra da riyaseti cumhur heyetinde uc yil gorev aldiktan sonra ayrildi. ayni yil sahibinin sesi plak sirketi adina parise giderek iki yil ses teknigi dersleri aldi. donusunde, 22 subat 1930 gecesi, beyoglundaki fransiz tiyatrosunda kemanî nubar tekyay, kemenceci rusen kam, tanburî mesut cemil ve kanunî artaki candanin sazlari esliginde yepyeni bir anlayisla ilk sahne konserini verdi. bunu oteki konserleri izledi. mikrofon kullanmadan, ayakta okuyarak verdigi bu konserlerde ortaya koydugu icra uslubu ve teknigi solo icrada bir donum noktasi oldu, yeni ufuklar acti. o zamana kadar bu tur bir okuyusla modern bir konser salonu duzeni icinde konser veren olmamisti. turk musikisi daha once hep kucuk mekanlarda, ozel musiki meclislerinde oturan hanendelerce icra edilirdi.
munir nurettin 1920lerin ilk yillarindan baslayarak uzun yillar duzenli olarak plak doldurdu. sahibinin sesi, orfeon record, polydor, odeon, pathe sirketleri icin doldurdugu plaklar onun zamanla cok genis bir dinleyici kitlesine ulasmasini sagladi. selcuk 1953te istanbul belediye konservatuvarina uslup ve teganni ogretmeni olarak atandi. ertesi yil konservatuvarin icra heyeti sefligine getirildi. bu tarihten 1976ya kadar, yirmi iki yil boyunca uc yuz civarinda konser yonetti. cok genis bir ilgi goren bu konserlerin verildigi yillar icra heyetinin en parlak donemidir. selcuk icra heyeti sefligine getirildigi yil, istanbul radyosunda musavirlik gorevi de ustlendi. uc yil suren bu gorevi sirasinda stajyerlere ders verdi; gerek konservatuvarda, gerekse radyoda hoca olarak pek cok okuyucunun yetismesinde emegi gecti. bir egitmen ve ogretmen olarak da kendisinden sonraki kusaklar uzerinde derin izler birakti, istanbul radyosu ve icra heyeti icin yazdigi notalarla da musiki kutuphanesini zenginlestirdi. selcuk, misir, irak, suriye, macaristan, avusturya ve ingilterede konserler verdi. misirda bulundugu siralarda ummu gulsum ve abdulvahap ile dostluklar kurdu, bu cok unlu sanatcilarin takdirlerini kazandi. munir nurettin selcuk 27 nisan 1981de oldu; mezari bebekteki asiyan mezarligindadir.
selcuk yirminci yuzyil turk musikisinin en onde gelen birkac sanatcisindan biridir. turk musikisinin konserler, tas plaklar ve radyo yayinlari ile izlenebilen icra tarihi icinde onun kadar etkili olmus bir baska hanende daha gosterilemez. oyle ki, bu yuzyilin icra tarzlari "munir nurettinden once" ve "munir nurettinden sonra" ayirimiyla degerlendirilebilir ancak. icraya en onemli katkisi, daha cok hafizlara ozgu olan "gaygayli" okuyus tarzini buyuk olcude temizleyerek yerine daha sade, daha "duz" bir okuyus getirmesidir. gerci girtlak nagmelerini o da kullanmistir; ama bunlar eski hanendelerinkine gore cok sade ve duz nagmelerdir. selcuk eski gelenege ozgu bu girtlak suslemelerini yeni bir anlayis, zevk ve teknikle, buyuk bir ustalik gostererek kullanmistir. sozgelimi, sazlara ozgu carpmalari cok guzeldir. selcuk ozellikle pariste ses teknigi egitimi gorup yurda dondukten sonra uslubunu gitgide olgunlastirip mukemmellestirdi. nefesini, sesinin tiz ve pest bolgelerini cok iyi kullandi; gogus ve kafa seslerinden birbirine gecisleri ustaca, belli etmeden gerceklestirdi. nefes hareketlerini ezgi cumlelerinin gerektirdigi bicimde ayarladi; sesinin rengini, tinisini da icra sekline cok iyi yansitti. hic zorluk cekmeden, birbirinden farkli akortlarla da ayni guzellikte okuyabiliyordu. gerek osmanli turk musikisinin yapisini, gerekse eski icrayi cok iyi bilen bir sanatci olarak, getirdigi butun yenilikleri bu musikinin aslindan uzaklasmadan gerceklestirdi; eski ile yeniyi kaynastirdi, boylece yeni bir uslup gelistirdi. selcuk inanilmaz derecede genis bir repertuari olan bir musiki adamiydi. sadece doldurdugu plaklara bakmak bile repertuar bilgisi hakkinda yeterli bir fikir verir, repertuarindaki eserlerin de en asil sekillerini ogrenmis, hatta bunlardan bir kismim notaya almisti. yonettigi korolara da, klasik eserlerin en saglam kaynaklardan ogrendigi sekillerini okuturdu. onun gibi bir ses ustadinin repertuar bilgisini icrasina yansitmasi da pek tabiîydi. selcuk hemen hemen butun beste sekillerindeki eserleri okuyabilen bir yorumcuydu. kar, karce, murabba beste, nakis, agir semai, yuruk semai, sarki, turku, kosma, gazel gibi dindisi; mevlevî ayini, durak, tevsih, ilahi gibi dinî beste sekillerindeki pek cok eseri konserlerinde ve plaklarinda okumustur. birbirinden farkli butun bu musiki sekillerindeki klasik eserleri; o beste sekillerinin gerektirdigi bicimde, son derece sanatkarane bir uslup, tavir ve eda ile yorumlamistir. ornegin, kendisinden onceki bircok gazelhan, mevlid gibi gazel okur, dinî musikiye ozgu usluptan pek kurtulamazdi. selcuk ise, gazel ile mevlidi uslup yonunden ayirt etme kaygisini duymus, boylece gazeli dindisi bir usluba kavusturmus, bu uslubuyla da cok degerli bir gazelhan olarak kendini kabul ettirmistir. selcuk getirdigi butun bu yeniliklerle musikinin icrasina bir yorum derinligi de getirmis oluyordu. onun yorumundan hic etkilenmemis solist yok gibidir. selcukun musiki basarilarindan soz ederken, onun yetismesinde payi olan iki degerli musikisinasin bu basaridaki payini vurgulamak gerekir. ustadin hocalarindan biri uskudarli bestenigar ziya beydi. ziya bey gelenegin icra uslubunu cok iyi ozumlemis gercek bir "femi muhsin", yani eski musikinin guzelliklerini bilen ve ogretebilen "ihsan edici, guzel bir agiz"di. nitekim, selcuktan baska pek cok degerli musikisinasin da yetismesinde buyuk emegi gecmistir onun. icranin bu yuzyilda buyuk bir atilim gostermesini saglayan, musiki zevki cok gelismis bir sanat adamiydi uskudarli ziya bey. selcukun oteki hocasi olan zekaizade ahmet efendi ise klasik repertuar bilgisi yonunden erisilmesi guc bir musiki adamiydi. selcuk ondan gectigi fasillarla hem repertuarini genisletmis, hem de eski eserlerin en asil sekillerini ogrenmistir. selcuk sesinin guzelligini uzun sure muhafaza edebilmis bir sanatcidir. sesinin lezzeti altmisli yaslarinda iken bile kaybolmamisti. yetmis yasini gectikten sonra bile konserler vermis, plaklar doldurmustur. sesine ve sagligina cok ozen gostermesi, ses teknigi bilgisi, sanat heyecanini hicbir zaman yitirmemesi ve sagligi elverdigi surece musikiden kopmamasi onun uzun bir musiki omru olmasini saglamistir. selcuk sesini bir saz gibi kullanabilen essiz bir hanendeydi. yirminci yuzyilda icra acisindan buyuk bir atilim gosteren turk musikisinde bu basarinin ilk doruk noktasi tanburî cemil bey, ikincisi ise munir nurettin selcuktur. yahya kemalin dedigi gibi, tanburî cemilin sazla ifade ettigini selcuk sozle ifade etmistir. kisacasi, cemil beyin plaklari gibi munir beyin plaklari da tekrar tekrar dinlemekle, incelemekle, tasidigi musiki nitelikleri uzerinde uzun uzadiya durmakla degerlendirilebilecek zenginlikler sunuyor.
munir nurettin 1920lerin ilk yillarindan baslayarak uzun yillar duzenli olarak plak doldurdu. sahibinin sesi, orfeon record, polydor, odeon, pathe sirketleri icin doldurdugu plaklar onun zamanla cok genis bir dinleyici kitlesine ulasmasini sagladi. selcuk 1953te istanbul belediye konservatuvarina uslup ve teganni ogretmeni olarak atandi. ertesi yil konservatuvarin icra heyeti sefligine getirildi. bu tarihten 1976ya kadar, yirmi iki yil boyunca uc yuz civarinda konser yonetti. cok genis bir ilgi goren bu konserlerin verildigi yillar icra heyetinin en parlak donemidir. selcuk icra heyeti sefligine getirildigi yil, istanbul radyosunda musavirlik gorevi de ustlendi. uc yil suren bu gorevi sirasinda stajyerlere ders verdi; gerek konservatuvarda, gerekse radyoda hoca olarak pek cok okuyucunun yetismesinde emegi gecti. bir egitmen ve ogretmen olarak da kendisinden sonraki kusaklar uzerinde derin izler birakti, istanbul radyosu ve icra heyeti icin yazdigi notalarla da musiki kutuphanesini zenginlestirdi. selcuk, misir, irak, suriye, macaristan, avusturya ve ingilterede konserler verdi. misirda bulundugu siralarda ummu gulsum ve abdulvahap ile dostluklar kurdu, bu cok unlu sanatcilarin takdirlerini kazandi. munir nurettin selcuk 27 nisan 1981de oldu; mezari bebekteki asiyan mezarligindadir.
selcuk yirminci yuzyil turk musikisinin en onde gelen birkac sanatcisindan biridir. turk musikisinin konserler, tas plaklar ve radyo yayinlari ile izlenebilen icra tarihi icinde onun kadar etkili olmus bir baska hanende daha gosterilemez. oyle ki, bu yuzyilin icra tarzlari "munir nurettinden once" ve "munir nurettinden sonra" ayirimiyla degerlendirilebilir ancak. icraya en onemli katkisi, daha cok hafizlara ozgu olan "gaygayli" okuyus tarzini buyuk olcude temizleyerek yerine daha sade, daha "duz" bir okuyus getirmesidir. gerci girtlak nagmelerini o da kullanmistir; ama bunlar eski hanendelerinkine gore cok sade ve duz nagmelerdir. selcuk eski gelenege ozgu bu girtlak suslemelerini yeni bir anlayis, zevk ve teknikle, buyuk bir ustalik gostererek kullanmistir. sozgelimi, sazlara ozgu carpmalari cok guzeldir. selcuk ozellikle pariste ses teknigi egitimi gorup yurda dondukten sonra uslubunu gitgide olgunlastirip mukemmellestirdi. nefesini, sesinin tiz ve pest bolgelerini cok iyi kullandi; gogus ve kafa seslerinden birbirine gecisleri ustaca, belli etmeden gerceklestirdi. nefes hareketlerini ezgi cumlelerinin gerektirdigi bicimde ayarladi; sesinin rengini, tinisini da icra sekline cok iyi yansitti. hic zorluk cekmeden, birbirinden farkli akortlarla da ayni guzellikte okuyabiliyordu. gerek osmanli turk musikisinin yapisini, gerekse eski icrayi cok iyi bilen bir sanatci olarak, getirdigi butun yenilikleri bu musikinin aslindan uzaklasmadan gerceklestirdi; eski ile yeniyi kaynastirdi, boylece yeni bir uslup gelistirdi. selcuk inanilmaz derecede genis bir repertuari olan bir musiki adamiydi. sadece doldurdugu plaklara bakmak bile repertuar bilgisi hakkinda yeterli bir fikir verir, repertuarindaki eserlerin de en asil sekillerini ogrenmis, hatta bunlardan bir kismim notaya almisti. yonettigi korolara da, klasik eserlerin en saglam kaynaklardan ogrendigi sekillerini okuturdu. onun gibi bir ses ustadinin repertuar bilgisini icrasina yansitmasi da pek tabiîydi. selcuk hemen hemen butun beste sekillerindeki eserleri okuyabilen bir yorumcuydu. kar, karce, murabba beste, nakis, agir semai, yuruk semai, sarki, turku, kosma, gazel gibi dindisi; mevlevî ayini, durak, tevsih, ilahi gibi dinî beste sekillerindeki pek cok eseri konserlerinde ve plaklarinda okumustur. birbirinden farkli butun bu musiki sekillerindeki klasik eserleri; o beste sekillerinin gerektirdigi bicimde, son derece sanatkarane bir uslup, tavir ve eda ile yorumlamistir. ornegin, kendisinden onceki bircok gazelhan, mevlid gibi gazel okur, dinî musikiye ozgu usluptan pek kurtulamazdi. selcuk ise, gazel ile mevlidi uslup yonunden ayirt etme kaygisini duymus, boylece gazeli dindisi bir usluba kavusturmus, bu uslubuyla da cok degerli bir gazelhan olarak kendini kabul ettirmistir. selcuk getirdigi butun bu yeniliklerle musikinin icrasina bir yorum derinligi de getirmis oluyordu. onun yorumundan hic etkilenmemis solist yok gibidir. selcukun musiki basarilarindan soz ederken, onun yetismesinde payi olan iki degerli musikisinasin bu basaridaki payini vurgulamak gerekir. ustadin hocalarindan biri uskudarli bestenigar ziya beydi. ziya bey gelenegin icra uslubunu cok iyi ozumlemis gercek bir "femi muhsin", yani eski musikinin guzelliklerini bilen ve ogretebilen "ihsan edici, guzel bir agiz"di. nitekim, selcuktan baska pek cok degerli musikisinasin da yetismesinde buyuk emegi gecmistir onun. icranin bu yuzyilda buyuk bir atilim gostermesini saglayan, musiki zevki cok gelismis bir sanat adamiydi uskudarli ziya bey. selcukun oteki hocasi olan zekaizade ahmet efendi ise klasik repertuar bilgisi yonunden erisilmesi guc bir musiki adamiydi. selcuk ondan gectigi fasillarla hem repertuarini genisletmis, hem de eski eserlerin en asil sekillerini ogrenmistir. selcuk sesinin guzelligini uzun sure muhafaza edebilmis bir sanatcidir. sesinin lezzeti altmisli yaslarinda iken bile kaybolmamisti. yetmis yasini gectikten sonra bile konserler vermis, plaklar doldurmustur. sesine ve sagligina cok ozen gostermesi, ses teknigi bilgisi, sanat heyecanini hicbir zaman yitirmemesi ve sagligi elverdigi surece musikiden kopmamasi onun uzun bir musiki omru olmasini saglamistir. selcuk sesini bir saz gibi kullanabilen essiz bir hanendeydi. yirminci yuzyilda icra acisindan buyuk bir atilim gosteren turk musikisinde bu basarinin ilk doruk noktasi tanburî cemil bey, ikincisi ise munir nurettin selcuktur. yahya kemalin dedigi gibi, tanburî cemilin sazla ifade ettigini selcuk sozle ifade etmistir. kisacasi, cemil beyin plaklari gibi munir beyin plaklari da tekrar tekrar dinlemekle, incelemekle, tasidigi musiki nitelikleri uzerinde uzun uzadiya durmakla degerlendirilebilecek zenginlikler sunuyor.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?