alın size bulgaristan...
1) çok türk yaşar. 2) neredeyse bulgar vatandaşları bile türkçe bilir. 3) kızlar seksle on dört yaşlarında tanışmaya başlar. 4) eğlencelerine çok düşkünlerdir. ekonomisi o kadar iyi olmamasına rağmen diskolardan, eğlence merkezlerinden çıkmazlar. 5) köylerde disko, kafe, toplantı salonu, sinema, vs. bulunur. 6) eskiden köyler arasında festivaller düzenlenirdi. şimdi yerleşim yerlerinin çoğu boşaldığı ya da nüfusu azaldığı için pek düzenlenmiyor. 7) çingeneler oranın en iyi müzisyenleridir. düğünlerde kesinlikle çingene orkestraları çalar. 8) istisnasız herkes bulgar folk müziği dinler. ama son iki-üç yıldır özellikle gençler tarafından hiphop, rap, rock ve benzeri müzikler dinlenmeye başlandı. 9) giyim olarak çok rahatlar. kızların yüzde yetmişi tanga, g-string giyer. mini etek de çok giyilir. 10) erkeklerde kesinlikle bekaret takıntısı yoktur. hepsi bu olayı aşmıştır. sekse çok düşkündürler. 11) kızlar çok serbesttir. gecenin bir vakti dışarı çıkıp istediklerini yaparlar. 12) her yer çok yeşildir. yolların iki yanı da ağaçlıktır. 13) polisler yabancı plakalı aracınızı görünce kesinlikle durdururlar. birkaç euro aldıktan sonra bırakırlar. arabanızda ya da sizde mutlaka bir sorun bulurlar. 14) fiyatlar bize göre çok ucuzdur. 100 dolar ile bir ay paşa paşa yaşarsınız. 15) domuz eti çok tüketilir. özel sucukları ve yerel rakıları (üzüm ve erik rakısı) vardır.
belgrad izlenimlerim...
1- bu şehre uçan tek havayolu şirketi yugoslavya havayolları. pervaneli uçaklarında kendimi yetmişli yıllarda gibi hissettim. uçak inene kadar dua okudum. 2- belgrada indiğimizde durum değişmedi. bizdeki otobüs terminallerinden daha küçük olan havaalanında, komünist dönemden kalan üniformaları ile kadın polisler görev yapıyor. 3- şehir, savaş döneminde bombalanmış binalarına rağmen çok güzel. mimarisi harika. içinden geçen tuna ve sava nehirleri muhteşem. 5- muhteşem olan bir diğer şey ise kızları. resmen kompleks yaptım! ama erkekleri vasat. 6- şehirde %10 oranında yeni arabaya rastlıyorsunuz. hep 70lerden kalma arabalara sahipler. 7- çok pahalı bir şehir. 8- belgrad çevresindeki kayak merkezleri ve balkan köyleri, insana emir kusturicanın bir filmindeymiş hissini veriyor. çok hoş bir duygu.
yunanistan izlenimlerim
:1) insanları çok canayakın ve sempatiktir. 2) hediye vermeyi çok severler, hiç tanımadığınız ve sadece iki kelime konuştuğunuz birinin bile size vereceği bir şişe uzo, bir paket kahve ya da bir kavanoz reçeli vardır. hele size yemek ısmarlayacak olurlarsa kusana kadar yemeniz için ısrar ederler. 3) girdiğiniz ortamda türk olduğunuzu anlayan herkes (papazlar dahil) yanınıza gelir ve size bildiği türkçe sözcükleri saymaya, kökenlerinin türkiyenin neresine dayandığını anlatmaya başlar. 4)yunan kızları genelde çirkin ve şişmandır. 5)evler bir oda ve bir salondan oluşur; çok küçük ve karanlıktırlar. odaların tavan köşesinde dini ikonlarını koymak için özel bir raf vardır. 6) yıkanmayı pek sevmezler, kadınların çoğu traş olur ve öperken yüzünüze sakalları batar. 7) çok ama çok yerler, etleri tüm ve sozsuz baharatsız olarak pişirirler ve tadı çok kötü olur. onun dışında tüm yemekler türk yemekleriyle isimlerine kadar aynıdır. 8) herkesin ismi ya maria ya kosta ya da nikodur. çocuklara mutlaka dede ya da büyükannelerinin ismi verilir. 9) çok yüksek sesle konuşurlar.10) trafik kazasında ölen yakınları için kazanın olduğu yolun kenarına içinde kandil yanan ve ölenin resminin olduğu minik anıtlar dikerler.11) eğer telefon numaranızı verdiyseniz her gün sizi arayıp tekrar ne zaman geleceğinizi sorarlar, eğer siz onları çağırırsanız hemen gelirler ve haftalarca kalırlar.
makedonya izlenimlerim...
1. üsküp çok güzel bir şehir. bilhassa da kızları. 2. insanlar çok rahat. ekonomik düzeyleri düşük olmasına karşın hayatı dolu dolu yaşama eğilimindeler. 3. barlar ve gece kulüpleri çok iyi iş yapıyor. 4. hayat gece 12den sonra başlıyor. 5. bayan sayısı her mekanda erkek sayısının en az iki katı. 6. bayanları kaprissiz ve tanışmaya meyilli. 7. çok rahat ve dekolte giyiniyorlar. 8. geceleri çok kalabalık olmasına karşın kavga veya rahatsız edilme gibi huzursuz edici bir durumla karşılaşmıyorsunuz. 9. taksi şoförlerine dikkat etmek lazım. yabancı olduğunuzu anladıklarında yüksek ücret istiyorlar. 10. açıkçası, nato emrinde görevli bir türk subayı olmanın avantajlarını burada da çok yaşadım.
bosna-hersek izlenimlerim:
1) sarajevo, milyatska ırmağının çevresinde kurulmuş ve savaşın tüm vahşetini her köşesinde barındıran bir şehir. mermi deliği bulunmayan tek bina yok.yollar, kamu binaları, evler yeniden düzenleniyor, yapılıyor. 2) şehrin içinde yürürken bile savaşı hissediyorsunuz. karşınıza çıkan kurukafa işaretleri mayınların göstergesi çünkü sırplar evlerin içine olduğu gibi şehrin içine de mayın döşemişler ve bu mayınlar ancak patlayarak çıkıyor. (rehberimizin anlattığına göre anayol ve belirtilen alanların dışında yürümek veya araba kullanmak tehlikeli) ekilebilir tarım arazilerinin büyük çoğu mayınlı. 3) baş çarşıda boşnak böreği, klepa (bir çeşit mantı), sogan dolma, çevapçiçi (koca bir ekmek, yanında 10-12 tane köfte, soğan) yiyebilir, kahvanalarda bol bol bosanska kahve (türk kahvesinden biraz daha iri çekilmiş, küp şeker veya lokumla birlikte özel bakır cezve ve fincanda servis edilen kahve) içebilirsiniz. servis edilen bakırları yine baş çarşıdan yaklaşık 15 avroya satın alabilirsiniz. 4) insanları çok çalışkan, dürüst ve dayanıklılar. 6) mostar her iki halkın da -boşnaklar ve hırvatlar- birlikte yaşadığı bir yer. kendisi hırvat eşi boşnak olan bir kadın "iki savaş vardı: hırvatlarla boşnaklar ve bu iki halkın da sırplarla olan savaşı.yavaş yavaş beraber yaşamayı öğreniyoruz" dedi. 7) hırvatistan da savaştan etkilenmiş ama daha çabuk toparlanmış. dubrovnikte eski şehirde savaş müzesinde şehrin nasıl yıkıldığını görüyorsunuz.yaşatılan vahşeti ve barbarlığı anlamak mümkün değil.
bosna hersekden izlenimler...
1) her beş gençten üçü sigara ve uyuşturucu kullanıyor! 2) saçlarını mor, yeşil, pembe gibi acayip renklere boyuyorlar. 3) yemiyorlar, içmiyorlar, sadece giyiniyorlar! marka bağımlılığı had safhada. 5) yemekleri hemen hemen bizimle aynı. sadece adları değişik. 6) soykırıma rağmen sırplar ile boşnaklar beraber yaşıyor. hatta evleniyorlar. 7) tarkana bayılıyorlar. 8) denize küçük bir kıyıları var. ama tatil için genelde sırbistan gibi ülkelere gidiyorlar. 9) saraybosna havaalanı çok küçük. ankara iç hatların 1/4ü kadar bile değil!
bir senedir bosna-hersekteyim.
buradaki hayatla ulkemi karsilastirinca moralim bozuluyor. 1- insanlarin neredeyse tamami hayatin icinde. ozellikle hizmet sektorunde hep kadinlari gorebilirsiniz. bu kadarla da kalmiyor. kadınlar çöp toplama, kamyon kullanma gibi islerde bile varlar. 2- ne is olursa olsun herkesin bir kiyafeti var. bunu niye mi soyluyorum? isyerinizin tuvaletinin temizliginden sorumlu kadını disarida gordugunuz zaman şoka girebilirsiniz. 3- asla kadinliklarini unutmuyorlar. daima bakimlilar. 4- buradaki kizlari taksim ya da kizilay meydaninda yürütseniz turk kizlari sokaga bile cikamaz herhalde. itirafima gelince: üç bucuk yillik evliyim. esimi cok seviyorum. ama burayi daha once gormus olsaydim kesinlikle evlenmezdim. bir aydir esim yanimda degil ve ben evden disariya cikamiyorummmmm!
sırbistan izlenimlerim
1-sanıldığı gibi aşırı milliyetçi ve türk karşıtı insanlar yaşamıyor. yani ziyaret etmek tehlikeli falan değil. 2-avrupanın en güzel kızları sırbistanda yaşar. 3-para birimi olarak dinar kullanılıyor ve 1000 dinar 10 avro değerinde. 1 lira ise 40 dinar. çok ucuz bir ülke diyemeyiz. 4-türk olduğunuzu söyleyince mehmet pasha sokolovic diyenler çok oluyor. bu sırp asıllı sokullu mehmet paşanın oradaki ismidir. 5-avrupanın en güzel kızları sırbistanda yaşar. 6-başkent belgradta osmanlı izleri görmek gayet doğal çünkü 400 küsür sene osmanlı egemenliğinde kalmışlar. 7-sırpça ve türkçede 8000 kadar ortak kelime bulunduğunu görünce hayrete düşmeyin. neredeyse türkçe konuşacaklar biraz uğraşsalar. 8-sırbistan türk vatandaşlarına vize uyguluyor ama yılbaşında kaldırılması gündemde. 9-avrupa birliğine üye olma yolu karacicin yakalanmasından sonra büyük ölçüde açıldı. önce ab ülkeleri vize uygulamasını durduracak sırp vatandaşlarına yıl sonunda. 10-sonuç itibariyle sırbistan gitmeye, görmeye değer, hiç de tehlikeli bir ülke değil. türkiyeye olduğu gibi her ülkeye karşı ufak önyargıları var insanların fakat bu önyargıları kırmak için bir fırsat bence. 11-ve evet, tekrar söylüyorum; avrupanın en güzel kızları sırbistanda yaşar.
romanya izlenimleri...
1- kızları hakikaten çok güzel. beklendiğinin aksine sarışın kadar esmer güzeller de var. fakat öyle her erkeğin üstüne atlamaları sözkonusu değil. zamanında türkiyeden gelenler tarafından istismar edildikleri için türklere karşı daha da temkinliler. 4- gece hayatı çok iyi. kapıda "damsız girilmez" diye bir durum yok. ama bodyguardlar içeri tipinize alıyorlar. 5- ucuz bir ülke. ancak ipin ucunu kaçırırsanız neye uğradığınızı şaşırabilirsiniz. 6- kumar serbest. bizdeki bakkallar büyüklüğünde ve sıklığında kumarhaneler dahi var. 7- kültür seviyesi çok yüksek. hemen hepsi ingilizce biliyor. 8- taksilerin yan tarafında tarifeleri yazıyor. üzerinde firma ismi yazmayan taksilere sakın binmeyin. inanılmaz kazıklanırsınız. binmeden önce gideceğiniz yerin ne kadar tutacağını sorun. 9- oteller çok pahalı. internetten araştırıp kiralık evlerde kalın. temiz ve ucuzlar. 10- işkembe çorbası milli yemekleri. çok da güzel yapıyorlar. 11- türkiyedeki gibi 2 saat kızları kesmeyin. ilk 30 saniyede bakıyorsa gidip hemen konuşun. ya da sonsuza kadar susun.
vezneciler kız yurdunda 4 yıl kaldım. işte izlenimlerim... 1. kız ırkından tiksindirecek her türlü kapris, kıskançlık, dalavere mevcuttur. 2. binlerce kişiyle birlikle yaşadığınız için artık iletişim kuramayacağınız insan türü yoktur. 3. koğuş sistemi olduğundan mezun olunca "içerden" çıkmış gibi olursunuz. 4. okulda kızlar; bakımsız, aç, paçoz, parasız "yurt kızları" ve hanım hanımcık "ev kızları" olmak üzere ikiye ayrılır. 5. sekin son kullanma tarihi geçmiş tropikal meyve suları (ananas, mango vs.) kahvaltıda verilir. (mango diye bir meyveyi ilk kez suyunu görünce duymuştum.) 6. giriş saati kışın 21.00, yazın 23.00 olmasına rağmen o gece gelemeyen kızın yerine, nöbetçi memureyi saç boyasının rengi sorulup oyalanarak imza atılır. 7. vezneciler kız yurdunda duş sistemi yerine hamam olduğundan banyolar hep beraber yapılır. banyo yapılırken de sadece külot giyilir. bir ara rusya ve romanya gibi ülkelerden gelen yabancı uyruklu öğrenciler hamama çırılçıplak gelince bazı öğrenciler idareye şikayette bulunup hamamda kilot giymeyi zorunlu kıldırmıştı. ama "üst taraflar" her zaman foradır. 8. 1400 öğrenciye sadece iki hat olduğu için (benim kaldığım zamanlarda cep telefonu yoktu) ailelerin kızlarına telefonla ulaşması hemen hemen imkansızdı. sadece yüzlerce kez numara çevirmeyi göze alabilen çılgın ve sabırlı aşıklar telefonu düşürmeyi ve sevgilisinin adını anons ettirerek üç dakikayla sınırlı görüşmeyi yapmayı başarabilirdi. bir kıza telefon gelmesi olay olurdu. 9. yurtta çalışan erkek personelin tamirat için katlara çıkması tam bir panik yaratırdı. saatlerce anons yapılarak erkek personelin katlara çıkacağı duyurulur, buna rağmen yurt, don-atlet yakalanan kızların olaylarıyla çalkalanırdı. 10. lezbiyenler için (ki sayıları epey fazlaydı) yurtta kalmak adeta haremde yaşamak gibiydi. 11. içinde salatalık kırılan, aynı yatakta basılan, cinlerle sevişen kızların haberleri dilden dile dolaşırdı.
moldova izlenimlerim
1-trafik kurallarına bizden daha fazla uyuyorlar. 2-sokakları, caddeleri temiz. 3-sigara ve alkol çok ucuz, bu yüzden halk su yerine alkol tercih ediyor. 4-başkent kişinevin altında 54 km uzunluğunda şarap mahseni var. 5-ulaşımda genel olarak münibüs kullanılıyor, otobüslerde ise yolculardan para toplayarak, para kazanan çalışanlar var. bu konuda teknolojiyi takip ettikleri pek söylenemez. 6-siyasi açıdan çok problemli bir ülke, nufusu 4 milyon olmasına rağmen üç parçaya bölünmüş durumdalar. 7-toprakları tarıma çok uygun, avurapanın en yeşil iki başkentinden biri moldovaya ait. 8-etin kilosu 10 tl, sebze meyve genellikle dışarıdan getirdildiği için özellikle kışın pahalı oluyor. 9-balık ukraynadan geliyor, bir de kurutulmuş balıklar var. yemek bir yana, kokusuna dahi dayanmak mümkün değil. 10-kadınları çok güzel, dekoltelerinde sınır yok. şu günlerde havaların ciddi derecede soğumş olmasına rağmen hala mini etekle geziyorlar. 11-eğlence hayatı çok ucuz, türkiyede kaliteli bir diskoya girebileceğiniz parayla burada eğlenip çıkabilirsiniz. ayrıca burada olan mekanları türkiyede aramak abesle iştigal olur. 12-kişinevde halkın hemen hemen hepsi, romence ve rusça biliyor. gagavuz türkleriyle çat-pat türkçe konuşabilmek mümkün. 13-hemen hemen her yerde kasinolar var. kulübe tarzında olanlarını bile görebilirsiniz.
ukrayna
1-trafik kurallarına bizden daha fazla uyuyorlar. 2-sokakları, caddeleri çoğunlukla kirli, bizim gibi. 3-sigara ve alkol çok ucuz, bu yüzden halk su yerine alkol tercih ediyor. 4-şehirlerarası otobüsle ulaşım tam bir işkence, yirmi yıllık eski araçlarla saate 60 km ile gidilenrahatsız yolculuklar... 5-ulaşımda genel olarak münibüs kullanılıyor. 6-siyasi açıdan çok problemli bir ülke, bizim gibi 7-toprakları tarıma çok uygun, avrupanın en yeşil ülkelerinden biri, uçsuz bucaksız ovalar deniz gibi. 8-etin kilosu 7 tl, sebze meyve genellikle dışarıdan getirdildiği için özellikle kışın pahalı oluyor. 9-bira ile genelde kurutulmuş balık yiyorlar, yemek bir yana, kokusuna dahi dayanmak mümkün değil. 10-kadınları çok güzel, dekoltelerinde sınır yok. şu günlerde havaların ciddi derecede soğumuş olmasına rağmen hala mini etekle geziyorlar. 11-eğlence hayatı çok ucuz 12-kiev havaalanında bir tek ingilizce bilen yok 13-pazartesi hariç her gün halk pazarı açık 14-su içimyorlar, onun yerine bizim soda dediğimiz içeceği mineral su diyerek tüketiyorlar.
ukrayna izlenimleri ii
eklemek isterim: 2-kiev çok güzel bir şehir. (ankaradan güzel) 3-gelir dağılımı bozuk, tahminlerimin aksine son model üst sınıf arabalardan çok fazla gördüm. 4-trafik polisleri rüşvet olayını abartmış durumda. 5-kievdeki oteller türkiyeye oranla üç dört kat pahalı (yatırımcılara duyrulur.) otel yerine günlük kiralanan evler çok daha uygun. 6-kadınlar iş ve sosyal hayatta çok daha aktifler. kendilerine güvendikleri her hallerinden belli. 7-erkeleri de fizik olarak fena değil ama yine de kadınlar çok daha güzel. kadının erkekten uzun olduğu çiftlere sık sık rastlamak mümkün. 9-hem kiev hem kharkof şehir merkezinde türk restoranı var. 10-trafik ve güvenlik çok iyi değil. 11-alkol ile birlikte sigara kullanım oranı da çok fazla, gençliklerini koruma bilinci henüz oluşmamış. 12-sushi her yerde ucuz ve güzel yapıyorlar.
ukrayna izlenimleri...
ukrayna izlenimlerim: 1) caddeler, sokakalar türkiyeye oranla çok temiz. 2) kadınlar tek kelimeyle enfes. 3) yemek kültürleri bizimkinden çok farklı, o yüzden yenilikçi bir bakış açısıyla sofraya oturmak tok kalkmanızda etkili olur. 4) kadınlar bir harika. 5) türkiyeye oranla bir çok şey çok daha ucuz. 6) kadınlar... söylememe gerek yok heralde. 7)bulunduğunuz şehre göre insanlarla iletişim kurduğunuz dil aniden türkçe olabilir. kırım tatarları her yerdeler. 8) tekrar gitmek ister miyim? elbette evet.
ukrayna izlenimlerim:
herkesin ilk merak ettiği... hayır! kızları çok güzel değil. az bir kısım çok güzel. sadece süslü ve bakımlılar. erkekleri çok pasaklı. saçları jöleyle kafaya yapıştırma modası var. çok ucuz bir ülke. 100 dolar ile bir aylık mutfak masrafını rahat karşılayabiliyorsunuz. şehirler çok düzenli. otoyol, parklar, yaya yolları, her şey çok düzenli ve her yer yemyeşil. evlerin dışı bakımsız ve eski ama içleri modern. her şehirde ondan fazla üniversite var. herkesin elinde sabah akşam demeden bira şişeleri var. bira ve sigara çok ucuz. çoğu ingilizce bilmiyor. sadece gençlerden bir kısmı. eğlenmeyi çok seviyorlar. kutlamalarda hemen lenin meydanlarında toplanıp içiyorlar. karaoke çok moda. hem sokakta, hem barlarda var.
dağıstan cumhuriyetinden izlenimler
yaklaşık bir senedir yaşadığım rusya federasyonuna bağlı dağıstan cumhuriyetinden izlenimler: 1) halihazırda kimine göre 33, kimine göre 36 millet birarada yaşıyor. 2) bu halklardan sadece ruslar hristiyan ve 1990dan bu yana nüfusları azalmakta. dolayısıyla halkın %90ından çoğu müslüman. 3) bu coğrafyada başı örtülü hatunlar bile file çorap giyiyor. mini etek de mevcut. 4) her şeyin ama her şeyin sahtesi var. 5)rusların votkayı sek içtiği koca bir yalan. bizim rakıyı yudumladıktan sonra su içmemiz gibi onlar da her shottan sonra koca bir bardak meyve suyunu yuvarlıyorlar. 6) halk, özellikle de kadınlar arap ve rus kültürleri arasında kaldıklarından kendilerini bulamamışlar. hem her şeyi yaşamak istiyorlar hem de çevre ve aile baskısından çekiniyorlar. 7) cafe ve restoranlarda ortalıkda kimsecikler yok, herkes kabinlere çekiliyor.
kazakistan izlenimleri
kazakistan-astana izlenimlerine birkaç ek ve düzeltme de benden. 1) evet ev kiraları pahalı ama sigara 0,6 ytl, benzinin litresinin de 0,4 ytl olduğunu bilmekte yarar var. ayrıca elektronik, ulaşım, ve içki fiyatları komik denecek kadar ucuz. 2) rahat bir millet, rusların bölgeye yıllarca egemen olmasının etkileri olarak eğlence, alkol hat safhada, öyle ki akşam 6dan sonra ayık adam bulmak zor. 3) trafik polisi hata yapmanı engellemeye çalışmaktan öte yapmanı beklemekle vakit harcıyor, sonrası mı; malum, gelsin rüşvet. 4) mimarisi diğer orta asya türk milletlerine göre oldukça iyi. 10 yıllık bir şehir olmasına rağmen oradaki farklı yapı mimarilerinin yarısı bile burdaki şehirlerin çoğunda yok. 5) kadın çok ama hoş olanlar rusya kökenli olanlar.
son iki iş seyahatimden: 1) fransa: nefret edilecek bir ülke. kimse ingilizce konuşmuyor. halk turistlerden nefret ediyor. hiçbir şey için yardımcı olmuyorlar. paristeki metro sistemi feci. champ elsyees etrafı hariç 22den sonra şehir uyuyor. dünyanın moda merkezi pariste bir tek bakımlı ve güzel kadına rastladım, o da türk çıktı! 2) rusya: hayat (özellikle de moskovada) müthiş pahalı. taksilerde taksimetre açan yok. her şey pazarlığa tâbi. her taraf inanılmaz güzel, bakımlı kadınlar ve alkolik erkeklerle dolu. kadınlara bakarken defalarca düşme tehlikesi yaşadım. çoğu sutyen kullanmıyor. kullananlar da bluzlarıyla kontrast renklerde ve seksi sutyenleri tercih ediyor. g-string adeta milli forma gibi. moskovada fuhuş da pahalı. bir gece kulübünde (night flight) kadınların en düşük fiyatı 300 dolardı. 500-600, hatta 1000 dolar isteyen bile vardı.
moskova-st.petersburg turundan yeni döndüm. turistik yerleri bir kenara koyup şunları sizinle paylaşmak istiyorum. 1) st.petersburgu görmeyen güzel şehir gördüm demesin. 2) rusya her erkeğin görmesi gereken bir yer. sokaklar podyum gibi. hangi kıza bakacağım derken başınız dönebilir. 3) rus kızlarında iç çamaşırı giyme alışkanlığı yok. 4) maalesef insanlar çok kaba. 4) bira inanılmaz tüketiliyor. genç-yaşlı herkes elinde bira şişesiyle dolaşıyor. 5) fakir-zengin arasındaki fark korkunç. moskova sokaklarında her marka arabanın en son modelleri cirit atıyor ama metrolarda yaşlı kadınlar ellerindeki birkaç demet maydanozu satmak için yerlerde oturuyor. 6) mümkünse kril alfabesini yanınızda bulundurun. ingilizce bilginize güvenmeyin. ben rusça bildiğim için çok rahat dolaştım. 7) cos... adlı otelde kaldım. saat 21:00 itibariyle pazarlıklar lobide aleni başlıyor. otelde düzenli çalışan 20 kız var. her ay otele 500 dolar ödüyorlarmış. ortalıkta bu işe "uygun" kıyafetlerle dolaşıyorlar. bayanlar tuvaletinde, otele normal kıyafetle gelen, burada akşam için hazırlanan kızların kıyafet değiştirmesine şahit olduk.
rusya gözlemlerine ektir. 1. insanların ortalama maaşı 50 dolar olmasına karşın büyük şehirlerde (moskova, leningrad gibi) ücretler yüksektir. örneğin bir sekreter 300 dolar alır. 2. birçok kişi 90lı yılların başından kalma bir bilgiyle buradaki her şeyin çok ucuz olduğunu düşünür. yanılıyorlar. meyveden mobilyaya pek çok şey aşırı pahalıdır. 3. rusyada sadece ruslar yaşamaz. 150 milyonluk nüfusun 30 milyonu müslümandır. hıristiyan ve müslümanların dini bayramlarında televizyondan naklen yayın yapılır. örneğin bu kurban bayramında bir camiiden bayram namazı yayınlandı. 4. burada yaşayıp içki içmiyor olmak imkansızdır. 5. gençler 14-15li yaşlarda cinselliği yaşamaya başlar. 6. bira içmeye başlamaları ise daha erkendir. 7. moskovada 40 metrekare, tek odalı evlerin kiraları 300 dolardan başlar. yerine göre 2500 dolara kadar çıkar. 8. moskova dünyada dairesel şekilde kurulmuş tek şehirdir. kızıl meydan ve kremlin dairenin merkezindedir. 9. bizimkilere haksızlık etmek istemem ama rus kızları çok az kapris yapar. 10. nüfusun çoğu 18 yaşında evlenip çocuk sahibi olur. bir-iki yıl sonra da boşanırlar. 11. onların deyimiyle "karakafalı" iseniz, "skinhead" denen dazlakların saldırısına uğrama ihtimaliniz yüksektir. hatta yaşamınızdan dahi olabilirsiniz. buna karşın rus hükümeti bu konuda ısrarla önlem almaz.
iste size rusya: 1- insaat iscilerinden baska turk yoktur. ama onlardan da epey vardir. 2- kizlar ilkokuldan sonra tirnaklarini boyamaya, makyaj yapmaya ve hatta seksle tanismaya baslar. 3- eglenceye asiri duskundurler. 4- votka bir numarali icecektir. 5- birayi zaten su niyetine icerler. icki icmeyenlere anormal gozuyle bakilir. 6- otobus ve tramvaya her bindiginizde minimum bes-alti sarhosa rastlarsiniz. bayram ve ozel gunlerde ise otobusun hemen hepsi sarhostur. 7- butun genc kadinlar g-string giyer. yazinsa kulotsuzlar cogalir. ogrendigime gore, o zaman kendilerini seksi hissediyorlarmis. 8- erkeklerde bekaret takintisi yoktur. kadın evlendiginde bakireyse tecrubesiz sayilir. 9- maaslar 35 dolar gibi komik rakamlardir. hatta maasini uc-dort ay alamayan bir suru insan vardir. buna ragmen gorunusleri, giyinisleri cok lukstur. bu degirmeninin suyunun nereden geldigini hukumet bile anlamaz. 10- insan hayati bes para etmez. kaldirimda ya da otobus duraklarinda donmus veya donmak uzere olanlara kimse bakmaz bile. 11- domuz eti cok tuketilir. 12- eksi yirmi bes-otuz derece havada buzlu suyla banyo yaparlar. ben de girdim. harika oluyo. bes dakikalik soktan sonra sapir sapir terliyosun. butun yil grip yanindan bile gecemiyo.
kız arkadaşım çeşitli ünvan ve dereceleri olan bir rus manken. hatta istanbulda da best model of the worlde rusya adına katıldı. bir buçuk senedir beraberiz. 1) şu ana kadar çıktığım en güzel kız. 2) beraber olduğum tüm kızlardan daha cok eğlendiriyor. 3) kaprisi yok denecek kadar az. 4) kültür seviyesi çoğu türk kızından kat be kat yüksek. ekonomi dahil her konuya hakim. 5) içkiyi, özellikle votkayı rus usulü içmeyi öğrendim ve çok sevdim. 6) çok güzel rus yemekleri yapıyor. 7) seks mi? aşmış. 8) insan yanında güleryüzlü bir kızla gezince kendine güveni artıyor. dezavantajları... 1) ülkesine döndüğü zaman bir süre sonra krize girebilirsiniz. sadece belli aralıklarla çekimlere geliyor. 2) cepten mesaj atmaktan ve konuşmaktan bütçeniz sarsılıyor. 3) burdan rusyaya kargo yollamak cok pahalı. 4) pahalı içkileri seviyor. 5) çok özlüyorum.
minsk izlenimlerim... 1- havaalanı çok küçük. uçaktan iner inmez etrafınızı sovyet üniformalı (ya da o giysilere çok benzeyen) polisler sarıyor. 2- komünizm burada hâlâ ölmemiş. o kadar çok bürokrasi var ki, türkler gibi alışkın olanlar bile illallah ediyor. 3- kentin mimarisi harika. ikinci dünya savaşında almanlar şehrin %90ını yıktığı için stalin şehri baştan inşa etmiş. bu yüzden de yoğun bir komünist mimarı hakim. 4- gidilecek pek fazla yer yok. iki-üç tane düzgün kafesi var. yiyecek ve votka çok ucuz. 5- halkı çok fakir. aylık kazançları ortalama 150 dolar civarında. ancak yine de şehir merkezindeki mc donalds tıklım tıklım dolu. 6- kadınlarla ilişki kurmak çok kolay. zaten nüfus dengesi kadınların lehine, bir de rus erkekleri votka yüzünden erkeklik görevlerini ihmal edince bayanlar için türk erkek bulmak, türkiyede bizim norveçli ya da finlandiyalı bayan bulmakla eşdeğer. 8- kadınların %50sı için güzel denebilir. geri kalan ise % 50 orta. yani çirkin denemez. 9- karakafa (türk) olmak burada ciddi bir avantaj. türkleri çok seviyorlar ve bizi çok zengin zannediyorlar. 10- gidin görün. pişman olmazsınız. insanları çok sıcak.
moskova izlenimleri
1- sadece havalimanında taksi bulabilirsiniz. şehir içinde bulamazsınız. otostop yapmanız gerekir ama pazarlık yapıp gideceğiniz yere taksi ücretini ödersiniz. 2- metro ağı o kadar yaygın ki metro kullanmanızı şiddetle tavsiye ederim. 3- havalimanında bir belge dolduruyorsunuz ve bu belgeyi onaylatmanız ve pasaportunuzla birlikte taşımanız gerekli. polis sorduğunda rüşvet vermeniz gerekebilir. 4- metroda ve çıkışlarında polisler kimlik kontrolü yapıyorlar, kesinlikle göz teması kurmayın. sorun çıkmaması için rüşvet vermeniz gerekebilir. 4- rus kadınlar hem güzel hem cana yakınlar. ama bu hemen birlikte olabileceğiniz anlamına gelmiyor. zaten biz türk erkeklerinin çok ciddi bir şekilde kötü ünü var. bu nedenle sabırlı olmak lazım. 5-havalimanında 2. kontrolde bekleyen polis size gülümseyerek cebinizde ne kadar dolar olduğunu soruyor. 3000 doların üzerindeki paranıza devlet adına el koyuyor ve kesinlikle geri alamıyorsunuz. dikkat...
ermenistan izlenimleri
ben de ermenistan izlenimlerimi aktarayım: 1) başkent yerevanın her yanı inşaat alanı. 2) şehir merkezinde opera ve kilisenin falan olduğu meydan oldukça güzel ama onun dışında insanların yaşam alanları oldukça kötü, binalar yıkılmak üzere. 3) ülkenin her yeri domuz kokuyor, ucuz olduğu için domuz yağını kullanım çok fazla ve bu kokuyu sadece türkler alıyor, kokusundan restorana giremeyince fransızı, italyanı hepsi şaşırıyor. 4) erkekleri çirkinken kızlarının nasıl bu denli güzel olduğunu düşünmeden edemiyor insan. 5) özellikle kızlar her yere düğüne gider gibi süslenip gidiyorlar, sokakta eşofmanlı bir kız görmek neredeyse imkansız, hemen herkes topuklu ayakkabıyla geziyor. 6) ağrı dağına ararat diyorlar ve ağrı onlar için çok önemli, başkentten dağı görmek mümkün ve herkese gösteriyorlar, ararat diye bir içkileri var, hediyelik eşya dükkanlarının hepsinde üstünde ararat yazan hediyelikler var. 7) müzelerinde karagöz ve hacivatı onların deyimiyle karagöz ve hacı ayvazı gösteriyorlar. 8) yine müzelerinde tavla ve kemençe var. 9) bir başka müze tamamiyle rus ölülerinin kafa heykelleriyle dolu, nedenini ben de anlamadım. 10) orta yaş ve üstüne türküm deyince gidiyor ve gelmiyor. 11) çocuklara türküm diyince kaçıyor ama sonra yanına gelip resim çektirmek istiyor. 12) gençlere türküm diyince gülümsüyor ve yanında kalıyor, bizim çok fazla ermeni dostumuz oldu ve hepsi çok tatlı gençler, sanırım bu artık bazı şeylerin değişmeye başladığının göstergesi. benim için oldukça farklı ve güzel bir deneyimdi.
sofya izlenimlerim: 1) her yer gri görünümlü. çoğu bina 1950li yıllardan kalma. her yer buram buram tarih kokuyor.ve doğal olarak bu tarihe dair dinleyeceğiniz çok hikaye var. 2) hayat çok ucuz. insanların ayda ortalama 200-300 leva (yaklaşık 100-150 euro) kazandığı göz önüne alınırsa, oldukça güzel bir restoranda 2 kişilik mükemmel bir yemeğin maliyeti 20 levayı geçmiyor. 3) tarator yemek kültürlerinde var fakat bizim bildiğimiz cacık ve ana yemek olarak yeniliyor. ayrıca shopska (yanlış yazmış olabilirim) denen, ana malzemesi domates-salatalık üzerine rendelenmiş bol peynirden oluşan salatalarıyla gurur duyuyorlar. o da bizim bildiğimiz söğüşün biraz zeytinyağlı ve peynirli hali. 4) insanları çok sıcakkanlı ve misafirperver. erkeklerinin geneli renkli gözlü ve kilolu. bol bol bira içiyorlar. hatta su yerine bira içiyorlar diyebilirim ve bu tarife uymayan erkekler bize göre ne kadar yakışıklı olurlarsa olsun garip bir kompleks içindeler. 5) kızları genellikle sarışın ya da sonradan sarıya boyatılmış saçlarla geziyorlar. oldukça özgür ve rahatlar. güzel olduklarını söyleyemeyeceğim ya da ben güzelleriyle karşılaşmadım. 6) her yer yemyeşil ağaçlarla dolu, geniş parklar var. düzenli yolları olan ve herkesin köpeği ile yürüyüşe çıktığı muhteşem yeşil alanlar gözalıcı. 6) tüm halk zengin ve fakir sınıf diye ayrılmış. orta sınıf kavramları yok ve bu iki sınıf arasında hayat standartları korkunç derecede farklı. 7) her türlü sosyal-kültürel etkinlikle içtenlikle ilgileniyorlar. 8) aile kavramları bizden çok farklı. birlikte yaşamak, nikahsız çocuk yapmak ve ayrılmak çok sıradan kabul ediliyor. 8) işlerine düşkünler ve sorumluluklarının bilincindeler. 9) halkın en çok şikayetçi olduğu sınıf çingene olarak adlandırdıkları sınıf. orada suç işleyen bu sınıfa dokunmaktan çekiniliyor. ve suç oranının çok büyük bir yüzdesine bu sınıf sahip. 10) kumar serbest ve gece hayatı oldukça renkli. her yer irili ufaklı bir sürü cafe-bar ve casinolarla dolu. muhakkak gidilip görülmesi gereken bir şehir.
bükreş tecrübeleri
gittim, gezdim, geldim, gördüklerimi, duyduklarımı paylaşayım dedim. 1) adamlar avrupa birliğine girmiş. 2) siz "bizde ne kadar çok cami var" mı diyorsunuz? bir de romanyadaki kiliselerin sayısını görün. üstelik çoğu çavuşesku sonrasında yapılmış. 3) kızları fena değil, rahat giyimleri ile göze bayram çekiyorlar. 4) çok sayıda türk var, bir kısmı iş için, kalanı malum iş için orada. 5) trafik problemi istanbuldakine dahi on basar, bir de köprüleri olsa adamlar toptan felç olacakmış 6) kızları ihraç ürünleri arasına girmiş ve fakir kızlar üniversite okumak için gazete ilanı ile sponsor arıyorlar ve bilin bakalım en çok sponsor hangi milletten çıkıyor? 7) ikili ilişkilerini geliştirmek için bar, kafetarya, gece kulüplerine giden beylere işi hızlandırmak için bira yerine viski içmesi öneriliyor. işi abartıp gittiği yerde masasına beş bardak koydurup, ortaya viski şişesi yerleştirip beklemeye başlıyan öz güveni yüksek arkadaşların da hangi milletten olduğunu tahmin edersiniz sanırım...
güneydoğu izlenimleri
hekim olarak zorunlu hizmetimi yaptığım güneydoğudan ilk altı ay izlenimlerim: 1- herkesin ama herkesin yeşil kartı var. gariban olanın da, altında q7 olanın da. 2- bölgede her yer karışık ama kent merkezleri genellikle sakin, kırsallarda oluyor çok şey. 3- hiçkimse sıra beklemek istemiyor, herkes için en acil hasta kendisinin. 4- özellikle suriye sınırından inanılmaz bir kaçak mal girişi var, hemen hemen her gün polislerin getirdiği kaçakçılara rapor veriyorum. 5- yasa dışı işlem çok fazla. ilacını yazamayacağımı söylediğim zaman aldığım fiks cevap "sen türksün ondan yazmıyorsun!" 6- başkasının karnesiyle muayene olmak isteyen çok, fark ettiğimizde de "ne fark eder?" yanıtıyla karşılaşıyoruz. 7- benim yaşadığım yere mi özel bilemiyorum ama insanlar çok tembel, saat birde gazete geliyor, ekmek çıkmıyor, bayram günü dört gün hiçbir yer açık değil ve burası bir il merkezi. 7- yemekler şahane, asla verdiğiniz para için pişman olmazsınız. 8- sudan sebeplerle kavgalar çok fazla ve maalesef çoğu ölümle bitiyor, silah bulmak çok kolay. 9- ehliyetsiz motor kullanımı ve buna bağlı olarak motor kazası çok fazla ve çoğu ölüyor. 10- özellikle ambulans ile gece köylere gitmek çok tehlikeli, jandarma size eşlik etmiyor, hatta "biz gitmiyoruz, siz de gitmeyin!" diyor.
syria
geçtiğimiz nisanda yaptığım suriye gezisinin izlenimlerini sizlerle paylaşmak istedim. 1) başkent şam küçük, karmaşık ve çok az gelişmiş bir şehir. ağrılıklı olarak din turizmine yönelik bir yer. hz. hasan ve hüseyin, hz. ayşe gibi zatların mezarlarının yanında sultan vahdettinin mezarı da bu kentte. 2) kızları inanılmaz güzel. özellikle türkiyenin suriye sınırında yer alan yerlerinde seks turizmi bu ülkeden işliyor. tab,i 4 eşe kadar izin verildiğinden tek eşlilik yok denecek kadar az. 3)osmanlı mimarisini her yerde görmek mümkün. hala osmanlıdan kalan kurumlar kullanılıyor. 4) arabalar vergi düşüklüğünden dolayı dudak uçuklatacak kadar ucuz. hemen hemen yarı yarıya. 5) m.ö. 4. yüzyıldan kalma palmira antik kenti enfes, kendinizi mısırda gibi hissediyorsunuz. ayrıca palmira civarlarındaki bedevi çadırında yemek yerken size suriye yerel çalgıları eşliğinde müzik ziyafeti de sunuluyor. 6) ülkenin en güzel şehri halep. inanılmaz modern bir yer. kentin yarısı zenginlerden oluşuyor ve bu zenginlerin evlerini 7-8 avrupa ülkesi gezen biri olarak başka hiçbir yerde görmediğimi belirtmeliyim. özel bir taştan yapılıyormuş. mimarisi enfes. ayrıca halepin tarihte hiç fethedilememiş bir kalesi var. gece klubü yönünden de zengin bir yer.
suriye: 1)insanları çok fakir ve işsiz. 2) onların gözünde türkiye ulaşılması zor, zengin ve hayellerdeki bir ülke. 3)sadece iki resmi televizyon kanalları var. ancak hemen hemen tüm evlerde ucuz olduğun için uydu mevcut. 4) özellikle türkiye sınırı yakınlarında yaşayanların tamamı türk. türkçe konuşup türk kanallarını izliyorlar. 5)başbakanımızı ve cumhurbaşkanımızı, kendi reis-i cumhurları kadar çok seviyor ve övüyorlar. 6) akaryakıt bol ve çok ucuz. türkiyedeki dolmuş parasına ticari taksi ile bol bol gezebilirsiniz. 7) paramız onların parasına nazaran çok ama çok kıymetli. örnegin bin ytl ile orada 5 yıldızlı bir otelde günlerce kalabilirsiniz. 8) erkeklerin çoğunun 2,3 hatta 4 karısı var. çok eşlilik kanunen serbest. 9) kızları uzun boylu ve esmer, çoğunun ideali bir türkle evlenip türkiyeye gelmek. 9) türk televizyon kanallarından istanbulun gece hayatını, gündüzleri yayınlanan kadın programlarını, haber ve spor programlarını takip ediyorlar.
bayram tatilinde suriyedeydim. halepten izlenimler... 1) arapça bilmiyorsanız işiniz zor. çünkü otel sahipleri dahil ingilizce bilen yok. 2) kapalıçarşı ve halep kalesi başta olmak üzere tarihi yapıları görülmeye değer. 3) trafik feci. yol hakkı gözeten, trafik ışıklarını, polisleri takan yok. her taraf daweoo marka taksilerle dolu. 4) insanlar aşırı kaba ve pasaklı. 5) kapalıçarşının içinde koyunları dükkanlarının önünde boğazlayan kasaplar var! içerisi çok kötü kokuyor. 7) en temiz oteller "semiramis" ve "ramsis". bir gecelik fiyat 1000-1200 suriye lirası arasında. bu da 25-30 ytlye karşılık geliyor. 7) her şeye rağmen görülecek bir şehir. ayrıca 3 günlük süper bir tatili -alışveriş dahil- 150ytlye getirebilirsiniz!
sibirya izlenimlerim
sibirya (verkhovansk) izlenimleri: 1) altı ayın gündüz olduğu zamanlarda giderseniz direk bünye insomniaya bağlanıyor. 2) aracınızı kesinlikle dışarda bırakamıyorsunuz çünkü donuyor. bu gibi durumlar için ararözlere benzeyen, sıcak hava püskürten özel araçlar var. 3) dışardan geldiğinizde donan sakalınızı çıt diye kırabiliyorsunuz. 4) eski demirperdeden ve almanyadan, her çeşit milletten insan var. ne de olsa sürgün yeri. her millet kendi mahallesinde yaşıyor. 5) üç öğün balık yiyebiliyorlar. kahvaltıda zeytin peynir yediğiniz için garip bakışlara maruz kalabiliyorsunuz. 6) polis kayıtlarında uzun zamandır işlenen bir cinayet yok. hoşunuza gitmeyen birini nehre itmeniz yeterli. 7) ordaki tek laz olma şansınız yok. benim hemşinli hemşerilerim daha önce keşfetmişler. pasta ekmek işi onlardan sorulur.
slovakya izlenimlerimi sizlerle paylaşmak isterim.
1-)şirin bir ülke ama çek cumhuriyeti kadar gezilip görülecek muhteşem mimarisi ve doğal güzellikleri yok. 2-)çok gelişmiş bir ülke olmamasına rağmen euroya geçmişler ve adapte olmuşlar. 3-)çek cumhuriyeti ve macaristan, polonyayı da görmüş biri olarak kesinlikle avrupanın en güzel kızlarına sahipler. gezerken nereye bakacağını şaşırıyor insan. 4-) halkı dışarıdan soğuk görünüyor ama bir şey sorduğunuzda mutlaka güleryüzle cevap veriyorlar. 5-)sadece gençlerin bir kısmı ingilizce biliyor. 6-)son kez söylüyorum avrupanın en güzel, en alımlı kızlarına sahipler....
macaristan ve macar kızları izlenimlerim
vizildayan_kedinin itirafındaki önemli bir hatayı düzeltmeyi bir borç bilirim. macar kızları kesinlikle ne güzeller ne de rahatlar. kendisi bir türk kızı bularak en iyisini yapmıştır. hayal kırıklığı ile geçen 10 günlük budapeşte gezimin ardından söyleyebileceklerim: 1) sovyet döneminin soğukluğu insanların içine işlemiş, sokaklarda gülen insana rastlamak imkansız –hristiyanlar için en mutlu dönem olan noelde bile. insanları beyaz tenli, siyah saçlı ve genelde ela gözlü oluyor. 2) şehrin kasvetli ve soğuk havası etkileyici bir mimarisini gölgeliyor. 3) yemekler korkunçtu. çorba bile içemedik. 150 yıl osmanlı yönetiminde kalan bir ülkede nasıl olur da yemek kültürü biraz etkilenmez anlamak mümkün değil. 4) şehirdeki en güzel yer tuna nehrinin ortasındaki yemyeşil bir park-ada olan margrit adası, mutlaka görülmeli. 5) insanları kesinlikle misafirperver ya da yardımsever değiller. "bir fotoğrafımızı çeker misiniz?" sorusuna "hayır" yanıtı aldığım tek avrupa ülkesi! 6) macaristan avrupa birliğine girdiyse kesinlikle türkiyenin de girmesi gerekir, eksiğimiz yok fazlamız var. 7)ingilizce bilen çok az insan var, en basit soruları bile anlamıyorlar, duymazlıktan geliyorlar.
macaristan izlenimlerine atfen. 1) macarlar türkleri fazlasıyla sever. türk olduğunuzu belirttiğinizde iki dil arasındaki ortak kelimeleri sıralamaya başlarlar. 2) her ortamda macaristandaki osmanlı devrinin artılarından bahsederler. 3) buda (buda-pest) tarafında bulunan gül baba türbesi onlar için çok önemlidir çünkü gül babayı sevgi, saygı ve hoşgörü sembolü olarak görürler. 4) kahramanlar meydanı (hösök tere) macarların ilk hükümdarından başlayıp son hükümdarına kadar tüm krallarının anıtlarını sergiler. aralarından sadece hunjadi janos isimli kral türklere karşı nefret beslemiştir. tarihte "türk katili" olarak anılır. osmanlıya karşı düzenlenen haçlı seferlerini bizzat bu şahıs organize etmiştir. 5) macarların türkler tarafından ya da türkler yüzünden öldürülen kralı veya prensi yoktur.
varşova... 1- lehçe, okuması ve yazması çok zor bir dil. ingilizce hiç tabela veya yön levhası da yok! 2- mayıs, haziran gitmek için en ideal zaman. kışları dünyanın en soğuk iklimlerinden birine sahip. 3- yaşlıları hiç ingilizce bilmiyor. gençler ise çok az. bir de genel bir güvensizlik var. bir şey sormak istediğinizde bazı insanlar durup sizi dinlemiyor. zaten hemen her evi bir güvenlik şirketi koruyor. mafya da çok etkin. 4- türkiyeye, özellikle de istanbula göre ucuz sayılabilecek bir şehir. 5- kesinlikle fiziksel olarak üstün bir ırk. kızları sarışın, yeşil veya mavi gözlü, kıpkırmızı dudaklı, uzun boylu ve ince. çoğu manken gibi. 6- abye yeni üye oldukları için türklere henüz ikinci sınıf insan muamalesi yapmıyorlar. ayrıca türkleri de seviyorlar da zaten.
sevgilim olmasına rağmen senelerdir slav ırkından kadınlarla beraber oluyorum. hem parayla hem de burada çalışan bebek bakıcılarıyla uzun süreli ilişkilerim oldu. 1) ukraynalı, rus, moldovalı ve belaruslar sekste gerçekten çok iyidir. 2) romenler genelde oral seks yapmaz. 3) sürekli beraber olduğun kadın asla arkadaşınla yatmaz. ama istersen grup yapar! 4) hepsi giyimine çok düşkündür. hatta bu işlerden aldığı bütün parayı giyime harcayanları bile gördüm) 5) hemen hepsi 2000-3000 dolara türklerle anlaşmalı evlilik yapıp türk vatandaşlığına geçer. 6) çok genç yaşta evleniyorlar. bu yüzden çoğu ya boşanmış ya da çocuk sahibi oluyor. 7) seni tanıyana kadar eve gelmezler. gözü tutmadıysa tanısa da gelmezler. 8) çoğu iyi bir eğitim almıştır. meslek sahibidirler. 9) aşırı içki ve sigara içerler. 10) kesinlikle hırsızlık yapmazlar. 11) hepsi iyi dans eder. müziğe bayılırlar. 12) çoğu türkiyeye yerleşmek ister. 13) vücutlarına iyi bakarlar. sağlıklarına önem verirler. prezervatifsiz yatmazlar. 14) çok mütevazıdırlar. hiç kapris yapmazlar. 15) genelde aksaray civarındaki otel ya da evlerde kalırlar. 16) en güzelleri belarus ile polonya karışımı olanlardır. o kadar beyaz ve şeffafdırlar ki, neredeyse bir kirazın boğazlarından süzülüşünü görebilirsiniz.
oranginaya ithafen. boşnak olarak biz.. 1- gerçekten de çoğumuz uzun ve alımlıdır. (ben hariç!) 2- pita dediğiniz bir börek çeşidi değil. böreğin bizim dilimizdeki karşılığı. pita yaparken hamur öyle açılmadır ki, yufka halini verip iki elinle kaldırdığında karşındakini görmen gerekir. yani o kadar incedir. 3- kuru et bence etin en lezzetli safhasıdır. yapımı çok zahmetlidir. yaklaşık iki ayda sizin gördüğünüz hali alır. ayrıca biranın bir numaralı mezesidir. obruşkayı ben de bilmiyorum. hiç duymadım. 4- sözünü ettiğiniz şalvarın adı "dimiya"dır. her yeni gelinin giyme zorunluluğu vardır. 5- boşnaklar arasında pendik-yıldırım mahallesi çekişmesi vardır. biz, "pendik boşnakları"nı azınlık olarak görürüz. 6- pendikten yugoslavyaya haftada 2 otobüs kalkarken, benim yaşadığım yerden günde 2 otobüs kalkar. 7- dilimiz ne yazık ki unutuluyor. 10 sene öncesine kadar sadece bu sebepten dolayı boşnaklar dışarı kız vermez ve almazlardı. boşnakça, slav dilleri grubundan geldiği için rusça, bulgarca gibi dilleri öğrenmemiz sadece birkaç ayımızı alır. bundan dolayı da rusların alışveriş cenneti laleli ve osmanbeyde çalışan kesimin büyük kısmı boşnak gençleridir.
litvanyalılar hakkında... 1) salatalığı bala banıp yerler. 2) çikolatanın içine acı biber koyarlar. 3) çiğ balık ve domuz sucukları vardır. 4) yemekleri aşırı yağlı veya tatlıdır. 5) bulaşık yıkarken yalnızca sıcak su kullanırlar. sizi bulaşık deterjanı kullandığınız için aşırı titiz olmakla suçlarlar. 6) sanıldığının aksine slav ya da rus değil, baltık ırkındandırlar. dilleri ve alfabeleri ruslarınkinden farklıdır. 7) ab üyesidirler. 8) avrupada en güzel kızlarının ve en iyi biranın litvanyada olduğunu iddia ederler. 9) insanları kuzey avrupalıların güzelliğine, akdeniz insanının sıcaklığına sahiptir. 10) nüfus yaşlıdır. kadınlar erkeklerden fazladır. 11) bizim kadar olmasa da ataerkil bir toplumdur. otobüste, trende yaşlılara yer verirler. 12) her litvanyalı en az 3-4 dili çok rahat konuşur. 12) marka bağımlılıkları ve lüks tutkuları yoktur. gelirlerini dünyayı gezerek harcamayı tercih ederler.
finlandiya izlenimlerim: 1. her taraf buz ama buz bile tertemiz. 2. ocak ayında toplam 7 saat güneş görmüş. 3. o kadar kar ve buza rağmen kaldırımlara döşedikleri özel taşlardan dolayı hiç kayıp düşmüyorsun. 4. tuzun asfalta ve bitki örtüsüne verdiği zararı önlemek için sodyum klorür değil; türevi olan sodyum klorid kullanıyorlar. en ücra köşede bile kar temizleme araçları hazır bekliyor. çoğunun şoförü kadın. körüklü belediye otobüslerinin de öyle. 5. kaldığım 1 hafta boyunca 1 tane dahi trafik polisi görmedim. trafik cezaları kişinin gelirine göre değişiyor. anlatılanlara göre dünya rekoru 17.000 ytl ile nokianın hissedarlarından birinin yediği cezaymış. 6. nokianın anavatanı olmasına rağmen herkes çok ucuz telefon kullanıyor. nasıl olsa orada yenisini alırım diye getirdiğim çok eski cep telefonu dahi burada üst düzey kaldı. 7. iraklı mülteci çok ve genelde market işletiyorlar. türkler ise kebapçılık yapıyor ve otellerde çalışıyorlar. 8. güzel kızların hepsi isveç ve norveç kökenli. fin kızları yuvarlak hatlı.9. türkçe ve fince aynı dil grubundan geldiği için ortak kelime sayısı fazla. 10. sosyal devlet ve hizmet sistemini o kadar iyi oturtmuşlar ki… eğitimle ilgili her şeyi üniversiteler yapıyor, sağlıkla ise tıp fakülteleri ilgileniyor. bunun dışındaki her şeyi belediyeler üstlenmiş. 11. balıkçılık çok yaygın, buna bağlı olarak da iş kazası sonucu kolunu ve bacağını kaybeden çok fazla sayıda insan var, protez ve ortez teknolojisi oldukça ilerlemiş durumda.
norveç
1- karşıdan karşıya geçmeye niyetlendiğiniz anda bütün trafik zınk diye durur ve seni bekler. istanbulda doğup büyüyen biri olarak, trafikteki bütün sürücülere karşı kendinizi mahçup hissedersiniz. 2- gece durmadan lapa lapa kar yağar ama sabah işe gitmek için kalktığınızda, karların hepsi temizlenmiştir bile. 3- orjinal sarışın, mavi gözlü çok güzel bir hatunu, her an tır kullanırken veya inşaatta çalışırken görebilirsiniz. 4- maaşlar çok yüksektir, günde 7,5 saatten fazla çalışmazsınız. çok kazandığınızı sanırsınız ama hayat çok pahalıdır. 5- yürümeye başlarken kayak yapmasını da öğrenirler. 6- insanların çoğu hiç evlenmez ama yıllarca birlikte yaşar ve çocuk yaparlar. 7- suç oranı çok düşüktür. ana haber bültenlerinde dünyadan haberleri izlersiniz. 8- her biri memleketimin güneyine en az bir kaç kere gelmiştir ve iklimimize hayrandır. 9- attığın her adımda "burada ne işim var?" diye kendini sorgularsın. çünkü ancak karnının doyduğu yerdir, vatanından uzak asla ruhun doymaz ve benim gibi, şu an geri dönmek için bavulunu hazırlıyor olursun.
iskandinav izlenimleri
bendeanlatacagim rumuzlu arkadaşın yazdıklarına ek olarak: 1) danimarkalılar hariç isknadinav toplumu gerçekten güleryüzlü, samimi ve iyiniyetli. 2) altyapısı en düzgün ve temiz ülke danimarka, bu konuda en kötüsü bana göre norveç, ama sizi yanıltmasın, sadece yollar bildiğimiz geniş iki şeritli ve pürüzsüz otobanlar gibi değil. öte yandan kış çok sert geçmesine rağmen birçok kuzey kasabasına karayolu ile ulaşmak mümkün. 3) ya yemekler kötü ya da damak tadları bize göre değil. 4) en güzel kadınlar danimarkalı ve isveçliler, benim rastladığım en çirkin kadınlar norveçteydi. arkadaşımızın güzel kadınları nerde gördüğünü merak ettim:) 5) baltık denizinde sefer yapan gemileri son derece lüks ve fiyatlar da inanılmaz derecede uygun, alkol fiyatlarının düşük olması nedeni ile özellikle haftasonu aktiviteleri için çok popüler bir eğlence aracı seçeneği haline gelmiş. hayallerinizdeki sarışını bu gemilerden birinde alkolün de yardımı ile ikna etmeniz mümkün. 6) isveç ve norveçte doğa harika, danimarkanın en yüksek yerinin rakımı 700 m. 7) son derece aklı başında ve barışsever topluluklar diyarı. danimarkayı burda yine kategori dışına almak durumundayım zira bu arkadaşlar geçmişten gelen viking efsanesini hala yaşatmaya çalışıyorlar bence.
norveç izlenimleri
bendeanlatacağıma atfen; 1. norveçte herkesin geçim durumu iyidir ama herkes ancak kendisine yetecek kadar para kazanır. fakir yok denecek kadar azdır.zor durumda olan devletten yardım alır. durum böyle olunca da kimse kimsenin halinden anlamaz çünkü her koyun kendi bacağından asılır. eğer yardım isterseniz size yardım ederler, halden anlama ya da dertleşme gibi terimleri yoktur. 2. vergiler çok yüksektir. fakat bir öğrencinin bile devletten aldığı kredi türkiye kazancı ile kıyaslandığında göze çok yüksek görünür. insanlar robot gibi çalışırlar. 3. balıklar güzeldir. kıyı kesimlerin kırsal yerlerinde haftanın 5 günü balık yemek normaldir. kahvaltıda da balık yenir. kokmuş, tuzlanmış, kurutulmuş, tütsülenmiş balık çeşitleri vardır. 4. nüfusu az bir ülkedir fakat 18-25 yaş arası genç kızların babasız bebekleri ile okumaya devam etmesi hiç tuhaf karşılanmıyor. 5. 70li yıllarda petrolü denizden çıkarmaya başlayan norveç devleti petrol parasını kullanmakta çok cimri davranıyor. yüksek vergiler de bu yüzden tatsızlık kaynağı olabiliyor. 6. geyik, ceylan, gibi hayvanlar aniden otoyolda belirebiliyor. 7. insanları iyi fakat kendi içlerine kapanıklar. bir norveçli ile samimi olabilmenin en iyi yolu onunla eğlenceye gitmektir. eğlence tabii ki içki içmek anlamına geliyor. insanlar temasa alışkın değiller. yemekte eğlencede herkes kendi hesabını kendisi öder. kadın erkek farkı yoktur. kadınları 30undan sonra genelde kısa saçlı düz ayakkabıyla gezen tipler olurlar. 15 ve 20li yaşlardakiler genelde aynı fabrikanın ürünüymüş gibi görünür, saç, makyaj ve giyim aynı tarzdır. fiziği güzel, spora düşkün bir millettir. iş aşktan önce gelir.
norveç izlenimlerim
1) insanlar inanılmaz zengin ve cömertler. karnınızın aç olduğunu ve paranızın olmadığını söylediğiniz anda tanımadığınız birileri tarafından yemeğe davet edilebilirsiniz. 2) ülke zengin olunca, fiyatlar da türkiyeye göre biraz yüksek, bir öğün yemek için ortalama 20 euroyu gözden çıkarmak gerekiyor. 3) balıkçılık çok gelişmiş, en leziz somonları, en nefis uskumruları tadabilirsiniz. 4) nüfus 4.5 milyon civarında ve devlet üremeyi teşvik etse de artmıyor. 5) ülkenin temel geçim kaynakları petrol, doğalgaz, balıkçılık, mermer üretimi. 6) türkiyede görmeyi ancak hayal edebileceğimiz fok, balina, kutup ayısı gibi canlıları görmek mümkün. 7) insanlar genellikle güleryüzlü ve konuşkanlar, fakat temastan hoşlanmıyorlar, öpme/öpüşme gibi adetleri yok. 8) kadınları oldukça güzel, şanslıysanız aşık olabilir ve norveçin tüm güzelliklerini tanıma fırsatı yakalayabilirsiniz.
norveçte yaşamak... 1- kışlar o kadar soğuk geçer ki, kardan, buzdan nefret edersiniz. fakat manzara çok güzeldir. adeta nefesiniz kesilir. 2- sadece ana yollar tuzlanır ve açılır. 3- sabah evden çıkabilmeniz için yarım saatinizi kar temizleme çalışmalarına ayırmanız gerekir. 4- siz 5-6 kat giysinin altında bile titrerken norveçli kızlar incecik bir kazak ya da montla göbekler fora dolaşabilir. 5- hava gibi insanlar da soğuktur. 6- bazı yönlerden bize çok benzerler. oldukça misafirperverdirler. ayakkabıyla eve girmezler. 7- büyük şehirlerde merkez hariç hiç apartman yoktur. evlerin çoğu ahşap ve müstakildır. 8- hafta sonları anormal içerler. cuma, cumartesi bir tek ayık norveçli göremezsiniz. 9- beyaz tenli bir ırk olmalarına rağmen beyaz tenli norveçli pek az vardır. solaryumdan çıkmazlar. 10- çok uzun yaşarlar. nüfusun çoğunluğunu yaşlılar oluşturur. 11- nisan ortasına kadar sadece beyaz rengi görmeyi göze alıyorsanız, az nüfusu, yüksek hayat standartı, doğal güzellikleri, insana ve çevreye verdikleri önem sebebiyle norveç dünyadaki yaşanılacak ülkelerden biridir.
dünya kadınlar ligi...
iskandinav ülkelerinin (özellikle norveç) kadınları istisnasız güzel. fakat sekste yüzeyseller. 2. moldovalılar hem temiz, hem kibar, hem de iyi sevişiyor. 3. irlandalılar yatağa çok yakın. 4. macar kadınlarının yüzde doksanının yüzü, tamamının fiziği kusursuz. sekste de başarılılar. gerçi daha sıcak olmalarını isterdim. 5. bir brezilyalı veya venezuellalı ile sevişmediyseniz seksin ne olduğunu bilmiyorsunuz demektir. 6. somalili kadınların vücutları kusursuz. yatakta inanılmaz ateşliler. 8. iranlılar çok kıllı. 9. fransızlar güzel ve kolay. 10. ruslar hem entellektüel, hem seksi. fena da sevişmiyorlar. 11. italyanlar hem güzeller, hem de iyi sevişiyorlar. 12. bütün avrupa ırkları sarışın sayılır bence dünyanın en güzel sarışın kadınları güney afrika cumhuriyetinde.
iskandinavyanın soğuk güzeli
dumanı üstünde kopenhag izlenimlerim; iklim dezavantajını sanat ve kültüre yatırım yaparak bertaraf etmiş bir kent! her adımda karşınıza muhteşem bir saray, post-modern bir yapıt ya da ultra modern bir sanat galerisi çıkabilir. kopenhag, tıpkı diğer iskandinavya şehirleri gibi ilk görüşte aşık olacağınız bir şehir olmasa da, kenti anlamak için sokaklarını karış karış keşfetmek de gerekmiyor, sadece biraz yürüyün yeter. her adımda karşınıza çıkan büyüleyici saraylar, irili ufaklı heykeller, sanat galerileri bu soğuk kuşakta insanların kendilerini nasıl da sanata adadıklarının ispatı. öyle uzak durduğuna bakmayın, soğuk kuşağın sıcak şehri kopenhag; dünyanın dört bir yanından insanı bağrına basmış. kocaman gri bulutların altında her kültür var; diliyle, sanatıyla, mutfağıyla. kuzey’in soğuğuna inat, her daim gülümseyen yüzler sadece yüksek hayat standartlarının değil, sıcakkanlılığının da işareti. viking çağlarının balıkçı kasabası olan kobenhavn; koben ‘ticaret’, havn ise ‘liman’ anlamına geliyor. parlementosunun neredeyse %30 ‘u kadınlardan oluşan dünyanın en eski monarşik sistemi. carlsberg birasının anavatanı. şarküteri mamülleriyle de ünlü kentte tadılacak peynirler bizim damak tadımız için biraz ağır olsa da, tatmadan geçmemek lazım. andersen’in masalından tanıdığımız küçük deniz kızı heykeli çok güzel. surlarıyla ilk görüşte çarpılacağınız kastellet, en önemli yapılardan biri. en büyük anıt the gefion fountain’a gidin ardından kopenhag operası’nda bir mola verin, oradan amalienborg royal palace’dan yürümeye devam ettiğinizde marble church’ün kubbesinden isveç’e giden yolu görebilirsiniz.
londra izlenimleri: 1- avrupa temizse de londra çöp içerisinde. otobüsler, metrolar dur kalk yaptıkca çöpler bir o yana bir bu yana sallanıyor ve şehir berbat kokuyor. 2- her ırktan insanı bir arada görmek mümkün, ingilize rastlamaksa bir o kadar zor. 3- insanlar oldukça yardımsever, birbirlerine gülümsüyorlar ve mutlular. 4-akşam saat 18.00den sonra açık yer bulmak çok zor, bar, kulüp dışında bir gece hayatı yok. 5-genç ebeveyn çok fazla, babalar çocuklarıyla annelere oranla daha ilgili ve bu durum çok şirin manzaralara sebep oluyor. 6-şehrin ortasında ormanlar var, en işlek yerde bile kocaman ağaçlara sahip göletli parklar mevcut. sincaplar ve çeşit çeşit kuşlar var. 7-thames nehri bizim b.klu derenin büyüğü ama yine de şehre güzellik katıyor. 8- ingilizler her şeyi paraya çevirmeyi çok iyi beceriyor. 9- kimse giyim kuşamından ya da davranışından dolayı farklı muamele görmüyor, herkes fazlasıyla özgürlüğe sahip. 10- türkler her yerde! ingilizce öğrenmek için gidilecek yer asla londra değil.
manchester izlenimlerim: 1. şehre adım atar atmaz ingilizlerin tipik şehir düzenini hemen hissediyorsunuz. 2. londra kadar olmasa da her türden insan var. her an bir türk’e rastlayabilirsiniz. 3. ingiltere’nin sanayi başkenti. tekstil fabrikaları yoğunlukta. ağırlıklı olarak kot üretiliyor. ingilizler buraya "kuzeyin başkenti" diyorlar. 4. piccadilly tren istasyonu görülmeye değer. trenle yolculuk etmek, uçakla yolculuk etmekten daha pahalı. 5. beetham kulesi sanırım en yüksek binaları. heaton parkı o kadar büyük ki, parkın içinde kaybolduğunuz hissine kapılıyorsunuz. opera evi ve albert meydanı diğer gezilecek yerleri. bilim sanat müzesi harika bir yer. 6. futbol adeta dinleri gibi. manchester united’ın maçlarını oynadığı old trafford stadyumu devasa. 7. londra gibi hayat çok pahalı. küçük bir öğün bile yirmi pound civarında. 8. alışveriş ve gece bara gitmek rutin işler arasında. kızlar güzel ve bakımlı. kızların göğüslerine silikon yaptırması çok yaygın. 9. su gibi bira tüketiliyor. 10. ülkemden güzel yer yok.
ispanya izlenimlerine atfen. 1) halk gerçekten de ingilizce bilmiyor ama herkes bir şekilde size yardımcı olmaya çalışıyor, özellikle de yaşlılar. 2) endülüs mutlaka görülmeli. elhamra sarayının biletlerini söylendiği gibi bankalardan değil; sabah 5te saray kapısında kuyruğa girerek alabilirsiniz. 3) endülüste restoranlar daha salaş, ansızın masanızda bir dilenci bitebiliyor. insanlar daha esmer ve sokaklar daha egzotik. özellikle fas çayhaneleri, eski yahudi mahallesi görülmeli. kuzeye gidildikçe ten ve göz rengi açılıyor. 4) hatlar sonradan birbirine eklenmiş olmalı ki metro yolculukları uzun sürebiliyor. londra ve paris gibi organize değil. 5) barselona katalanların yeri. her şey iki dilde yazılıyor. 6) kosta brava diye bir sahilleri var ki kilometrelerce gidiyor. mutlaka görülmeli. 7) semt pazarlarına gidin ve meyve şekerlemesi alın. bir de baklayı tuzlayıp fıstık fındık gibi satıyorlar, onu da deneyebilirsiniz.
g-ez-g-i-nin londra itirafında anlattıklarına ek olarak:1) oxford çok muhteşem bir yer. o kadar büyüleyici bir havası var ki kendinizi zamanda yolculuk yapmış gibi hissediyorsunuz. 2) trafalgar square, bizim taksim meydanı gibi. burada bulunan national galleryde ünlü ressamların tablolarını görmek mümkün. fakat en az bir gününüzü ayırmanız gerek. 3) covent garden ise bizim ortaköy gibi rağbet gören bir yer. açıkcası ben beğenmedim. ama gezi boyunca en keyifli müziği oradaki bir sokak şarkıcısından dinledim.4) gezimin en güzel kısmı ve giderseniz mutlaka yapmanızı tavsiye edeceğim şeyse, opera ve müzikaller. the phantom of the opera ve sinatra büyüleyiciydi. sahne tasarımları, ışık, kostümler vb. muhteşemdi. operaya giderken kıyafetimizden dolayı sorun yaşarız diye düşünmüştük. ama öyle bir sorun olmadı. 5) ingiliz erkeklerini çok beğendim, kadınları ise kendimi çok güzel hissetmeme sebep oldu.çünkü hoş olanları azınlıkta, genelde hantallar. ayrıca ingilizler bizi hayrete düşürecek kadar sıcakkanlıydılar. 6) sokakları çok temiz olmasına rağmen,toplu taşıma araçları acayip pisti. bizim halk otobüsleri emin olun çok daha temiz. 7) insanlar birbirine o kadar saygılı ve rahatlar ki. ne bakışla, ne de sözle bir kere bile rahatsız edilmedik. 8) ingiliz publarını çok beğendim. iş çıkışı publar tıklım tıklım ve herkes zom durumda.
-e-z-g-i-nin itirafına atfen. ingiltere türk nüfusu bakımından almanya ve fransadan sonra en büyük türk çokluğuna sahip üçüncü ülkedir. konsolosluk kayıtlarına göre londrada 110.000 türk yaşıyor. tottenham court roaddaki elektronikçilerin %80i türk. eğer camden towna gidersen çılgın giyim mağazalarının yarısından fazlasını türklerin işlettiğini görürsün. 29-259-279 ve 39 numaralı otobüslerle son duraklara kadar gidersen türkiyeden farklı olmayan mahallelere gidersin. hele harringay ve hackney tamamen türk mahalleleridir. picadilly circus ve leichester squaredeki mc donalds ve burger king personelinin alayı türk öğrencilerdir. kuzey ve kuzeydoğu londra tamamen türk hakimiyeti altındadır.
welcoming ingilterenin iyi taraflarını yazmış. ben de kötü taraflarından bahsedeyim. 1) hayat acayip pahalıdır. hele de içki ve sigara ile aranız iyisi ise ayın sonunu zor getirirsiniz. (bir paket marlboro light 5 pound 30 pennydir. bu da 15 ytl eder.) 2) o çok methedilen metro sistemi aslında rezalettir. çok pis kokar, koltukların üzerinde sakız veya yemek artıkları bulunur. ama yine de trafik berbat olduğu için metro ilk tercihtir. 3) ingilterede nüfusun %25i orijin olarak ingiliz değildir. özellikle de londra, bangladeş ve hintliler tarafından işgal edilmiş durumdadır. 4) çok lüks bir restondan çıktığınızda boynunuza bıçak dayanabilir. soyulmak çok normaldir. 5) ab üyesi bir ülkeden değilseniz havaalanında bütün bavullarınız açılıp kontrol edilir. 6) üniversite için ingiltereyi kesinlikle düşünmeyin. ülkenin en iyi 2 üniverstesi london school of economics ve ucl. belki warwicki de eklemek lazım. (cambridge ve oxfordu yazmaya gerek duymadım.) bu 5 üniversiteden başka bir okulda hiçbir şey öğrenemezsiniz. bilgisayar açamayan bir matematik hocanız dahi olabilir. 7) ingilterede her 4 kişiden 1i alkoliktir. sabah 9da bir puba gidip takım elbiseli adamları içerken görürseniz şaşırmayın. 8) bürokrasi inanılmazdır. hiçbir iş imzasız olmaz. postane, banka arasında gidip gelirsiniz. 9) ingilterede insan nüfusundan çok fare nüfusu vardır. sabah uyandığınızda kocaman bir fare ile göz göze gelebilirsiniz. belediyenin 3 ay boyunca şehri ilaçlaması da hiçbir şeyi değiştirmedi.
alevi-kurt asilliyim. istanbulda dogdum. su anda egitimim icin ingilterede yasiyorum. 1. aile cevrenizdeki insanlar ya solcu ya da taparcasina ataturk hayranidir. 2. mekan ister istanbul olsun ister ingiltere, mutlaka birbirinizi bulursunuz. uc gun sonra da kirk yillik arkadas gibi olursunuz. 3. kesinlikle sunni bir kizla evlenemezsiniz. evlenseniz bile aile cevresi gelinlerini hicbir zaman benimsemez. 4. arif sag, sabahat akkiraz, sivan perwer gibi sanatcilar hastalik derecesinde dinlenir. 5. dugunlerin swiss otelde yapilmasi, "dersim dort dag icinde" turkusu soylenmeye baslaninca insanlarin toplu halde zafer isareti yapmasina engel teskil etmez. 6. evlenmesi beklenen ogul alevi bir kiz bulamiyorsa, ailenin super kabarik gelin portfoyunden bir tane sectirilir. istenilen kriterlere gore bir aday illa ki bulunur. 7. ramazan ayinin gelip gittigini sadece kapinizi bahsis icin calan davulcudan anlarsiniz. 8. yurtdisinda mezhep ayriligi cok daha yogundur.
kanadaya üc-dort ay once gelmis insanlarin ahkam kesmesinden biktim. on senedir kanadada yasiyorum... 1. sosyal imkanlari amerikadan biraz daha iyi olan, kirk milletten adamin oldugu bir ulkedir. 2. ingiltere kralicesini sevmezler. ancak baslarindan da atamazlar. 3. insan haklari diye yirtinirlar ama ne kadar yapabildikleri tartisilir. 4. sokakta adama altin dagitmazlar. buraya gelen birkac yil para biriktiremez, anca kicini toplar. bu amacla gelmek isteyen varsa yerinde kalsin. 5. her gelen -cok asiri sansli degilse- sifirdan baslar. muhendisler kahvelerde calisir. 6. kanada tecrubesi istenir. bunu edinmek bir yana, ne oldugunu anlayana kadar dahi karniniz catlar. 7. "hukumet her gelene para veriyor, ev veriyor, besliyor, seks serbest, herkes cok rahat yasiyor" diye bir sey yok. yalan. inanmayin. 8. ev alanlar boyunun kirk kati borca giriyor. en az yirmi sene oduyor. o da becerebilirsen. buradaki turklere gelince... 1. turk dernekleri federasyonu ve ona bagli birkac dernek vardir. federasyon elcilige yakindir. kendini elit tabaka olarak gorur. turkleri "gutmeye" calisirlar. yonetim kurulu surekli degisir. istifalar, sikayetler, kavgalar girla gider. 2. camiciler diye bir grup vardir. (ne demekse?) 3. egitimli turklerin cogu bilgisayar programcisidir. 4. egitimsiz turkler ise pizza ya da hali isi yapar. 5. son olarak, itiraf.comu kanadada cok turk okur. bu itiraf da epey bir tartisma yaratir.
new york gozlemleri: 1) iki gun once union squaree dogru yuruyordum. yolda gomleginin uzerine kolsuz sueter giymis bir delikanli gordum. cep telefonundan konusuyordu. "ebruya soyle gelsin, yoksa agzina si...cam" diyordu. new yorkun gobeginde turkce kufur duyunca bir garip oldum. 2) dun kolombiya universitesine bir seminere giderken bisikletli bir zenciye rastladim. bisikletinin koltugundan iple bagli bir cd sarkiyordu. demek ki bu olay evsensel. 3) universitenin kantinindeki tuvalette elimi yikarken mutfakta calisan iki uzakdogulu gencin cis yaptiktan sonra ellerini yikamadan ciktiklarina sahit oldum. ki tum amerikan restoran ve kantinlerinde su yazi yazar: "calisanlar tuvaletten sonra ellerini yikamalidir." 4) bugun bir arkadasim tansu cilleri empire state civarindaki bir starbucksta gormus. herhalde secim sonrasi stres atiyordu.
londradaki hatunlarin g-string olayindan zerre kadar haberi yok. girip cikmadigim yer kalmadi, g-stringli tek bir hatuna dahi rastlamadim. 2. ingiliz erkekleri cok salak ve utangac. ancak icki icince cesaretleri yerine geliyor. 3. hicbir hatunun zayif olma gibi bir takintisi yok. turk kizlari gibi kalori hesabi yapan bir ingiliz kizi bulma ihtimaliniz sifir. 4. buralara gelip bir ingiliz bulup kapagi bu ulkeye atmaya calisanlarin salak oldugunu dusunuyorum. 5. new york olaylarindan sonra herkes koyu renkli ve musluman olanlardan nefret etmeye basladi. allahtan acik tenliyim de milletin gozune batmiyorum. 6. herkes burada oldugum icin inanilmaz sansli oldugumu dusunuyor, oysa ben, her an ulkeme donebilirim, cunku burada yasamak disaridan gorundugu gibi cazip degil.
los angeles
gittim, gördüm, gezdim ve izlenimlerim... 1) kesinlikle gidilmesi gereken bir yer. 2) kızları hakikaten çok güzel. 3 ) sahil şeridi mükemmel. 4) hemen hemen her köşe başında, sokak arasında film ya da dizi çekimleri karşınıza çıkıyor ve her an bir ünlü ile karşılaşabilirsiniz. 5) kızları güzel. 6) yabancı olduğunuzu kesinlikle anlıyorlar. 7) kızları çok güzel. 8) sokaklar birbirinden güzel ve modifiyeli arabalarla dolu. 9) kızlar mükemmel. 10) tek sorunlu yönü, çok çok uzun süren uçak yolculuğu. 11) kızları söylemiş miydim?
abdde okuyan her turk erkek ogrencinin gecirdigi baskalasimi anlattigim itiraf bekledigimden cok ilgi gordu. (tebrik, kufur vb.) madem bu kadar ilgi var, genellemelere devam edeyim. bu itirafta abdye gelen turklerin ruh halini anlatacagim. bu da bir onceki gibi yari itiraf sayilabilir. 1) abdye turist olarak gelmis her turk buralara hayran kalarak geri doner. cunku bunlar, 2-3 haftaligina new york, chicago, san francisco, los angeles, miami vb. gibi yerlere giderler. otelde veya bir arkadaslarinda kalip, sabah aksam, muze, park, disco, bar gezerler. sonucta da gayet eglenceli zaman gecirirler. belli bir duzeni olan ulkede iyi zaman gecirdikleri icin mutlu donerler ve her iyi ani gozlerini aca aca anlatirlar. (bunlara ayse armanda dahil. hanimefendi tutup new yorkta girdigi barnes and noblei anlatmisti.) 2) bir de buraya calismaya veya okumaya gelen turkler vardir. bunlar dogal olarak her gun park, bahce gezemezler. oturup gercek amerikada yasamak zorundadirlar. zaten bir de midwestte falan yasiyorlarsa isteseler de eglenemezler. bunlarin ruh halini yasadiklari sure ile orantili olarak anlatmak lazim. a) ilk 2 yilda butun turkler amerikalilari yavas ve eksik dusunen, pratik zekalari olmayan insanlar olarak gorur. nasil olup da, bu kadar "mankafanin" bir araya geldigi bir ulkenin bu kadar ileri olabilecegini dusunurler. turklerin ne kadar zeki oldugu ile ovunurler. zaten milliyetcilikleri de bu donemde cok artar. turkiyenin aslinda insan problemi olmadigini, cok kisa bir surede hak ettigi yere gelecegini soylerler. b) amerikada 2 ile 4 yil arasinda yasamis olan turkler, aslinda bu kadar "mankafanin" ustunde yasayan guclu bir sistem oldugunu gorur. bu sistemin turkiyeye nasil uygulanabilecegi uzerine kafa yorarlar. bu donemde, her biraraya geldiklerinde birkac kere vatan kurtarirlar. c) amerikada 4 ile 7 yil arasinda yasamis turkler, aslinda "mankafaliligin" cok zekice bir sey oldugunu, isini yaptigin surece ister zeki, ister mankafa ol, sistem icinde yukselebilecegini, yukseldikce de "mankafaliligin" mutlulugu arttirici bir ozellik oldugunu gorurler. turkiyenin aslinda "mankafali" azligindan kurtulamadigini soylemeye baslarlar. d) amerikada 7 ile 10 yil arasinda yasamis her turk, artik turkiyenin kurtulmayacagina inanmistir. kendisinin kurtulup kurtulamayacagi uzerine kafa yormaya baslar. nasil mankafali hareket etmek gerektigi uzerine dusunur. yine de yeterince parayi kazanip turkiyeye geri donmenin hayalini kurar. yeterince para kazanmayi da zengin olmak icin degil, turkiyede gecim derdine dusmemek icin isterler. (cunku turkiyedeki is ortamindan korkarlar.) e) 10 seneden sonra ne olur onu bilmiyorum, bilen varsa anlatsin lutfen. 3) buralara gecim sikintisindan herhangi bir iste calismak icin gelen turkler vardir. (ki cogu garsonluk veya taksicilik yapar.) onlari gercekten tebrik ediyorum cunku amerikanin o yuzu ile ugrasmak celik gibi sabir ister.
alaskaya dair izlenimler; 1-) hava her zaman soğuktur ve yağışlıdır ama bazı zamanlar güneşli olabiliyor. 2-)her taraf yeşilliktir, doğa harikasıdır. 3-)bulunduğunuz şehirde karşınıza geyik ve ayı çıkabilir, dikkatli olmak lazım. 4-)insanlar çok yardımseverdir, sorunlarınız için çok yardımcı olurlar. 5-)balık fabrikaları olduğu için her tarafta balık kokusu vardır. 6-)filipin, meksika ve türk halkından birçok insan bulunmaktadır. 7-)ikinci el eşya satan yerlerde sakın pazarlık girişiminde bulunmayın, sizi rezil edip bırakıyorlar. 8-)yabancılarla asla yatmayın sonra bana içki içirip sarhoş etti diye şikayette bulunabiliyorlar; bir arkadasımızı bu nedenle polis merkeze götürdü.
meksika hakkında... 1- türkiyeden nüfus olarak 2, toprak olarak 3 kat büyüktür. 2- halkı genel olarak fakir ama sıcaktır. yabancı olduğunuzu anlayınca hemen tanışmaya çalışırlar. türkiye lafını duyduklarında ilk sözleri istanbul ve tarkan olur. (şimdilerde gökhan özen de diyorlar.) 3- fakirliğe bağlı olarak hırsızlık had safhadadır. ama kapkaç gibi değildir. yolda gayet sakin bir şekilde kafanıza silahı dayayıp soyar giderler. polisler genelde sesini çıkarmaz çünkü hırsızlardan çok korkarlar. polisin burada hiçbir otoritesi yoktur. ayrıca geçim kaynakları rüşvet ve bahşiştir. 4- tatil için çok güzel şehirleri, görmek için doğal güzellikleri, tarihi eserleri çoktur. lakin merkez olan mexico df. istanbul gibi büyük, hızlı ve karışıktır. trafik de dehşettir. 5- yemekleri fena değildir. acı sosları ise her yemeğe lezzet katacak kadar iyidir. her türlü yiyeceği (meyve ve tatlılar da dahil!) acı biber ve limonla yerler. 6- karınlarını genelde sokakta doyururlar. yollar "taco"cular (içine et konmuş üzeri soslu tortilla) ile doludur. 7- çamaşır ve bulaşık makinesi pek yaygın değildir çünkü herkesin hizmetçisi vardır. 8- türkiyeye göre ucuz olan tek şey araba ve benzindir. 9- meksika hakkında "fiesta (tatil-kutlama) ve ciesta (öğle uykusu) ülkesidir" düşüncesi doğrudur. işyerleri 15:00 gibi kapanır, yılda 40 kutlama günü vardır. bir de doğum günleri çok önemsenir.
brezilya-belo horizonte
1- insanlar çok özgür ve rahat. göbekler fora, dekolteler derin, düşük beller moda. türk kası gelişmiş kadınlar kendilerini çok rahat hissedebilir. 2- yerli, yabancı karışmış vaziyette. size rahatça yol sorabiliyorlar. 3- ingilizce bilen yok denecek kadar az. anlaşmak çok vakit alabiliyor. 4- fiyatlar bizimle aynı kur farkından bir miktar ucuz. 5- fazla döviz bürosu olmadığından bankalara %5 komisyonla zarar edebilirsiniz. 6- sokaklarda evsizlere rastlarsınız. hatta yerleri belli olsun diye kutu ve battaniyelerini toplamıyorlar. 7- üç film birden furyası orada devam ediyor. 8- her yerde rahatça öpüşebilirsiniz. kimse kimseyle ilgilenmiyor ya da ayıplamıyor. 9- sokaklarda akşam sokak barları kuruluyor. 2 litrelik tüplerle masalarda saatlerce oturabilirsiniz. 10- yiyeceklerin baharatı bizim tadımıza uygun değil ve sokakları kokutuyor. 11- adana içli köftesine kiba, hamburger büyüklüğündeki pideye bibshiba diyorlar. 12- tropik meyveler yiyebilirsiniz. 13- kışın bile sıcak bir yer. 14- fenerbahçe formasını osmanlıca logolu ve türkçe logolu bulabilirsiniz. 15- 5 yıldızlı otelleri bile türkiyedeki 3yıldızlı oteller kalitesinde. 16- eyalet sisteminin ne derece kötü olduğu bir brezilyalının başka eyelete giderken bile polis ve gümrük kontrolünden geçmesinden belli.
brezilya izlenimlerim
1) insanları sıcak kanlı ve yardımsever. 2) kızlar çok güzel, erkekler yakışıklı. 3) manzara harika. hayatınızda görmediğiniz pek çok bitki ve hayvan çeşidine her an rastlamak mümkün. kumsallar ve deniz muhteşem. 4) pahalı bir ülke değil; fakat turist olduğunuzu anladıklarında her şeyi iki katı ücrete satabilirler. 5) ingilizce bilen kişi sayısı çok değil. portekizcenin ardından en yaygın dil; ispanyolca olsa da; italyanca bilenler epey çok. 6) kadınların erkeklere sarkıntılık yapması sizi şaşırtmasın; ülkede ezici bir kadın üstünlüğü var! 7) sokak dansçıları çok yaygın. her köşe başında samba ve capoeira yapan gençler görmek mümkün. 8) igassu şelalesi, salvador, amazon nehri, eğlence düşkünleri için; rio de janeiro, doğa hayranları için; parque nacional de tijuca, vahşi hayatı merak edenler içinse; pantanal mutlaka görülmesi gereken yerler. 9) yazlar gerçekten çok sıcak. zaman zaman nefes almakta güçlük çekebilirsiniz. kışlar ise; son bahar tadında ve kısa sürüyor. 10) olumsuz yönlerinin başında hırsızlık ve gasp geliyor. hava alanına ulaştığınız andan itibaren dikkatli olmakta fayda var. 11) büyük şehirler; çok kalabalık ve trafik sorunu var. 12) bazı yiyecek ve içecekler; alışkın olmayan kişileri hasta edebiliyor; her şeyi yememek gerek. 13) ülke içinde uçakla yolculuk yapmak biraz pahalı. 14) tüm bunlara rağmen, gerçekten güler yüzlü ve neşeli insanların arasında, her şeyden uzak bir tatil geçirmek isteyenlere “kesinlikle gidin, görün.” derim!
brezilya izlenimlerim.1) gitmek için en uygun aylar ocak ve şubat. memlekette herkes donarken dünyanın diğer ucunda sıcaktan gevşemek çok zevkli. 2) tam bir turist tuzağı olan rio de jenario dev bir kent. meşhur copacabana plajı ise internette göründüğünden çok farklı. hırsızı, fahişesi, serserisi kum gibi. deniz çok dalgalı, yüzebilene aşk olsun. 4) sosyal adaletsizlik had safhada ve ülkede suç patlaması var. rio varoşlarında günde ortalama 7-8 kişi öldürülüyor. çoğu araştırmalarda dünyada suç oranı konusunda ilk sırada. 5) kuzey brezilya daha otantik ve güzel. salvador, bence riodan daha etkileyici ve mutlaka görülmesi gereken bir yer. 6) herkes sıcakkanlı ama iyiyi kötüyü ayırt etmek gerek, güvenirlilik düşük. 7) yüzölçümü avrupa kadar olduğu için kısa sürede gezmek imkansız ve ulaşım pahalı. iç hatlarda uçuş fiyatları bizim yurtdışı uçuşlarından daha yüksek. 8) gece en ateşli sambaları yapan, axe söyleyen kızlarla gündüz plajda futbol oynayıp bira içebileceğiniz, her şeyden uzak gevşeyip latin-amerika kültürü tadabileceğiniz güzel bir ülke.
hindistan izlenimleri
1-çoğunluk ingilizce biliyor. 2-insanlar samimi. 3-trafik facia. 4-sokaklar erkekler için açık tuvalet. 5-zaman kavramı yok, her şey yavaş. 6-yemekler çok baharatlı ve bulamaç halinde, fakat alman kafeleri süper. 7-ganjdaki sabah ve akşam seramonileri görülmeye değer. 8-tren yolculuğu yapılması gerekenlerden. 9-ellerin kınalanması, ipek şal alınması, sari giyilmesi tavsiye edilir...
hindistan izlenimlerim. 1- sokaklarda inekler ve yer yer maymunlarla birlikte yürüyorsunuz. bizim buradaki sokak köpekleri gibi. ülke tropik olduğu için hayvanlar yiyeceklerini etraftan sağlıyor. 2- bir kazada inek tarafından öldürülürseniz allah rahmet eylesin, ancak siz ineği öldürürseniz yasalara göre 8 yıl hapis yatıyorsunuz. 3- belediye otobüslerinin her ay 8 kişiyi öldürme durumu doğal hatta yasal sayılıyor. otobanların önleri ve ortalarında evsizler yatıyor. ezilenler, ölenler. insalığınızdan utanıyorsunuz. 4- kast sistemi tüm hızıyla devam ediyor. neden böyle diye sorduğunuzda ben alt kast olarak bu yaşamımı yaşıyorum eğer böyle ölürsem öbür yaşamımda üst kast olarak doğacağım. üst kast olmaya çalışırsam fare olarak dönerim. diyorlar. 5- sıkh dinine inananlar arasında evin erkeği ölünce ailenin geri kalanını diri diri yakma geleneği mevcut. ayrıca bu dinin takipçileri saçlarını, tırnaklarını kesmez ve yıkanmazlar. 6- bombai ve yeni delhi ticaret merkezi durumunda. silikon vadisi dünyanın teknoloji ve iletişim ağı. ucuz işçilik kapitalizmi buraya çekmiş. 7- çocuklar 2,5 yaşında okula başlıyor ve 4-5 yaşlarına geldiklerinde ingilizce öğrenmiş oluyor. duyamadım? britanya krallığı artık sembolik mi demiştiniz? 8- çikolata firmalarımızdan şö... bölgede çok yaygın. ül..., pı... gibi markalar da pazara girmiş. inşaatçı itirafçılar varsa hiç durmasın. bina yapacak olana bedava veya bedavaya yakın ücretlerle arsa veriyorlar. ayrıca ticaret çok hızlı ve resmi. 9- yemeklere kattıkları ağır baharat gün boyu kokmalarına neden oluyor. ben denemedim ama lezzetliymiş. 10- müslümanlar arasında da ne yazık ki kast sistemi bulunuyor. 11- pakistan ülkesinin ismine dahi tahammülleri yok. 12- yoga ve hinduizm eksenindeki tüm hevesleriniz bu ülkeyi görünce yerlebir oluyor. 13- hint sineması gerçekten çok gelişmiş. sokaklarda gezerken bir film setinin içinden geçmeniz doğal artık. ayda 10a yakın film gösterime giriyor. sinemalar ucuz olduğu için halk ilgi gösteriyor.
çin işkencesi
3 günlük çin seyatinde yaşananlar; 1- ingilizce bilen çok azdır, bilenlerinde ne dedikleri anlaşılmaz. 2- internet hızı inanılmaz yavaş, birçok site açılmadan hata veriyor. 3- facebook, youtube ve twitter gibi sayfalar yerel sunucular üzerinden çalışmıyor. 4- otelde odaya verilen yemek siparişleri %100 hatalı geliyor. 5- duvarlar çok ince, yan odalardaki çiftlerin sesiyle uyuyorsunuz. 6- saat farkından dolayı geç yatıyorsunuz. 7- eğer çin yemeklerine alışkın değilseniz kesinlikle aç kaldınız demektir. 8- neyseki itiraf.com çalışıyor. 9- duvarlar çok ince, yan odalardaki çiftlerin sesiyle itiraf yazıyorsunuz. 10- istanbulun gözünü seveyim.
münih izlenimlerim: 1- şehri gezmek çok kolay, tek bir biletle şehri bütün gün metro ve tramvay ile gezebilirsiniz. 2- havaalanından şehre geçerken ünlü allianz arena stadının önünden geçiyorsunuz. stadın dış cephesi her gece farklı renkte ışıklandırılıyor, maç günleri ise skora göre ışıkların rengi değişiyor. 3- şehir merkezinde bulunan tarihi kiliselerden bazıları frauenkirche, st. peter, heiliggeistkirche. kilisenin saat kulesinden şehri izlemek istiyorsanız, binlerce basamak merdiveni tırmanmayı göze almalısınız. 4- isar nehri kıyısındaki english gartenda soğuk havada çin çayı yudumlamak oldukça keyif verici. 5- almanyadaki bir çok şehre göre oldukça bakımsız, şehirdeki türk sayısı da diğer şehirlere nazaran az. 6- deutsches museumda astroloji, matematik, otomotiv, havacılık, denizcilik, matbaa, uzay bilimi ve daha birçok alanda eser, maket ve prototiplerin sergilendiği salonları gezerken kendinizi bir bilim tarihi içinde bulunuyorsunuz. en kötü tarafı da kendi memleketinizin bilim ve teknoloji alanında ne kadar geride olduğunu somut olarak görüyorsunuz ve bunun ezikliği içinde kayboluyorsunuz!
çine dair izlenimler: 1-) asla soğuk su içmezler. 2-)etrafta yeşil çay içen bir sürü insan görmeniz mümkün. yatıştırıcı etkisi varmış. 3-)fake market denilen yerde ne fiyat verirlerse en az beşte birini teklif edin. 4-)eğer dışarı çıkacaksanız mutlaka kaldığınız yerin çince isminin yazılı olduğu kartvisit almayı unutmayın. yoksa bizim gibi hilton hotel dersiniz taksiciler bön bön suratınıza bakar. 5-) acaip nemli bir hava vardır. 6-) bayanlar hafif güneşli havada bile şemsiye taşırlar çünkü beyaz ten bir ayrıcalıktır ve güzellik kriteridir. 7-) benzin bizim ülkemize göre oldukça ucuzdur. 8-) sokaklar börtü böceklerin şişlere dizilmiş ızgaralarını satan tezgahlarla doludur. 9-) şangay gibi meşhur yerlerde yanınıza yaklaşan adamlar "kadın lazım mı?" diye sorarlar. 10-) tüm masaj salonları aslında fuhuşun yapıldığı yerlerdir. anahtar kelime ise "six rangers"tır.
venedik izlenimleri
venedik gezisi izlenimlerim: 1-) avusturya’da bir mağazalar zincirinin alakasız kampanyasından alınan geliş/gidiş 98 euroluk tren bileti (iki kişilik) ile yaklaşık 9 saat süren bir yolculuktan sonra santa lucia tren istasyonu’na varıyorsunuz. mimari yapısı itibariyle haydarpaşa’ya benziyor. 2-) vaporetto denen üsküdar-beşiktaş arası çalışan motorların tek katlı ve uzun olan benzerleri ile kanallarda gezinmek ucuz yöntem (3-5 euro) ancak otantik gondol gezintisinin maliyeti 100 euro civarında; mutlaka pazarlık yapın. 3-) yanınızda harita bulundurmak işinizi zorlaştırabilir çünkü gidilecek olan merkez adanın diğer köşesindeki san marco meydanı. şehir labirent gibi ve bu şartlar altında haritayı kullanmak epey bir beceri gerektiriyor. zaten şehrin içinde her sokak ve meydanda önemli yerlere gitmenizi kolaylaştracak ok işaretli tabelalar mevcut. 4-) kahvaltı, yemek gibi ihtiyaçlarınızı şehrin merkezine uzak olan yerlerde yapmanız, hem lezzet hem de maliyet açısından kasılmanızı önler. adisyonlarda genellikle servis içinde ücret talep edildiğini görmek sizi şaşırtmasın. 5-) özellikle pizza, lazanya türü italya’ya özgü şeyler yemekten kaçının, zira iğrenç ötesi yapıyorlar. 6-) sırt çantanız ile her türlü yiyecek ve içeceğinizi yanınızda taşıyabilir ve tüketebilirsiniz, çok pratik oluyor. ancak san marco meydanında ve çevresinde yiyecek/içecek tüketirken dikkatli olun, anında yanınıza sivil bir görevli geliyor ve sizi uyarıyor. 7-) kamera ya da fotoğraf çekimi yaparken dikkatli ve uyanık olun, bazı gondol sahipleri ile pek çok mağaza bu konuda biraz agresif. 8-) avrupa’da pek çok şehir görmeme rağmen ender rastladığım dilenci mevzusu venedik’te gözüme çarpan şeylerden birisi. prag’daki gibi, asla yüzünüze bakmıyorlar bu da olayın ilgimi çeken diğer kısmı. 9-) venedik pizza kulesi ve san marco’nun içine girip gezmek için, derbi maçlardaki turnike kuyruğuna benzer bir kuyrukta yaklaşık 1-2 saat beklemeniz gerekebilir. 10-) sahilde karakalem resim çizen ustalarla sohbet etmek ve yaptıkları bir resmi almak değişik bir tecrübe olabilir. 11-) morano kristali denen olay inanılmaz pahalı, maske çok revaçta bir hediyelik tercihi. pazar yerinden çin malı hariç her türlü hediyeliği alabilirsiniz, 2-3 eurodan 50.000 euroya kadar her türlü şey var, çok renkli. 12-) kadınlar da erkekler de acayip bakımlı, çirkin italyan neredeyse hiç görmedim. ticaretle uğraşan her insan, kibirli, tok satıcı ve ukala. bu durum pazarlık opsiyonunuzu yok ediyor.
çin izlenimleri
1) her şey küçük, yatakların boyu, battaniyeler, bazı yerlerde tavanlar. 1.75lik ben bile yatağa sığamadım, ayaklarım dışarda kaldı. 2) kahvaltı alışkanlıkları hiç yok, garip çin çayını içip ahtapot yiyerek kahvaltı yapıyorlar. ekmeği zor bulabildik. 3) giderseniz yanınıza kahvaltılık, seviyorsanız baharat, hatta kraker ve biraz soğuk konserve almayı ihmal etmeyin. 4) pekin çok soğuk. güneydeki şehirler ise adananın iklimini andırıyorlar. 5) öğlen ve akşam yemekleri için alternatifiniz çok; balık, tavuk ve dana eti rahat ve ucuz bulunabiliyor. az çok yaptıklarını yiyebiliyorsunuz. güzelim tavuğun butu dururken ayaklarını yiyen garip bir zihniyet işte. 6) düzgün konuşulduğunda insanı rahatsız etmeyen bir dilleri var. ama sokak ağzı, özellikle de erkeklerin konuşmasında a,o, gibi sesli harfleri cümle sonunda uzatma alışkanlığı konuşmayı komikleştiriyor. 7) inanılmaz ucuz bir ülke. 40ytlye deri kaban aldığımı, 100ytlye üç adet erkek paltosu aldığımı söylersem yeterli olur sanırım. 8) erkeklerinin tamamı çirkin, kadınlarının ise çok azı güzel ve boylu boslu. 9) börtü böcük yediklerini önce inkar ettiler ama sonra her yörenin başka bir acayip yeme zevki olduğunu öğrendik. mesela guanzodakiler dana burnu çorbasına bayılıyor. yalnız normal dünya karşısında bu özelliklerinden biraz utanıyorlar gibi.
çin izlenimleri
keklikshekere ithafen. 1) herkes gelişmemiş olduğunu sanmıyor, aksine gelişmekte olduğunu bilenler çoğunlukta hatta bundan rahatsız olan devletler büyüyen devin gelişimini kontrol edebilmek için kota başlatmışlardı. 2)devlet politikasına ilaveten nüfus planlamasında çok katılar, her aileye tek çocuk politikası uygulanıyor. ikinci çocuğa sahip olabilen aileler maddi durumu çok iyi olanlar zira ikinci çocuğun 10 bin dolar kadar cezasının yanısıra eğitim ve sağlık vergileri çok yüksek, bir haftada sadece yedi çocuk görmenin sebebi bu olmalı. 3)restore işlemi, 2008 olimpiyatlarını pekin kazandıktan sonar başladı. ne de olsa turist potansiyelini gözardı etmemek lazım. 4) ben ülkeyi çok pis buldum. shanghai kokuyor, insanlar her yerde yüksek sesle gırtlak temizleyip yerlere tükürüyorlar. hele şehirlerarası uçaklarda yol boyunca insanların gırtlak temizleme sesini dinlemek zorundasınız, havaalanı, otel lobisi gibi kapalı yerlerde bile bundan çekinmiyorlar, kültürlerinde ayıp değil. 5) allahtan bisiklet kullanımı çok yaygın, ona rağmen araba trafiği felaket. 6) aslında sıcak kanlılar, iş için gittiğim ve birebir onlarla çalıştığım için biliyorum. 7) tuz kullanmıyorlar ama yemekleri yine de çok lezzetli bence. çin yemeğini çinde yemek lazım. bazı yörelerin yemekleri ise keklikshekerin sandığının aksine sırf yağda pişiyor. bir daha yolu düşerse szechuan style yemek yemesini tavsiye ederim, oldukça yağlı ve acı.
çin izlenimleri
1) herkesin sandığının aksine gelişmemiş bir ülke değil; hızla gelişen bir ülke. 2) devlet politikası olarak insanları işinden alıkoyacak düşüncelerden arındırmaya çalışıyorlar, buna aileleri de dahil. ikisi de memur olan eşleri aynı şehre vermemeye çalışıyorlar. 3) tarihlerinin önemini yeni anlamış olacaklar ki yeni yeni restore çalışmalarına başlamışlar. (çin seddinin sadece 10da 1i ayakta.) 4) temiz bir ülke. şangay ve pekin oldukça kalabalık şehirler, ancak çarşıya gitmediğiniz sürece kalabalığı görmüyorsunuz. 5) trafik yoğun ancak arabalar hiç durmuyor. trafik ışıklarına dikkat etmemelerine rağmen kaza oranı çok az. taksi çok ucuz. 6) şangay, pekine göre çok daha güzel bir şehir. gökdelenler şehri de denebilir. binaların mimarileri değişik ve güzel. 7) çekik gözlü olan diğer insanlara göre daha soğuklar. 8) bir haftada sadece yedi çocuk gördüm. 9) kızları çok güzel ve nazikler. 10) yemekleri tuzsuz ve yağsız. hepsi incecikler, sadece bir tane şişman çinli gördüm, o da türkiye uçağındaydı:)
çin izlenimlerim: 1- gerçekten muazzam şehirler inşa etmişler. üstelik çoğu da asya şehirlerine göre bakımlı ve temiz sayılabilir. ancak her yerde çok yoğun bir sarmısak kokusuyla karşılıyorsunuz. 2- çinlilerin çoğu korkunç bir egoya sahip ve kibirli. 3- ağız tadları bizden çok farklı. buna rağmen büyük şehirlerde lokanta sorunuyla karşılaşmıyorsunuz. hatta pekindeki bir doğu türkistanlının işlettiği lokantada yediğim pilav ve mantı bugüne kadar yediğim en muhteşem yemekti. 4- çok düşük bir ihtimal ama rastlarsanız doğu türkistanlılar türkler için deli oluyor. misafirperverlik, izzet, ikram... mahçup oluyorsunuz. 5- doğu türkistandan sakın "xinjiang" (sinkiang diye okunuyor) adıyla bahsetmeyin. çincede "yeni fethedilmiş bölge" anlamına gelen bu kelimeye çok bozuluyorlar. tabii çinliler de "doğu türkistan" (east turkestan) lafını duymak istemiyor. anlamazlığa geliyorlar. israrla kullanırsanız size terörist muamelesi bile yapılabilir. 6- giderken egzotik hayaller kurmayın. sun tzu, konfüçyüs, tao, havada uçan tekme atan, çekik gözlü, kısa boylu adamlar.... ya benim gördüklerim bunları bilmiyordu ya da bir yabancıyla konuşmak istemediler.
çin ve pekin... 1) her şeyin ölçeği büyüktür. 2) pekinin iç içe geçmiş tam altı çevre yolu vardır. 3) pekindeki kadar gösterişli zenginlik en zengin batılı şehirlerde dahi yoktur. 4) çin mutfağının avrupa ve abddeki çin lokantalarında yapılanlarla ilgisi yoktur. 5) meşhur pekin ördeği yemeği, ördeğin etinden değil derisinden yapılır! 6) çinde her şey çok büyüktür. örneğin meşhur tiananmen meydanı 440 bin metrekaredir. 7) malum, nüfusta da ölçek büyüktür. karayoluyla seyahat ederken haritada minicik görünen küçük bir kasabada mola verecektik. meğer nüfusu sadece (!) 2 milyon olan "küçük bir kasaba" imiş! 8) çinlilerin gururu kimsede yoktur. onlara göre her şeyin en iyisi onlarda vardır. en büyüğünü onlar yapmıştır. 9) küçük çinli çocuklara bez bağlanmaz. çünkü pahalıdır. pantolonlarının ağı açıktır. kışın dondurucu ayazında bile. 10) ülkede her türlü iklim bulunduğundan her türlü sebze, meyve ve hububat yetişir. ancak çinliler bunların küçük bir kısmını yer. hepsini ihraç ederler. çünkü o üründen yapılan yemekler kültürlerinde yoktur. 11) buna karşılık uçan, yürüyen ve yüzen her şeyi (ama her şeyi!) yerler. 12) falun gong tarikatı, dalay lama ve uygur türkleri en korktukları siyasi tehlikelerdir. 13) her yer kötü kokar. 14) pekinde her şey bulunur. yeter ki doğru yerde arayın. 15) kopya cd, dvd ve bilgisayar programı cennetidir. 16) internet devletin kontrolü altındadır. 17) gelecek 50 yılda dünyanın en büyük ekonomisi olmaya adaydır. bu nedenle de tüm uluslararası şirketler çinde bir şekilde tutunmaya çalışır. 18) diğer ülkeler çinin ekonomik olarak büyümesinden çekinir. ama çinliler de itiraf ediyorlar ki, asıl kendileri büyümekten korkuyorlar. zira zenginleşecek halkı nasıl siyasi kontrol altında tutabileceklerini bilmiyorlar.
italyan kadinlari: 1. koltukalti killarini almazlar. 2. uzun boylu degillerdir. 3. ozellikle genc ve orta yaslilari zayiflik hastasidir. plajlarda bikinili iskeletler dolasir. 4. sehirde alisverise ciktiginizda bir suru hos giyimli kadin gorursunuz. 5. genelde iyi makyaj yaparlar. 6. sarisinlik ozentileri ayni turk kadinlari gibidir. sokakta bir suru kara tenli, sari sacli kadin gorursunuz. 7. cocuklarinin kiz ise televizyonda kariyer yapmasini, erkekse futbolcu olmasini isterler. 8. kiskanctirlar. 9. cazgirdirlar. 10. begendikleri erkek evliymis degilmis fark etmez. pesinden giderler. 11. hic de erkeklerimizin sandigi gibi guzel degillerdir.
isim geregi italyaya cok gidip geliyorum. carina25in itirafina ek olarak: 1) tanri gercekten de italyan erkekleri bos zamaninda yaratmis. insanin dogdugundan beri onlarin arasinda olmadigina deliler gibi isyan edesi geliyor. 2) ilk gidisim turistik bir geziydi. otobus soforumuzle dort gece inanilmaz vakit gecirmistim. eros ramazottinin kuzeni oldugunu son gun soyledi. inanmadim, aile albumlerini döktürdüm. hala gorusuyoruz! 3) ikinci gidisimde ispanyol merdivenlerinde tanistigim bir sokak ressamiyla iki seneyi asan bir iliskim oldu. hayatimin en inanilmaz yatak tecrubelerini onunla yasadim. 4) amerikalilarin yatakta bencil olmadiklarini biliyorum ama yine de kadini italyanlar kadar dusunen ve mutlu edenine daha rastlamadim. 5) polisleri gercekten cok ama cok yakisikli. defalarca polis arabalarinin pesinden kostugumu bilirim. 6) cogu erkegin sarisin kadin tutkusunun aksine, italyanlar koyu renk sacli, renkli gozlu kadinlara hasta oluyor. 6) en son gittigimde -bir ay onceydi- armanide alisveris yaparken muhatap olmak zorunda kaldigim ust duzey bir yetkili aklimi basimdan almakla kalmayip is seyahatimin bir haftadan on bes gune uzamasina sebep oldu. o gunlerden aklimda kalan iki sey var: a) portofinonun dunya uzerinde bir ciftin gidebilecegi en romantik ve muhtesem mekan oldugu, b) meshur toscana saraplarini o bolgedeki uzum baglarindan birinde gece vakti mum isiginda icmenin inanilmaz keyfi. 7) tanri italyanlari basimizdan eksik etmesin.
yurtdışındaki genelevler hakkında benim de söyleyeceklerim var. 1- amerikada bildiğimiz türden genelev sayısı çok az. olanlar da ya hispaniklerin (ispanyol asıllı, latin) ya da siyahların çalıştığı ve yine aynı kitleye hitap eden düşük kaliteli yerler. 2- iyi genelevlerin dekoru ve kadın kalitesi üst düzeydedir. her türlü fantazi, her türden eğlence vardır ancak gece sonunda yaklaşık 500 dolarınızdan olursunuz. 3- amerikan vatandaşlarının rağbet ettiği yerler ise striptiz barlardır. (al bundy en güzel örneği.) buralarda ister sadece striptiz şovunu seyredebilir (1-5 dolar arası), ister striptizciyi masanıza cağırıp kucağınızda dans ettirebilir ki buna "nap dance" deniyor ve bikini altına kadar her şeyini çıkarıyor (ederi 20-30 dolar), isterseniz de özel bir loungea gidip seks yapabilirsiniz. bunun içinse 100 doları gözden çıkarmanız lazım. 4- sokaktan kadın alıp otelde işinizi görebilirsiniz ancak o kadınlar da birinci maddedeki türdendir. sadece sokağa çıkıp fiyatlarını biraz arttırırlar. 5- en kralı escort servisleridir. hem müşterilerinin kimliklerinin gizli tutulmasına özen gösterirler hem de en iyi kadınlarla çalışırlar. bunların fiyatı ise 10.000 dolara kadar çıkabilir.
ingilterede okuyorum. bugune kadar cesitli ulkelerden onlarca arkadasim oldu. iste ayrıntılar: 1) japonlarda para cok. ancak kompleksliler. gozlerinin cekik olmasını cok dert ediyorlar. 2) rus kizlarin sozune guven olmuyor. randevularina sadik degiller. "t" harfini "z" olarak telaffuz ediyorlar. 3) kolombiyali erkekler sekse duskun. ustelik cekiciler de. kizlariysa popolariyla varolacaklarini zannediyorlar. 4) almanlar arkadas canlisi. konusmayi seviyorlar. 5) hintlilerin ne bedenleri ne de yasadiklari mekanlar temiz. 6) ispanyol kizlar karsi cinsle muhabbetten muthis zevk aliyor. chat odalarinda yazismaya bayiliyorlar. 7) fransiz kizlar modayi yakindan takip ediyor. estetik kaygilari var. erkekleri ise potansiyel filozof. iki cinsin de ingilizcesini anlamak cok zor.
beyrut
öncelikle tipik bir akdeniz ülkesi olduğu kadar arap ülkesi olduğunu hemen belli ediyor. şehrin en güzel yerlerinden biri el-hamra dedikleri bölge. gerçekten çok güzel bir yer, birçok ünlü markayı burada bulabilirsiniz. jeida mağarası mutlaka görülmesi gereken bir yer. daha önce gezdiğiniz tüm mağraları unutun, mükemmel ötesinde bir görünüme sahip.teleferik ile mutlaka tepeye çıkın ve beyrutu bir de kuş bakışı izleyin, hayran kalacaksınız. çok karışık bir halka sahip. cumhurbaşkanı hristiyan, başbakanı müslüman, meclis başkanı yahudi olan tek ülke. gece eğlencesi oldukça güzel fakat mutlaka kapıda giriş ücretini sorun yoksa bizim gibi 4 biraya 375 dolar ödemek zorunda kalabilirsiniz. trafik tam bir kaos, hiçbir trafik kuralı yok polisleri kimse takmıyor bile. bunun dışında yemekleri bizim damak tadımıza çok yakın ve çok güzel yemekleri var hiç fast fooda ihtiyaç yok. suikast ile öldürülen başbakanları haririyi herkes çok seviyor ve merkezde mezarı halka açık bir şekilde düzenlenmiş. bence görülmesi gereken yerlerden biri. iç savaşın kalıntılarını hala çok rahat görebilirsiniz, evlerin duvarlarında mermi ve havan delikleri mevcut. son olarak lübnan kızları gerçekten çok güzel ve ilgi çekici.
kaynak:itiraf.com
altay öktem, barış müstecaplıoğlu, yiğit değer bengi, doğu yücel, kenan yarar, sevin okyay, sadık yemni, durul ve yağmur taylan kardeşler gibi isimler tarafından kurulan ve amaçları türkiyede fantazya, bilim kurgu ve korku türlerinde eserler vermek ve bu türleri desteklemek olan dernek.
http://www.fabisad.com/
http://www.fabisad.com/
iskoç ve rusların her zaman balık yediği öğün.
1. arı sütü genel olarak vücutta hücre yenilenmesi, üretimi (hücre) ve metabolizması üzerinde etkili olduğundan organizmanın bütün dokularında canlılık ve bunun sonucunda sağlık, enerji, bağışıklık ve dinçlik meydana getirir. bu yönüyle akla gelebilecek bütün sağlık problemlerinde önemli düzeyde motivasyon sağlar.
arı sütü kalp rahatsızlıklarından kansere kadar bir çok hastalıkta vücudu güçlendirmek, bağışıklık sistemini uyarmak amacıyla kullanılmaktadır. özellikle yoğun antibiyotik kullanan radyoterapi ve kemoterapi olan hastalarda muhtemel karaciğer ve böbrek zararlarını önlemekte, fonksiyonlarını korumaktadır.
2. arı sütü, 5-1 5 günlük genç işçi arılarının baş kısımlarında bulunan salgı bezlerinden salgıladıkları özel bir besindir. yüksek oranda mineral, enzim, protein, aminoasit ve yağ asidi içerir.
an sütü zihinsel ve bedensel yorgunlukların giderilmesinde etkili olmakla beraber vücuda enerji sağlamaktadır.
içerdiği hormonlar sebebiyle hem erkek hem de kadınlarda cinsel istek ve cinsel fonksiyonların arttırılmasına yardımcı olmaktadır.
bunun yanısıra, arı sütünün atardamarların iltihabı, damar sertliği, karaciğer yağlanması, iltihaplı eklem hastalıkları, astım, mide ve bağırsak hastalıklarında tedaviye doğal destekleyici olarak kullanılabileceği bildirilmiştir.
yapılan araştırmalarda, arı sütünün kandaki kolesterol, toplam lipit, fosfolipit, trigliserid, b-lipoprotein seviyelerini düşürmekte, tansiyonu dengelemede yardımcı olabileceği bildirilmiş olup, insülin benzeri peptidleri içermesi nedeniyle hipoglisemik (kan şekerini düşürücü) ve immünolojik etki gösterebileceği bildirilmiştir.
arı sütü, fiziksel ve ruhsal açıdan vücudunu dengede tutmak isteyen herkes için; orta yaş ve üzerindekiler, menopoz dönemindeki kadınlar, yüksek fiziksel ve cinsel performans isteyenler, özellikle sporcular ve vücut geliştirme sporuyla ilgilenenler için ideal bir doğal sağlık destekleyiciniz olabilir.
http://www.birtat.com.tr/ari_sutu.htm
3. gençlik iksiridir, uzun ve dinç yaşamanın sırrı arı sütündedir. bunu size şöyle açıklayayım. kraliçe arı dişidir. balı yapan işçi arılar da dişidir. bu dişilerden kraliçe arının ömrü 5-6 yıldır. bal yapan işçi arının ömrü 50-60 gündür. yumurta döneminden itibaren ölünceye kadar arı sütü ile beslenen dişi arı kraliçedir. bütün işçi arılar onun yumurtalarından oluşur. yavru döneminde sadece 3 gün arı sütü ile beslenip sonra bal ve polenle beslenen dişi arılar da işçi arılardır. 5-6 yıl ile 50-60 gün arasındaki zaman dilimi arı sütünün farkıdır.
4. marketlerde satılan arı sütlerini yiyip te dinç kalmayı beklemeyin sakın. çünki arı sütü soğuk zincirde muhafaza edilmediği müddetçe tüm özelliğini yititir. ezilerek püre yapılmış muza o kadar para vermek de olmaz ki canım...
5. vitamin ve mineral bakımından en zengin besin.bedeni ve zihni yorgunluğun giderilmesinde etkili.
kullanımı : günde bir öğün bir damla dil üzerine damlatılmalı.
6. kullanma süresi çok kısa olan, liyofilize yöntemlilerinin daha uzun süre saklanabileceği, gelişmeye yardımcı bitkisel gıda takviyesi.
http://www.birtat.com.tr/ari_sutu_kapsulu.htm
7. arı sütü hakkında yapılan nice çalışmayla potansiyel faydası ispatlanmış bir gıda olmakla beraber,bir çok gıda takviyesi ürün gibi ticari ihtiraslara maruz kalmıştır.özellikle ülkemizde elde edilen arı sütlerinin çoğu uygun yöntemlerle elde edilmemektedir.diğer yandan öyle günde bir iki damla kullanmakla fayda sağlayacağına dair hiç bir çalışmaya rastlanmamıştır.uygun yöntemlerle elde edilmiş arı sütünün fayda sağlayıcı minimum dozu erişkinler için 2 gr dır.
8-özellikle beyin kanaması geçirip felç olan hastaların tedavisinde, şırıngayla damla damla verilmek suretiyle kullanılan mucize süt.
9-hücre onaramaya, gelişmeye yardımcı bitkisel gıda takviyesi.
http://www.birtat.com.tr/...
10. eskiden genellikle küçük şişelerde satılıp bal ile karıştırılarak kullanırken son zamanlarda bal - ginseng - arı sütü karışımı şeklinde satılan hali yaygınlaşmış salgı. kovan aristokratlarının bu değerli besini enerji verme konusunda kahve, pharmaton ve benzerlerini ezip geçer, aktar mucizesidir.
11-arı sütü; işci arıların gırtlak bezelerinden salgılanan bir bal emülsiyonudur. kraliçe arının besini olup, besin değeri son derece yüksektir. tüm yaşamı boyunca arı sütü ile beslenen kraliçe arının ömrünün uzunluğuna da en önemli işarettir. diğer arılar sadece 2 ay yaşarken, kraliçe arının ömrü 6 yıldır. bu besinde, kraliçe arının niçin inanılmaz büyük (iri), uzun ömürlü, verimli ve diğer arılarla mukayese edildiğinde neden daha fazla enerjiye sahip olduğunun sırrı saklıdır. kraliçe arı, sadece arı sütü ile beslenerek günde 3.000 ve bu emülsiyon kraliçe arıyı sağlıklı ve güçlü tutmak için gerekli besinleri de sağlar.
12-hayatlarının ilk 2 günü bebek arılar (lavra), işci arılar tarafından yapılan özel bir karışımla beslenirler. işci arıların yutmaksızın çiğnedikleri, çiçek tozlarından yaptıkları ve başlarının üstündeki bir bezede sakladıkları özel bir madde ile karıştırdıkları bu maddeye biz arı sütü diyoruz. ilk 2 günde, bu kuvvetli protein gıdası bebek arıları (larvaları) küçük bir arıya dönüştürür. bu işlem gerçekleştikten sonra, işci arılar arı sütü üretimini azaltırlar ve sadece mevcut kraliçe arı ve bir sonraki sefer kraliçe arı olarak seçilen arı için üretime devam ederler. hem kraliçe arı hem de prenses arı bu gıda ile beslenmeye devam eder.
13-kandaki hücreleri yenileyici ve kansere karsi etkili oldugu iddia edilmektedir.
14-ari sütünün kullanim alanlarinin asagidakiler oldugu belirtilmektedir:
* kandaki hücreleri yenileyici.
* kansere karşı etkili.
* kalp ve damar rahatsızlıklarında.
* tansiyon düzenleyci ve şekere karşı etkili.
* zihinsel ve fiziksel gelişmelerde.
* sindirim sistemi, verem, astım ve ünserde.
* felç rahatsızlıklarında kalp atışını düzenleyici
* damar genişletici, cilt ve saç rahatsızlıklarında.
* sinirsel ve ruhsal hastalıklarda
* iştah açıcı ve kuvvetlendirici.
* büyüme ve gelişmeyi fiziksel ve zihinsel olarak yardımcı olur.
15-düzenli kullanıldığında bir hafta sonra insana normalin iki katı gibi hayvani bir enerji veren besin maddesi.
16-tıpkı e vitamini gibi hücre yenileyici, onarıcı ve yapıcı etkisi olduğu düşünülürse mükemmel cilde kavuşturucu.
17-son derece güçlü bir besin maddesidir. saf halde de satılır ancak herkese saf haldeki şişeleri satmamaya özen gösterirler. bunun 10 gramı bir anda içildiğinde insanı enerjiden ölürebilecek bir maddedir. bu nedenle arı sütünün 10-15 gramını orta boy kavanoz (100 gram mesela) bala karıştırıp sabah veya akşam bir iki çay kaşığı aldığınızdan bir kaç gün sonra gücünüzün ikiye katlandığını hissedersiniz. tabii bu arada adam gibi düzenli bir beslenme de şarttır.
özetle arı sütü supradyn, one a day, centrum ve bilumum e vitaminli anti oksidan kimyasal vitaminlerin tümünden daha sağlıklı ve güvenilir bir doğal madde olup yanında bir paket de balık yağı ile insana acayip faydalar sağlar.
sabahları kahvaltıdan beş on dakika önce iki çay kaşığı arı sütü, kahvaltıdan bir saat sonra bir kapsül balık yağı ve akşam yemekten önce alınacak yine iki çay kaşığı arı sütü ile erkek insan evlatlarının bir yerleri acayip derece şişer, şişer ne kelime ki viyagra halt etmiş olur.
18-ari sutu oldugu iddia edilen, etrafta siselerce satilan ama aslinda bir kac grami yuzmilyonlarca lira olan $ey. ataturk orman ciftliginden edinebiliyorsunuz.
19-"ari sutu" hakkinda kafamdaki bir tanim veya verebilecegim bir diger ornek de bu çok hassas besin maddesinin içine demir ka$ik sokuldugu anda bozuldugudur. 570 dolariniz heba olmasin, bo$a gitmesin diye soyledim.
20-şişede dururken gözünüze iğrenç bir tadı varmış gibi gözükebilir fakat çok lezetlidir,insanın yedikçe yiyesi gelir.tadına aldanıp fazla yenmemelidir,azı karar çoğu zarar bir üründür.lakin olur da kendini tutamayıp fazla tüketen erkekler için tavsiyem o gün evden çıkmayın,çıkarsanızda bayanların yoğun bulunduğu yerlere gitmeyin,çayıra çimene gidin dağa çıkın.süper enerji verir,besleyicidir,insan kendini 98 oktanlı benzin konulmuş ferrari gibi hissedebilir.
21-ışık, metal ve ısıdan uzak tutulması gereken doğa mucizesidir. bu durumda tüketilirken ve arılardan alınırken ahşap aksamlar kullanılmalı, güneş ışığından uzak tutmak için koyu renkli cam kavanozlarda ve 5 derecenin altında saklanmalıdır. bunlar göz ardı edilirse arı sütü bütün besin değerini yitirir. yani eczane raflarında satılan arı sütünden kimseye fayda gelmez. salep kıvamında ve ekşimsi bir tadı vardır. saf satılmaz, balla karıştırılır; bu hem arı sütünün dayanıklığını arttırır, hem de alınacak miktarın belirlenmesini kolaylaştırır. güvendiğiniz bir yerden almıyorsanız elinizdeki küçük kavanozda kaç gram saf arı sütü olduğunu bilmeniz mümkün değildir. günde 500 mg ya da en fazla 1 gr tüketilmesi gerekir, fazla miktarda alsanız bile maddi yük olmaktan öteye gitmez, faydasını arttıramazsınız. bütün bunların yanında gizemli bir maddedir, zira içinde henüz bilimin tespit edemediği madde ya da maddeler bulunur. kısırlık tedavisinde * olumlu sonuçlar verebildiği gibi, psikolojik açıdan da iyi gelir, durduk yerde ekistiradan mutlu olmanızı sağlar. kısaca doğanın mucizesi işte.
22-cilde elastikiyet kazandırmasına yardımcı olan faydalı bir besin.
23-satın aldığım amcanın ye ama her gün koşmayı ihmal etme diyerek muzipçe bir mesaj yolladığı ürün.
24-boza kıvamında olan, fazlası derin dondurucuda, kısa süreli tüketimi dolapta saklanması gereken, sade tüketimi öğürmenize yol açabileceği için bal ile birlikte alınması yerinde olan ve sayısız derde derman olan, dertsizlere kanat olan günlük plütonyum takviyesidir. çok pahalıdır, kraliçe besini olduğu için krallarınıza ve kraliçelerinize layıktır, gıdım gıdım tüketilmesi sizin ve çevrenizdilerin selameti için gereklidir. burada faydalarına tek tek girmenin ürüne olan toplam talebi ve son tahlilde ürünün fiyatını yukarılara çekmesinden kaygı duyduğum için imtina ediyorum.
25-her gün sabahları kahvaltıdan yarım saat önce alırsanız kilo vermenize yardımcı olduğu söylenen ultra besin. düzenli olarak polen ve bal ile alındığı zaman insanın cinsel enerjisini had safhaya çıkardığı iddia edilmektedir.
ayrıca kilo almak isteyen kişi arı sütünü tok karına alırsa zamanla kilo da alıyormuş. yani bu ultra super besinin aç karna alınırsa kilo verdirme, tok karna alınırsa kilo aldırma özelliği olduğu söylenmektedir.
26-küçükken annemin bana bıldırcın yumurtası ve bal ile karıştırıp içirdiği über içecek. neden böylesine uzun ve iri olduğumu yeni yeni anlıyorum.
not: ekşi, uludağ ve itü sözlükten derlenmiştir.
şeker,en büyük sağlık düşmanıdır!
hareketsiz yaşam sürenler,şeker hasatlığına gebedir...şeker hastalığı ise kontrole alınmadığında,yaşlı-genç demez öldürür !!!..
sağlıklı kilo vermede spor asla yeterli olmaz. bugün şişmanlık, kaloriye dayandırılıyor.
oysa kalori hesabı fiziksel bir özelliktir.
ramazan bayramına :şeker bayramı adı koyan milletimizin şekerle başı dertte...
prof.demirkolla yapılan aşağıdaki sağlık sohbeti bizlere ders verecek mahiyette...
baklavalı,şekerli bayramımız yaklaşırken aman dikkat !..
gıdaların kimyasal özellikleri de var. siz sadece kaloriye baktığınız zaman o kimyasal özellikleri tümden yok sayıyorsunuz. mesela bizim bugünkü konumuz da olan şeker kendi başına eklem kıkırdağını eriterek dizde kireçlenmeye yol açıyor ve o kadar yaygın ki bu hastalık! diz protezi, kalça protezi yapılmasının başlıca nedeni şeker. damarları tıkayan da sanılanın aksine kolesterol değil, şeker.
*yani şeker sadece kalorisi ve şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da tehlikeli. “şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım” demek çok yanlış...
kesinlikle.
*peki ne kadar şeker kullanabiliriz?
günde 8 kesme şeker hakkınız var. başka hiçbir meyve ya da bal, reçel yememişseniz tabii.
* ben sabahları bir tatlı kaşığı bal yiyorum...
o zaman 6’ya iniyor şeker hakkınız. bal ağırlıklı olarak fruktoz içerdiği için, yiyeceğiniz meyveyi de üçte bir oranında düşürmeniz gerekir.
* peki hangisi daha zararlı? tuz mu, şeker mi?
kesinlikle şeker.
* tuz için de “günde en fazla 6 gram alın” deniyor...
tuz konusunda yeni çalışmalar var, bugüne kadar yapılan kısıtlamaların çok da doğru olmadığını gösteren... mesela siz tuzu terle vücuttan atabiliyorsunuz ama şekeri atamıyorsunuz. şeker direkt olarak size popo ve karın yağı olarak geri dönüyor. oralarda depolanan yağın ise getirdiği bir sürü olumsuzluk var. kalp hastalığı,damar sertliği gibi...
* iyi ama bazı dönemlerde tatlı yeme ihtiyacı artıyor insanın. o zaman ne yapacağız?
vücudun şeker talebi yoktur. ama biz sürekli şekerle beslendiğimiz zaman, vücudumuz zararlı olduğunu bildiği için şekeri metabolize edecek olan insülini hazır bekletir.
dolayısıyla sürekli fazla şeker ya da nişastayla beslenen kişinin açlık kan insülin düzeyi yükselir. açlık kan insülin düzeyi yükseldiği zaman kan şekeri düşer. kan şekeri düştüğü zaman, “eyvah kan şekeri düşüyor” sinyalini vücut size nasıl yansıtır? mide özsuyunu salgılatarak, size açlık hissettirerek... o yüzden de siz aşerirsiniz. “reçel kavanozu nerede?” diye aranmaya başlarsınız. halbuki 100 yaşını aşan insanların ortak özelliği nedir diye bakıldığında açlık insülin düzeylerinin düşük olduğu görüldü.
* yani uzun yaşamanın temelinde şeker yememek yatıyor...
evet. açlık insülin düzeyini düşük tuttuğunuz oranda sağlıklı ve uzun yaşarsınız. 1700 yılından kalma ingiltere’ye ait istatistikler var elimizde. kişi başına yıllık bildiğimiz şeker tüketimi ne kadar biliyor musunuz? 5 gram ! yani yaklaşık 1 kesme şekeri kadar. kesme şekeri 4 gram gerçi ama... demek ki, şeker bir ihtiyaç değil. tam tersi, sonradan tamamen alışkanlık olarak soframıza girmiş. 1801 yılında şeker pancarından da şeker üretilmeye başlanmış ve almanya’da ilk pancardan şeker üreten fabrika kurulmuş.
sonra bütün avrupa’da ard arda şeker fabrikaları açılmış. 1815 yılına gelindiğinde ingiltere’de kişi başına şeker tüketimi, 115 yıllık süre içinde tam bin 200 kat artmış ve 6 kiloya çıkmış. bugün orta avrupa’da yıllık kişi başına şeker tüketimi bir kişinin kendi beden ağırlığından fazla; tam 70 kilo! ve 1815’ten günümüze kadarşeker tüketim artış eğrisiyle, kanser, kalp hastalığı, inme, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklarda artış eğrisi bire bir örtüşüyor.
*merak ettim, siz şeker kullanıyor musunuz?
hiç. 38 senedir ne çayıma ne kahveme şeker koyuyorum. onun dışında tatlı hiç yemiyorum.
*ama hep denir ki şeker, yani glikoz beyin hücrelerini çalıştırır...
doğru, çok iyi hatırlattınız. eritrositin, omurilik ve beyin hücrelerinin enerji kaynağı glikozdur. ama şeker yiyerek daha akıllı olmuş bir insan gördünüz mü siz? çünkü vücut gereksinim duyduğu o glikozu yağdan da, proteinden de kendisi üretmeyi becerebiliyor. mesela spermin enerji kaynağı fruktozdur. peki siz hiç çok meyve yiyen müthiş bir erkek gördünüz mü? göremezsiniz, çünkü testis hücresi spermin ihtiyaç duyduğufruktozu kendisi üretir.
fruktoz çok dikkatli alınmalıdır. çünkü, şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker, yani bilimsel adıyla ‘sakaroz’ (bir yapay tatlandırıcı olan sakarinle karıştırılmamalı) iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır.
glikoz kan şekerimizin de adıdır. hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. vücudumuz şekerin zararlıolduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.
* nasıl?
eğer çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. insülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. çok az enerjiyle çok işler yapabilir. mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. bu fazla şeker, insülinaracılığıyla ya kas ve şeker depolarına götürülecek, ki vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır ve orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü, ya da insülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecektir.dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacaktır. ama insülinsalgılanırken bir de leptin denilen tokluk hormonu salgılanır. dolayısıyla belli bir miktar glikoz yedikten sonra vücut “pes” diyor, “artık yeme!” doyuruyor sizi. yani hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş oluyor.
şekerin ikinci bölümü olan fruktoz ise; insülin salgılatmadığı için tokluk hissi de yaratmaz.dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. işte bu çok tehlikeli. fruktozun günde 15 gram kadarı vücudumuzda değişik kimyasal süreçlerde kullanılabiliyor. eğer bundan fazla fruktoz alınırsa karaciğerde trigliseritedönüşür. trigliserit kan yağıdır. hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem devücudumuzun yağlanmasına yol açar.
amerika’da son 30-35 yıldır ortaya çıkan obezite salgını, meşrubatların, bisküvilerin, dondurmanın ya da diğer tatlıların mısır şurubuyla, yani fruktoz ağırlıklı üretilmiş olmasına bağlanıyor. çok şükür biz de amerikanlaştık!?çünkü bizde de mısırdan tatlandırıcı üreten 5 fabrika var. baklava şerbeti bile artık mısır şurubundan üretiliyor... böylece eskiden baklavayla şişmanlamamızdan daha fazla şişmanlamamız sağlanmış oldu.
* ama meyvedeki fruktoz doğal?
doğal sözcüğüne bayılıyorum. akrep zehiri de doğal, bir porsiyon ister misiniz??ister dondurmadan ister elmadan alın, fruktoz fruktozdur. 15 gramdan fazlası alındığında yağa dönüşür, kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine yol açar. ama yine de meyvenin meyve suyuna üstünlüğü var. meyve suyunda hiç posa bulunmadığından, fruktoz tümüyle emilirken, meyvedeki posa fruktozun hiç değilse bir bölümünün emilmesini engellemektedir. ama posa da meyveyi tümüyle masumlaştırmamaktadır. yani siz fazla meyve yiyerek kendinize iyilik ettiğinizi düşünüyorsunuz. ama bir avuç trigliserit elde ediyorsunuz.
* bu trigliseritin önemi ne peki?
kolesterol masum bir maddedir. ve bütün hormonlarımızın hammaddesidir. sizi kadın, beni erkek yapan kolesteroldür. kolesterol olmazsa hormonlarımız olmaz. nitekim sıfır beden mankenlerimizin kolesterol almadıkları için hormonları çok azalır ve adetten kesilirler. ve maalesef tamamen sağlıklarını kaybederler.
anne sütü o yüzden kolesterolden zengindir. doğa kendi kendine zarar vermez. çocuğun kolesterole ihtiyacı var ki, anne sütünde de kolesterol var. ama eğer siz kolesterolün oksitlenmesine yol açarsanız o zaman damar sertliği olur. dolayısıyla kolesterolün kendisi zararlı değil, oksitlenmiş kolesterol zararlı.kolesterolü oksitleyen dört madde var. bunlardan biri de fruktoz. dediğim gibi sihirli sınır da 15 gram fruktoz. diyelim ki biz bir restorana gittik ve bonfilenin yanında bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 60 gram şeker, 30 gram fruktoz vardır. bu miktar ise 15 gram sınırını aşıyor. dolayısıyla yemekte bonfileden aldığımızkolesterol meyve suyundan veya meyveden aldığımız fruktozun fazlasının karaciğerde trigliserite dönüşmesi sonucu oksitlenerek damar sertliğine yol açıyor.
yani ne olur şarapta kalalım! çünkü şarap antioksidandır. özellikle kırmızı şarap. beyaz şarap beyaz üzümden, kırmızı şarap kırmızı üzümden yapılır diye bir ayrım yoktur. kırmızı şarabın önemi, üzümün kabuklarıyla birlikte ezilip mayalanmasından gelir. o yüzden beyaz şaraptan daha değerlidir. çünkü üzümün kabuğunda antioksidan bir sürü madde vardır ve bu antioksidanlar da damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur.
* çoğu beslenme uzmanı meyve ve sebze serbest diyor...
bir kere meyve ve sebze aynı satıra yazılmayı hak etmiyor. meyveden almak istediğimiz tüm antioksidanlar, vitaminler ve mineraller sebzede de var. halbuki meyvede, sebzeden farklı olarak oksitleyici şeker mevcut. burada taş devri diyeti önerenlere bir hatırlatmamız olmalı. o dönemki meyvelerin şeker içeriği bugünkü meyvelerden üç kat daha azdı. kültür bahçeciliği ile biz meyveleri giderek şekerlendirdik. yani 10 bin sene önce elmanın şeker içeriği bugünkü domatesin şeker içeriği kadardı. biz aslında meyveleri sağlığımıza zarar verecek hale getirdik. o yüzden taş devri diyeti’nde “istediğiniz kadar meyve yiyin” deniyor. ama hayır. meyve sakıncalı. içindeki fruktoz oranı yüzünden sakıncalı.
* vallahi ben yıllardır hiç içki içmiyorum ve çok meyve yiyorum. özellikle de üzüm...
ve kendinize zarar veriyorsunuz. çünkü bütün meyveler hem glikoz hem fruktoz hem de o ikisinin birlikteliğinden oluşan sakaroz içerir. unutmayın, bugün amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok,karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
* öyleyse ne kadar meyve yiyebiliriz?
meyveleri, az, çok ve orta şekerli diye, tabii ki geçişler var ama kabaca üçe bölmemiz mümkün. ilkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik, kayısı bir dereceye kadar az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiçbir şeker tüketmediyseniz, yani hiç pasta kek yemediyseniz, çayınıza, kahvenize şeker katmadıysanız, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebilirsiniz. elma, armut, şeftali, portakal mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. bunlardan da 300 gram yiyebilirsiniz. ama yine çayınıza, kahvenize hiç şeker koymamış, sabah kahvaltıda bal ve reçel yememiş olmak koşuluyla. eğer yediyseniz onları da bu miktardan düşmek gerekir.incir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebilirsiniz. yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi...
* peki ya karpuz ve kavun?
karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında... ama ben biliyorum ki mesela “yazın ne yemeli?” diye bir diyetisyene sorduğunuz zaman, “hafif yemeli. mesela beyaz peynir ve karpuzla öğlen yemeğini geçiştirmeli” der. tebrik ederim, yapmanız gereken en son şey bu. çünkü beyaz peynirden aldığınız kolesterolü karpuzdan aldığınız fruktozla oksitleyerek damar sertliğine yol açmış oluyorsunuz. ama buna karşın yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz... bu arada, sorunuza gelecek olursam, karpuz bir dilim yenir, ama bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. halbuki en fazla 400 gram , yani bir dilim yenmelidir. fazlası sağlığa zararlıdır.
* yani içki meyveden daha mı ehven-i şer?
alkol sınırını dünya sağlık örgütü belirledi. alkol karaciğer için bir toksik maddedir. bu kesin. bu toksik madde karaciğerde detoksifiye ediliyor, yani zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor. ama karaciğerin de bir sınırı var. erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. kadında ise yarısıdır; 10 gram .
* peki neye tekabül ediyor 20 gram alkol?
bir duble rakıya tekabül ediyor günde. veya 300 ml. biraya (bir şişe), veya 100 ml. şaraba (küçük bir kadeh). bu arada kadınlara bu oranların yarısını, mesela yarım kadeh şarap öneriyoruz. özellikle şarap az içildiği takdirde hem damar genişletici etkisinden dolayı dolaşımı rahatlatır, hem de antioksidan içeriği açısındankansere, kalp hastalığına ve damar sertliğine karşı koruyucu etki gösterir.
bir küçük kadeh şarap içmek, her gün de içilse sağlığa katkı sağlar, zarar vermez. ha, dini açıdan buna yaklaşırsanız, ben din bilimcisi değilim. ama sarhoş olmanın yasak olduğunu biliyorum. eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.
* ama bilim de alkole bir sınır, dolayısıyla bir yasak getiriyor...
elbette.
* peki neden kadın-erkek ayrımı var?
kadının metabolizması farklı. bunun yüzde 100 şu nedenle olduğu söylenemiyor. ama kadınlarda daha düşük orandaki alkolün karaciğerde hasara sebebiyet verdiği saptanmış durumda. o yüzden dünya sağlık örgütü, üst sınır olarak erkeğe günde 20 gram alkol önerirken, kadına 10 gram alkol öneriyor. yani yarısı kadar...
* peki haftanın üç günü birer kadeh içilse?
bu soru çok sık soruluyor bana. “ben 6 gün içmeyeyim ama 7’nci gün dört duble içeyim” diye... hayır. önerilen dozun her aşıldığı durum ciddi bir darbe vuruyor karaciğere. o yüzden her gün için ama bu sınırı dikkate alın.
*ben hiç içmiyorum...
bence her gün yarım kadeh kırmızı şarap sağlığınıza olumlu etki sağlar. rahatlatır, sonra antioksidan kaynağı olarak çok önemlidir. alkolün sınırlarını bilip o sınırlara özen gösterirseniz, şaraptan veya rakıdan korkmanız gerekmiyor. ama sınırınızı bileceksiniz.
* peki içkinin fazlası ne yapıyor vücuda?
bir kere kalorisi yüksek olduğu için kilo fazlalığı yapar. yani bütün o şişmanlığın getirdiği olumsuzlukları yanında taşır ama her şeyden önce karaciğeri zehirler ve karaciğer yetersizliğine neden olur. tıpta,matematik gibi eşittir işareti hiç yoktur. yani “sen şunu yaparsan şu olursun!” siz doğada bir ağacın üzerinde tıpkı iki yaprak gördünüz mü? hep bir biyolojik değişim vardır. ama çok ender olarak eşittir işareti vardır tıpta da. o da alkolü fazla tüketirsen karaciğer yetersizliği gelişir. iki artı iki eşittir dört gibi...
hareketsiz yaşam sürenler,şeker hasatlığına gebedir...şeker hastalığı ise kontrole alınmadığında,yaşlı-genç demez öldürür !!!..
sağlıklı kilo vermede spor asla yeterli olmaz. bugün şişmanlık, kaloriye dayandırılıyor.
oysa kalori hesabı fiziksel bir özelliktir.
ramazan bayramına :şeker bayramı adı koyan milletimizin şekerle başı dertte...
prof.demirkolla yapılan aşağıdaki sağlık sohbeti bizlere ders verecek mahiyette...
baklavalı,şekerli bayramımız yaklaşırken aman dikkat !..
gıdaların kimyasal özellikleri de var. siz sadece kaloriye baktığınız zaman o kimyasal özellikleri tümden yok sayıyorsunuz. mesela bizim bugünkü konumuz da olan şeker kendi başına eklem kıkırdağını eriterek dizde kireçlenmeye yol açıyor ve o kadar yaygın ki bu hastalık! diz protezi, kalça protezi yapılmasının başlıca nedeni şeker. damarları tıkayan da sanılanın aksine kolesterol değil, şeker.
*yani şeker sadece kalorisi ve şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da tehlikeli. “şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım” demek çok yanlış...
kesinlikle.
*peki ne kadar şeker kullanabiliriz?
günde 8 kesme şeker hakkınız var. başka hiçbir meyve ya da bal, reçel yememişseniz tabii.
* ben sabahları bir tatlı kaşığı bal yiyorum...
o zaman 6’ya iniyor şeker hakkınız. bal ağırlıklı olarak fruktoz içerdiği için, yiyeceğiniz meyveyi de üçte bir oranında düşürmeniz gerekir.
* peki hangisi daha zararlı? tuz mu, şeker mi?
kesinlikle şeker.
* tuz için de “günde en fazla 6 gram alın” deniyor...
tuz konusunda yeni çalışmalar var, bugüne kadar yapılan kısıtlamaların çok da doğru olmadığını gösteren... mesela siz tuzu terle vücuttan atabiliyorsunuz ama şekeri atamıyorsunuz. şeker direkt olarak size popo ve karın yağı olarak geri dönüyor. oralarda depolanan yağın ise getirdiği bir sürü olumsuzluk var. kalp hastalığı,damar sertliği gibi...
* iyi ama bazı dönemlerde tatlı yeme ihtiyacı artıyor insanın. o zaman ne yapacağız?
vücudun şeker talebi yoktur. ama biz sürekli şekerle beslendiğimiz zaman, vücudumuz zararlı olduğunu bildiği için şekeri metabolize edecek olan insülini hazır bekletir.
dolayısıyla sürekli fazla şeker ya da nişastayla beslenen kişinin açlık kan insülin düzeyi yükselir. açlık kan insülin düzeyi yükseldiği zaman kan şekeri düşer. kan şekeri düştüğü zaman, “eyvah kan şekeri düşüyor” sinyalini vücut size nasıl yansıtır? mide özsuyunu salgılatarak, size açlık hissettirerek... o yüzden de siz aşerirsiniz. “reçel kavanozu nerede?” diye aranmaya başlarsınız. halbuki 100 yaşını aşan insanların ortak özelliği nedir diye bakıldığında açlık insülin düzeylerinin düşük olduğu görüldü.
* yani uzun yaşamanın temelinde şeker yememek yatıyor...
evet. açlık insülin düzeyini düşük tuttuğunuz oranda sağlıklı ve uzun yaşarsınız. 1700 yılından kalma ingiltere’ye ait istatistikler var elimizde. kişi başına yıllık bildiğimiz şeker tüketimi ne kadar biliyor musunuz? 5 gram ! yani yaklaşık 1 kesme şekeri kadar. kesme şekeri 4 gram gerçi ama... demek ki, şeker bir ihtiyaç değil. tam tersi, sonradan tamamen alışkanlık olarak soframıza girmiş. 1801 yılında şeker pancarından da şeker üretilmeye başlanmış ve almanya’da ilk pancardan şeker üreten fabrika kurulmuş.
sonra bütün avrupa’da ard arda şeker fabrikaları açılmış. 1815 yılına gelindiğinde ingiltere’de kişi başına şeker tüketimi, 115 yıllık süre içinde tam bin 200 kat artmış ve 6 kiloya çıkmış. bugün orta avrupa’da yıllık kişi başına şeker tüketimi bir kişinin kendi beden ağırlığından fazla; tam 70 kilo! ve 1815’ten günümüze kadarşeker tüketim artış eğrisiyle, kanser, kalp hastalığı, inme, diyabet ve obezite gibi kronik hastalıklarda artış eğrisi bire bir örtüşüyor.
*merak ettim, siz şeker kullanıyor musunuz?
hiç. 38 senedir ne çayıma ne kahveme şeker koyuyorum. onun dışında tatlı hiç yemiyorum.
*ama hep denir ki şeker, yani glikoz beyin hücrelerini çalıştırır...
doğru, çok iyi hatırlattınız. eritrositin, omurilik ve beyin hücrelerinin enerji kaynağı glikozdur. ama şeker yiyerek daha akıllı olmuş bir insan gördünüz mü siz? çünkü vücut gereksinim duyduğu o glikozu yağdan da, proteinden de kendisi üretmeyi becerebiliyor. mesela spermin enerji kaynağı fruktozdur. peki siz hiç çok meyve yiyen müthiş bir erkek gördünüz mü? göremezsiniz, çünkü testis hücresi spermin ihtiyaç duyduğufruktozu kendisi üretir.
fruktoz çok dikkatli alınmalıdır. çünkü, şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker, yani bilimsel adıyla ‘sakaroz’ (bir yapay tatlandırıcı olan sakarinle karıştırılmamalı) iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır.
glikoz kan şekerimizin de adıdır. hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. vücudumuz şekerin zararlıolduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.
* nasıl?
eğer çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. insülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. çok az enerjiyle çok işler yapabilir. mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. bu fazla şeker, insülinaracılığıyla ya kas ve şeker depolarına götürülecek, ki vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır ve orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü, ya da insülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecektir.dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacaktır. ama insülinsalgılanırken bir de leptin denilen tokluk hormonu salgılanır. dolayısıyla belli bir miktar glikoz yedikten sonra vücut “pes” diyor, “artık yeme!” doyuruyor sizi. yani hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş oluyor.
şekerin ikinci bölümü olan fruktoz ise; insülin salgılatmadığı için tokluk hissi de yaratmaz.dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. işte bu çok tehlikeli. fruktozun günde 15 gram kadarı vücudumuzda değişik kimyasal süreçlerde kullanılabiliyor. eğer bundan fazla fruktoz alınırsa karaciğerde trigliseritedönüşür. trigliserit kan yağıdır. hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem devücudumuzun yağlanmasına yol açar.
amerika’da son 30-35 yıldır ortaya çıkan obezite salgını, meşrubatların, bisküvilerin, dondurmanın ya da diğer tatlıların mısır şurubuyla, yani fruktoz ağırlıklı üretilmiş olmasına bağlanıyor. çok şükür biz de amerikanlaştık!?çünkü bizde de mısırdan tatlandırıcı üreten 5 fabrika var. baklava şerbeti bile artık mısır şurubundan üretiliyor... böylece eskiden baklavayla şişmanlamamızdan daha fazla şişmanlamamız sağlanmış oldu.
* ama meyvedeki fruktoz doğal?
doğal sözcüğüne bayılıyorum. akrep zehiri de doğal, bir porsiyon ister misiniz??ister dondurmadan ister elmadan alın, fruktoz fruktozdur. 15 gramdan fazlası alındığında yağa dönüşür, kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine yol açar. ama yine de meyvenin meyve suyuna üstünlüğü var. meyve suyunda hiç posa bulunmadığından, fruktoz tümüyle emilirken, meyvedeki posa fruktozun hiç değilse bir bölümünün emilmesini engellemektedir. ama posa da meyveyi tümüyle masumlaştırmamaktadır. yani siz fazla meyve yiyerek kendinize iyilik ettiğinizi düşünüyorsunuz. ama bir avuç trigliserit elde ediyorsunuz.
* bu trigliseritin önemi ne peki?
kolesterol masum bir maddedir. ve bütün hormonlarımızın hammaddesidir. sizi kadın, beni erkek yapan kolesteroldür. kolesterol olmazsa hormonlarımız olmaz. nitekim sıfır beden mankenlerimizin kolesterol almadıkları için hormonları çok azalır ve adetten kesilirler. ve maalesef tamamen sağlıklarını kaybederler.
anne sütü o yüzden kolesterolden zengindir. doğa kendi kendine zarar vermez. çocuğun kolesterole ihtiyacı var ki, anne sütünde de kolesterol var. ama eğer siz kolesterolün oksitlenmesine yol açarsanız o zaman damar sertliği olur. dolayısıyla kolesterolün kendisi zararlı değil, oksitlenmiş kolesterol zararlı.kolesterolü oksitleyen dört madde var. bunlardan biri de fruktoz. dediğim gibi sihirli sınır da 15 gram fruktoz. diyelim ki biz bir restorana gittik ve bonfilenin yanında bir bardak şarap içmedik, sağlıklı olalım dedik, o yüzden bir bardak taze sıkılmış portakal suyu içtik. bir bardak portakal suyunda yaklaşık olarak 60 gram şeker, 30 gram fruktoz vardır. bu miktar ise 15 gram sınırını aşıyor. dolayısıyla yemekte bonfileden aldığımızkolesterol meyve suyundan veya meyveden aldığımız fruktozun fazlasının karaciğerde trigliserite dönüşmesi sonucu oksitlenerek damar sertliğine yol açıyor.
yani ne olur şarapta kalalım! çünkü şarap antioksidandır. özellikle kırmızı şarap. beyaz şarap beyaz üzümden, kırmızı şarap kırmızı üzümden yapılır diye bir ayrım yoktur. kırmızı şarabın önemi, üzümün kabuklarıyla birlikte ezilip mayalanmasından gelir. o yüzden beyaz şaraptan daha değerlidir. çünkü üzümün kabuğunda antioksidan bir sürü madde vardır ve bu antioksidanlar da damar sertliğine ve kansere karşı koruyucudur.
* çoğu beslenme uzmanı meyve ve sebze serbest diyor...
bir kere meyve ve sebze aynı satıra yazılmayı hak etmiyor. meyveden almak istediğimiz tüm antioksidanlar, vitaminler ve mineraller sebzede de var. halbuki meyvede, sebzeden farklı olarak oksitleyici şeker mevcut. burada taş devri diyeti önerenlere bir hatırlatmamız olmalı. o dönemki meyvelerin şeker içeriği bugünkü meyvelerden üç kat daha azdı. kültür bahçeciliği ile biz meyveleri giderek şekerlendirdik. yani 10 bin sene önce elmanın şeker içeriği bugünkü domatesin şeker içeriği kadardı. biz aslında meyveleri sağlığımıza zarar verecek hale getirdik. o yüzden taş devri diyeti’nde “istediğiniz kadar meyve yiyin” deniyor. ama hayır. meyve sakıncalı. içindeki fruktoz oranı yüzünden sakıncalı.
* vallahi ben yıllardır hiç içki içmiyorum ve çok meyve yiyorum. özellikle de üzüm...
ve kendinize zarar veriyorsunuz. çünkü bütün meyveler hem glikoz hem fruktoz hem de o ikisinin birlikteliğinden oluşan sakaroz içerir. unutmayın, bugün amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok,karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
* öyleyse ne kadar meyve yiyebiliriz?
meyveleri, az, çok ve orta şekerli diye, tabii ki geçişler var ama kabaca üçe bölmemiz mümkün. ilkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik, kayısı bir dereceye kadar az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiçbir şeker tüketmediyseniz, yani hiç pasta kek yemediyseniz, çayınıza, kahvenize şeker katmadıysanız, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebilirsiniz. elma, armut, şeftali, portakal mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. bunlardan da 300 gram yiyebilirsiniz. ama yine çayınıza, kahvenize hiç şeker koymamış, sabah kahvaltıda bal ve reçel yememiş olmak koşuluyla. eğer yediyseniz onları da bu miktardan düşmek gerekir.incir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebilirsiniz. yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi...
* peki ya karpuz ve kavun?
karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında... ama ben biliyorum ki mesela “yazın ne yemeli?” diye bir diyetisyene sorduğunuz zaman, “hafif yemeli. mesela beyaz peynir ve karpuzla öğlen yemeğini geçiştirmeli” der. tebrik ederim, yapmanız gereken en son şey bu. çünkü beyaz peynirden aldığınız kolesterolü karpuzdan aldığınız fruktozla oksitleyerek damar sertliğine yol açmış oluyorsunuz. ama buna karşın yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz... bu arada, sorunuza gelecek olursam, karpuz bir dilim yenir, ama bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. halbuki en fazla 400 gram , yani bir dilim yenmelidir. fazlası sağlığa zararlıdır.
* yani içki meyveden daha mı ehven-i şer?
alkol sınırını dünya sağlık örgütü belirledi. alkol karaciğer için bir toksik maddedir. bu kesin. bu toksik madde karaciğerde detoksifiye ediliyor, yani zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor. ama karaciğerin de bir sınırı var. erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. kadında ise yarısıdır; 10 gram .
* peki neye tekabül ediyor 20 gram alkol?
bir duble rakıya tekabül ediyor günde. veya 300 ml. biraya (bir şişe), veya 100 ml. şaraba (küçük bir kadeh). bu arada kadınlara bu oranların yarısını, mesela yarım kadeh şarap öneriyoruz. özellikle şarap az içildiği takdirde hem damar genişletici etkisinden dolayı dolaşımı rahatlatır, hem de antioksidan içeriği açısındankansere, kalp hastalığına ve damar sertliğine karşı koruyucu etki gösterir.
bir küçük kadeh şarap içmek, her gün de içilse sağlığa katkı sağlar, zarar vermez. ha, dini açıdan buna yaklaşırsanız, ben din bilimcisi değilim. ama sarhoş olmanın yasak olduğunu biliyorum. eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.
* ama bilim de alkole bir sınır, dolayısıyla bir yasak getiriyor...
elbette.
* peki neden kadın-erkek ayrımı var?
kadının metabolizması farklı. bunun yüzde 100 şu nedenle olduğu söylenemiyor. ama kadınlarda daha düşük orandaki alkolün karaciğerde hasara sebebiyet verdiği saptanmış durumda. o yüzden dünya sağlık örgütü, üst sınır olarak erkeğe günde 20 gram alkol önerirken, kadına 10 gram alkol öneriyor. yani yarısı kadar...
* peki haftanın üç günü birer kadeh içilse?
bu soru çok sık soruluyor bana. “ben 6 gün içmeyeyim ama 7’nci gün dört duble içeyim” diye... hayır. önerilen dozun her aşıldığı durum ciddi bir darbe vuruyor karaciğere. o yüzden her gün için ama bu sınırı dikkate alın.
*ben hiç içmiyorum...
bence her gün yarım kadeh kırmızı şarap sağlığınıza olumlu etki sağlar. rahatlatır, sonra antioksidan kaynağı olarak çok önemlidir. alkolün sınırlarını bilip o sınırlara özen gösterirseniz, şaraptan veya rakıdan korkmanız gerekmiyor. ama sınırınızı bileceksiniz.
* peki içkinin fazlası ne yapıyor vücuda?
bir kere kalorisi yüksek olduğu için kilo fazlalığı yapar. yani bütün o şişmanlığın getirdiği olumsuzlukları yanında taşır ama her şeyden önce karaciğeri zehirler ve karaciğer yetersizliğine neden olur. tıpta,matematik gibi eşittir işareti hiç yoktur. yani “sen şunu yaparsan şu olursun!” siz doğada bir ağacın üzerinde tıpkı iki yaprak gördünüz mü? hep bir biyolojik değişim vardır. ama çok ender olarak eşittir işareti vardır tıpta da. o da alkolü fazla tüketirsen karaciğer yetersizliği gelişir. iki artı iki eşittir dört gibi...
insanlar nasıl kronik hastalık yiyor?
mülakat
demirkolun mesleği cerrahlık olmasına rağmen, uzun yıllar beslenme üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akıllı beslenmenin sırrını bulmuş. o bir “akıllı beslenme” uzmanı. insanları bıçak altına yatmaktan ve hasta olmaktan koruyacak formülü bilimsel olarak açıklıyor...
açıklamalarına başlarken samimi bir dille “ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum atalarımızın 60-100 sene önce anadolu topraklarındaki beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum” diyor.
farkında olmadan nasıl kronik hastalık yiyoruz? kronik hastalıklara sebep mikro besin açlığı nedir? gıdalardan aldığımız, sağlıklı yaşam için en önemli madde olan omega-3, gıda emperyalizmi tarafından nasıl yok edildi? kanser, kalp-damar hastalıkları, ajerji, romatizmal hastalıklar, depresyon ve ruhsal hastalıklarla omega-3 arasındaki bağ ne?
istanbul üniversitesi istanbul tıp fakültesi genel cerrahi abd öğretim üyesi prof. dr. kenan demirkol cevapları:
işte tüm bu soruların cevabı ve akıllı beslenmenin sırrı…
“16 ekim’de dünya gıda gününde ankara’da ziraat ve kimya mühendisleri odasında yüzyılımızın utancı: açlik başlıklı bir konferans düzenlendi. orada da söylediğim ve şimdi size de açıklayacağım benim üzerinde durduğum konu mikronutrient yani mikro besin açlığıdır! şimdi bu ne diyeceksiniz?
insanlar nasıl kronik hastalık yiyor?
dünya sağlık örgütü kronik hastalıkları önlenebilir hastalık olarak tanımlıyor. kronik hastalıklara sebep olan faktörlerin başında; hatalı beslenme, tütün kullanımı ve hareketsiz yaşam geliyor. son yıllarda yapılan araştırmalardan, dünyada bir yılda 58 milyon insanın öldüğü görülüyor, bu ölümlerin yüzde 60’ı kronik hastalıklardan kaynaklanıyor. 10 yıl içinde bu oranının yüzde 77’ye çıkması bekleniyor.
madem kronik hastalıklar önlenebilir hastalıklar niçin artması bekleniyor?
günümüzde, kanser, kalp-damar hastalıkları, inme dediğimiz ölümcül hastalıklar, alerji, romatizma ve şeker gibi kronik hastalıklar, sinirsel ve ruhsal hatalıklar hızla artıyor. bu artışın sebebini bilimsel olarak incelediğimizde, tüm bu hastalıkların ana kaynağının mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığından oluşan hatalı beslenme ile ilişkili olduğu sonucuna varıyoruz.
peki nedir bu mikro besin açlığı?
mikro besin açlığı insanların yedikleri gıdadan doğal olarak almaları gereken besin maddelerini alamamalarından ortaya çıkar. bu mikro açlık gıda emperyalizminin yani yapay beslenmenin bir ürünüdür. mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığının önüne geçilirse kronik hastalıklar önlenebilir!
mikro besin açlığının ilk sebebi omega-3 yağ asitleridir. omega-3 insan için hayati bir olaydır… günümüzde tükettiğimiz gıdalardan ihtiyacımız olan omega-3 asitlerini alamıyoruz. bunun ana sebebi kara hayvanlarının ahıra tıkılmasıdır. kara hayvanları meradan kopup ahıra girince, etinden ve sütünden omega-3 alamaz olduk.
ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 – 100 sene önceki anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!
omega-3 eksikliğinden nasıl hasta oluyoruz?
insanda her hücre zarında omega-3 vardır. her hücre zarı protein ve yağdan oluşur. buradaki yağ omega-3 ve oleik asitten oluşur. eğer hücreler ihtiyacı olan doğal yağı alamazsa damarlar sertleşiyor ve bu da pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp inme veya enfarktüs olmasına yol açıyor. omega-3 eksikliği bağışıklık sistemine zarar veriyor alerjiler, şeker, romatizma, kanser kronik hastalıklara sebep oluyor. beyine de hasar veriyor.
omega-3 kaynaklarımız çok azaldı. omega-3’ün esas kaynağı yeşillik. balıklar yosun yiyerek, merada beslenen büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar da yeşil ot yiyerek omega-3 alıyorlar ve insanlar bunları tükettiğinde de ihtiyacı olan omega-3’ü almış oluyorlar. ancak yapay yemleme ile omega-3 kaynaklarımız çok azaldı!
omega-3, dolayısı ile mikro besin açlığı yapay yem ile başlıyor! aslına bakarsanız şu anda dünyada bir gıda emperyalizmi var! iş yapay yem ile başlıyor, birileri para kazanmak istiyor, köylünün kapısına gidip daha fazla süt veriyor diye yapay yem pazarlıyor. bir çobanın aylık maliyeti 2 – 2,5 milyar ytl ve merada otlayan inek daha az ama sağlıklı süt verir.
köylüye yapay yemi daha ucuza pazarlayıp önce köylüyü alıştırıyorlar. bu noktada köylü, kapısına servis yapılan hazır yemi, hem daha fazla süt veriyor hem de çoban masrafından kurtulurum düşüncesi ile ucuza alıp kar ettiğini sanıyor.
kapıya gelen yapay yem; hem köylüyü tembelleştiriliyor, hem de köylüyü ve hayvanını doğal sağlıklı beslenmeden mahrum bırakıp sonunda her açıdan zarara uğratmış oluyor. tabi burada sadece köylü değil köylünün ürettiğini yiyen halk ve beraberinde ülke ekonomisi de zarara uğramış oluyor. yani zincir uzayıp gidiyor…
bu arada, yine omega-3 kaynağımız balıklar da daha fazla üretim için çiftliklerde yapay yem ile yetiştikleri zaman yeteri kadar omega-3 içermiyorlar. yani yapay yem hem denizden hem karadan omega-3 kaynaklarımızı yok ediyor.”
biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik?
"hayvan ahırda yapay yem ile, sadece şeker pancarı küspesi, mısır, pirinç kırığı gibi ürünlerle tahıl ağırlıklı besleniyor. daha fazla süt alabilmek için hayvana nişasta ağırlıklı yem dayatılıyor. hayvanın ot ve yonca gibi yeşillikle beslenmesi gerekiyor çünkü doğal olarak ihtiyacı olan besin o!
eğer ben 40 litre süt elde etmeyi verimlilik sayarsam, sütün tüketilmesi sonrası insanlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların masrafını nasıl açılayabilirim?
nişasta içerikli yem verildiğinde hayvan çok süt yapıyor ama bu süt süt değil zehir!
doğal beslenen ineğin sütünde omega–3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde40 daha az görülmektedir.
yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. işte bu doğal sütün eseridir. doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda çevreyle ilgili hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15i geçmiyor. ekolojik hayvancılık denince akla "çevreyle ilgili tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. ineğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı?
-“çağın mesleği psikiyatri”
hücre duvarı bizim gümrük kapımız. omega-3 olmayınca hücreler arşidonik asit kullanmaya başlıyor, ama bu arşidonik asit aynı zamanda stres hormonu üretiyor. damar elastikiyetini kaybediyor ve damar hastalıkları ortaya çıkıyor, insanın şeker hastası olması kolaylaşıyor. stres hormonları artınca aşırı pıhtılaşma oluyor ve bu da kalp hastalıklarına yol açıyor.
omega-3’ten yoksun olduğumuz için ülkemizde depresyon oranı çok yüksek. eğer önlem alınmazsa çağın mesleği psikiyatri!
makro beslenme yani doymuş yağlardan fazla besnme de mikro beslenme açlığına sebep oluyor!
omega-6yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3ü de değerlendirmeden bağırsak yolu ile vücuttan hemen atıyoruz. omega–3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz, hücre duvarı da omega-3ten oluşuyor, vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor, omega–3 yerine, omega–6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor, ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesidir. gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz, dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
omega-3ten zengin beslenenlerde depresyon görülmüyor!
omega-3ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. zihinsel performans artıyor. beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega–3 olmak zorunda. ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
burada yinelemek istiyorum, ben anadolu beslenmesini tanımlıyorum, onların bilimsel araştırmasını açıklıyorum. tereyağı ile beslenen atalarımız da tereyağından omega-3 ve oleik asitleri alıyorlardı. ancak günümüzde tereyağı tüketeceksek sadece ve sadece yüzde100 merada beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağı tüketilmelidir. diğer türlü ahırda beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağının faydadan çok zararı vardır. burada gıdaları tüketirken düşünüp, matematiğini yaptıktan sonra almak en akıllısı…
omega-3 ile beslenen çocuklar tv seyretmek istemiyor!
amerika’da gelişme çağındaki öğrenciler üzerinde bir deney yapıyorlar; bu deneyde öğrencilerin yarısı normal beslenirke, diğer yarısına normal beslenmelerine ek olarak her gün omega-3 desteği balık yağı veriyorlar. normal beslenen çocuklar sıradan yaşamlarına devam ederken, balık yağı içen çocuklar kısa bir müddet sonra gözlenen ilk gelişme, omega-3 alan öğrencilerin kendiliğinden hocam bu okulda kütüphane var mı sorusunu sorarak, kütüphane aramaya başlamaları oluyor. ikinci gelişme isa anne babalar tarafından evde gözleniyor, omega-3 alan çocuklar evde televizyon izlemek istemiyorlar, bunun yerine kendiliğinden kitap okumayı ve ders çalışmayı istiyorlar... üçüncü gelişme ise yine okulda öğretmalnler taraından gözleniyor, omega-3 alan çocuklar derslere daha ilgili oluyorlar ve başarı oranlarında yüzde20 artıyor.
mikro besin açlığının ikinci sebebi cla eksikliğidir!
doğal sütten mahrum kalan insanlar, cla’dan ( conjuge lineoik asit) mahrum kalıyorlar bu antioksidan bir maddedir. insanlardaki yaşlanma hücrelerdeki oksitlenme sonucu ortaya çıkar! ikinci ciddi açlık antioksidan açlığıdır.
asla cla hapı kullanmayın kalp hastalığı yapıyor.
bu antioksidan eksikliğine çare diye aspir çiçeğinden elde edilmiş haplar cla hapı olarak satılıyor. ancak bu haplar izomer yani üç boyutlu açıdan bakıldığında zararlı. vücudun yağ depolamasını engelliyor. aspir çiçeğinde elde edilmiş cla hapı, kalp kas hücrelerinde omega-3’ü ayrıştırıyor ve bunun sonu kalp yetersizliğine yol açıyor.
mikro besin açlığının üçüncü sebebi insüline benzer büyüme hormonu eksikliğidir
merada otlamış hayvanın doğal sütünde ayrıca insüline benzer büyüme hormonu var ve bu hormon adeta gençlik aşısıdır.
hayvanlar ahıra tıkılınca hatalı beslenme ve ani ölümler ortaya çıktı. dedem 110 yaşında öldü. 100 yaşından sonra üçüncü dişleri çıktı, tereyağı çocuğuydu. babam 59 yaşında yaşında öldü, margarin çocuğuydu.
hayvanlar ahıra tıkıldıktan sonra, yeşillikten mahrum kaldılar, beraberine sütten omega-3, cla ve insülüne benzer büyüme hormonu alınamaz oldu.
bunlar da mikro besin eksikliği ve makro beslenme fazlalığı ile beraberinde kronik hastalıkları getirdi. işte kronik hastalıklar dediğimiz başta; alerji, astım, kalp-damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve kanserin neden bu kadar artıyor sorularının yanıtı çok açık değil mi?"
makro besin fazlalığının sebebi: doymuş yağ içeren besinler
“balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki omega-3 yok oluyor! patates kızartması kolaya gelen ve çocuklara çok sevdirilen bir gıda haline geldi, patates ayçiçeği veya mısırözü yağında kızartıldığında 1 porsiyon patates 6gr.trans yağ içerir. işte çocuklarda erken yaşlarda obezite başlamasının ana sebeplerinden biri budur.
doymuş yağ içeren besinler mikro besin açlığına sebep olurken, diğer yandan makro besin fazlalığına sebep olmaktadırlar. omega-6yı çok tükettiğimiz için farkında olmadan omega-3ün yolunu kesiyoruz. insan vücudunda omega-3 ve omega-6’yı aynı enzimler tüketir, omega-6’yı fazla aldığımız zaman ihtiyacımız olan omega-3 bağırsaklardan dışkı yolu atılır.
“bu yağlar gıda emperyalizminin ürünü”
omega-6’dan zengin yağlar ayçiçeği, mısırözü ve soya yağları insan sağlığı için çok zararlı olduğunu başkan bush abd halkına yaptığı açıklamada itiraf etti ve “bu yağları tüketmeyin” dedi. çünkü bu yağlar sebep olduğu hastalıklardan dolayı ekonomik dengeleri bozuyordu!
aslına bakarsanız bu yağlar gıda emperyalizminin ürünüdür. ikinci dünya savaşından sonra ayçiçeği yağını ilk rusya üretip tüketmeye başladı ve balkan göçmenleri aracılığı ile türkiye’ye ayçiçeği yağı kültürü girdi. mısırözü yağı abd emperyalizmi üzerinden dünyaya yayılmıştır. şimdiki kanola dayatması da yine abd emperyalizminin işidir. kanola, kolzanın gdo’lu tohumundan üretilir.
ikincisi bu yağlar 40 derecenin üstünde kolaylıkla bizim trans yağ dediğimiz yapay yağ asitleri üretmeye başlar, doğada olmayan yağları insan vücudu tanımadığı için biriktirir, insan vücudunda biriken bu yağ asitleri kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep olur. diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozabiliyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep olabiliyor.
artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği, mısırözü ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor.
mülakat: nihal doğan
mülakat
demirkolun mesleği cerrahlık olmasına rağmen, uzun yıllar beslenme üzerine yaptığı araştırmalar sonucu akıllı beslenmenin sırrını bulmuş. o bir “akıllı beslenme” uzmanı. insanları bıçak altına yatmaktan ve hasta olmaktan koruyacak formülü bilimsel olarak açıklıyor...
açıklamalarına başlarken samimi bir dille “ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum atalarımızın 60-100 sene önce anadolu topraklarındaki beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum” diyor.
farkında olmadan nasıl kronik hastalık yiyoruz? kronik hastalıklara sebep mikro besin açlığı nedir? gıdalardan aldığımız, sağlıklı yaşam için en önemli madde olan omega-3, gıda emperyalizmi tarafından nasıl yok edildi? kanser, kalp-damar hastalıkları, ajerji, romatizmal hastalıklar, depresyon ve ruhsal hastalıklarla omega-3 arasındaki bağ ne?
istanbul üniversitesi istanbul tıp fakültesi genel cerrahi abd öğretim üyesi prof. dr. kenan demirkol cevapları:
işte tüm bu soruların cevabı ve akıllı beslenmenin sırrı…
“16 ekim’de dünya gıda gününde ankara’da ziraat ve kimya mühendisleri odasında yüzyılımızın utancı: açlik başlıklı bir konferans düzenlendi. orada da söylediğim ve şimdi size de açıklayacağım benim üzerinde durduğum konu mikronutrient yani mikro besin açlığıdır! şimdi bu ne diyeceksiniz?
insanlar nasıl kronik hastalık yiyor?
dünya sağlık örgütü kronik hastalıkları önlenebilir hastalık olarak tanımlıyor. kronik hastalıklara sebep olan faktörlerin başında; hatalı beslenme, tütün kullanımı ve hareketsiz yaşam geliyor. son yıllarda yapılan araştırmalardan, dünyada bir yılda 58 milyon insanın öldüğü görülüyor, bu ölümlerin yüzde 60’ı kronik hastalıklardan kaynaklanıyor. 10 yıl içinde bu oranının yüzde 77’ye çıkması bekleniyor.
madem kronik hastalıklar önlenebilir hastalıklar niçin artması bekleniyor?
günümüzde, kanser, kalp-damar hastalıkları, inme dediğimiz ölümcül hastalıklar, alerji, romatizma ve şeker gibi kronik hastalıklar, sinirsel ve ruhsal hatalıklar hızla artıyor. bu artışın sebebini bilimsel olarak incelediğimizde, tüm bu hastalıkların ana kaynağının mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığından oluşan hatalı beslenme ile ilişkili olduğu sonucuna varıyoruz.
peki nedir bu mikro besin açlığı?
mikro besin açlığı insanların yedikleri gıdadan doğal olarak almaları gereken besin maddelerini alamamalarından ortaya çıkar. bu mikro açlık gıda emperyalizminin yani yapay beslenmenin bir ürünüdür. mikro besin açlığı ve makro besin fazlalığının önüne geçilirse kronik hastalıklar önlenebilir!
mikro besin açlığının ilk sebebi omega-3 yağ asitleridir. omega-3 insan için hayati bir olaydır… günümüzde tükettiğimiz gıdalardan ihtiyacımız olan omega-3 asitlerini alamıyoruz. bunun ana sebebi kara hayvanlarının ahıra tıkılmasıdır. kara hayvanları meradan kopup ahıra girince, etinden ve sütünden omega-3 alamaz olduk.
ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 – 100 sene önceki anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!
omega-3 eksikliğinden nasıl hasta oluyoruz?
insanda her hücre zarında omega-3 vardır. her hücre zarı protein ve yağdan oluşur. buradaki yağ omega-3 ve oleik asitten oluşur. eğer hücreler ihtiyacı olan doğal yağı alamazsa damarlar sertleşiyor ve bu da pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp inme veya enfarktüs olmasına yol açıyor. omega-3 eksikliği bağışıklık sistemine zarar veriyor alerjiler, şeker, romatizma, kanser kronik hastalıklara sebep oluyor. beyine de hasar veriyor.
omega-3 kaynaklarımız çok azaldı. omega-3’ün esas kaynağı yeşillik. balıklar yosun yiyerek, merada beslenen büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar da yeşil ot yiyerek omega-3 alıyorlar ve insanlar bunları tükettiğinde de ihtiyacı olan omega-3’ü almış oluyorlar. ancak yapay yemleme ile omega-3 kaynaklarımız çok azaldı!
omega-3, dolayısı ile mikro besin açlığı yapay yem ile başlıyor! aslına bakarsanız şu anda dünyada bir gıda emperyalizmi var! iş yapay yem ile başlıyor, birileri para kazanmak istiyor, köylünün kapısına gidip daha fazla süt veriyor diye yapay yem pazarlıyor. bir çobanın aylık maliyeti 2 – 2,5 milyar ytl ve merada otlayan inek daha az ama sağlıklı süt verir.
köylüye yapay yemi daha ucuza pazarlayıp önce köylüyü alıştırıyorlar. bu noktada köylü, kapısına servis yapılan hazır yemi, hem daha fazla süt veriyor hem de çoban masrafından kurtulurum düşüncesi ile ucuza alıp kar ettiğini sanıyor.
kapıya gelen yapay yem; hem köylüyü tembelleştiriliyor, hem de köylüyü ve hayvanını doğal sağlıklı beslenmeden mahrum bırakıp sonunda her açıdan zarara uğratmış oluyor. tabi burada sadece köylü değil köylünün ürettiğini yiyen halk ve beraberinde ülke ekonomisi de zarara uğramış oluyor. yani zincir uzayıp gidiyor…
bu arada, yine omega-3 kaynağımız balıklar da daha fazla üretim için çiftliklerde yapay yem ile yetiştikleri zaman yeteri kadar omega-3 içermiyorlar. yani yapay yem hem denizden hem karadan omega-3 kaynaklarımızı yok ediyor.”
biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik?
"hayvan ahırda yapay yem ile, sadece şeker pancarı küspesi, mısır, pirinç kırığı gibi ürünlerle tahıl ağırlıklı besleniyor. daha fazla süt alabilmek için hayvana nişasta ağırlıklı yem dayatılıyor. hayvanın ot ve yonca gibi yeşillikle beslenmesi gerekiyor çünkü doğal olarak ihtiyacı olan besin o!
eğer ben 40 litre süt elde etmeyi verimlilik sayarsam, sütün tüketilmesi sonrası insanlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların masrafını nasıl açılayabilirim?
nişasta içerikli yem verildiğinde hayvan çok süt yapıyor ama bu süt süt değil zehir!
doğal beslenen ineğin sütünde omega–3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde40 daha az görülmektedir.
yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. işte bu doğal sütün eseridir. doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda çevreyle ilgili hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15i geçmiyor. ekolojik hayvancılık denince akla "çevreyle ilgili tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. ineğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı?
-“çağın mesleği psikiyatri”
hücre duvarı bizim gümrük kapımız. omega-3 olmayınca hücreler arşidonik asit kullanmaya başlıyor, ama bu arşidonik asit aynı zamanda stres hormonu üretiyor. damar elastikiyetini kaybediyor ve damar hastalıkları ortaya çıkıyor, insanın şeker hastası olması kolaylaşıyor. stres hormonları artınca aşırı pıhtılaşma oluyor ve bu da kalp hastalıklarına yol açıyor.
omega-3’ten yoksun olduğumuz için ülkemizde depresyon oranı çok yüksek. eğer önlem alınmazsa çağın mesleği psikiyatri!
makro beslenme yani doymuş yağlardan fazla besnme de mikro beslenme açlığına sebep oluyor!
omega-6yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3ü de değerlendirmeden bağırsak yolu ile vücuttan hemen atıyoruz. omega–3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz, hücre duvarı da omega-3ten oluşuyor, vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor, omega–3 yerine, omega–6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor, ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesidir. gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz, dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
omega-3ten zengin beslenenlerde depresyon görülmüyor!
omega-3ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. zihinsel performans artıyor. beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega–3 olmak zorunda. ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
burada yinelemek istiyorum, ben anadolu beslenmesini tanımlıyorum, onların bilimsel araştırmasını açıklıyorum. tereyağı ile beslenen atalarımız da tereyağından omega-3 ve oleik asitleri alıyorlardı. ancak günümüzde tereyağı tüketeceksek sadece ve sadece yüzde100 merada beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağı tüketilmelidir. diğer türlü ahırda beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağının faydadan çok zararı vardır. burada gıdaları tüketirken düşünüp, matematiğini yaptıktan sonra almak en akıllısı…
omega-3 ile beslenen çocuklar tv seyretmek istemiyor!
amerika’da gelişme çağındaki öğrenciler üzerinde bir deney yapıyorlar; bu deneyde öğrencilerin yarısı normal beslenirke, diğer yarısına normal beslenmelerine ek olarak her gün omega-3 desteği balık yağı veriyorlar. normal beslenen çocuklar sıradan yaşamlarına devam ederken, balık yağı içen çocuklar kısa bir müddet sonra gözlenen ilk gelişme, omega-3 alan öğrencilerin kendiliğinden hocam bu okulda kütüphane var mı sorusunu sorarak, kütüphane aramaya başlamaları oluyor. ikinci gelişme isa anne babalar tarafından evde gözleniyor, omega-3 alan çocuklar evde televizyon izlemek istemiyorlar, bunun yerine kendiliğinden kitap okumayı ve ders çalışmayı istiyorlar... üçüncü gelişme ise yine okulda öğretmalnler taraından gözleniyor, omega-3 alan çocuklar derslere daha ilgili oluyorlar ve başarı oranlarında yüzde20 artıyor.
mikro besin açlığının ikinci sebebi cla eksikliğidir!
doğal sütten mahrum kalan insanlar, cla’dan ( conjuge lineoik asit) mahrum kalıyorlar bu antioksidan bir maddedir. insanlardaki yaşlanma hücrelerdeki oksitlenme sonucu ortaya çıkar! ikinci ciddi açlık antioksidan açlığıdır.
asla cla hapı kullanmayın kalp hastalığı yapıyor.
bu antioksidan eksikliğine çare diye aspir çiçeğinden elde edilmiş haplar cla hapı olarak satılıyor. ancak bu haplar izomer yani üç boyutlu açıdan bakıldığında zararlı. vücudun yağ depolamasını engelliyor. aspir çiçeğinde elde edilmiş cla hapı, kalp kas hücrelerinde omega-3’ü ayrıştırıyor ve bunun sonu kalp yetersizliğine yol açıyor.
mikro besin açlığının üçüncü sebebi insüline benzer büyüme hormonu eksikliğidir
merada otlamış hayvanın doğal sütünde ayrıca insüline benzer büyüme hormonu var ve bu hormon adeta gençlik aşısıdır.
hayvanlar ahıra tıkılınca hatalı beslenme ve ani ölümler ortaya çıktı. dedem 110 yaşında öldü. 100 yaşından sonra üçüncü dişleri çıktı, tereyağı çocuğuydu. babam 59 yaşında yaşında öldü, margarin çocuğuydu.
hayvanlar ahıra tıkıldıktan sonra, yeşillikten mahrum kaldılar, beraberine sütten omega-3, cla ve insülüne benzer büyüme hormonu alınamaz oldu.
bunlar da mikro besin eksikliği ve makro beslenme fazlalığı ile beraberinde kronik hastalıkları getirdi. işte kronik hastalıklar dediğimiz başta; alerji, astım, kalp-damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve kanserin neden bu kadar artıyor sorularının yanıtı çok açık değil mi?"
makro besin fazlalığının sebebi: doymuş yağ içeren besinler
“balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki omega-3 yok oluyor! patates kızartması kolaya gelen ve çocuklara çok sevdirilen bir gıda haline geldi, patates ayçiçeği veya mısırözü yağında kızartıldığında 1 porsiyon patates 6gr.trans yağ içerir. işte çocuklarda erken yaşlarda obezite başlamasının ana sebeplerinden biri budur.
doymuş yağ içeren besinler mikro besin açlığına sebep olurken, diğer yandan makro besin fazlalığına sebep olmaktadırlar. omega-6yı çok tükettiğimiz için farkında olmadan omega-3ün yolunu kesiyoruz. insan vücudunda omega-3 ve omega-6’yı aynı enzimler tüketir, omega-6’yı fazla aldığımız zaman ihtiyacımız olan omega-3 bağırsaklardan dışkı yolu atılır.
“bu yağlar gıda emperyalizminin ürünü”
omega-6’dan zengin yağlar ayçiçeği, mısırözü ve soya yağları insan sağlığı için çok zararlı olduğunu başkan bush abd halkına yaptığı açıklamada itiraf etti ve “bu yağları tüketmeyin” dedi. çünkü bu yağlar sebep olduğu hastalıklardan dolayı ekonomik dengeleri bozuyordu!
aslına bakarsanız bu yağlar gıda emperyalizminin ürünüdür. ikinci dünya savaşından sonra ayçiçeği yağını ilk rusya üretip tüketmeye başladı ve balkan göçmenleri aracılığı ile türkiye’ye ayçiçeği yağı kültürü girdi. mısırözü yağı abd emperyalizmi üzerinden dünyaya yayılmıştır. şimdiki kanola dayatması da yine abd emperyalizminin işidir. kanola, kolzanın gdo’lu tohumundan üretilir.
ikincisi bu yağlar 40 derecenin üstünde kolaylıkla bizim trans yağ dediğimiz yapay yağ asitleri üretmeye başlar, doğada olmayan yağları insan vücudu tanımadığı için biriktirir, insan vücudunda biriken bu yağ asitleri kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep olur. diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozabiliyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep olabiliyor.
artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği, mısırözü ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor.
mülakat: nihal doğan
son yıllarda batılı tıp kaynaklarında kronik hastalıkların vücuttaki oluş mekanizmasının allostaz adı verilen bir terimle açıklandığı gözleniyor. buna göre; hastalıkların oluşması için öncelikle vücudun, beyin tarafından yönetilen genel çalışma düzeninin bozulması gerekiyor. bu bozulma sonucu hücresel düzeyde gelişen artık maddeler (oksidan: oksidasyona yol açan) vücudun iyi çalışmayan dokularında birikerek zarara yol açıyor.
örneğin; allostaz etkisiyle gelişen kan basıncı düzensizlikleri damar iç yapısını bozuyor, ardından oksidan maddeler zayıflayan damar yapısının daha da bozulmasına yol açıyor ve ardından, eğer bu olay kalpte gelişirse, kalp damarlarının tıkanmasına neden olan ortamın oluşmasını sağlıyor.
antioksidan adı verilen ve çoğunluğu beslenme desteği adı altında tanıtılan ancak hastalıkların oluşum mekanizmasını düzeltebilen bu tür maddelerin etkinliğini ispat etmiş önemli üyelerinden biri de balık yağı’dır.
eskimolarda neden kalp, şeker, tiroid ve hipertansiyon gibi hastalıkların çok az görüldüğü üzerine yapılan araştırmalarla yıldızı parlayan balık yağı; günde ortalama 10.000 mg balık yağı tüketen kuzeyli insanların gerçek sağlık mucizesinin nedeni olduğunu ortaya koyuyor.
diğer yağlara göre omega iii oranı besinlerimizde kısıtlı miktarda bulunuyor. badem, ceviz gibi kabuklu kuruyemişler, keten tohumu değerli birer omega iii kaynağı. az miktarda yeşil sebzelerde yer alıyor. en çok balık yağı, soğuk sularda yaşayan somon, ton, levrek ve kalkan gibi türlerde bulunuyor. sıcak olan denizlerimizde yaşayan balıklarda omega iii oranı daha az. kısaca, balık dışında günlük besinlerimiz içinde omega iii neredeyse yok gibi. aşağıda ayrıntılı araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, faydası alınan doza bağlı olarak artış gösteren balık yağı, sağlığımız için önemli bir besin maddesi olma yolunda ilerliyor.
öncelikle alınacak omega iii miktarı konusuna bir açıklık getirmek gerekir. amerikan ilaç ve besin birliği (fda) günlük 3000 mg’a kadar önermiştir. ancak yapılan çalışmalar bu miktarın 10 katının güvenli olduğunu göstermiştir (preventive medicine 39: 212-20, 2004) halen eczanelerde 500 mg dozunda bulunan preparatların çocuklar için günde 1 adet alması önerilmektedir. ayrıca hastalarıma önerdiğim 1000 mg günde 3 kez dozu, konuya hakim olmayan eczacılar tarafından çok görülmekte ve hastalar yanlış yönlendirilmektedir. omega iii çocuk ve erişkinler için günde en az 1500-3000 mg alınmalıdır. 500 mg gibi alınacak daha düşük dozların belirgin faydası olmayacak ve omega iiiün işe yaramadığı gibi yanlış bir kanı ortaya çıkacaktır.
iki ayrı araştırma omega iiiün ani ölüm riskini %45 azalttığını bildirmiştir. (mayo clinic proceedings 75:607-14, 2000, journal american board family medicine 2006 sep-oct; 19(5):459-67).
almanya da yapılan bir çalışmada, yoğun bakım ünitesinde yatan hastalara günde 7000 mg ve üzerinde omega iii verilmiş. sonuç; ölüm oranı %37 azalmış. yoğun bakımda kalış süresi kısalmış, antibiyotik ihtiyacı azalmış. (critical care medicine 34: 972-79, 2006)
çarpıntı (taşikardi) için günde 1000 mg omega iii verilmiş. beta blokör ilaçlar ile aynı sonuç elde edilmiş. üstelik beta blokörlerin yan etkileri de (yorgunluk, cinsel güçsüzlük ve öksürük) görülmemiş. (journal american college cardiology 48: 478, 2006)
omega iii tek başına aspirin ve kolesterol düşürücü ilaçlardan daha etkilidir. european j med research 20: 332-36, 2003.
günde 3000 mg omega iii alınmasıyla alzheimer hastalığı riski % 50 oranında azaltılır. (american journal clinical nutrition 2006 jun;83 (6 suppl):1494s-1498s)
omega iii maküler dejenerasyonu (yaşlılığa bağlı gelişen göz bozukluğu) % 40 oranında düzeltir ve görülme sıklığını % 75 oranında azaltır. (archives ophthalmology 2006 jul;124(7):981-6)
günde alınan 3000 mg omega iii kolesterol düzeylerini normale döndürür. (preventive medicine 39: 212-20, 2006)
1000 mg omega iii depresyonu belirtilerini belirgin biçimde azaltır. preventive medicine 42: 4, 2006
hamilelik sonrası depresyon, hamilelik süresince alınan omega iii ile önlenebilir. journal clinical psychiatry 64: 1284-92, 2003, journal forensic science 50: 1466, 2005, archives women’s mental health 7: 99, 2004, journal psychosomatic medicine obstetrics gynecology 24: 257, 2003
kalp damar hastalıkları ve pankreatit (pankreas iltihabı) günlük 1000 mg omega iii kullanımıyla %30-50 oranlarında azalır. (mayo clinic proceedings 75: 607-14, 2000, am j clin nut 78: 65-71, 2003)
omega iii beyin gelişiminde gerekli olan yapı taşlarının mimarlarından biridir. bu nedenle çocukların günlük en az 1500 mg almaları, yetişkinlerin 3000 mg almalarıyla beyin gelişimlerinin daha sağlıklı olmaları ve hem hastalıklarından korunmaları hemde tedavi olmaları sağlanacaktır.
omega iii kilo almanıza neden olmaz. kullanımıyla ilgili hiç bir yan etkisi olmayan omega iii, 1000 mg içinde sadece 9 kalori vardır. bu nedenle toplam 3000 mg günlük omega iii alınması ile 1 dilim ekmekten alınan kalori miktarı birbirine eşittir.
kaynaklar:
1. doğanın mucizelerinden biri; balık ve balık yağı (www.beyindoktoru.com)
dr güçlü ildız, kitap (ah şu beynimiz; gözardı edilen tıbbi gerçekler-2007
opr.dr. barbaros yurdaışık.
beslenme dünyasında birçok konu muallaktadır çoğu zaman. kimisi kolesterol derken diğeri kolesterol candır der. kimisi kırmızı et yemeyin derken, diğeri kırmızı et yemeden olmaz der.
yine de hemfikir olunan 2-3 konu var: 1) trans yağ tüketmek zararlı 2) omega-3 şart
peki omega-3 niye şart?
aslında bunu yağlardan bahsederken anlatmıştık. çeşitli yağ asitleri var, başlıcaları da omega-3 ve 6. her ne kadar her ikisi de ayrı ayrı yararlı olsa da dengede olması gerekiyor, herşeyde olduğu gibi. taş devrinde omega-3 ve 6 oranının 1:1 iken günümüz beslenmesinde ise 1:20-30 olduğu iddia ediliyor. o yüzden de bizlerin de 1:1, en azından 1:2 oranını yakalamayı hedeflememiz gerekiyor.
peki bu nasıl sorun haline geldi? önce tükettiğimiz yağlar ile. yağların bir çoğu omega-6 da içermekte ve malesef bu yağlar yıllardır öne sunulmakta. özellikle de çalışan nüfusun artması ile dışarda yemek yaygınlaştı ve dışarda yediğimiz hemen herşey daha ucuz olan ve bol omega-6 içeren yağlarla hazırlanıyor.
daha sonra da genetiği değiştirilmiş organizmalarla çiftliklerde hareket etmeden beslenen hayvanlar eklendi. biz nasıl bu ürünlerle beslendiğimizde ve de üstüne hiç hareket etmediğimizde bol bol yağlanıyorsak ve damarlarımız tıkanıyorsa, bu hayvanlar da omega-3 açısından fakir ve omega-6 açısından zengin hale geliyorlar.
demek ki, öncelikli hedefimiz bu yağları tüketmemek ve doğal ortamlarında dolaşarak, yüzerek büyüyen hayvanları ve ürünlerini tüketmeliyiz.
bu şekilde omega-3 ve 6 dengesini yakalamak. diyeceksiniz ki önlemenin yolu yok çalışırken. ben de emin misiniz diye bir soracağım? zira doktorlara, vitamin takviyelerine para vermektense, beslenme çantası hazırlamak çok daha sağlıklı değil mi?
yine de kabul ediyorum zorlukları ve madem ki kaçacak noktamız yok, o zaman ver elini omega-3 takviyeleri diyorum ki günde 0.5-3g arası almak uygun olacaktır.
yalnız bu noktada yine hatırlatma yapayım, malesef ki omega-3 takviyeleri yüksek şeker ve alkol tüketimi söz konusuysa geri tepmekte. çünkü karaciğer anca şeker ve alkol ile başetmeye çalışırken, bir de omega-3 fazla gelmekte. neyse ki bizler bu gruba girmiyoruz.
son olarak omega-3 takviyesi alırken dikkat edilecek husus takviyenin kalitesi zira nihayetinde yağdan bahsediyoruz ve çoğu yağ doğru saklama koşulları sağlanmazsa bozulur, acır. hap formunda da olsa, kalitelisine ve tazeliğine dikkat edilmeli.
omega-3 için 8 cevap
1. ufuk der ki:
haziran 14, 2011 tarihinde, saat 6:27 pm
gerçekten aydınlatıcı bir yazı olmuş, teşekkür ederiz :)
ben de konunun önemine geç de olsa uyandım ve birkaç haftadır omega 3 tabletleri alıyorum.
tabletlerin dozunun ayarlanmasında önemli bir nokta söz konusu: 500 mg-3 gr arasında alınması gereken madde aktif epa+dhea asitlerinin miktarı. 500 mg’lık bir balık yağı tabletinde 500 mg aktif madde bulunmuyor. aktif madde oranları kutudan çıkan prospektüste bildiriliyor. dolayısıyla 500 mg derken hesabımızı tablenin genel dozuna göre değil de aktif madde oranına göre hesaplamamız gerekiyor.
2. geri izleme: deniz mahsullerindeki omega-3 değerleri | paleo cafe – taş devri diyeti ile hizmetinizde!
3. carmen der ki:
ekim 13, 2011 tarihinde, saat 1:49 pm
özlem bir de bu omega 3 ve multivitamini kullanımını soracaktım. ben sabah kahvaltısından sonra multivitamin, coenzyme q10 alıyorum. akşam yemeğinde de omega 3. doğru mu kullanıyorum acaba?
- ozlem der ki:
ekim 13, 2011 tarihinde, saat 1:55 pm
zamanlama ile ilgili hiçbir yerde herhangi birşey görmedim malesef.
4. ozge der ki:
ocak 22, 2012 tarihinde, saat 7:22 pm
omega 3′un de multivitaminin de gunun ana ogunu ile beraber alinmasi oneriliyor. ana ogun kahvalti ise kahvalti ile beraber ikisi birden alinmali yani. bir de omega 3 egzersiz oncesi alinmamali. ana ogun aksam yemegi ise ve aksam yemeginden sonra egzersiz yapiyorsaniz, bunlari almak icin dogru zaman degil. gunun 2. buyuk ogunu ile alinmali o zaman.
bir de omega3 ile beraber oksidasyonu onlemek icin, c, d, e vitamini gibi guclu bir antioksidanla beraber alinmasi oneriliyor, ozellikle d vitamini.
- ozlem der ki:
ocak 22, 2012 tarihinde, saat 7:50 pm
süper bilgiler, teşekkürler!
5. ahmet erdem der ki:
şubat 16, 2012 tarihinde, saat 8:00 am
peki ne kadar epa+dha için ne kadar antioksidan almak gerekiyor? bazı omega 3 kapsüllerinde e vitamini de bulunuyor. ama bazılarında sadece saf epa+dha var. benim de elimdeki bu şekilde sadece omega 3 yağ asidi şeklinde. bunla birlikte ne kadar miktarda hangi vit. kullanılmalı, bu bilgi mevcut mu??
- ozlem der ki:
şubat 22, 2012 tarihinde, saat 10:25 am
yeterince yağ tüketiyorsanız ayrıca antioksidan almak gerekmiyor. tabi alınan yağlar trans yağ vs olmadığı sürece.
omega-3 ile birlikte alınması gereken vitamin diye birşey yok. ama özellikle kış aylarında d3 almak bence elzem.
not:paleocafe.orgdan alınmıştır.
yine de hemfikir olunan 2-3 konu var: 1) trans yağ tüketmek zararlı 2) omega-3 şart
peki omega-3 niye şart?
aslında bunu yağlardan bahsederken anlatmıştık. çeşitli yağ asitleri var, başlıcaları da omega-3 ve 6. her ne kadar her ikisi de ayrı ayrı yararlı olsa da dengede olması gerekiyor, herşeyde olduğu gibi. taş devrinde omega-3 ve 6 oranının 1:1 iken günümüz beslenmesinde ise 1:20-30 olduğu iddia ediliyor. o yüzden de bizlerin de 1:1, en azından 1:2 oranını yakalamayı hedeflememiz gerekiyor.
peki bu nasıl sorun haline geldi? önce tükettiğimiz yağlar ile. yağların bir çoğu omega-6 da içermekte ve malesef bu yağlar yıllardır öne sunulmakta. özellikle de çalışan nüfusun artması ile dışarda yemek yaygınlaştı ve dışarda yediğimiz hemen herşey daha ucuz olan ve bol omega-6 içeren yağlarla hazırlanıyor.
daha sonra da genetiği değiştirilmiş organizmalarla çiftliklerde hareket etmeden beslenen hayvanlar eklendi. biz nasıl bu ürünlerle beslendiğimizde ve de üstüne hiç hareket etmediğimizde bol bol yağlanıyorsak ve damarlarımız tıkanıyorsa, bu hayvanlar da omega-3 açısından fakir ve omega-6 açısından zengin hale geliyorlar.
demek ki, öncelikli hedefimiz bu yağları tüketmemek ve doğal ortamlarında dolaşarak, yüzerek büyüyen hayvanları ve ürünlerini tüketmeliyiz.
bu şekilde omega-3 ve 6 dengesini yakalamak. diyeceksiniz ki önlemenin yolu yok çalışırken. ben de emin misiniz diye bir soracağım? zira doktorlara, vitamin takviyelerine para vermektense, beslenme çantası hazırlamak çok daha sağlıklı değil mi?
yine de kabul ediyorum zorlukları ve madem ki kaçacak noktamız yok, o zaman ver elini omega-3 takviyeleri diyorum ki günde 0.5-3g arası almak uygun olacaktır.
yalnız bu noktada yine hatırlatma yapayım, malesef ki omega-3 takviyeleri yüksek şeker ve alkol tüketimi söz konusuysa geri tepmekte. çünkü karaciğer anca şeker ve alkol ile başetmeye çalışırken, bir de omega-3 fazla gelmekte. neyse ki bizler bu gruba girmiyoruz.
son olarak omega-3 takviyesi alırken dikkat edilecek husus takviyenin kalitesi zira nihayetinde yağdan bahsediyoruz ve çoğu yağ doğru saklama koşulları sağlanmazsa bozulur, acır. hap formunda da olsa, kalitelisine ve tazeliğine dikkat edilmeli.
omega-3 için 8 cevap
1. ufuk der ki:
haziran 14, 2011 tarihinde, saat 6:27 pm
gerçekten aydınlatıcı bir yazı olmuş, teşekkür ederiz :)
ben de konunun önemine geç de olsa uyandım ve birkaç haftadır omega 3 tabletleri alıyorum.
tabletlerin dozunun ayarlanmasında önemli bir nokta söz konusu: 500 mg-3 gr arasında alınması gereken madde aktif epa+dhea asitlerinin miktarı. 500 mg’lık bir balık yağı tabletinde 500 mg aktif madde bulunmuyor. aktif madde oranları kutudan çıkan prospektüste bildiriliyor. dolayısıyla 500 mg derken hesabımızı tablenin genel dozuna göre değil de aktif madde oranına göre hesaplamamız gerekiyor.
2. geri izleme: deniz mahsullerindeki omega-3 değerleri | paleo cafe – taş devri diyeti ile hizmetinizde!
3. carmen der ki:
ekim 13, 2011 tarihinde, saat 1:49 pm
özlem bir de bu omega 3 ve multivitamini kullanımını soracaktım. ben sabah kahvaltısından sonra multivitamin, coenzyme q10 alıyorum. akşam yemeğinde de omega 3. doğru mu kullanıyorum acaba?
- ozlem der ki:
ekim 13, 2011 tarihinde, saat 1:55 pm
zamanlama ile ilgili hiçbir yerde herhangi birşey görmedim malesef.
4. ozge der ki:
ocak 22, 2012 tarihinde, saat 7:22 pm
omega 3′un de multivitaminin de gunun ana ogunu ile beraber alinmasi oneriliyor. ana ogun kahvalti ise kahvalti ile beraber ikisi birden alinmali yani. bir de omega 3 egzersiz oncesi alinmamali. ana ogun aksam yemegi ise ve aksam yemeginden sonra egzersiz yapiyorsaniz, bunlari almak icin dogru zaman degil. gunun 2. buyuk ogunu ile alinmali o zaman.
bir de omega3 ile beraber oksidasyonu onlemek icin, c, d, e vitamini gibi guclu bir antioksidanla beraber alinmasi oneriliyor, ozellikle d vitamini.
- ozlem der ki:
ocak 22, 2012 tarihinde, saat 7:50 pm
süper bilgiler, teşekkürler!
5. ahmet erdem der ki:
şubat 16, 2012 tarihinde, saat 8:00 am
peki ne kadar epa+dha için ne kadar antioksidan almak gerekiyor? bazı omega 3 kapsüllerinde e vitamini de bulunuyor. ama bazılarında sadece saf epa+dha var. benim de elimdeki bu şekilde sadece omega 3 yağ asidi şeklinde. bunla birlikte ne kadar miktarda hangi vit. kullanılmalı, bu bilgi mevcut mu??
- ozlem der ki:
şubat 22, 2012 tarihinde, saat 10:25 am
yeterince yağ tüketiyorsanız ayrıca antioksidan almak gerekmiyor. tabi alınan yağlar trans yağ vs olmadığı sürece.
omega-3 ile birlikte alınması gereken vitamin diye birşey yok. ama özellikle kış aylarında d3 almak bence elzem.
not:paleocafe.orgdan alınmıştır.
1-bu diyetin mucidi istanbul üniversitesi cerrahpaşa tıp fakültesi çocuk sağlığı ve hastalıkları anabilim dalı öğretim üyesi prof. dr. ahmet aydın.
özetle diyette şunu diyor kendisi: şekere dönüşen gıdalardan uzak durun, buna mukabil yağ yiyebilirsiniz. yağlardan zeytinyağı, fındık yağı, tereyağı ve kuyruk yağını yiyebilirsiniz ancak mısır özü ve ayçiçekten uzak durun. ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için ufak balıkları tercih edin. sebzeleri mümkün mertebe çiğ yiyin. zaten diyetin özünde olabildiğince herşeyi çiğ yemek var, hatta yumurtayı bile. et süt vs serbest. baklagiller 48 saat suda bekletildikten sonra yenecek, o da haftada 2-3ü geçmeyecek. yasak olanlar da klasik 3ü bir arada zaten: un tuz şeker.
buyrun burda daha geniş çaplı bir okuma parçası mevcuthttp://beslenmebulteni.com/...=468&func=fileinfo&id=3
2-en bir şahane diyettir. bendenize 2 haftada acı çektirmeden 3 kilo verdirmiştir, verdirmeye de devam ediyordur.
bu diyette her çeşit ekmek, makarna, pilav, hamur işi yasak. ayrıca patates yasak, havuç, patlıcan, muz ve kayısı da sınırlı tüketilmekte.. tabiki her diyette olduğu gibi şeker, çikolata neyim de yasak. yani organizmaya karbohidrat namına pek bir şey sokmamaya çalışıyorz. meyve, sebzeden aldığımız karbohidratla yetinmeye çalışıyoruz. mesela light ürün kullanmıyoruz, çünkü bu ürünlerde yağ oranı azaltılırken karbohidrat oranı arttırılmakta. marketten aldığımız her şeyin karbohidrat oranını inceliyoruz. et, süt, yumurta, sebze, meyve sınırsız. mümkünse eti az pişmiş, yumurtayı rafadan yemeye, sebzeleri de az pişmiş ya da çiğ tüketmeye çalışıyoruz. amacımız insülin direncini kırmak..
aslında sağlıklı yaşam diyeti olmakla birlikte fazla kilolardan kurtulmak için bire bir..
ilk birkaç gün zorlanabiliyor insan.. mesela ekmeksiz yemek yemek zor gelebiliyor ama bir süre sonra insan ekmek yerine daha çok et ve sebze yediğini ve böylece daha çok doyduğunu farkedince ona da alışıyor. vücuda giren besin kalitelileştikçe gün içerisindeki hareket miktarı artarken uyuma süresi de kendiliğinden azalıyor. mesela ben kronik bir yorgunken artık günde 5-6 saat uykuyla yetinebiliyorum.
sadece en sevdiğim bir şey olan patatesi yiyememek ve şu güzel yaz günlerinde şöyle buz gibi bir bira içememek koyuyor.. ama insanoğlu nelere alışmıyor ki?
3-4 ay gibi kısa bir sürede hiç acı çekmeden 13 kilo vermemi sağlamış diyettir. insan birden alışamıyor göbeksiz haline..
5-herkes yazmış hikayesini bende yazayım. başlayalı 6 ay oldu toplam 25 kg verdim. diyeti uygularken deli gibi de spor yaptım yani sanıldığı gibi düzenli spor yapmaya hiçbir engeli yok. spora başladığımda 60kg mı zar zor yaptığım bench pressde şu an 110 kgla çalışmaktayım.
6-daha önce yerden yere vurmuş olsam da bu diyet sayesinde sinir stres sahibi olmadan aralık ayından bu yana 14 kilo vermiş bulunmaktayım efendim. hemde arada 1 aylık rejimi bırakma ve son 1 aydırda hafta sonları alkolu abartma dahil. (yaz başından aralığa kadar başka çin işkencesi rejimlerle anca 8 kilo verebilmiştim)
kesin ekmeği, şekeri abanın beyaz peynire. özellikle akşam evde durup dururken acıkıp abur cubura dadan bünyelere türlü türlü peynir alıp çay-peynir yiyerek açlıklarını bastırmalarını tavsiye ederim.
diyet çok basit. ekmek, baklagil, şeker, tuz, makarna, pilav, patates, meyve (özellikle şekeri yüksek olanlar) yemiyoruz. hatta ağzımıza bile sürmüyoruz. misal günde 5 tane kesme şeker kullansak bile o gün rejimin anasını satmış oluyorsunuz. o nedenle bunlar hayattan çıkacak.
et, tavuk, balık, peynir, yağ, salata ve yeşilliklere ise abanıyoruz. bunlardan sınırsız doyana kadar yiyoruz. sofradan aç kalkmıyoruz. yanında bol bol çay, ayran, meyve çayı içiyoruz. kola, meyve suyu ve ne idüğü belirsiz içeceklerden uzak duruyoruz.
sonuçlar:
haziran 2009:http://img59.imageshack.us/img59/6969/dsc01113nh.jpg
nisan 2010:http://img99.imageshack.us/...0104115556295438100.jpg
darısı başınıza.
7- hangi ürünü alsam içindekileri okumaya başladığım anda bırakmak zorunda kalıyorum. en kötüsü de çocuklarıyla birlikte gelen anne babaları uzun ömürlü sütleri, homojenize yoğurtları vs. alırken görmek. çocukları için sağlıklı olduklarını sandıkları şeylerin yaptığı etkileri bir bilseler! ne yapıp edip etraftaki herkese tavsiye edilmesi hatta direkt hediye edilmesi gereken kitap. yıllardır sağlıkla ilgili o kadar çok şey okudum, izledim ama hiçbiri bu kitabın yaptığı etkiyi yapmadı. fast foodun, bisküvinin, çikolatanın zararı değil, yararından yüzde yüz emin olduğumuz gıdalarla ilgili gerçekler insanı afallatıyor çünkü. besleniyoruz diye yıllardır zehirliyormuşuz kendimizi de haberimiz yokmuş!
8-5 kilo verdikten sonra kendisini uygulamayi biraktim. yani dikkat etmemeye basladim. fakat yemek aliskanliklarimda koklu bir degisiklige yol acti. oyle ki hala kilo veriyorum. bugun 8 kilo oldu.
9-ablamın kocası 130-140 kilo idi. hem de yaklaşık 2,00 mt boyunda ve üstelik abartılı spor yapan bir asker. yarma gibi caizse söylemek. bir diyete başladı bu 6-7 yıl evvel taş devri diyeti diye bahsedilen diyete benzer, üç beyazı kesti, proteine abandı, bir tüm tavuğu haşlıyor, etini komple yiyor, haşlama suyunu da içine limon sıkıp, baharatlandırıp içiyordu öğle yemeğinde mesela. bir leğen salata yiyordu akşamına. sabah kahvaltısında bir teker peynirin altından girip gözeneğinden çıkıyordu. o sırada kıbrısta görev yaptığından sabahları yüzüyor, öğleden sonra dalıyor, arada koşuyor, atlıyor, zıplıyor. yerinde durmayan dingildek bi adam olduydu.
6-7 ay gibi bir sürede 40-50 kilo verdi bu. ablama göre bu süre zarfında bir çiftlik tavuk, bir mandıra peynir, 5 dönümlük tarlanın mahsulünü yidi, kendini çok zinde çok mutlu hissetti, enercayzır tavşanına döndü.
sonra üç aylık bir çöküş dönemine girdi. girdiği çöküş dönemi kendini ayağından vurmasıyla sonuçlandı ve akabinde aylarca gatada yattı ağır depresyon teşhisiyle. ve doktorun dediğine göre karbonhidrat alımını bu denli azaltmak beyindeki bir takım sıvıların azalmasına, şirazenin kaymasına ve dahi bünyenin takla atmasına sebep olmuş. nasıl derler tıp dilinde bilemiyorum, bu bir doktorun görüşü genelleyemiyorum, taş devri diyeti ile bire bir örtüşür mü ortaya çıkan durum eee emin değilim, durduk yerde pek çok kişinin çok övgüyle anlattığı diyete bok atmış olmayayım.
not:karbonhidratı tamamen bırakmamak lazım az da olsa almalı.
10-bazılarınca çılgın bir diyet olarak görülebilir ama internetde "traditional nutrition" veya "weston a price" kelimelerini aratıp bulunan beslenme sistemleri incelendiğinde, bu diyetin çok benzerlerinin amerikada ve dünyada yıllardır yapıldığı ve genelde olumlu sonuçlar verdiği keşfedilecektir.
11-ben yaptım oldu. midem ufaldı, terbiye oldu, eskiden saldırdığım bir sürü manasız yiyeceği aklımdan bile geçirmiyorum artık.
üstelik bu diyeti yaparken bir yandan da tam teşekküllü kan tahlili yaptırdım. herhangi bir sorun yok, 2-3 kilo daha verdim mi tamamdır. kiloyu bir yana bırak, bünyeyi şekerden uzaklaştırmaktan daha güzel bir fayda olabilir mi?
12-taş devri diyetinde örnek 1 günlük menü
kahvaltı
ben uyanır uyanmaz kahvaltı yapabilenlerden değilim. bunun ana sebebi de akşam yemeğini biraz daha geç yiyor olmam ve de akşam yemeğinde gayet kuvvetli besleniyor olmam. o yüzden her sabah kahvaltı yapmıyorum. kahvaltının günün en önemli öğünü olmasına ilerleyen yazılarda değileneceğim zaten. yine de ortalama bir kahvaltım şunlardan oluşuyor:
2 yumurtalı omlet. içine genellikle maydanoz, dereotu, ıspanak vs koyarak tatlandırıyorum. zaman zaman peynir de ekliyorum. tereyağ ile pişiriyorum. bazen krema da koyuyorum, tat daha yoğun oluyor o zaman.
yanında da 1 fincan sade filtre kahve. evet, ben çay değil kahve insanıyım.
ofis günlerinde kahvaltı yapmamışsam, genelde 10 gibi 1-2 parça peynir, 3-4 badem atıştırıyorum. peyniri alırken karbonhidrat oranı en düşük (dolayısıyla yağ oranı en fazla) olanını seçmeye dikkat ediyorum. bazen de 1/2-1 bardak protein içiyorum.
öğle yemeği
en sık yediğim şey ton balığı salatası veya ton balığı ve buharda pişmiş sebze. elbette ki salatamı ya da sebzelerimi zeytinyağ ve limonla tatlandırıyorum. ton balığının ayçiçek yağı içinde olmamasına dikkat ediyorum. vücuduma omega 6 depolamak istemem. beni 160g’lık balık doyurmadığı için genelde yanına lor peyniri, yoğurt, yumurta ekleyerek protein miktarını artırıyorum.
öğleden sonra da günün 2. ve son filtre kahvesini içiyorum.
akşamüstü
sadece acıkmışsam birşeyler atıştırıyorum. 1-2 parça peynir, 1-2 dilim isli et, 5-6 badem, 2 kaşık yoğurt ile karıştırılmış protein tozu örnek olabilir.
akşam yemeği
günümün en keyifli öğünü. akşam yemek masasında sohbet etmeyi kesinlikle seviyorum. tabağımın merkezinde bir protein kaynağı oluyor. yanında da salata ve/veya zeytinyağlı bir yemek ve/veya yoğurt.
ekli fotoğrafta fırında pişmiş 1 tam kalçalı tavuk but ve tatlı patates, bir miktar taze bakla yemeği ve yoğurt görülüyor. tatlı patates malesef türkiye’de çok az bulunuyor, tadı havuç ile balkabağı arasında ki balkabağını da benzer şekilde baharatlayarak fırında pişirmişliğim de vardır. taze patatesin nispeten yüksek karbonhidrat değeri yüzünden diğer sebze az miktarda. (yine de normal patatesten çok daha az) normalde çok daha fazla sebze tüketiyorum.
gece atıştırması
bu da ancak canım birşeyler atıştırmak isterse yediğim birşey. yoksa kural değil. genelde 5-6 badem, 30g kadar kabak çekirdeği, 1 portakal, bir küçük tutam kuru yabanmersini ya da kuru üzüm, bir parça peynir örnek olabilir. akşamları 1 fincan yeşil çay veya ıhlamur gibi bitkisel bir çay içmeye de gayret gösteriyorum.
bazen de sizlere tariflerini verdiğim tatlılardan yiyorum afiyetle.
yukarıdaki gibi bir günde ancak 1015 kalori almışım, ki biraz az aslında. farkında olursam yoğurt+protein karışımı ile takviye etmeye çalışıyorum. gerçi kalori kavramına da karşı çıktığımı hatırlarsınız. yine de asla 1000 kalorinin altında kalmamaya çalışıyorum.
totalde aldığım
yağ 57g ve %51
karbonhidrat 38g ve %15
protein 86g ve %34
13-protein ağırlıklı beslenme mantığı üzerine oturmasıyla atkinse oldukça benzeyen diyet çeşidi.
beyaz peynir, tavuk, balık, badem, bol sebze ve yeşillik yiyebiliyoruz, ok bunlar çok güzel ve sağlıklı şeyler de.. ben kırmızı et, kuyruk yağı ve tereyağı konusunda emin değilim.
kalp damar cerrahları* bile bas bas "haftada 1den fazla dört ayaklı hayvanların etini yemeyin" diye bağırırken bu konuyu es geçmek çok mantıklı değil bence.
kaldı ki sadece protein ağırlıklı beslenmenin depresif etkileri olduğunu bizzat yaşamış bir kimse olarak şunu söyleyebilirim ki, o depresif ruh halinde plajda ince vücudunuzla süzülecek olmak bile motive edemiyor sizi.
dozajı iyi ayarlamak lazım.
yıllardır bu işe yorduğum kafalar, okuduğum makaleler ve gözlemlerim sonucu şuna kanaat getirdim ki, bu tip "onu tamamen kesiyoruz, bunu tamamen kesiyoruz, şuna abanıyoruz" tarzı beslenme reçeteleri ancak kısa dönemlerde kilo kaybı getirebilirler. uzun dönemde sürdürülebilir olamıyorlar maalesef.
sağlıklı bir beslenme için uzun dönemde sürdürülebilir olan şey beslenme alışkanlıklarını değiştirmek, yani 2 saatte bir sağlıklı şeyler atıştırarak (badem, ceviz, şeker oranı düşük meyve) kan şekerini sabit bir seviyede tutmak, fast fooddan uzaklaşmak ve hatta mümkün olduğu kadar dışarda yemek yememek.. olabildiğince fazla çeşitte sebzeyi sevebilmek, salata ile beraber öğününüze mutlaka dahil etmek. kırmızı etten ziyade beyaz et yemek. insan zaten bunu uzun vadede (1-3 yıl hatta hayatının kalanında) beslenme rutini olarak oturttuğunda vücuttaki yağ oranı azalır, haftada bir makarnasını da yiyebilir, kırk yılın başı sütlü tatlısını da..
14-taş devri diyetinde felsefe: taş devri 5-10 bin yıl önce bitmiştir. o zamandan bu zamana kadar genlerimizde çok az değişiklik olmasına rağmen çevresel şartlar ve özellikle de yiyeceklerimiz çok büyük oranda değişmiştir. özellikle son 50-100 yıl içinde doğal olmayan, işlenmiş ve katkı konulmuş gıdalar, margarin kimyasal yolla katılaştırılmış, ayçiçeği, mısır gibi sıcak preslenmiş sıvı yağlar aşırı şekilde kullanılmaya başlanmış; buna karşılık taze sebze, meyve ve tencere yemeklerinin tüketiminde de belirgin bir azalma olmuştur.
gen yapımız ve buna bağlı vücudumuzda gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar doğal olmayan yiyeceklerin tümü ile başa çıkacak yeteneğe sahip değillerdir. genler ve yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk hali şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, müzmin yorgunluk, kanser ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden olmaktadır. bu hastalıklardan korunmak istiyorsak mümkün olduğunca 5-10 bin yıl öncesine benzeyen bir diyet uygulamalıyız.
taş devri diyetinde genel ilke: üç beyaz (tuz, şeker ve un) yasaktır ya da çok azaltılmalıdır. her yiyecek doğadaki şekline en yakın olarak tüketilmelidir. yasaklar haricinde yeme sınırı yoktur. doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. çiğ yiyecekler toplam diyetin en az %60’ını oluşturmalıdır.
taş devri diyetinde etler: yağsız olmayacak, fazla pişirilmeyecek.
kırmızı et: (tercihen yemlenen değil, otlayan hayvan eti), sucuk, kavurma, pastırma vb serbest. (bu ürünlerde de kolaylıkla hile yapılabileceğinden güvenilir, bildiğiniz ve hatta mümkünse ev yapımı olanlarını tercih edin. bodytr editör) katkı maddelerinden dolayı salam-sosis tercih edilmemeli.
sakatat: karaciğer, böbrek, yürek, kokoreç, işkembe, uykuluk kırmızı etten (kas) daha yararlı. fakat hastalıklı olmamasına dikkat.
beyaz et: tercihen köy tavuğu ve diğer kümes hayvanları (köy tavuğu geç pişer)
balık: (ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için küçük balıklar tercih edilmeli, balık çiftliği balıkları tercih edilmemeli)
taş devri diyetinde yumurta: en kaliteli protein kaynağıdır. köy yumurtası tercih edilmeli. günde 1-4 adet yenilebilir. tercih sırasına göre 1. çiğ (mikroplu olmadığından eminseniz!), 2. rafadan, 3. lop, 4. kızartma (mümkünse yenmemeli, yenilecekse, zeytinyağında ya da fındık yağında ya da tereyağında yapılmalı ve önce akı pişirilmeli, sarısı ayrıca çiğ olarak eklenmeli)
taş devri diyetinde sebzeler ve yeşil yapraklılar:
her çeşidi yenilebilir. daha çok çiğ tüketilmeli. koyu yeşil yapraklılar k vitamini, kalsiyum ve magnezyumdan zengindir (kemik erimesinin önlenmesi!) ve ayrıca omega-3 yağ asidi içerir. doğal yetiştikleri için yabani otlar (ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan otu, semizotu, labada vb) mükemmel. semiz otu sebzeler içinde en önemli omega-3 kaynağıdır.
patates: yüksek şeker içerdiğinden yenilmemeli.
sarımsak: hücreleri paslanmaktan koruyan (antioksidan) en önemli yiyeceklerden biri. her gün en az iki diş yenilmeli. cacık şeklinde de alınabilir. sarımsağı ezin (yutmayın) ve en geç 1 saat içinde tüketin.
soğan: en az sarımsak kadar değerli.
zeytin: mümkün olduğunca tuzu çıkartılmalı. sele zeytininin tuzu daha rahat çıkıyor. daha çok yeşil zeytin tercih edilmeli.
meyveler: kayısı, üzüm, muz, gibi şeker içeriği yüksek meyveler sınırlı yenmeli. az şekerli meyveler daha çok yenilebilir (tazesi tercih edilmeli). üzüm çekirdeği ve kabuğu, çilek, yaban mersini, kızılcık gibi meyveler çok yüksek antioksidan etkilere sahip.
taş devri diyetinde süt ve süt ürünleri: köy ya da mandıra sütü tercih edilmeli. imkan yoksa pastörize günlük şişe sütü kullanılabilir. homojenize ve uht teknolojisi kullanılan kutu sütler tüketilmemeli. kaymak bağlamayan, ekşimeyen ya da kesmeyen süt ya da yoğurt doğal değildir.
bu konuyla ilgili detaylı bilgi için kutu sütü savaşları yazısını okuyabilirsiniz.
sütten çok mayalanmış süt ürünleri (tam yağlı yoğurt, tam yağlı peynir) tercih edilmeli. kefirle mayalanmış süt çok yararlı. içerdiği çok sayıda probiyotik (faydalı mikrop) ile sindirim bozukluklarını önlüyor ve yaşlanmayı yavaşlatıyor.
baklagiller: (nohut, fasulye, mercimek, bezelye, börülce vb) haftada 2-3 kereden fazla yenmemeli (12 saatte bir suyu değiştirilmek üzere 48 saat suda bekletilmeli, ve ağır ateşte (mümkünse güveçte) pişirilmeli.
soya: söylendiği gibi sağlıklı bir yiyecek değildir. protein sindirimini ve bağırsaktan kalsiyum, demir ve çinko emilimini azaltır. tiroid hormonu sentezini bozar. erken ergenlik belirtileri, kısırlık ve adet düzensizliklerine yol açabilir. alerjilere neden olabilir. çok az yenmeli hatta hiç yenmemelidir. az miktarda fermente soya ürünleri yenilebilir.
(konuyla ilgili olarak sitemizdeki soya fasulyesi fos çıktı yazısını okuyabilirsiniz)
kabuklu kuruyemişler: (ceviz, fındık, fıstık, ayçiçeği, kabak çekirdeği, badem vb). günde 1-2 avuç (25-50 gram kadar) oldukça yararlı. çiğ ve az tuzlu olanı tercih edilmeli.
taş devri diyetinde yağlar: yağ kısıtlaması vücut için zararlıdır. sanılanın aksine yağı az, dolayısıyla şekeri fazla yiyecekler insanları daha çok acıktırır ve daha çok şişmanlatır!
margarin: kesinlikle yasak!
tohumlu sıvı yağlar: (ay çiçek yağı, pamuk yağı, mısırözü yağı, soya vb.): kullanılmamalı ya da çok az kullanılmalı. omega-6/omega-3 dengesini, omega-6 lehine bozuyor. sıcak presten çıkan bu yağların birçok organımızı ve damarlarımızı yıpratıcı özellikleri var.
zeytinyağı: mükemmel! halis sızma olanlar tercih edilmeli. riviera ikinci seçenektir.
fındık yağı: riviera gibi. piyasadakilerin çoğu karışık! halis olanları pahalı ve sızma zeytinyağından daha iyi değil.
tereyağı: mükemmel! mümkünse özgür otlayan hayvanların yağı(köy tereyağı). piyasa-da sahtesi (margarin üzerine giydirilmiş) çok. sahtesi dışarıda bırakıldığında geç erir, bıçakta fazla leke bırakır.
doymuş yağlar düşman mı?
urfa yağı: tereyağı gibi
kuyruk ve iç yağı: tereyağı gibi yararlı
taş devri diyetinde balıkyağı: hayat iksiri! büyük ölçüde omega-3 yağ asidi içeriyor. bebeğinden, hamilesinden, gencine ve yaşlısına kadar herkes kullanmalı. günde en az 1-2 kapsül (0.5-1 gr).
balıkyağı şişmanlatmaz. yaz-kış kullanılabilir. morina karaciğeri yağı d vitamini içerdiğinden yazın kullanılmamalı. aksi halde d vitamini yüklenmemesi yapabilir.
keten tohumu: balık yağından sonra ikinci önemli omega-3 kaynağı. aynı zamanda soya gibi zayıf östrojenik özelliğe sahip. önce hafifçe kavurun ve kahve değirmeninde öğüttükten sonra günde 2-3 tatlı kaşığı yemeklere, yoğurda veya salatalara serpin. keten tohumunun omega-3 gücü balık yağının onda biri kadardır.
kızartmalar: vücut hücrelerini paslandırdığı için zararlı. illaki yenilecekse tereyağı, zeytinyağı, veya fındık yağı ile yapılmalı. kızartmaların zararlı etkilerini azaltmak istiyorsanız yanında sarımsaklı yoğurt ve yeşillik yiyin.
taş devri diyetinde tahıllar ve unlu gıdalar: hızlı emilen şeker miktarları yüksek olduğu için insülin direncini arttırırlar. bu nedenle ekmek, bulgur, mısır, çavdar, makarna, pirinç vb. gibi tahıllar ve bunlar ile yapılan yemekler ve hamur işleri yenmemeli ya da iyice azaltılmalıdır. diyete adapte olmada güçlük çekenler kısa bir süre için tam buğday ekmeği (köy ekmeği), kepek ekmeği, çavdar ekmeği, yulaf ekmeği ve bulgur yiyebilirler.
çaylar: hepsi çok yararlı. şekersiz içilecek! telli ve doğal olmayan zamklı poşet çaylar kanser yapabilir.
kahve-nestkahve: tamamen yasak olmamakla birlikte sınırlı içilmeli. türk kahvesi tercih edilmeli (şekersiz ya da az şekerli)..
turşular: oldukça yararlı. tuzunu azaltın (turşu kurarken tuz yerine limon tuzu, as-korbik asit ya da sirke kullanın). sirke (özellikle halis üzüm sirkesi), nar ekşisi, şalgam suyu ve meyankökü suyu faydalı mikroplar (probiyotikler) açısından çok yararlı.
tuz: yiyeceklerin içinde doğal olarak bulunan tuz vücudumuzun ihtiyacını karşılar. tencere yemekleri içine az miktarda tuz katılabilir. yemeklerin ve salataların üzerine tuz serpmeyin. az tuz sizi halsiz bırakıyorsa tuzu biraz artırın.
baharatlar: içerdikleri vitamin, mineraller ve antioksidanlar (vücudun pasını sökücü) açısından oldukça yararlıdır.
şekerler: rafine şekerler (çay şekeri, früktoz vb) ve bunlarla yapılan yiyecekler (pasta, bisküviler, gofretler, baklava, revani, kadayıf vb) yasaktır.
çikolata: haftada bir kere orta boy, sütsüz (bitter) ve kaliteli çikolata yenilebilir (şart değil!). çikolata kadınlarda adet öncesi dönemde görülen depresyonu azaltır (en iyi magnezyum kaynağı).
bal: halis ise şifa verir. günde bir iki çay kaşığı yenilebilir. alelade ballar, her çeşit ve reçel aşırı şeker içerdiğinden yenilmemelidir. piyasadaki balların en az %95’i doğal değildir. fazla olmamak koşulu ile meyvelerin kendi şekeri ile yapılan pekmezleri yenilebilir.
taş devri diyetinde tatlandırıcılar: tatlandırıcılar ve bunlarla yapılmış diyet ürünleri yenilmemelidir. özellikle aspartam (canderel ®, sanpa®, aspartil®, diyet-tat®, nutra-tat®, diyet kola, şekersiz sakız, birçok diyet yiyecek içinde bulunur) depresyon da dahil olmak üzere birçok yan etkilere yol açabilir.
içki: günde 1-2 kadeh şarap (özellikle kırmızı kırmızı), rakı ya da eşdeğer içki içilebilir. mecburiyet yoktur!
meşrubat: her türlüsü yasak. evde yapılan taze meyve suyu (posası ile birlikte) içilebilir. meşrubat olarak ayran, kefir, boza, şalgam suyu veya meyan kökü suyu için.
taş devri diyetinde su: günde 6-8 bardak su için. idrarınız koyu ise yeteri kadar su içmiyorsunuz demektir. içtiğiniz su aşırı soğuk olmasın. kaynak suyunu için. şebeke suyunu mümkünse içmeyin (klorlu !). klor, mikropları öldürmek için suya konulur. fakat kanser de yapabilir. şebeke suyunu musluktan aldıktan sonra en az bir saat dinlendirirseniz kloru uçar. filtre edilmiş şebeke suyu içilebilir, fakat kaynak suyunun yerini tutmaz.
yemekle birlikte su içmeyin, çünkü bu su sindirim sıvılarını seyrelterek etkilerini azaltır. yemekten yarım saat önce veya sonra su içebilirsiniz. uykudan önce bir ya da iki bardak su içilmelidir.
taş devri diyetinde yemek pişirme: yemekler kendi suyunda ağır ağır pişirilmeli (buğulama ve güveçte pişirme tercih edilmeli). hızlı pişirme yöntemleri (kızartma, ızgara, mikrodalga gibi) sakıncalıdır. toprak kap, çelik kap ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. teflon ve alüminyum kap kullanmayın.sıcak yemekleri alüminuyum folyo ve streç içinde saklamayın.
dondurulmuş yiyecekleri fazla tüketmeyin. pişirme sularını atmayın (baklagiller hariç). konserve yiyecekleri ise mümkünse hiç yemeyin.
taş devri diyetinde yemek yeme sıklığı: diyet başlangıcında, kan şekeri düşebileceği için daha sık yemeli. 1-2 hafta içinde insülininiz terbiye olur ve günde 3 öğün yemek (çocuklar için 4-5 öğün) yeterli olur. lokmaları iyice çiğneyin! sabah kahvaltılarını kuvvetli yapın; akşam yemeği hafif olsun. yemek miktarlarını yaklaşık şöyle bölümleyin. sabah :(3), öğle:(2), akşam: (1) ya da sabah (2), kuşluk (1). öğle(1), ikindi (1), akşam:(1). 19.00-20.00’den sonra mümkünse yemek yemeyin, tok karnına uyumayın.
herhangi bir yiyeceği yedikten 0.5-2 saat sonra o yiyecek midenizi bulanıyor, karnınızı ağrıtıyor, rahatsızlık hissi uyandırıyorsa, yorgunluk hissetmenize yol açıyorsa ya da karnınızı çok çabuk acıktırıyorsa (şeker düşüklüğü !) o yiyeceği azaltın ya da hiç yemeyin (vücudunuzun sesini dinleyin !)
diş temizliği: her yemekten sonra, mümkün değilse yatmadan önce dişinizi 2-3 dakika fırçalayınız ve macunu yutmayınız. çocuklarda yutmayacaklarından emin oluncaya kadar florlu diş macunu kullanmayınız. sodyum florür toksik olduğu için çocuklara flor tableti takviye etmeyin. yiyecek ve içeceklerdeki flor (kalsiyum florür) doğal olup, toksik değildir. florun diş çürüklerini azaltmadığını gösteren çok sayıda araştırma vardır.
taş devri diyetinde hareket: günde en az yarım saat hızlı yürüyüş yapılmalı ya da yavaş koşulmalı ve merdivenler çift çift çıkılmalı. günde en az 3-5 dakika kültür fizik hareketleri yapılmalı. yorgun düşüren hareketlerden kaçınılmalı. egzersiz ağırlığı tedricen artırılmalı. hedefinizi iyi seçin. her gün yapabileceğiniz egzersizleri yapın. derin temiz hava soluyarak hücrelerinizdeki oksijeni artırın.
güneşlenme: güneşli havalarda en az yarım saat (gözlüksüz olarak) güneşe maruz kalınmalı (kışın tercihen 11.00-13.00 arası). güneş ışınları daha rahat uyumanızı sağlar, depresyonu azaltır ve d vitamini sentezini artırır. d vitamini kemik hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, kansere (deri kanseri dahil!) ve çeşitli müzmin hastalıklara karşı koruyucudur. yazın mayo ile güneşlenirken başlangıçta güneşte fazla kalmayın (özellikle 11.00-13.00 arası). dengeli şekilde yanın, haşlanmayın!!. tatile çıkmadan önce depo şeklinde alınan d vitamini ampulü derideki yanmayı azaltır.
uyku: mümkünse 22.00’den önce yatın. 5 saatten az 9 saatten fazla uyumayın. iyi bir uyku için midenizin boş olması gerektiğini unutmayın.
hazırlayan: prof. dr. ahmet aydın
kaynak: bodytr
15-henüz birkaç gündür uyguluyor olmama faydalarını bünyemde hissedebildiğim diyet. öncelikle ekmeği tamamen kestikten sonra daha sık tuvalete çıkar oldum. ekmek çok yedirtiyordu, şimdi daha az yemek yeyip öyle sofradan kalkıyorum. bu da midemin küçülmesine neden oluyor.
16-bir başka yandan ise, sanırım ki yağ oranı arttıgından, yılların kabızlarını bile günlük tuvalete çıkar hale getirir. ki muhteşem bi şe bu.
17-tek kelimeyle harika olay!
dilediğiniz kadar yiyorsunuz, sofradan asla aç kalkmıyorsunuz. üstelik ne saatler sonra bile açlık hissi yaşıyorsunuz, ne de sofradan kalkınca ağırlık hissi...
bugün 3. günümdeyim. hayvan gibi yiyorum ve bugün fitdayden besin hesabı yaptım. totalde yalnızca 1559 kalori almışım koca günde. (normalde vücudum 2800 kadar yakıyor)
diğer değerler:
yağ: 92.6
karbonhidrat: 66.2
protein: 119.8
"peki ne yedin?" diye soranlar da olabilecektir. işte size mükemmel bir günlük öğün örneği:
sabah:
* 2 çırpılmış yumurta ile yapılan tereyağlı omlet; üzerine bolca kekik
* 1 dilim beyaz peynir
* 5 zeytin
* 1/2 salatalık
* 1/2 kırmızı tatlı biber
* tamamının üzerine bolca kekik
* 2 tablet 500mglık balık yağı (omega 3 takviyesi için)
öğlen:
* koca bir tabak dana ciğeri
* üstüne 5dk kadar buharda pişirilmiş, çıtır çıtır:
- 2 brokoli
- 1 brüksel lahanası
- 1/2 kırmızı tatlı biber
- zeytinyağı
- 2 tablet 500mglık balık yağı
atıştırmalık:
* 2 ceviz
akşam:
* 130gr. kadar kuşbaşı dana eti
yine buharda pişirilmiş:
* 2 brokoli
* 2 brüksel lahanası
* 1/4 kırmızı tatlı biber
* 1/4 domates
* bir çay kaşığı tereyağı (lezzet katsın ve yağlı olsun diye)
* 150gr. yoğurt (küçük sütaş kutulardan)
* yarım mandalina
* 2 tablet 500mglık balık yağı
ahanda bu da yemeğin resmi:http://b1110.hizliresim.com/11/10/12/16674.jpg (bundan bi yarım tabak daha yedim)
keşke çok daha önce keşfetseymişim de, "1 kibrit kutusu büyüklüğünde peynir; yağsız hede hödö" muhabbetlerinden çok daha önce kurtulsaymışım. o kadar enerjik hissediyorum ki şu anda... dilediğim kadar yiyorum, kalori hesabı yapmak zorunda da kalmıyorum asla. çünkü yediklerim tok tutuyor ve kalorileri toplamda 1 burger king steakhouse menüsü (yaklaşık 1500 kalori) ile kafa kafaya gidiyor.
artık "ne yesem de günlük minimum kaloriyi doldursam" diye düşünüyorum. diğer diyetlerle kendini heba etmiş bir insan olarak inanılmaz mutluyum. umarım kilolarıma da kısa sürede yansır; yine burada paylaşırım.
18-taş devri diyetiyle ilgili bilinmesi gereken bir başka husus da, geçici periyodik bir diyet değil, bir yaşam tarzı olması. pek çok insanın "ömrünün sonuna kadar süreceğini" bildikleri hastalıkları bu diyete başlamalarıyla son bulduğundan, aklın ve sağlığın seçimi bu tür bir beslenme düzenini işaret ediyor.
kendiniz için güzel bir karar alın ve bırakın "kof" yiyecekleri. çıkın dışarı, dolabınızı "gerçek" yiyeceklerle doldurun. taze taze yiyin; süper yemekler yapın; doyana kadar yiyin; sofradan asla aç kalkmayın; üstüne bir de ideal kilonuza kavuşun ve kendinizi inanılmaz sağlıklı hissedin!
19-çok güzel bir beslenme tarzı.
ekim başından bu yana bu şekilde besleniyorum. biraz deneyimlerimi aktarmak istedim.
- ekim başından bu yana toplam 8 kilo verdim. belim 5.5 cm. kadar inceldi. üstelik her gün tıka basa yemek yedim. asla aç bırakmadım kendimi. duble tereyağlı iskenderler, avuç avuç fındık-badem, yarım kilo kuzu kavurma falan... abarttım yani hafiften. buna rağmen 8 kilo verdim. spor da yapamıyorum maalesef.
- bol bol protein alınca kaslarım güçlendi. kendimi daha zinde hissediyorum. egzersiz yapmadan, çektiğim şınav sayısı arttı. spor yaptığım zamanlarda bile maksimum 15-20 şınav çekebilirken, bugün nizami olarak 35 şınav çekebiliyorum. üstelik uzun süre şınav çekmemiş olmama rağmen.
- yemek bulmak zor değil, ancak pahalı. arkadaşlarınız dışarıda 2 ıslak hamburger yeyip doyarken sizin porsiyon döner ya da kebap yemeniz gerekebiliyor. işin ucuzuna kaçamıyorsunuz maalesef. insanlar ekmekle, pilavla, mercimek ya da kurufasulye ile karınlarını pek rahat doyurabilirlerken siz mutlaka tarım toplumu öncesi var olan bir protein kaynağı bulmak zorundasınız. bu da maliyetlerinizi arttırıyor. ucuz olduğu için bol bol tavuk yiyorsunuz, bu sefer de bu tavukların özgür dolaşan tavuklar olmadığını, çiftliklerde hormonla beslendiğini hatırlıyorsunuz. canınız sıkılıyor. kasaba gidip kırmızı et alacak olsanız o da pahalı gelebiliyor. mesela bu akşam yarım kilo kuzu etini oturup tek başıma yedim. maliyetim 17 lira.
- öte yandan yemekleriniz çok daha lezzetli hale geliyor. "bu yediklerim yemekse, önceden yediklerim neydi?" diye soruyorum kendime. artık bol bol tereyağı, kuyrukyağı kullanıyorum. neredeyse her sabah 3 yumurtayla bol tereyağlı omletler yapıyorum. akşamları da kuyruk yağı ya da tereyağı ile kavurduğum yemeklerimi yiyor, bol sebzeyle yapılmış unsuz çorbamı içiyorum. ayçiçek yağının tadının ne kadar iğrenç olduğunu yıllar sonra anlayabildim maalesef.
şimdilik aktarabileceklerim bunlar. ilerleyen günlerde farklı deneyimlerim ya da aklıma gelenler olursa yine buradan sizlerle paylaşacağım.
not:ekşisözlükten derlenmiştir.
özetle diyette şunu diyor kendisi: şekere dönüşen gıdalardan uzak durun, buna mukabil yağ yiyebilirsiniz. yağlardan zeytinyağı, fındık yağı, tereyağı ve kuyruk yağını yiyebilirsiniz ancak mısır özü ve ayçiçekten uzak durun. ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için ufak balıkları tercih edin. sebzeleri mümkün mertebe çiğ yiyin. zaten diyetin özünde olabildiğince herşeyi çiğ yemek var, hatta yumurtayı bile. et süt vs serbest. baklagiller 48 saat suda bekletildikten sonra yenecek, o da haftada 2-3ü geçmeyecek. yasak olanlar da klasik 3ü bir arada zaten: un tuz şeker.
buyrun burda daha geniş çaplı bir okuma parçası mevcuthttp://beslenmebulteni.com/...=468&func=fileinfo&id=3
2-en bir şahane diyettir. bendenize 2 haftada acı çektirmeden 3 kilo verdirmiştir, verdirmeye de devam ediyordur.
bu diyette her çeşit ekmek, makarna, pilav, hamur işi yasak. ayrıca patates yasak, havuç, patlıcan, muz ve kayısı da sınırlı tüketilmekte.. tabiki her diyette olduğu gibi şeker, çikolata neyim de yasak. yani organizmaya karbohidrat namına pek bir şey sokmamaya çalışıyorz. meyve, sebzeden aldığımız karbohidratla yetinmeye çalışıyoruz. mesela light ürün kullanmıyoruz, çünkü bu ürünlerde yağ oranı azaltılırken karbohidrat oranı arttırılmakta. marketten aldığımız her şeyin karbohidrat oranını inceliyoruz. et, süt, yumurta, sebze, meyve sınırsız. mümkünse eti az pişmiş, yumurtayı rafadan yemeye, sebzeleri de az pişmiş ya da çiğ tüketmeye çalışıyoruz. amacımız insülin direncini kırmak..
aslında sağlıklı yaşam diyeti olmakla birlikte fazla kilolardan kurtulmak için bire bir..
ilk birkaç gün zorlanabiliyor insan.. mesela ekmeksiz yemek yemek zor gelebiliyor ama bir süre sonra insan ekmek yerine daha çok et ve sebze yediğini ve böylece daha çok doyduğunu farkedince ona da alışıyor. vücuda giren besin kalitelileştikçe gün içerisindeki hareket miktarı artarken uyuma süresi de kendiliğinden azalıyor. mesela ben kronik bir yorgunken artık günde 5-6 saat uykuyla yetinebiliyorum.
sadece en sevdiğim bir şey olan patatesi yiyememek ve şu güzel yaz günlerinde şöyle buz gibi bir bira içememek koyuyor.. ama insanoğlu nelere alışmıyor ki?
3-4 ay gibi kısa bir sürede hiç acı çekmeden 13 kilo vermemi sağlamış diyettir. insan birden alışamıyor göbeksiz haline..
5-herkes yazmış hikayesini bende yazayım. başlayalı 6 ay oldu toplam 25 kg verdim. diyeti uygularken deli gibi de spor yaptım yani sanıldığı gibi düzenli spor yapmaya hiçbir engeli yok. spora başladığımda 60kg mı zar zor yaptığım bench pressde şu an 110 kgla çalışmaktayım.
6-daha önce yerden yere vurmuş olsam da bu diyet sayesinde sinir stres sahibi olmadan aralık ayından bu yana 14 kilo vermiş bulunmaktayım efendim. hemde arada 1 aylık rejimi bırakma ve son 1 aydırda hafta sonları alkolu abartma dahil. (yaz başından aralığa kadar başka çin işkencesi rejimlerle anca 8 kilo verebilmiştim)
kesin ekmeği, şekeri abanın beyaz peynire. özellikle akşam evde durup dururken acıkıp abur cubura dadan bünyelere türlü türlü peynir alıp çay-peynir yiyerek açlıklarını bastırmalarını tavsiye ederim.
diyet çok basit. ekmek, baklagil, şeker, tuz, makarna, pilav, patates, meyve (özellikle şekeri yüksek olanlar) yemiyoruz. hatta ağzımıza bile sürmüyoruz. misal günde 5 tane kesme şeker kullansak bile o gün rejimin anasını satmış oluyorsunuz. o nedenle bunlar hayattan çıkacak.
et, tavuk, balık, peynir, yağ, salata ve yeşilliklere ise abanıyoruz. bunlardan sınırsız doyana kadar yiyoruz. sofradan aç kalkmıyoruz. yanında bol bol çay, ayran, meyve çayı içiyoruz. kola, meyve suyu ve ne idüğü belirsiz içeceklerden uzak duruyoruz.
sonuçlar:
haziran 2009:http://img59.imageshack.us/img59/6969/dsc01113nh.jpg
nisan 2010:http://img99.imageshack.us/...0104115556295438100.jpg
darısı başınıza.
7- hangi ürünü alsam içindekileri okumaya başladığım anda bırakmak zorunda kalıyorum. en kötüsü de çocuklarıyla birlikte gelen anne babaları uzun ömürlü sütleri, homojenize yoğurtları vs. alırken görmek. çocukları için sağlıklı olduklarını sandıkları şeylerin yaptığı etkileri bir bilseler! ne yapıp edip etraftaki herkese tavsiye edilmesi hatta direkt hediye edilmesi gereken kitap. yıllardır sağlıkla ilgili o kadar çok şey okudum, izledim ama hiçbiri bu kitabın yaptığı etkiyi yapmadı. fast foodun, bisküvinin, çikolatanın zararı değil, yararından yüzde yüz emin olduğumuz gıdalarla ilgili gerçekler insanı afallatıyor çünkü. besleniyoruz diye yıllardır zehirliyormuşuz kendimizi de haberimiz yokmuş!
8-5 kilo verdikten sonra kendisini uygulamayi biraktim. yani dikkat etmemeye basladim. fakat yemek aliskanliklarimda koklu bir degisiklige yol acti. oyle ki hala kilo veriyorum. bugun 8 kilo oldu.
9-ablamın kocası 130-140 kilo idi. hem de yaklaşık 2,00 mt boyunda ve üstelik abartılı spor yapan bir asker. yarma gibi caizse söylemek. bir diyete başladı bu 6-7 yıl evvel taş devri diyeti diye bahsedilen diyete benzer, üç beyazı kesti, proteine abandı, bir tüm tavuğu haşlıyor, etini komple yiyor, haşlama suyunu da içine limon sıkıp, baharatlandırıp içiyordu öğle yemeğinde mesela. bir leğen salata yiyordu akşamına. sabah kahvaltısında bir teker peynirin altından girip gözeneğinden çıkıyordu. o sırada kıbrısta görev yaptığından sabahları yüzüyor, öğleden sonra dalıyor, arada koşuyor, atlıyor, zıplıyor. yerinde durmayan dingildek bi adam olduydu.
6-7 ay gibi bir sürede 40-50 kilo verdi bu. ablama göre bu süre zarfında bir çiftlik tavuk, bir mandıra peynir, 5 dönümlük tarlanın mahsulünü yidi, kendini çok zinde çok mutlu hissetti, enercayzır tavşanına döndü.
sonra üç aylık bir çöküş dönemine girdi. girdiği çöküş dönemi kendini ayağından vurmasıyla sonuçlandı ve akabinde aylarca gatada yattı ağır depresyon teşhisiyle. ve doktorun dediğine göre karbonhidrat alımını bu denli azaltmak beyindeki bir takım sıvıların azalmasına, şirazenin kaymasına ve dahi bünyenin takla atmasına sebep olmuş. nasıl derler tıp dilinde bilemiyorum, bu bir doktorun görüşü genelleyemiyorum, taş devri diyeti ile bire bir örtüşür mü ortaya çıkan durum eee emin değilim, durduk yerde pek çok kişinin çok övgüyle anlattığı diyete bok atmış olmayayım.
not:karbonhidratı tamamen bırakmamak lazım az da olsa almalı.
10-bazılarınca çılgın bir diyet olarak görülebilir ama internetde "traditional nutrition" veya "weston a price" kelimelerini aratıp bulunan beslenme sistemleri incelendiğinde, bu diyetin çok benzerlerinin amerikada ve dünyada yıllardır yapıldığı ve genelde olumlu sonuçlar verdiği keşfedilecektir.
11-ben yaptım oldu. midem ufaldı, terbiye oldu, eskiden saldırdığım bir sürü manasız yiyeceği aklımdan bile geçirmiyorum artık.
üstelik bu diyeti yaparken bir yandan da tam teşekküllü kan tahlili yaptırdım. herhangi bir sorun yok, 2-3 kilo daha verdim mi tamamdır. kiloyu bir yana bırak, bünyeyi şekerden uzaklaştırmaktan daha güzel bir fayda olabilir mi?
12-taş devri diyetinde örnek 1 günlük menü
kahvaltı
ben uyanır uyanmaz kahvaltı yapabilenlerden değilim. bunun ana sebebi de akşam yemeğini biraz daha geç yiyor olmam ve de akşam yemeğinde gayet kuvvetli besleniyor olmam. o yüzden her sabah kahvaltı yapmıyorum. kahvaltının günün en önemli öğünü olmasına ilerleyen yazılarda değileneceğim zaten. yine de ortalama bir kahvaltım şunlardan oluşuyor:
2 yumurtalı omlet. içine genellikle maydanoz, dereotu, ıspanak vs koyarak tatlandırıyorum. zaman zaman peynir de ekliyorum. tereyağ ile pişiriyorum. bazen krema da koyuyorum, tat daha yoğun oluyor o zaman.
yanında da 1 fincan sade filtre kahve. evet, ben çay değil kahve insanıyım.
ofis günlerinde kahvaltı yapmamışsam, genelde 10 gibi 1-2 parça peynir, 3-4 badem atıştırıyorum. peyniri alırken karbonhidrat oranı en düşük (dolayısıyla yağ oranı en fazla) olanını seçmeye dikkat ediyorum. bazen de 1/2-1 bardak protein içiyorum.
öğle yemeği
en sık yediğim şey ton balığı salatası veya ton balığı ve buharda pişmiş sebze. elbette ki salatamı ya da sebzelerimi zeytinyağ ve limonla tatlandırıyorum. ton balığının ayçiçek yağı içinde olmamasına dikkat ediyorum. vücuduma omega 6 depolamak istemem. beni 160g’lık balık doyurmadığı için genelde yanına lor peyniri, yoğurt, yumurta ekleyerek protein miktarını artırıyorum.
öğleden sonra da günün 2. ve son filtre kahvesini içiyorum.
akşamüstü
sadece acıkmışsam birşeyler atıştırıyorum. 1-2 parça peynir, 1-2 dilim isli et, 5-6 badem, 2 kaşık yoğurt ile karıştırılmış protein tozu örnek olabilir.
akşam yemeği
günümün en keyifli öğünü. akşam yemek masasında sohbet etmeyi kesinlikle seviyorum. tabağımın merkezinde bir protein kaynağı oluyor. yanında da salata ve/veya zeytinyağlı bir yemek ve/veya yoğurt.
ekli fotoğrafta fırında pişmiş 1 tam kalçalı tavuk but ve tatlı patates, bir miktar taze bakla yemeği ve yoğurt görülüyor. tatlı patates malesef türkiye’de çok az bulunuyor, tadı havuç ile balkabağı arasında ki balkabağını da benzer şekilde baharatlayarak fırında pişirmişliğim de vardır. taze patatesin nispeten yüksek karbonhidrat değeri yüzünden diğer sebze az miktarda. (yine de normal patatesten çok daha az) normalde çok daha fazla sebze tüketiyorum.
gece atıştırması
bu da ancak canım birşeyler atıştırmak isterse yediğim birşey. yoksa kural değil. genelde 5-6 badem, 30g kadar kabak çekirdeği, 1 portakal, bir küçük tutam kuru yabanmersini ya da kuru üzüm, bir parça peynir örnek olabilir. akşamları 1 fincan yeşil çay veya ıhlamur gibi bitkisel bir çay içmeye de gayret gösteriyorum.
bazen de sizlere tariflerini verdiğim tatlılardan yiyorum afiyetle.
yukarıdaki gibi bir günde ancak 1015 kalori almışım, ki biraz az aslında. farkında olursam yoğurt+protein karışımı ile takviye etmeye çalışıyorum. gerçi kalori kavramına da karşı çıktığımı hatırlarsınız. yine de asla 1000 kalorinin altında kalmamaya çalışıyorum.
totalde aldığım
yağ 57g ve %51
karbonhidrat 38g ve %15
protein 86g ve %34
13-protein ağırlıklı beslenme mantığı üzerine oturmasıyla atkinse oldukça benzeyen diyet çeşidi.
beyaz peynir, tavuk, balık, badem, bol sebze ve yeşillik yiyebiliyoruz, ok bunlar çok güzel ve sağlıklı şeyler de.. ben kırmızı et, kuyruk yağı ve tereyağı konusunda emin değilim.
kalp damar cerrahları* bile bas bas "haftada 1den fazla dört ayaklı hayvanların etini yemeyin" diye bağırırken bu konuyu es geçmek çok mantıklı değil bence.
kaldı ki sadece protein ağırlıklı beslenmenin depresif etkileri olduğunu bizzat yaşamış bir kimse olarak şunu söyleyebilirim ki, o depresif ruh halinde plajda ince vücudunuzla süzülecek olmak bile motive edemiyor sizi.
dozajı iyi ayarlamak lazım.
yıllardır bu işe yorduğum kafalar, okuduğum makaleler ve gözlemlerim sonucu şuna kanaat getirdim ki, bu tip "onu tamamen kesiyoruz, bunu tamamen kesiyoruz, şuna abanıyoruz" tarzı beslenme reçeteleri ancak kısa dönemlerde kilo kaybı getirebilirler. uzun dönemde sürdürülebilir olamıyorlar maalesef.
sağlıklı bir beslenme için uzun dönemde sürdürülebilir olan şey beslenme alışkanlıklarını değiştirmek, yani 2 saatte bir sağlıklı şeyler atıştırarak (badem, ceviz, şeker oranı düşük meyve) kan şekerini sabit bir seviyede tutmak, fast fooddan uzaklaşmak ve hatta mümkün olduğu kadar dışarda yemek yememek.. olabildiğince fazla çeşitte sebzeyi sevebilmek, salata ile beraber öğününüze mutlaka dahil etmek. kırmızı etten ziyade beyaz et yemek. insan zaten bunu uzun vadede (1-3 yıl hatta hayatının kalanında) beslenme rutini olarak oturttuğunda vücuttaki yağ oranı azalır, haftada bir makarnasını da yiyebilir, kırk yılın başı sütlü tatlısını da..
14-taş devri diyetinde felsefe: taş devri 5-10 bin yıl önce bitmiştir. o zamandan bu zamana kadar genlerimizde çok az değişiklik olmasına rağmen çevresel şartlar ve özellikle de yiyeceklerimiz çok büyük oranda değişmiştir. özellikle son 50-100 yıl içinde doğal olmayan, işlenmiş ve katkı konulmuş gıdalar, margarin kimyasal yolla katılaştırılmış, ayçiçeği, mısır gibi sıcak preslenmiş sıvı yağlar aşırı şekilde kullanılmaya başlanmış; buna karşılık taze sebze, meyve ve tencere yemeklerinin tüketiminde de belirgin bir azalma olmuştur.
gen yapımız ve buna bağlı vücudumuzda gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar doğal olmayan yiyeceklerin tümü ile başa çıkacak yeteneğe sahip değillerdir. genler ve yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk hali şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, müzmin yorgunluk, kanser ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden olmaktadır. bu hastalıklardan korunmak istiyorsak mümkün olduğunca 5-10 bin yıl öncesine benzeyen bir diyet uygulamalıyız.
taş devri diyetinde genel ilke: üç beyaz (tuz, şeker ve un) yasaktır ya da çok azaltılmalıdır. her yiyecek doğadaki şekline en yakın olarak tüketilmelidir. yasaklar haricinde yeme sınırı yoktur. doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. çiğ yiyecekler toplam diyetin en az %60’ını oluşturmalıdır.
taş devri diyetinde etler: yağsız olmayacak, fazla pişirilmeyecek.
kırmızı et: (tercihen yemlenen değil, otlayan hayvan eti), sucuk, kavurma, pastırma vb serbest. (bu ürünlerde de kolaylıkla hile yapılabileceğinden güvenilir, bildiğiniz ve hatta mümkünse ev yapımı olanlarını tercih edin. bodytr editör) katkı maddelerinden dolayı salam-sosis tercih edilmemeli.
sakatat: karaciğer, böbrek, yürek, kokoreç, işkembe, uykuluk kırmızı etten (kas) daha yararlı. fakat hastalıklı olmamasına dikkat.
beyaz et: tercihen köy tavuğu ve diğer kümes hayvanları (köy tavuğu geç pişer)
balık: (ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için küçük balıklar tercih edilmeli, balık çiftliği balıkları tercih edilmemeli)
taş devri diyetinde yumurta: en kaliteli protein kaynağıdır. köy yumurtası tercih edilmeli. günde 1-4 adet yenilebilir. tercih sırasına göre 1. çiğ (mikroplu olmadığından eminseniz!), 2. rafadan, 3. lop, 4. kızartma (mümkünse yenmemeli, yenilecekse, zeytinyağında ya da fındık yağında ya da tereyağında yapılmalı ve önce akı pişirilmeli, sarısı ayrıca çiğ olarak eklenmeli)
taş devri diyetinde sebzeler ve yeşil yapraklılar:
her çeşidi yenilebilir. daha çok çiğ tüketilmeli. koyu yeşil yapraklılar k vitamini, kalsiyum ve magnezyumdan zengindir (kemik erimesinin önlenmesi!) ve ayrıca omega-3 yağ asidi içerir. doğal yetiştikleri için yabani otlar (ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan otu, semizotu, labada vb) mükemmel. semiz otu sebzeler içinde en önemli omega-3 kaynağıdır.
patates: yüksek şeker içerdiğinden yenilmemeli.
sarımsak: hücreleri paslanmaktan koruyan (antioksidan) en önemli yiyeceklerden biri. her gün en az iki diş yenilmeli. cacık şeklinde de alınabilir. sarımsağı ezin (yutmayın) ve en geç 1 saat içinde tüketin.
soğan: en az sarımsak kadar değerli.
zeytin: mümkün olduğunca tuzu çıkartılmalı. sele zeytininin tuzu daha rahat çıkıyor. daha çok yeşil zeytin tercih edilmeli.
meyveler: kayısı, üzüm, muz, gibi şeker içeriği yüksek meyveler sınırlı yenmeli. az şekerli meyveler daha çok yenilebilir (tazesi tercih edilmeli). üzüm çekirdeği ve kabuğu, çilek, yaban mersini, kızılcık gibi meyveler çok yüksek antioksidan etkilere sahip.
taş devri diyetinde süt ve süt ürünleri: köy ya da mandıra sütü tercih edilmeli. imkan yoksa pastörize günlük şişe sütü kullanılabilir. homojenize ve uht teknolojisi kullanılan kutu sütler tüketilmemeli. kaymak bağlamayan, ekşimeyen ya da kesmeyen süt ya da yoğurt doğal değildir.
bu konuyla ilgili detaylı bilgi için kutu sütü savaşları yazısını okuyabilirsiniz.
sütten çok mayalanmış süt ürünleri (tam yağlı yoğurt, tam yağlı peynir) tercih edilmeli. kefirle mayalanmış süt çok yararlı. içerdiği çok sayıda probiyotik (faydalı mikrop) ile sindirim bozukluklarını önlüyor ve yaşlanmayı yavaşlatıyor.
baklagiller: (nohut, fasulye, mercimek, bezelye, börülce vb) haftada 2-3 kereden fazla yenmemeli (12 saatte bir suyu değiştirilmek üzere 48 saat suda bekletilmeli, ve ağır ateşte (mümkünse güveçte) pişirilmeli.
soya: söylendiği gibi sağlıklı bir yiyecek değildir. protein sindirimini ve bağırsaktan kalsiyum, demir ve çinko emilimini azaltır. tiroid hormonu sentezini bozar. erken ergenlik belirtileri, kısırlık ve adet düzensizliklerine yol açabilir. alerjilere neden olabilir. çok az yenmeli hatta hiç yenmemelidir. az miktarda fermente soya ürünleri yenilebilir.
(konuyla ilgili olarak sitemizdeki soya fasulyesi fos çıktı yazısını okuyabilirsiniz)
kabuklu kuruyemişler: (ceviz, fındık, fıstık, ayçiçeği, kabak çekirdeği, badem vb). günde 1-2 avuç (25-50 gram kadar) oldukça yararlı. çiğ ve az tuzlu olanı tercih edilmeli.
taş devri diyetinde yağlar: yağ kısıtlaması vücut için zararlıdır. sanılanın aksine yağı az, dolayısıyla şekeri fazla yiyecekler insanları daha çok acıktırır ve daha çok şişmanlatır!
margarin: kesinlikle yasak!
tohumlu sıvı yağlar: (ay çiçek yağı, pamuk yağı, mısırözü yağı, soya vb.): kullanılmamalı ya da çok az kullanılmalı. omega-6/omega-3 dengesini, omega-6 lehine bozuyor. sıcak presten çıkan bu yağların birçok organımızı ve damarlarımızı yıpratıcı özellikleri var.
zeytinyağı: mükemmel! halis sızma olanlar tercih edilmeli. riviera ikinci seçenektir.
fındık yağı: riviera gibi. piyasadakilerin çoğu karışık! halis olanları pahalı ve sızma zeytinyağından daha iyi değil.
tereyağı: mükemmel! mümkünse özgür otlayan hayvanların yağı(köy tereyağı). piyasa-da sahtesi (margarin üzerine giydirilmiş) çok. sahtesi dışarıda bırakıldığında geç erir, bıçakta fazla leke bırakır.
doymuş yağlar düşman mı?
urfa yağı: tereyağı gibi
kuyruk ve iç yağı: tereyağı gibi yararlı
taş devri diyetinde balıkyağı: hayat iksiri! büyük ölçüde omega-3 yağ asidi içeriyor. bebeğinden, hamilesinden, gencine ve yaşlısına kadar herkes kullanmalı. günde en az 1-2 kapsül (0.5-1 gr).
balıkyağı şişmanlatmaz. yaz-kış kullanılabilir. morina karaciğeri yağı d vitamini içerdiğinden yazın kullanılmamalı. aksi halde d vitamini yüklenmemesi yapabilir.
keten tohumu: balık yağından sonra ikinci önemli omega-3 kaynağı. aynı zamanda soya gibi zayıf östrojenik özelliğe sahip. önce hafifçe kavurun ve kahve değirmeninde öğüttükten sonra günde 2-3 tatlı kaşığı yemeklere, yoğurda veya salatalara serpin. keten tohumunun omega-3 gücü balık yağının onda biri kadardır.
kızartmalar: vücut hücrelerini paslandırdığı için zararlı. illaki yenilecekse tereyağı, zeytinyağı, veya fındık yağı ile yapılmalı. kızartmaların zararlı etkilerini azaltmak istiyorsanız yanında sarımsaklı yoğurt ve yeşillik yiyin.
taş devri diyetinde tahıllar ve unlu gıdalar: hızlı emilen şeker miktarları yüksek olduğu için insülin direncini arttırırlar. bu nedenle ekmek, bulgur, mısır, çavdar, makarna, pirinç vb. gibi tahıllar ve bunlar ile yapılan yemekler ve hamur işleri yenmemeli ya da iyice azaltılmalıdır. diyete adapte olmada güçlük çekenler kısa bir süre için tam buğday ekmeği (köy ekmeği), kepek ekmeği, çavdar ekmeği, yulaf ekmeği ve bulgur yiyebilirler.
çaylar: hepsi çok yararlı. şekersiz içilecek! telli ve doğal olmayan zamklı poşet çaylar kanser yapabilir.
kahve-nestkahve: tamamen yasak olmamakla birlikte sınırlı içilmeli. türk kahvesi tercih edilmeli (şekersiz ya da az şekerli)..
turşular: oldukça yararlı. tuzunu azaltın (turşu kurarken tuz yerine limon tuzu, as-korbik asit ya da sirke kullanın). sirke (özellikle halis üzüm sirkesi), nar ekşisi, şalgam suyu ve meyankökü suyu faydalı mikroplar (probiyotikler) açısından çok yararlı.
tuz: yiyeceklerin içinde doğal olarak bulunan tuz vücudumuzun ihtiyacını karşılar. tencere yemekleri içine az miktarda tuz katılabilir. yemeklerin ve salataların üzerine tuz serpmeyin. az tuz sizi halsiz bırakıyorsa tuzu biraz artırın.
baharatlar: içerdikleri vitamin, mineraller ve antioksidanlar (vücudun pasını sökücü) açısından oldukça yararlıdır.
şekerler: rafine şekerler (çay şekeri, früktoz vb) ve bunlarla yapılan yiyecekler (pasta, bisküviler, gofretler, baklava, revani, kadayıf vb) yasaktır.
çikolata: haftada bir kere orta boy, sütsüz (bitter) ve kaliteli çikolata yenilebilir (şart değil!). çikolata kadınlarda adet öncesi dönemde görülen depresyonu azaltır (en iyi magnezyum kaynağı).
bal: halis ise şifa verir. günde bir iki çay kaşığı yenilebilir. alelade ballar, her çeşit ve reçel aşırı şeker içerdiğinden yenilmemelidir. piyasadaki balların en az %95’i doğal değildir. fazla olmamak koşulu ile meyvelerin kendi şekeri ile yapılan pekmezleri yenilebilir.
taş devri diyetinde tatlandırıcılar: tatlandırıcılar ve bunlarla yapılmış diyet ürünleri yenilmemelidir. özellikle aspartam (canderel ®, sanpa®, aspartil®, diyet-tat®, nutra-tat®, diyet kola, şekersiz sakız, birçok diyet yiyecek içinde bulunur) depresyon da dahil olmak üzere birçok yan etkilere yol açabilir.
içki: günde 1-2 kadeh şarap (özellikle kırmızı kırmızı), rakı ya da eşdeğer içki içilebilir. mecburiyet yoktur!
meşrubat: her türlüsü yasak. evde yapılan taze meyve suyu (posası ile birlikte) içilebilir. meşrubat olarak ayran, kefir, boza, şalgam suyu veya meyan kökü suyu için.
taş devri diyetinde su: günde 6-8 bardak su için. idrarınız koyu ise yeteri kadar su içmiyorsunuz demektir. içtiğiniz su aşırı soğuk olmasın. kaynak suyunu için. şebeke suyunu mümkünse içmeyin (klorlu !). klor, mikropları öldürmek için suya konulur. fakat kanser de yapabilir. şebeke suyunu musluktan aldıktan sonra en az bir saat dinlendirirseniz kloru uçar. filtre edilmiş şebeke suyu içilebilir, fakat kaynak suyunun yerini tutmaz.
yemekle birlikte su içmeyin, çünkü bu su sindirim sıvılarını seyrelterek etkilerini azaltır. yemekten yarım saat önce veya sonra su içebilirsiniz. uykudan önce bir ya da iki bardak su içilmelidir.
taş devri diyetinde yemek pişirme: yemekler kendi suyunda ağır ağır pişirilmeli (buğulama ve güveçte pişirme tercih edilmeli). hızlı pişirme yöntemleri (kızartma, ızgara, mikrodalga gibi) sakıncalıdır. toprak kap, çelik kap ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. teflon ve alüminyum kap kullanmayın.sıcak yemekleri alüminuyum folyo ve streç içinde saklamayın.
dondurulmuş yiyecekleri fazla tüketmeyin. pişirme sularını atmayın (baklagiller hariç). konserve yiyecekleri ise mümkünse hiç yemeyin.
taş devri diyetinde yemek yeme sıklığı: diyet başlangıcında, kan şekeri düşebileceği için daha sık yemeli. 1-2 hafta içinde insülininiz terbiye olur ve günde 3 öğün yemek (çocuklar için 4-5 öğün) yeterli olur. lokmaları iyice çiğneyin! sabah kahvaltılarını kuvvetli yapın; akşam yemeği hafif olsun. yemek miktarlarını yaklaşık şöyle bölümleyin. sabah :(3), öğle:(2), akşam: (1) ya da sabah (2), kuşluk (1). öğle(1), ikindi (1), akşam:(1). 19.00-20.00’den sonra mümkünse yemek yemeyin, tok karnına uyumayın.
herhangi bir yiyeceği yedikten 0.5-2 saat sonra o yiyecek midenizi bulanıyor, karnınızı ağrıtıyor, rahatsızlık hissi uyandırıyorsa, yorgunluk hissetmenize yol açıyorsa ya da karnınızı çok çabuk acıktırıyorsa (şeker düşüklüğü !) o yiyeceği azaltın ya da hiç yemeyin (vücudunuzun sesini dinleyin !)
diş temizliği: her yemekten sonra, mümkün değilse yatmadan önce dişinizi 2-3 dakika fırçalayınız ve macunu yutmayınız. çocuklarda yutmayacaklarından emin oluncaya kadar florlu diş macunu kullanmayınız. sodyum florür toksik olduğu için çocuklara flor tableti takviye etmeyin. yiyecek ve içeceklerdeki flor (kalsiyum florür) doğal olup, toksik değildir. florun diş çürüklerini azaltmadığını gösteren çok sayıda araştırma vardır.
taş devri diyetinde hareket: günde en az yarım saat hızlı yürüyüş yapılmalı ya da yavaş koşulmalı ve merdivenler çift çift çıkılmalı. günde en az 3-5 dakika kültür fizik hareketleri yapılmalı. yorgun düşüren hareketlerden kaçınılmalı. egzersiz ağırlığı tedricen artırılmalı. hedefinizi iyi seçin. her gün yapabileceğiniz egzersizleri yapın. derin temiz hava soluyarak hücrelerinizdeki oksijeni artırın.
güneşlenme: güneşli havalarda en az yarım saat (gözlüksüz olarak) güneşe maruz kalınmalı (kışın tercihen 11.00-13.00 arası). güneş ışınları daha rahat uyumanızı sağlar, depresyonu azaltır ve d vitamini sentezini artırır. d vitamini kemik hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, kansere (deri kanseri dahil!) ve çeşitli müzmin hastalıklara karşı koruyucudur. yazın mayo ile güneşlenirken başlangıçta güneşte fazla kalmayın (özellikle 11.00-13.00 arası). dengeli şekilde yanın, haşlanmayın!!. tatile çıkmadan önce depo şeklinde alınan d vitamini ampulü derideki yanmayı azaltır.
uyku: mümkünse 22.00’den önce yatın. 5 saatten az 9 saatten fazla uyumayın. iyi bir uyku için midenizin boş olması gerektiğini unutmayın.
hazırlayan: prof. dr. ahmet aydın
kaynak: bodytr
15-henüz birkaç gündür uyguluyor olmama faydalarını bünyemde hissedebildiğim diyet. öncelikle ekmeği tamamen kestikten sonra daha sık tuvalete çıkar oldum. ekmek çok yedirtiyordu, şimdi daha az yemek yeyip öyle sofradan kalkıyorum. bu da midemin küçülmesine neden oluyor.
16-bir başka yandan ise, sanırım ki yağ oranı arttıgından, yılların kabızlarını bile günlük tuvalete çıkar hale getirir. ki muhteşem bi şe bu.
17-tek kelimeyle harika olay!
dilediğiniz kadar yiyorsunuz, sofradan asla aç kalkmıyorsunuz. üstelik ne saatler sonra bile açlık hissi yaşıyorsunuz, ne de sofradan kalkınca ağırlık hissi...
bugün 3. günümdeyim. hayvan gibi yiyorum ve bugün fitdayden besin hesabı yaptım. totalde yalnızca 1559 kalori almışım koca günde. (normalde vücudum 2800 kadar yakıyor)
diğer değerler:
yağ: 92.6
karbonhidrat: 66.2
protein: 119.8
"peki ne yedin?" diye soranlar da olabilecektir. işte size mükemmel bir günlük öğün örneği:
sabah:
* 2 çırpılmış yumurta ile yapılan tereyağlı omlet; üzerine bolca kekik
* 1 dilim beyaz peynir
* 5 zeytin
* 1/2 salatalık
* 1/2 kırmızı tatlı biber
* tamamının üzerine bolca kekik
* 2 tablet 500mglık balık yağı (omega 3 takviyesi için)
öğlen:
* koca bir tabak dana ciğeri
* üstüne 5dk kadar buharda pişirilmiş, çıtır çıtır:
- 2 brokoli
- 1 brüksel lahanası
- 1/2 kırmızı tatlı biber
- zeytinyağı
- 2 tablet 500mglık balık yağı
atıştırmalık:
* 2 ceviz
akşam:
* 130gr. kadar kuşbaşı dana eti
yine buharda pişirilmiş:
* 2 brokoli
* 2 brüksel lahanası
* 1/4 kırmızı tatlı biber
* 1/4 domates
* bir çay kaşığı tereyağı (lezzet katsın ve yağlı olsun diye)
* 150gr. yoğurt (küçük sütaş kutulardan)
* yarım mandalina
* 2 tablet 500mglık balık yağı
ahanda bu da yemeğin resmi:http://b1110.hizliresim.com/11/10/12/16674.jpg (bundan bi yarım tabak daha yedim)
keşke çok daha önce keşfetseymişim de, "1 kibrit kutusu büyüklüğünde peynir; yağsız hede hödö" muhabbetlerinden çok daha önce kurtulsaymışım. o kadar enerjik hissediyorum ki şu anda... dilediğim kadar yiyorum, kalori hesabı yapmak zorunda da kalmıyorum asla. çünkü yediklerim tok tutuyor ve kalorileri toplamda 1 burger king steakhouse menüsü (yaklaşık 1500 kalori) ile kafa kafaya gidiyor.
artık "ne yesem de günlük minimum kaloriyi doldursam" diye düşünüyorum. diğer diyetlerle kendini heba etmiş bir insan olarak inanılmaz mutluyum. umarım kilolarıma da kısa sürede yansır; yine burada paylaşırım.
18-taş devri diyetiyle ilgili bilinmesi gereken bir başka husus da, geçici periyodik bir diyet değil, bir yaşam tarzı olması. pek çok insanın "ömrünün sonuna kadar süreceğini" bildikleri hastalıkları bu diyete başlamalarıyla son bulduğundan, aklın ve sağlığın seçimi bu tür bir beslenme düzenini işaret ediyor.
kendiniz için güzel bir karar alın ve bırakın "kof" yiyecekleri. çıkın dışarı, dolabınızı "gerçek" yiyeceklerle doldurun. taze taze yiyin; süper yemekler yapın; doyana kadar yiyin; sofradan asla aç kalkmayın; üstüne bir de ideal kilonuza kavuşun ve kendinizi inanılmaz sağlıklı hissedin!
19-çok güzel bir beslenme tarzı.
ekim başından bu yana bu şekilde besleniyorum. biraz deneyimlerimi aktarmak istedim.
- ekim başından bu yana toplam 8 kilo verdim. belim 5.5 cm. kadar inceldi. üstelik her gün tıka basa yemek yedim. asla aç bırakmadım kendimi. duble tereyağlı iskenderler, avuç avuç fındık-badem, yarım kilo kuzu kavurma falan... abarttım yani hafiften. buna rağmen 8 kilo verdim. spor da yapamıyorum maalesef.
- bol bol protein alınca kaslarım güçlendi. kendimi daha zinde hissediyorum. egzersiz yapmadan, çektiğim şınav sayısı arttı. spor yaptığım zamanlarda bile maksimum 15-20 şınav çekebilirken, bugün nizami olarak 35 şınav çekebiliyorum. üstelik uzun süre şınav çekmemiş olmama rağmen.
- yemek bulmak zor değil, ancak pahalı. arkadaşlarınız dışarıda 2 ıslak hamburger yeyip doyarken sizin porsiyon döner ya da kebap yemeniz gerekebiliyor. işin ucuzuna kaçamıyorsunuz maalesef. insanlar ekmekle, pilavla, mercimek ya da kurufasulye ile karınlarını pek rahat doyurabilirlerken siz mutlaka tarım toplumu öncesi var olan bir protein kaynağı bulmak zorundasınız. bu da maliyetlerinizi arttırıyor. ucuz olduğu için bol bol tavuk yiyorsunuz, bu sefer de bu tavukların özgür dolaşan tavuklar olmadığını, çiftliklerde hormonla beslendiğini hatırlıyorsunuz. canınız sıkılıyor. kasaba gidip kırmızı et alacak olsanız o da pahalı gelebiliyor. mesela bu akşam yarım kilo kuzu etini oturup tek başıma yedim. maliyetim 17 lira.
- öte yandan yemekleriniz çok daha lezzetli hale geliyor. "bu yediklerim yemekse, önceden yediklerim neydi?" diye soruyorum kendime. artık bol bol tereyağı, kuyrukyağı kullanıyorum. neredeyse her sabah 3 yumurtayla bol tereyağlı omletler yapıyorum. akşamları da kuyruk yağı ya da tereyağı ile kavurduğum yemeklerimi yiyor, bol sebzeyle yapılmış unsuz çorbamı içiyorum. ayçiçek yağının tadının ne kadar iğrenç olduğunu yıllar sonra anlayabildim maalesef.
şimdilik aktarabileceklerim bunlar. ilerleyen günlerde farklı deneyimlerim ya da aklıma gelenler olursa yine buradan sizlerle paylaşacağım.
not:ekşisözlükten derlenmiştir.
1-gerçekten çok yararlı bir içecek. sütü oda ısısında yoğurt haline getiriyor. yoğun b vitamini içeriyor. iştahsızlığa, özellikle mide ve barsak hastalıklarına da çok iyi geliyor.
2-kansere ve erken yaşlanmaya karşı mutlak etkisi olan ilaç-gıda... ama dikkatli kullanmak gerek yoksa uçurulursunuz!!!
3-bildiğimiz yoğurdun daha farklı mantarlarca yapılmış hali.
4-iki senedir düzenli içtiğim, bağışıklık sistemini güçlendirdiğini yaşayarak gördüğüm içecek. herkesin gripten kırıldığı dönemlerde bile bir kez grip olmadan atlatıyorum kışı. bir de mide barsak enfeksiyonlarına yakalanma riski çok düşüyor. direnci artırdığı da tecrübeyle sabit.
5-her gün içmek zorunda kaldığım içecek. kansere iyi geliyormuş demez olaydım. tadı yoğurt, ayran, süt karışımı bir şeye benziyor. çok çok az da olsa doğal alkol oluşumu (bkz: fermantasyon) içimi rahatlatan tek konu.
6-sağlık için faydası, içerisindeki probiyotik mikroorganizmalardan kaynaklanmaktadır. probiyotik mikroorganizmalar, ağızdan alımlarıyla bağırsağa kadar canlılıklarını koruyarak ulaşan, bağırsağa tutunarak çoğalan, böylece bağırsakta bulunması istenmeyen mikroorganizmaların orada dominant hale geçmesini engelleyen ve sonuçtada bu etkileri nedeniyle sindirimi düzenleyen mikroorganizmalardır.
işte kefir bu özellikteki mikroorganizmaların bir çok çeşidinin bir arada bulunduğu bir kültürden yapılmaktadır. çoğunlukla mantar olarak yanlış bilinen, görüntüsü karnıbahar tanesine benzeyen bu yapıya kefir tanesi denilir ve bu kefir tanesi probiyotik mikroorganizmalar kümesidir.
7-yaklasik 30 senedir evde yapilmasina rağmen yeni yeni icmeye basladığım bu içecek beni tam 5 kilo zayıflattı. az mayalanırsa barsakları yumuşatıyor. fazla bekletilirse faydası artıyor ve barsakları durduruyor..
8-vücudun hücre yenilemesini hızlandıran, saç ve tırnakların belirgin şekilde uzadığı gözlemlenen içki. fakat yakın zamanda yapılan araştırmalar vücutta dolaşan ve henüz bir organa musallat olmayan serbest kanser hücrelerini de artırdığını ortaya çıkardı. dikkat edilmesi önerilir.
9-bilim ve teknik:
kefirin yararları ve/veya zararları hakkında bilgi vermenizi rica ediyorum. saygılarımla. (elmas par)
kefir, yararlı bakteriler ve mayalar içermesi nedeniyle, çok yoğun miktarda tüketilmediği sürece sağlık açısından herhangi bir zarar taşımamaktadır. içeriğinde bulunan vitamin ve mineraller de, sindirimi kolaylaştırır ve kefire doğal antibiyotik özellikler katar.
kefir içeriğinde yer alan bakterilerin laktaz enzimlerinin bulunması nedeniyle, laktoz intoleransı sorunu yaşayanlar, süt içtiklerinde yaşadıkları rahatsızlığı kefir içtiklerinde yaşamazlar. içerdiği kalsiyum ve magnezyum da sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı etkiye sahiptir. bu da, uyku bozuklukları ve depresyon gibi rahatsızlıklarla mücadeleyi kolaylaştırır.
bunların yanında, süt ve yoğurtta bulunmayan bazı yararlı bakteri türlerini ve vücut için zararlı olan mikroorganizmaların gelişimini kontrol altına alarak durduran mayaları da içerir. mukoz benzeri yapısı nedeniyle, bağırsaklarda bir anlamda astar oluşturur ve bağırsakları temizler.
deniz candaş
10-bir litresini kafaya diktikten sonra sanki müshil kullanmışım gibi tuvalete koşturan sözde değil özde bağırsak çalıştırıcı. yerine göre kurtarıcı, yerine göre batırıcı bakteri yumağı.
11-sindirim sistemi üzerindeki olumlu etkileri tecrübeyle sabittir.çok afedersin ishal durumunda başvurulacak ilk kaynaklardan biridir.
12-vücutta besin sindirimini arttırdığı belirtilen içecek. bu mantıktan hareket edersek, normalde sindirilmeden vücuttan atılan besinler, bu hayvanı içtikten sonra sindirilmeye başlanıyor. dolayısıyla kilo almayı kolaylaştırma tehlikesi olabilir.
13-kefirin faideleri:
* bağışıklık sistemini güçlendirdiği için mikrobik enfeksiyonlara karşı direnci arttırır.
* astım ve alerjiye karşı direnç oluşturur.
* büyümeye güçlü destek sağlar.
* ihtiyaç duyulan enerji için mükemmel destek verir.
* beyin hücrelerini aktifleştirir ve beyinsel dinamizmi arttırır.
* obeziteye ve aşırı zayıflamaya karşı frenleyici görev üstlenir.
* bağırsak florasını inşa eder.
* cilt güzelliğine ve parlaklığına olumlu etkiler yapar.
* saçları kuvvetlendirir.
* gençlik döneminin etkin, enerjik ve aktif bir dönem olmasında unutulmaz bir partnerdir.
* gençlik ve dinçlik duygusunun sürekliliğini sağlar.
* yorgunluk ve strese karşı koruyucu bir kalkandır.
* cinsel fonksiyonların devamlılığında aktiflik kazandırır.
* kanı temizler, kolesterolü dengeler ve yüksek tansiyonu düşürür
* damar sertliğini ve kalp krizi riskini önler.
* uykusuzluğu giderir. spor yapanlar için enerji deposudur.
* hazmı kolaylaştırır.
* kemoterapi tedavisi sürerken vücudun güçlü kalmasını ve beslenmenin devamlılığını sağlar.
* selülitlere karşı etkindir.
* birçok hastalığın oluşumunu ilk başlangıçtan itibaren hemen önler.
* alkol alanlar açısından kaybolan vitaminlerin geri alımında tam bir takviye sağlar.
* saç dökülmesini azaltır.
* doğum kontrol hapı ve idrar söktürücü ilaç alanlara yardımcı olur
* antibiyotik ilaçlar vücuttaki tüm vitaminleri ve bakterileri öldürdüğünden; doğal savunma ve savaş ordularını kurarak doğal antibiyotik görevi üstlenir.
* antioksidan özellikleri ile hücre yenilenmesine katkı sağlar.
* menopoz dönemindeki riskleri azaltır
* aşırı yıpranmayı ve yaşlanmayı yavaşlatır.
* damar sertliğini engeller
* uzun ve sağlıklı bir ömür trendine yönelik metabolizmanın mimarıdır. kemiklerin ve kasların güçlü kalmasına destek sağlar.
* oestropoz ve alzheimer hastalığına karşı direnç oluşturur.
* prostat ve bağırsak kanseri başta olmak üzere birçok kanseri önleyici etkisi olduğu bilinmektedir.
* bellek zayıflığını ve dikkat azalmasını önler.
* kronik güçsüzlüğe karşı kuvveti arttırır.
* görme zayıflığını ve katarakt oluşumunu engeller.
* serbest radikallerin, ağır metallerin ve zehirli gazların vücuttaki olumsuz etkilerini azaltır.
* kronik depresyona karşı olumlu iyileştirmeler yapar.
* genç yaşlanmayı sistemize eder.
* mutlu bir yaşlılık dönemi için vazgeçilmez doğal bir dosttur.
kaynak:http://www.farmaroyal.com
14-faydalarını ise saymakla bitiremeyecegim ve hakkında epey yazildigi icin tekrar etmek istemiyorum, ancak kızıp bozulmak yok simdi son bisi soyleyecegim. kefir icmemek aptallıktır. bana kalirsa her evde bulunmasi gereken yegane sey. bundan sonra ben nereye kefirim oraya. bu kucuk bakteri yumakları insanın ihtiyacı olan yegane dogal ilaclardan birisi ve tekrar ediyorum, tadına doyulmuyor.
15-daha sonra ülserden kaynaklandığını öğrendiğim mide ağrılarına birebir gelen içecek.. başka hiçbişeyin kesemediği mide ağrılarımı kesmiş beni mesud etmiştir..
16-14 yaşında çok ciddi bir şekilde nefrit(böbrek iltihaplanması sonucu olan çok fena bir hastalık) geçirirken, doktorların verdiği tuzsuz, proteinsiz,yağsız, şusuz, busuz diyeti yapmamın, bir dünya antibiyotik kullanmamın, kesintisiz yatmamın da bir sonuç vermemesi ve doktorların bu tabloya göre yaptığı olumsuz konuşmalar(varın siz tahmin edin) üzerine "son çare" olarak içmeye başladığım ve 1 hafta sonrasında yapılan tahlillerin sonuçlarının normal değerlerde çıkması ile doktorları hayretlerden hayretlere düşüren şifa iksiri...
ama piyasada satılan fabrika çıkışlı ürünlerin aynı etkiyi gösterdiklerini sanmıyorum, bizzat aktardan veya tanıdıktan alınan kefirleri evde süte koyup mayalamak gerekiyor. zaten bakımı da çok kolay...
annemin 10 sene geçmeyen ülserine, el ve ayaklarda çıkan egzamalara da çok iyi geldiği tarafımdan gözlemlenmiştir. egzama için kefirin ayranının yanısıra kendisini de egzamalı bölgeye koymak ve bir müddet öyle beklemek gerekmektedir (tabi egzama üzerine konan kefirleri daha sonra çöpe atıyorsunuz, aksi halde iğrenç birşey yapmış olursunuz)...
17-kronik gastrit ve helicobacter pylori sahibi midemi marketlerde hazır olarak satılanlarının 2-3 gün içinde iyi etmesinin akabinde ankara üniversitesi ziraat fakültesi ürün satış biriminden mayasını alıp kendim evde üretmeye başladığım her derde deva mucize iksir.
18-mevsimsel, donemsel depresyon ile bogusanlarin surekli icmesi gereken icecek.
19-ikide bir azgınlaşan reflüme iyi gelen içecek. her gün bir bardak kefir beni yeniden rahat uyuyan bir insana çevirdi daha ne diyeyim.
20-uzun süredir hergün mayaladığım kefiri içiyorum ben. bana en büyük faydası verdiği tokluk hissi oldu taş devri diyeti yaptığım için. fakat sanırım çaktırmadan sigarayı bırakmamda, daha doğrusu bıraktıktan sonra ağızda meydana gelen yaralarda ve yüzdeki sivilcelerde azalma sağladı. cildim pırıl pırıl maşallah.
21-güzellik ve gençlik kaynağı: kefir
insan sağlığını olumlu yönde etkileyen probiyotikler içeren kefir, yaşlanmayı yavaşlatıyor. kefir kullananlar, kendilerini hem daha dinç hem de daha sakin hissettiklerini söylüyor.
kefirdeki fosfor, hücre gelişimi ve enerji ihtiyacının karşılanması için karbonhidratların, yağların ve proteinlerin kullanımında kolaylık sağlıyor. bağırsak hareketlerini hızlandıran bu besin, mide ve bağırsak salgılarını artırıp hazmı kolaylaştırıyor. mikrobik enfeksiyonlara karşı vücudun direncini de güçlendiriyor. ayrıca kemik erimesini önlüyor, bronşit ve astım nöbetlerini azaltıyor.
aynı zamanda “gençlik iksiri” olarak da bilinen bu besin, içinde bulunan yararlı vitaminlerin yanı sıra kalsiyum, magnezyum, flor, fosfor ve selenyum gibi mineraller içeriyor. düzenli tüketildiğinde sağlığın korunmasına yardımcı oluyor, hücreleri yenileyerek yaşlanmayı geciktiriyor.
yarari çok
* stresi azaltıyor, sakinleştiriyor ve kolesterolü düşürüyor
* sinir sistemini güçlendiriyor
* uykusuzluğu ve sinirsel depresyonu ortadan kaldırıyor
* damar sertliğini ve kas kasılmalarını önlüyor
* yüksek tansiyonu düzenliyor ve dengeliyor
* kan bozukluklarını gideriyor ve kanı temizliyor
* cildi güzelleştiriyor ve parlaklık veriyor
* egzama ve benzeri deri hastalıklarına iyi geliyor
* yara ve yanıkların daha hızlı iyileşmesini sağlıyor
22-biraz meyve eşliğinde mükemmel bir sabah kahvaltısı olabilen içecek.
23-aşırı dozda kullanımı (?!) gut hastalığına sebep olan içecek, bakteri, maya, her neyse.
2 sene önce eline kefir geçmiş olan dedem, hızını alamayıp sabah akşam günde 2 bardak içerek, 2 sene sonra gut hastalığı mertebesine erişmiştir.
ilk başta yadırgadık, yahu bu adam sağlıklı beslenir, ne tuz yer ne yağ ne salam sucuk, bu gut nereden diye. doktor aydınlattı sağolsun, sebep kefirmiş.
24-diyetisyenlerin şunların bunların televizyonlarda saydığı otları çöpleri boşverin. sabah 1 çorba kaşığı halis keçi boynuzu pekmezi (harnup)ne karıştırılmış bir tutam toz zencefil ve akşamında içilen 1 bardak kefir ile bir daha ne halsizlik, ne bir enfeksiyon, ne de mide/bağırsak problemi çekersiniz.
sadesi çok içilebilir olmasa da, çileklisi boza kıvamında ve düzenli kullanıldığında gayet bağımlılık yapıyor.
26-diğer iyi yönlerini bilemem ama mideye iyi geldiği kesinlikle doğrudur bu içeceğin. hassas ve nur topu gibi bir reflüye sahip olan midemin sırtımı ve göğsümü gaz sancılarıyla deli gibi sıkıştırdığı anlarda içtiğim bir bardak kefir, 10 dk içerisinde midemi dingin bir hale sokmaktadır.
insan sırtında gaz sancısı kaynaklı, yumruk gibi bir sıkışmayla oturmaktayken bir anda düzelince, bu içeceğin sihirli bir iksir olduğuna inanabiliyor bir süre sonra.
27-reflüsü olan insanların kesinlikle her gün bir bardak içmesi şart olan içecek. ne kadar kokusu ve tadı vasat olsa da, allahsız reflüyü bastırması çekilir kılıyor. ama sindirim sistemini de acayip şekilde çalıştırdığından içme olayını fazla abartmamak gerekir. yoksa müsait bir yerde değilseniz fellik fellik tuvalet aramanıza sebep olur. işbu ahval ve şerait içinde garip bir içecektir kefir. reflünüz varsa için reflüsü olana da içirtin.
28-sindirime uğramadan doğrudan kana geçen tek içecek, besin kaynağı. sindirim sistemi hastalıklarına da bu yüzden iyi geliyor. kefirin yapımını sağlayan mantar bizim için sütteki karbonhidrat ve proteinin sindirimini yapıyor. bize sadece içmek kalıyor.
istek üzerine edit: süt laktoz şekerinden oluşur ve laktoz şekeri insanın sindirim sisteminde doğrudan sindirilmez ve pankreastan gelen laktaz enzimiyle glikoz ve galaktoza çevrilir. bu yüzden sütün sindirilmesi sıkıntılıdır. mayada zaten laktaz enzimi vardır ve sütün içindeki laktozu bizim için sindirir. aynı şey protein için de geçerlidir.
29-zayıflamamda da payı olduğunu düşünüyorum. şöyle ki son zamanlarda, göbek bölgesinde artan yağlanma ve buna paralel gece yemelerinden kaynaklı mide yanmalarım yüzünden canıma tak etti ve büyük bir karar aldım; 19.00dan sonra ağzıma lokma sürmücem. bu kararla hem mide yanmalarımı azaltıp hem de kilo vereceğimi düşünüyordum. ancak 19.00dan sonra uyku vaktine kadar olan sürede -en azından 4-5 saat- mide illaki tekrar kazınmaya başlıyordu. önce yoğurtla yatıştırdım o dilimde mideyi epey bi, ancak bu midemin yanmasını(reflüyü) engellemiyordu. ve sonra kafada bir ampül çaktı; daha önceden pek çok defa kullanıp sonra bir anda unuttuğum kefir geldi aklıma tekrar. düzenli olarak başlıyım şuna dedim. başlayış o başlayış, ne mide yanması var, ne sinir stres, hem pamuk gibi yapıyor güzel uyutuyor, hem mide yanması son dönemde neredeyse sıfır, hem de epey bi zayıflamaya başladım. cansın ey kefir!
30-cidden mideye iyi geliyor. zayıflamaya da yardım olduğu da cidden doğru.
31-mucizenin ta kendisidir. insan vucudunda takribi 10 rennie + 5 talcid kombinasyonunun tamamindan guclu manyak bir sivi olup; refluydu, gastritti, eksimeydi, zehirlenmeydi atar. kim kesfetmisse ellerinden opuyorum.
kefir
1-hint mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. şekere, kolestrole, kemik erimesine, hücrelerin yenilenmesine, vücut yorgunluğuna, romatizmaya iyi geldiği bilinir. japonya ve türki cumhuriyetlerin hemen hepsinde ayran yerine - niyetine - içilen, ayranın neredeyse aynısı.
diyelim ki bugün sütü mayaladık, 24 saat geçiyor üzerinden, ertesi gün süzgeçle süzüyoruz. süzgecin altında kalan içiliyor, üstünde kalan mantar yine yıkanıp saklanıyor. tekrar mayalanıp tekrar içiliyor. hiç bitmiyor. babamın 425 olan şekerini 92ye düşürmesinden sonra bu tamamen doğal, inanılmaz etkili içeceği tavsiye etmenin insanlık görevi olduğunu düşünmekteyim.
2-kanser hastalarının da tedavi sürecinde hücre yenilemesine yardımcı olduğu için tükettikleri içecek
3-iştah kapattığına ben şahsen şahit olduğum,rejim yapanlara,zayıflamak isteyenlere şiddetle tavsiye ettiğim ekşimsi ayranımsı bi tadı olan, bi tür bakteri topluluğunun sütü mayalamasıyla elde edilen faydalı içecek.güvenilir bi kaynaktan(bkz: anneanne)edindiğim bilgilere göre sivilcelere,cilde de iyi geliomuş.
4-iştahsızlık, uykusuzluk, verem, bronşit gibim hastalıklara iyi geldiği inanılan ve kalp hastalarının içerdiği yüksek karbondioksit nedeniyle kesinlikle içmemesi gereken süt asidi ve alkol fermantasyonunda imal edilen içecek.
5-barsak florasını içerisindeki probiyotik bakterilerle düzenleyen içecek.
6-sindirim ve boşaltım sistemleri için çok yararlı olduğu iddia edilir.
boşaltımı hızlandırdığı tecrübe ile sabittir, hatta kefir içildikten bir kaç saat sonra sokakta dolaşılması tarafımca pek tavsiye edilmez.
7-geçtiğimiz hafta, uyku gelmemesi ve gelince de uykuya dalamama problemi yaşayan insomniac şahsımı narkoleptik yapmayı başarmış antidepresanvari şifam.
sabah ezanı okunmasına rağmen gelmeyen uykuma küfredip bari bir duş alayım belki olay sudadır deyip banyoya seğirtirken susadığımı hissedip dolabı açtım, soğuk olarak gözüme çarpan aromasız soda ve yarım litrelik kefir şişesi vardı. boş mideyle sodayı kesiştirip iyice boka sarmamak için banyodan hemen önce sırf susuzluğum gitsin diye, yıllardır tadına pek alışamadığım kefiri indirdim bünyeye. banyoda suyun altında 10 dakika bile geçmeden uykumun fena geldiğini hissettim, hazır yakalamışken bırakmak istemedim, oracıkta küvete kıvrılıp uyudum olur da yatağa kadar kaçarsa diye riske atmak istemedim. sonradan farkettim ki kefir içince ortada risk falan olmuyormuş, direkt olarak göz kapaklarını ağırlaştıran, artık tadını da yadırgamadığım sevgilim. uyumam için 300 ml. alıp 10 dakika beklemem yetiyor. tam da 10 dk. önce iki bardak içtim. aslında daha yazacaklarım vardı benim ama şu an olmuyor, bu da böyle bir anımdı. iptal oldum an itibaryetnvghm...zzzzz...
8-her ne kadar ekşimsi şeyleri sevmesem bile kefirin tadı bir ayrı arkadaş. insanı rahatlatıyormuş gibi bir his yaratıyor. hatta sadece bende mi olur bilmem ama doyurucu bir özelliği de var. aç mideye içildiği zaman tokluk hissi yaratıyor. diyette olanlara burdan duyrulur.
9-annecik bir ara da bunu başımıza sarmıştı.(bkz: annenin gıda mühendisi olması) mayası da vardı bitmiyordu 1-2 yıl içtik heralde her akşam.çok da kötü değildi hani ama mideyi ekşitiyordu.
10-mayasının plastik karnıbahara benzediği faydalı süt ürünü. ben para veremem, evde yapmak isterim diyorsanız işte tarifi:
öncelikle bir komsudan bir parca maya alınır.
bir cam kavanoza konur, üzerini kapayıncaya kadar ılık süt ilave edilir.
karanlık ve ılık bir yerde, misal mutfak dolabında kapağı kapatıldıktan sonra bir gün bekletilir.
gün sonunda süt ayran kıvamını almıştır, kavanozun kapağı açılır içerik bir kaba boşaltılır.
asla metal bir alet (kaşık mesela) mayaya değdirilmez, tahta kasık kullanılır. maya süzülür, suda yıkanır (zaten dedik ya plastik gibi diye)
tekrar süte konur.
aynı işlem her gece yapılır, kavanozdan cıkarılan içerik içilir. suyla da seyreltilebilir.
mayasız nasıl yapıldığını bilmemekteyiz, öğrenirsek buraya yazarız.
afiyet olsun.
11-kefirin üzerinde ne yazıyor? "soğuk içiniz." soğuk içilmediği takdirde bayık bir tadı oluyor ve içtiğinize ve içeceğinize pişman ediyor. o yüzden bu içecek kesinlikle soğuk içilmelidir ve o zaman tadına varılmalıdır. ferahlatıcı ve rahatlatıcı etkisi tecrübeyle sabittir. ayrıca vücuttaki zararlı maddeleri, antioksidan etkisiyle temizleyerek vücudun acesi olmaktadır. kanser hastalarına bile doku yenilenmesi için verilmektedir. sigara içenlere de tavsiyemdir.
12-evde de kolaylıkla yapılabilir. ama kalitesi açısından yapılırken hijyene çok dikkat edilmeli ve kefir mayasına iyi davranılmalıdır. kullanılan süt kesinlikle sokak sütü olmamalı, pastörize süt tercih edilmelidir. düzenli olarak tüketilmesi maksimum faydalanmayı sağlar. tadını hoş bulmayanlar çok az miktarlarda almaya başlayıp gün geçtikçe miktarı arttırabilirler.
13-içindeki probiyotik asit miktarı ile incebarsak taki enzim florasını geliştirip, şişkinlik ve hazımsızlık gibi problemleri kısmen ortadan kaldıran, yine aynı enzimler sayesinde de emilimi arttıran tarihi bir içecektir. eker
14-kullanmaya başlayalı beri vizelerimde üstün başarı göstermemi sağladığına inandığım içecek.
15-vücut geliştirme sporu ile uğraşan kişilerin kullandığı whey proteini, kefirin ta kendisidir..yapay whey proteini tozuna dünya kadar para bayılanlar, onun yerine mısır çarşısından kefir daneleri alarak, bu yaşam iksirini kendi kendilerine hazırlayabilirler..kefir, içerdiği süt proteini,aminoasitler,mineral ve vitaminlerle sağlık için mükemmel bir destektir..
16-faydalı bir şey olduğuna inandığım hiç görmediğim içecek. cerrahi hocamız özellikle mide ameliyatı geçirmiş ve zayıf düşmüş kişilere ısrarla içmelerini önermektedir. aynı şeyi nefroloji hocamız böbrek taşı olanlara önerince garibime gitti. onkoloji hocamız ve hemtaoloji hocamızın da aynı şeyi önermeleri daha da garipti. ne menem şeymiş dediydim.
17-serbest radikallerin, ağır metallerin ve zehirli gazların vücuttaki olumsuz etkilerini azaltan içecek.
18-çileklisi nefistir. cola gibi sağlığa hiçbir yararı olmadığı gibi aksine zararı olan içecekler yerine her zaman tercih edilesidir. bunu yaşlılığınızdaki kendiniz için yapın.
bu tavsiyemi dinleyenler, bundan 30 sene sonra beni hayır duaları ile anacaklardır.
19-aç karnına 2 bardak içince karnınızı doyuran içecek .
20-mayhoş bir tadı var ve tonla faydası. bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi var. kalsiyum eksikliği için öneriyor doktorlar. içince bir garip oluyorsunuz ama. mantar ile savaştığı söyleniyor.
21-her gün en az 1 bardak içilmesi gereken, doğa üstü yararlı bakteridir. böyle kımıl kımıl beyaz beyaz bebeklerdir.
o gün zararlarını araştırayım dedim, bildiğin zararı yok. eğer yoğurt ve ayran tüketemiyorsanız, düzenli olarak kefir içmek de yarar var.
1 yıldır her gün istisnasız günde 1 veya 2 bardak içiyorum, faydaları gözle görülür şekilde.
ama tavsiyem mayasını edinmeniz ve evde mayalamanız. üstelik korkulduğu kadar da zor değildir.
not: ekşi, uludağ ve itü sözlükten derlenmiştir.
2-kansere ve erken yaşlanmaya karşı mutlak etkisi olan ilaç-gıda... ama dikkatli kullanmak gerek yoksa uçurulursunuz!!!
3-bildiğimiz yoğurdun daha farklı mantarlarca yapılmış hali.
4-iki senedir düzenli içtiğim, bağışıklık sistemini güçlendirdiğini yaşayarak gördüğüm içecek. herkesin gripten kırıldığı dönemlerde bile bir kez grip olmadan atlatıyorum kışı. bir de mide barsak enfeksiyonlarına yakalanma riski çok düşüyor. direnci artırdığı da tecrübeyle sabit.
5-her gün içmek zorunda kaldığım içecek. kansere iyi geliyormuş demez olaydım. tadı yoğurt, ayran, süt karışımı bir şeye benziyor. çok çok az da olsa doğal alkol oluşumu (bkz: fermantasyon) içimi rahatlatan tek konu.
6-sağlık için faydası, içerisindeki probiyotik mikroorganizmalardan kaynaklanmaktadır. probiyotik mikroorganizmalar, ağızdan alımlarıyla bağırsağa kadar canlılıklarını koruyarak ulaşan, bağırsağa tutunarak çoğalan, böylece bağırsakta bulunması istenmeyen mikroorganizmaların orada dominant hale geçmesini engelleyen ve sonuçtada bu etkileri nedeniyle sindirimi düzenleyen mikroorganizmalardır.
işte kefir bu özellikteki mikroorganizmaların bir çok çeşidinin bir arada bulunduğu bir kültürden yapılmaktadır. çoğunlukla mantar olarak yanlış bilinen, görüntüsü karnıbahar tanesine benzeyen bu yapıya kefir tanesi denilir ve bu kefir tanesi probiyotik mikroorganizmalar kümesidir.
7-yaklasik 30 senedir evde yapilmasina rağmen yeni yeni icmeye basladığım bu içecek beni tam 5 kilo zayıflattı. az mayalanırsa barsakları yumuşatıyor. fazla bekletilirse faydası artıyor ve barsakları durduruyor..
8-vücudun hücre yenilemesini hızlandıran, saç ve tırnakların belirgin şekilde uzadığı gözlemlenen içki. fakat yakın zamanda yapılan araştırmalar vücutta dolaşan ve henüz bir organa musallat olmayan serbest kanser hücrelerini de artırdığını ortaya çıkardı. dikkat edilmesi önerilir.
9-bilim ve teknik:
kefirin yararları ve/veya zararları hakkında bilgi vermenizi rica ediyorum. saygılarımla. (elmas par)
kefir, yararlı bakteriler ve mayalar içermesi nedeniyle, çok yoğun miktarda tüketilmediği sürece sağlık açısından herhangi bir zarar taşımamaktadır. içeriğinde bulunan vitamin ve mineraller de, sindirimi kolaylaştırır ve kefire doğal antibiyotik özellikler katar.
kefir içeriğinde yer alan bakterilerin laktaz enzimlerinin bulunması nedeniyle, laktoz intoleransı sorunu yaşayanlar, süt içtiklerinde yaşadıkları rahatsızlığı kefir içtiklerinde yaşamazlar. içerdiği kalsiyum ve magnezyum da sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı etkiye sahiptir. bu da, uyku bozuklukları ve depresyon gibi rahatsızlıklarla mücadeleyi kolaylaştırır.
bunların yanında, süt ve yoğurtta bulunmayan bazı yararlı bakteri türlerini ve vücut için zararlı olan mikroorganizmaların gelişimini kontrol altına alarak durduran mayaları da içerir. mukoz benzeri yapısı nedeniyle, bağırsaklarda bir anlamda astar oluşturur ve bağırsakları temizler.
deniz candaş
10-bir litresini kafaya diktikten sonra sanki müshil kullanmışım gibi tuvalete koşturan sözde değil özde bağırsak çalıştırıcı. yerine göre kurtarıcı, yerine göre batırıcı bakteri yumağı.
11-sindirim sistemi üzerindeki olumlu etkileri tecrübeyle sabittir.çok afedersin ishal durumunda başvurulacak ilk kaynaklardan biridir.
12-vücutta besin sindirimini arttırdığı belirtilen içecek. bu mantıktan hareket edersek, normalde sindirilmeden vücuttan atılan besinler, bu hayvanı içtikten sonra sindirilmeye başlanıyor. dolayısıyla kilo almayı kolaylaştırma tehlikesi olabilir.
13-kefirin faideleri:
* bağışıklık sistemini güçlendirdiği için mikrobik enfeksiyonlara karşı direnci arttırır.
* astım ve alerjiye karşı direnç oluşturur.
* büyümeye güçlü destek sağlar.
* ihtiyaç duyulan enerji için mükemmel destek verir.
* beyin hücrelerini aktifleştirir ve beyinsel dinamizmi arttırır.
* obeziteye ve aşırı zayıflamaya karşı frenleyici görev üstlenir.
* bağırsak florasını inşa eder.
* cilt güzelliğine ve parlaklığına olumlu etkiler yapar.
* saçları kuvvetlendirir.
* gençlik döneminin etkin, enerjik ve aktif bir dönem olmasında unutulmaz bir partnerdir.
* gençlik ve dinçlik duygusunun sürekliliğini sağlar.
* yorgunluk ve strese karşı koruyucu bir kalkandır.
* cinsel fonksiyonların devamlılığında aktiflik kazandırır.
* kanı temizler, kolesterolü dengeler ve yüksek tansiyonu düşürür
* damar sertliğini ve kalp krizi riskini önler.
* uykusuzluğu giderir. spor yapanlar için enerji deposudur.
* hazmı kolaylaştırır.
* kemoterapi tedavisi sürerken vücudun güçlü kalmasını ve beslenmenin devamlılığını sağlar.
* selülitlere karşı etkindir.
* birçok hastalığın oluşumunu ilk başlangıçtan itibaren hemen önler.
* alkol alanlar açısından kaybolan vitaminlerin geri alımında tam bir takviye sağlar.
* saç dökülmesini azaltır.
* doğum kontrol hapı ve idrar söktürücü ilaç alanlara yardımcı olur
* antibiyotik ilaçlar vücuttaki tüm vitaminleri ve bakterileri öldürdüğünden; doğal savunma ve savaş ordularını kurarak doğal antibiyotik görevi üstlenir.
* antioksidan özellikleri ile hücre yenilenmesine katkı sağlar.
* menopoz dönemindeki riskleri azaltır
* aşırı yıpranmayı ve yaşlanmayı yavaşlatır.
* damar sertliğini engeller
* uzun ve sağlıklı bir ömür trendine yönelik metabolizmanın mimarıdır. kemiklerin ve kasların güçlü kalmasına destek sağlar.
* oestropoz ve alzheimer hastalığına karşı direnç oluşturur.
* prostat ve bağırsak kanseri başta olmak üzere birçok kanseri önleyici etkisi olduğu bilinmektedir.
* bellek zayıflığını ve dikkat azalmasını önler.
* kronik güçsüzlüğe karşı kuvveti arttırır.
* görme zayıflığını ve katarakt oluşumunu engeller.
* serbest radikallerin, ağır metallerin ve zehirli gazların vücuttaki olumsuz etkilerini azaltır.
* kronik depresyona karşı olumlu iyileştirmeler yapar.
* genç yaşlanmayı sistemize eder.
* mutlu bir yaşlılık dönemi için vazgeçilmez doğal bir dosttur.
kaynak:http://www.farmaroyal.com
14-faydalarını ise saymakla bitiremeyecegim ve hakkında epey yazildigi icin tekrar etmek istemiyorum, ancak kızıp bozulmak yok simdi son bisi soyleyecegim. kefir icmemek aptallıktır. bana kalirsa her evde bulunmasi gereken yegane sey. bundan sonra ben nereye kefirim oraya. bu kucuk bakteri yumakları insanın ihtiyacı olan yegane dogal ilaclardan birisi ve tekrar ediyorum, tadına doyulmuyor.
15-daha sonra ülserden kaynaklandığını öğrendiğim mide ağrılarına birebir gelen içecek.. başka hiçbişeyin kesemediği mide ağrılarımı kesmiş beni mesud etmiştir..
16-14 yaşında çok ciddi bir şekilde nefrit(böbrek iltihaplanması sonucu olan çok fena bir hastalık) geçirirken, doktorların verdiği tuzsuz, proteinsiz,yağsız, şusuz, busuz diyeti yapmamın, bir dünya antibiyotik kullanmamın, kesintisiz yatmamın da bir sonuç vermemesi ve doktorların bu tabloya göre yaptığı olumsuz konuşmalar(varın siz tahmin edin) üzerine "son çare" olarak içmeye başladığım ve 1 hafta sonrasında yapılan tahlillerin sonuçlarının normal değerlerde çıkması ile doktorları hayretlerden hayretlere düşüren şifa iksiri...
ama piyasada satılan fabrika çıkışlı ürünlerin aynı etkiyi gösterdiklerini sanmıyorum, bizzat aktardan veya tanıdıktan alınan kefirleri evde süte koyup mayalamak gerekiyor. zaten bakımı da çok kolay...
annemin 10 sene geçmeyen ülserine, el ve ayaklarda çıkan egzamalara da çok iyi geldiği tarafımdan gözlemlenmiştir. egzama için kefirin ayranının yanısıra kendisini de egzamalı bölgeye koymak ve bir müddet öyle beklemek gerekmektedir (tabi egzama üzerine konan kefirleri daha sonra çöpe atıyorsunuz, aksi halde iğrenç birşey yapmış olursunuz)...
17-kronik gastrit ve helicobacter pylori sahibi midemi marketlerde hazır olarak satılanlarının 2-3 gün içinde iyi etmesinin akabinde ankara üniversitesi ziraat fakültesi ürün satış biriminden mayasını alıp kendim evde üretmeye başladığım her derde deva mucize iksir.
18-mevsimsel, donemsel depresyon ile bogusanlarin surekli icmesi gereken icecek.
19-ikide bir azgınlaşan reflüme iyi gelen içecek. her gün bir bardak kefir beni yeniden rahat uyuyan bir insana çevirdi daha ne diyeyim.
20-uzun süredir hergün mayaladığım kefiri içiyorum ben. bana en büyük faydası verdiği tokluk hissi oldu taş devri diyeti yaptığım için. fakat sanırım çaktırmadan sigarayı bırakmamda, daha doğrusu bıraktıktan sonra ağızda meydana gelen yaralarda ve yüzdeki sivilcelerde azalma sağladı. cildim pırıl pırıl maşallah.
21-güzellik ve gençlik kaynağı: kefir
insan sağlığını olumlu yönde etkileyen probiyotikler içeren kefir, yaşlanmayı yavaşlatıyor. kefir kullananlar, kendilerini hem daha dinç hem de daha sakin hissettiklerini söylüyor.
kefirdeki fosfor, hücre gelişimi ve enerji ihtiyacının karşılanması için karbonhidratların, yağların ve proteinlerin kullanımında kolaylık sağlıyor. bağırsak hareketlerini hızlandıran bu besin, mide ve bağırsak salgılarını artırıp hazmı kolaylaştırıyor. mikrobik enfeksiyonlara karşı vücudun direncini de güçlendiriyor. ayrıca kemik erimesini önlüyor, bronşit ve astım nöbetlerini azaltıyor.
aynı zamanda “gençlik iksiri” olarak da bilinen bu besin, içinde bulunan yararlı vitaminlerin yanı sıra kalsiyum, magnezyum, flor, fosfor ve selenyum gibi mineraller içeriyor. düzenli tüketildiğinde sağlığın korunmasına yardımcı oluyor, hücreleri yenileyerek yaşlanmayı geciktiriyor.
yarari çok
* stresi azaltıyor, sakinleştiriyor ve kolesterolü düşürüyor
* sinir sistemini güçlendiriyor
* uykusuzluğu ve sinirsel depresyonu ortadan kaldırıyor
* damar sertliğini ve kas kasılmalarını önlüyor
* yüksek tansiyonu düzenliyor ve dengeliyor
* kan bozukluklarını gideriyor ve kanı temizliyor
* cildi güzelleştiriyor ve parlaklık veriyor
* egzama ve benzeri deri hastalıklarına iyi geliyor
* yara ve yanıkların daha hızlı iyileşmesini sağlıyor
22-biraz meyve eşliğinde mükemmel bir sabah kahvaltısı olabilen içecek.
23-aşırı dozda kullanımı (?!) gut hastalığına sebep olan içecek, bakteri, maya, her neyse.
2 sene önce eline kefir geçmiş olan dedem, hızını alamayıp sabah akşam günde 2 bardak içerek, 2 sene sonra gut hastalığı mertebesine erişmiştir.
ilk başta yadırgadık, yahu bu adam sağlıklı beslenir, ne tuz yer ne yağ ne salam sucuk, bu gut nereden diye. doktor aydınlattı sağolsun, sebep kefirmiş.
24-diyetisyenlerin şunların bunların televizyonlarda saydığı otları çöpleri boşverin. sabah 1 çorba kaşığı halis keçi boynuzu pekmezi (harnup)ne karıştırılmış bir tutam toz zencefil ve akşamında içilen 1 bardak kefir ile bir daha ne halsizlik, ne bir enfeksiyon, ne de mide/bağırsak problemi çekersiniz.
sadesi çok içilebilir olmasa da, çileklisi boza kıvamında ve düzenli kullanıldığında gayet bağımlılık yapıyor.
26-diğer iyi yönlerini bilemem ama mideye iyi geldiği kesinlikle doğrudur bu içeceğin. hassas ve nur topu gibi bir reflüye sahip olan midemin sırtımı ve göğsümü gaz sancılarıyla deli gibi sıkıştırdığı anlarda içtiğim bir bardak kefir, 10 dk içerisinde midemi dingin bir hale sokmaktadır.
insan sırtında gaz sancısı kaynaklı, yumruk gibi bir sıkışmayla oturmaktayken bir anda düzelince, bu içeceğin sihirli bir iksir olduğuna inanabiliyor bir süre sonra.
27-reflüsü olan insanların kesinlikle her gün bir bardak içmesi şart olan içecek. ne kadar kokusu ve tadı vasat olsa da, allahsız reflüyü bastırması çekilir kılıyor. ama sindirim sistemini de acayip şekilde çalıştırdığından içme olayını fazla abartmamak gerekir. yoksa müsait bir yerde değilseniz fellik fellik tuvalet aramanıza sebep olur. işbu ahval ve şerait içinde garip bir içecektir kefir. reflünüz varsa için reflüsü olana da içirtin.
28-sindirime uğramadan doğrudan kana geçen tek içecek, besin kaynağı. sindirim sistemi hastalıklarına da bu yüzden iyi geliyor. kefirin yapımını sağlayan mantar bizim için sütteki karbonhidrat ve proteinin sindirimini yapıyor. bize sadece içmek kalıyor.
istek üzerine edit: süt laktoz şekerinden oluşur ve laktoz şekeri insanın sindirim sisteminde doğrudan sindirilmez ve pankreastan gelen laktaz enzimiyle glikoz ve galaktoza çevrilir. bu yüzden sütün sindirilmesi sıkıntılıdır. mayada zaten laktaz enzimi vardır ve sütün içindeki laktozu bizim için sindirir. aynı şey protein için de geçerlidir.
29-zayıflamamda da payı olduğunu düşünüyorum. şöyle ki son zamanlarda, göbek bölgesinde artan yağlanma ve buna paralel gece yemelerinden kaynaklı mide yanmalarım yüzünden canıma tak etti ve büyük bir karar aldım; 19.00dan sonra ağzıma lokma sürmücem. bu kararla hem mide yanmalarımı azaltıp hem de kilo vereceğimi düşünüyordum. ancak 19.00dan sonra uyku vaktine kadar olan sürede -en azından 4-5 saat- mide illaki tekrar kazınmaya başlıyordu. önce yoğurtla yatıştırdım o dilimde mideyi epey bi, ancak bu midemin yanmasını(reflüyü) engellemiyordu. ve sonra kafada bir ampül çaktı; daha önceden pek çok defa kullanıp sonra bir anda unuttuğum kefir geldi aklıma tekrar. düzenli olarak başlıyım şuna dedim. başlayış o başlayış, ne mide yanması var, ne sinir stres, hem pamuk gibi yapıyor güzel uyutuyor, hem mide yanması son dönemde neredeyse sıfır, hem de epey bi zayıflamaya başladım. cansın ey kefir!
30-cidden mideye iyi geliyor. zayıflamaya da yardım olduğu da cidden doğru.
31-mucizenin ta kendisidir. insan vucudunda takribi 10 rennie + 5 talcid kombinasyonunun tamamindan guclu manyak bir sivi olup; refluydu, gastritti, eksimeydi, zehirlenmeydi atar. kim kesfetmisse ellerinden opuyorum.
kefir
1-hint mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. şekere, kolestrole, kemik erimesine, hücrelerin yenilenmesine, vücut yorgunluğuna, romatizmaya iyi geldiği bilinir. japonya ve türki cumhuriyetlerin hemen hepsinde ayran yerine - niyetine - içilen, ayranın neredeyse aynısı.
diyelim ki bugün sütü mayaladık, 24 saat geçiyor üzerinden, ertesi gün süzgeçle süzüyoruz. süzgecin altında kalan içiliyor, üstünde kalan mantar yine yıkanıp saklanıyor. tekrar mayalanıp tekrar içiliyor. hiç bitmiyor. babamın 425 olan şekerini 92ye düşürmesinden sonra bu tamamen doğal, inanılmaz etkili içeceği tavsiye etmenin insanlık görevi olduğunu düşünmekteyim.
2-kanser hastalarının da tedavi sürecinde hücre yenilemesine yardımcı olduğu için tükettikleri içecek
3-iştah kapattığına ben şahsen şahit olduğum,rejim yapanlara,zayıflamak isteyenlere şiddetle tavsiye ettiğim ekşimsi ayranımsı bi tadı olan, bi tür bakteri topluluğunun sütü mayalamasıyla elde edilen faydalı içecek.güvenilir bi kaynaktan(bkz: anneanne)edindiğim bilgilere göre sivilcelere,cilde de iyi geliomuş.
4-iştahsızlık, uykusuzluk, verem, bronşit gibim hastalıklara iyi geldiği inanılan ve kalp hastalarının içerdiği yüksek karbondioksit nedeniyle kesinlikle içmemesi gereken süt asidi ve alkol fermantasyonunda imal edilen içecek.
5-barsak florasını içerisindeki probiyotik bakterilerle düzenleyen içecek.
6-sindirim ve boşaltım sistemleri için çok yararlı olduğu iddia edilir.
boşaltımı hızlandırdığı tecrübe ile sabittir, hatta kefir içildikten bir kaç saat sonra sokakta dolaşılması tarafımca pek tavsiye edilmez.
7-geçtiğimiz hafta, uyku gelmemesi ve gelince de uykuya dalamama problemi yaşayan insomniac şahsımı narkoleptik yapmayı başarmış antidepresanvari şifam.
sabah ezanı okunmasına rağmen gelmeyen uykuma küfredip bari bir duş alayım belki olay sudadır deyip banyoya seğirtirken susadığımı hissedip dolabı açtım, soğuk olarak gözüme çarpan aromasız soda ve yarım litrelik kefir şişesi vardı. boş mideyle sodayı kesiştirip iyice boka sarmamak için banyodan hemen önce sırf susuzluğum gitsin diye, yıllardır tadına pek alışamadığım kefiri indirdim bünyeye. banyoda suyun altında 10 dakika bile geçmeden uykumun fena geldiğini hissettim, hazır yakalamışken bırakmak istemedim, oracıkta küvete kıvrılıp uyudum olur da yatağa kadar kaçarsa diye riske atmak istemedim. sonradan farkettim ki kefir içince ortada risk falan olmuyormuş, direkt olarak göz kapaklarını ağırlaştıran, artık tadını da yadırgamadığım sevgilim. uyumam için 300 ml. alıp 10 dakika beklemem yetiyor. tam da 10 dk. önce iki bardak içtim. aslında daha yazacaklarım vardı benim ama şu an olmuyor, bu da böyle bir anımdı. iptal oldum an itibaryetnvghm...zzzzz...
8-her ne kadar ekşimsi şeyleri sevmesem bile kefirin tadı bir ayrı arkadaş. insanı rahatlatıyormuş gibi bir his yaratıyor. hatta sadece bende mi olur bilmem ama doyurucu bir özelliği de var. aç mideye içildiği zaman tokluk hissi yaratıyor. diyette olanlara burdan duyrulur.
9-annecik bir ara da bunu başımıza sarmıştı.(bkz: annenin gıda mühendisi olması) mayası da vardı bitmiyordu 1-2 yıl içtik heralde her akşam.çok da kötü değildi hani ama mideyi ekşitiyordu.
10-mayasının plastik karnıbahara benzediği faydalı süt ürünü. ben para veremem, evde yapmak isterim diyorsanız işte tarifi:
öncelikle bir komsudan bir parca maya alınır.
bir cam kavanoza konur, üzerini kapayıncaya kadar ılık süt ilave edilir.
karanlık ve ılık bir yerde, misal mutfak dolabında kapağı kapatıldıktan sonra bir gün bekletilir.
gün sonunda süt ayran kıvamını almıştır, kavanozun kapağı açılır içerik bir kaba boşaltılır.
asla metal bir alet (kaşık mesela) mayaya değdirilmez, tahta kasık kullanılır. maya süzülür, suda yıkanır (zaten dedik ya plastik gibi diye)
tekrar süte konur.
aynı işlem her gece yapılır, kavanozdan cıkarılan içerik içilir. suyla da seyreltilebilir.
mayasız nasıl yapıldığını bilmemekteyiz, öğrenirsek buraya yazarız.
afiyet olsun.
11-kefirin üzerinde ne yazıyor? "soğuk içiniz." soğuk içilmediği takdirde bayık bir tadı oluyor ve içtiğinize ve içeceğinize pişman ediyor. o yüzden bu içecek kesinlikle soğuk içilmelidir ve o zaman tadına varılmalıdır. ferahlatıcı ve rahatlatıcı etkisi tecrübeyle sabittir. ayrıca vücuttaki zararlı maddeleri, antioksidan etkisiyle temizleyerek vücudun acesi olmaktadır. kanser hastalarına bile doku yenilenmesi için verilmektedir. sigara içenlere de tavsiyemdir.
12-evde de kolaylıkla yapılabilir. ama kalitesi açısından yapılırken hijyene çok dikkat edilmeli ve kefir mayasına iyi davranılmalıdır. kullanılan süt kesinlikle sokak sütü olmamalı, pastörize süt tercih edilmelidir. düzenli olarak tüketilmesi maksimum faydalanmayı sağlar. tadını hoş bulmayanlar çok az miktarlarda almaya başlayıp gün geçtikçe miktarı arttırabilirler.
13-içindeki probiyotik asit miktarı ile incebarsak taki enzim florasını geliştirip, şişkinlik ve hazımsızlık gibi problemleri kısmen ortadan kaldıran, yine aynı enzimler sayesinde de emilimi arttıran tarihi bir içecektir. eker
14-kullanmaya başlayalı beri vizelerimde üstün başarı göstermemi sağladığına inandığım içecek.
15-vücut geliştirme sporu ile uğraşan kişilerin kullandığı whey proteini, kefirin ta kendisidir..yapay whey proteini tozuna dünya kadar para bayılanlar, onun yerine mısır çarşısından kefir daneleri alarak, bu yaşam iksirini kendi kendilerine hazırlayabilirler..kefir, içerdiği süt proteini,aminoasitler,mineral ve vitaminlerle sağlık için mükemmel bir destektir..
16-faydalı bir şey olduğuna inandığım hiç görmediğim içecek. cerrahi hocamız özellikle mide ameliyatı geçirmiş ve zayıf düşmüş kişilere ısrarla içmelerini önermektedir. aynı şeyi nefroloji hocamız böbrek taşı olanlara önerince garibime gitti. onkoloji hocamız ve hemtaoloji hocamızın da aynı şeyi önermeleri daha da garipti. ne menem şeymiş dediydim.
17-serbest radikallerin, ağır metallerin ve zehirli gazların vücuttaki olumsuz etkilerini azaltan içecek.
18-çileklisi nefistir. cola gibi sağlığa hiçbir yararı olmadığı gibi aksine zararı olan içecekler yerine her zaman tercih edilesidir. bunu yaşlılığınızdaki kendiniz için yapın.
bu tavsiyemi dinleyenler, bundan 30 sene sonra beni hayır duaları ile anacaklardır.
19-aç karnına 2 bardak içince karnınızı doyuran içecek .
20-mayhoş bir tadı var ve tonla faydası. bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi var. kalsiyum eksikliği için öneriyor doktorlar. içince bir garip oluyorsunuz ama. mantar ile savaştığı söyleniyor.
21-her gün en az 1 bardak içilmesi gereken, doğa üstü yararlı bakteridir. böyle kımıl kımıl beyaz beyaz bebeklerdir.
o gün zararlarını araştırayım dedim, bildiğin zararı yok. eğer yoğurt ve ayran tüketemiyorsanız, düzenli olarak kefir içmek de yarar var.
1 yıldır her gün istisnasız günde 1 veya 2 bardak içiyorum, faydaları gözle görülür şekilde.
ama tavsiyem mayasını edinmeniz ve evde mayalamanız. üstelik korkulduğu kadar da zor değildir.
not: ekşi, uludağ ve itü sözlükten derlenmiştir.
bey sözcüğünün dişisidir. "kadın/hanım bey" anlamına gelir. han, hanım gibi.
şeker çıkmış kendisinde taş devri diyeti yapmasını, her gün 2 mg balık yağı tableti(omega-3)almasını ve 1 bardak kefir içmesini tavsiye ederim.
kefir hakkında: itüsözlükteki ilk entry
:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:hint mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. şekere, kolestrole, kemik erimesine, hücrelerin yenilenmesine, vücut yorgunluğuna, romatizmaya iyi geldiği bilinir. japonya ve türki cumhuriyetlerin hemen hepsinde ayran yerine - niyetine - içilen, ayranın neredeyse aynısı.
diyelim ki bugün sütü mayaladık, 24 saat geçiyor üzerinden, ertesi gün süzgeçle süzüyoruz. süzgecin altında kalan içiliyor, üstünde kalan mantar yine yıkanıp saklanıyor. tekrar mayalanıp tekrar içiliyor. hiç bitmiyor. babamın 425 olan şekerini 92ye düşürmesinden sonra bu tamamen doğal, inanılmaz etkili içeceği tavsiye etmenin insanlık görevi olduğunu düşünmekteyim.:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:
kefir hakkında: itüsözlükteki ilk entry
:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:hint mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. şekere, kolestrole, kemik erimesine, hücrelerin yenilenmesine, vücut yorgunluğuna, romatizmaya iyi geldiği bilinir. japonya ve türki cumhuriyetlerin hemen hepsinde ayran yerine - niyetine - içilen, ayranın neredeyse aynısı.
diyelim ki bugün sütü mayaladık, 24 saat geçiyor üzerinden, ertesi gün süzgeçle süzüyoruz. süzgecin altında kalan içiliyor, üstünde kalan mantar yine yıkanıp saklanıyor. tekrar mayalanıp tekrar içiliyor. hiç bitmiyor. babamın 425 olan şekerini 92ye düşürmesinden sonra bu tamamen doğal, inanılmaz etkili içeceği tavsiye etmenin insanlık görevi olduğunu düşünmekteyim.:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:
1-pankreas da uretilen bir hormon olan insulinin yoklugu, yetersizligi veya etkisizligi nedeni ile besinlerle alinan normal miktarda karbonhidtartin bile metabolize edilememesi sonucu kan sekerinin yukselmesi.
2-ketoasidoza neden olabilecek hastalik. gen tedavisinde eger basari saglanirsa ileriki yillarda. bu hastalik da tarihe karisacaktir. ayrica iki tipi vardir bu hastaligin, tip 1 ve tip 2. tip1 de insulin uretilmez pankreas tarafindan yahut uretilen insuline karsi cevap olmaz. tip 2 ise yaslilarda gorulen tiptir. insulin ya az uretilir yahut insuline az cevap vardir. bu nedenle tip 2 diyet ve glucobay denen bir hap ile tedavi edilebilir. tip 1 de ise insulin ignesi olmak zorundasiniz kacis yok gibi. ilerleyen zamanlarda diyabet gozlerde xylol birikmesine bagli olarak korluge yol acabilir. sismanlik ise diyabete yol acabilecek bir risk faktorudur.
3-kan şekerinin sürekli değişmesi vücutta tahribata yol açıyormuş, bu tahribat kalıcı olacağı (tedavisi mümkün olmadığı) için çok dikkat edilmesi gereken bir hastalık diyabet. ailesinde tip 2 diyabet hastası olanlar belirli aralıklarla açlık ve tokluk şekerlerini ölçtürmeliymiş, çünkü bu hastalık genlerle aktarılabiliyormuş.
4-doğuştan insülin eksikliğinden kaynaklanan cinsi, kanada ve ingiltere’de hücre nakli yöntemiyle bir daha insülin enjekte etmeye gerek olmayacak şekilde tedavi edilebilen hastalık...
5-aşırı stres ve yetersiz beslenme sebebiyle 10 yıl önce beni de grubuna dahil eden tıp dilinde
diabetes mellitus halk dilinde şeker hastalığı diye anılan birlikte yaşanası zor hastalık.
bünyemi günde dört defa iğneye zorlayan, insanı kendi kendisinin doktoru etmek zorunda bırakan
hiperglisemisinin tehlikeli olduğu kadar hipoglisemisinin de tehlike arz ettiği, insanın terinden ve ağzından,
yüksekliği halinde aseton kokusu yayan, sindirim sistemini yavaşlattığı ve bağırsak tembelliği yaptığı için,
insanı dokuz aylık hamile kıvamına sokan, bir yükselip bir düşerek bünyede ödem yapıp gün içinde üç beş kilo farkettiren, sinir sisteminde tahribat yaratan yani sinirli ve alıngan olmanıza da büyük bir etken olan
iyi beslenme zorunluluğu olduğu için zengin hastalığı olarak adlandırılan ve ilaç masrafları aşırı olduğundan mutlaka sigortalı olmayı gerektiren, yaşamayanın anlayamayacağı, ömür boyu barış anlaşması imzalamanız gereken illet.
6-en tehlikeli hastalık türlerinden biridir. öncelikle sinsidir. sinirsel ve aşırı üzüntüye bağlı olarak ortaya çıkması yüksek bir ihtimaldir. bunun yanında ırsi ve yanlış ilaç kullanımı sonucu başgösterdiği de bilinmektedir. nitekim zor bir hastalıktır, ömür boyu yediğinize içtiğinize, duygularınıza, sinirlerinize dikkat etmek zorunda kalırsınız. bu hastalığa sahip olanların psikolojik açıdan hassas olduğu görülür, sevenlerinin de en az onlar kadar hassas davranması gerekmektedir. insülin ve perhiz neredeyse şarttır. dikkat edilmezse, önce göz, akabinde böbrekler olmak üzere pek çok organın işlevine son verir. tavsiyelere uyulursa turp gibi yaşamaya devam edilir, biraz da gamsız olmak gerekir.
7-ciddi bir rejim uygulanması gereken hastalık.
özellikle tip 2 için ilaçlar yeterli kalmamakta ve yapılan rejimin devamlılığı sağlanmak zorundadır. yaşam biçimi haline gelicek bir beslenme şekli ve düzenli kontroller ile kan şekerini dengede tutmak ve düşürmek mümkündür.
kan şekerinin ; aşırı susama, sık idrara çıkma , ayak ve genital bölgede kaşıntı, bulanık görme gibi belirleyici özellikleri ancak kan şekeri normal sınırlarının oldukça üzerine çıktığında ortaya çıkar. bu yüzden tip 2 grubuna giren insanlar ve yaşları 50 nin üzerindeki insanlar hiç bir belirti olmasa dahi 6 ayda bir şekerlerini ölçtürmeleri gerekir.(şeker hastaları şekerin yüksekliğine bağlı olarak 1 hafta/ 1 ay gibi belli süre aralıklarında devamlı ölçüm yaptırmalıdır.)
birçok organı sinsice tahrip eden bu hastalığı hafife almamak ve gerekli önlemleri alarak yaşama devam etmek çok önemlidir.
8-birlikteliğimde neredeyse on yılımızı devirmek üzere olduğum, arkadaşım, prangam, yeri geldiğinde bakkalın çırağı, yeri geldiğinde uyuz bir taksici, adama kafayı takan hoca olan hastalık. şimdi bu resmiyeti bırakalım. eğer bu başlığı okuyorsan muhtemelen bu hastalıkla yeni tanıştın ya da yakın bir tanıdığın bu hastalığa yakalandın.
diyabet çok ciddi bir hastalıktır, o yüzden "sadece farklı besleniceksin", "kendine daha dikkat edeceksin", "şeker hastaları uzun yaşar" gibi sevgi pıtırcığı cümlelere inanmamak diyabetle birlikte güvenli ve rahat bir hayat geçirmekte -kanımca- en önemli adımdır. ikinci adım, en kısa sürede "neden ben" sürecini atlatmaktır, sen işte..yok ötesi, saçın neden sarı, baban neden beşiktaşlı ise diyabet de öyledir. oldu ve artık böyle, kabullenmemek sadece vakit kaybıdır. atlat bunu artık.
üçüncü adıma geçelim: yiyecekler..eğer yaşın çok küçük değilse, hayatta lezzetli olan her şeyin zararlı olduğunu bilmen gerekir. bu felsefe diyabette biraz daha geniştir. çünkü tür kadar miktar da işin içine girer, hatta daha da öne geçer.sözün özü yediğinin ne olduğuna dikkat etmen gerekir ancak ne kadar yediğin daha önemlidir.örneğin, iki paket kepekli diyet form her zaman bir coco star’dan daha yüksek kalori ve karbonhidrat içerir. aynı zamanda daha da lezzetsizdir. "bir coco star bana yeter" naifliğinde isen ikilemde kaldığında coco star’ı seçmen gerekir, ancak unutmaman gerekir ki, iki paket diyet bisküvi seni coco star’ın 2-3 katı uzun süre tok tutacaktır.
aspartam ve diğer tatlandırıcılar konusundaki tartışmaları zaten biliyorsun, ben on sene içinde üç farklı tür kullandım (sakarin, aspartam ve splenda), kendini bu maddelerden sakınmalısın veya kanserojendir demeyeceğim ama; come on man! bu dünyada hiç bir şey karşılıksız değildir. kalori içermeyen tatlı bir şey mi? iki kere düşünmen lazım.şimdilik kanıtlanmış bir şey yok ama, sen gene de kullanımını azalt ..kendine bu noktada yapabileceğin en süper kıyak, çay ve kahvede şekeri (tatlandırıcıyı) hemen bırakmandır. çüünkü kola ve diyet ürünlerden tatlandırıcıyı çıkartamayacağına göre, tüketimini azaltabileceğin tek yer burası...
spor, hmm, çok sevmediğim için bir şey diyemeyeceğim, ancak ne yaparsan yap, bacak ve ayaklarını uzun süre hareketsiz bırakma...yürümeye özen göster ve ağır sporlardan (body building, halter, bench ıvır zıvır) kaçın, çünkü bu tür sporlar vücut ağırlığını artırır, ve günün birinde bırakman gerekirse yağlanmanı hızlandırır. hazır yağ demişken sevgili dostumuz insüline de bir değinelim...insülin..senin oksijenindir evlat, onsuz kalman nefesini tutmaya (ya da gözünde daha iyi canlanacaksa pranga’nı kucağına alıp koşmana) benzer. insülin her zaman yapman gereken, yanında olduğunu bizzat kontrol etmen gereken, düzgün çalıştığını ve nefasetini koruduğunu bilmen gereken bir şeydir. bünye ve tedaviye göre değişmekle birlikte insülin yokluğunu teknik olarak ancak 4-6 saat fark etmezsin, 6-10 saat arasında şekerin 250 seviyesini geçeceği için yüksek şeker hissini yaşamaya başlarsın. 12 saatin ötesini ise, şükür rabbime, daha görmedim tavsiye de etmem.
"peki, insülin süpersonik bir şey değil mi?" hayır arkadaşım değil, konunun başında da ima ettiğim gibi insülin yağlanmayı artırır. yani ne kadar çok insülin alırsan kanındaki glikoz yağlanma sürecine o kadar fazla girer (mutlaka teknik anlatımı farklıdır, dilimiz bu kadar dönüyor) . "e peki şekerimi normal düzeyde tutmak için insülin gerekmiyor mu?" gerekiyor...ama az miktarda (doktorunun uygun gördüğü miktarda)...eğer kalorisi yüksek besinler tüketir, kaçamağı da insülinle kapatmaya çalışırsan yağlanırsın, yağlanıp kilon artarsa da insülin ihtiyacın artar, yani bu girmememn gereken bir kısır döngü...peki kaçamağı insülinle kapatmaya çalışmazsan ne olur?...hey... o zaman bu satırları okuyamaman lazım...(evet iğrenç bir şaka oldu) yüksek şeker göz böbrek ve sinirlerde komplikasyonlara neden olup hayatını tamamen zehir edebilir..aman dikkat.
gelelim diğer fizyolojik sorunlara, burda şimdi iki saat şöyle komplikasyon olur, ayağın düşer, p… şişer muhabbeti yapmayayım...akıllı biriysen zaten bunlarla kendini yeterince korkutup kendine dikkat ediyor olman gerekir. benim değinmek istediğim konu sağlığını etkileyebilecek diğer konular...söz gelimi grip, nezle vs. olduğunda neler olacağı...öncelikle unutmamalısın ki senin metabolik bir rahatsızlığın var...bunu mutlaka gittiğin doktora ya da üfürükçüye söylemelisin...kişisel deneyimlerim, savunma ve dolaşım sistemindeki aksaklıklar nedeniyle antibiyotiklere daha muhtaç olduğum yönünde, yani normal birinin yatarak ya da tylolhotla geçiştirebileceği hastalığı sen aynı metodla atlatamayabilirsin...bol sıvı al...insülini artır...ve mutlaka doktora görün..doktoruna diyabetin olduğunu hatırlat! sonra benim gibi idrar yolları enfeksiyonunu antiseptikle geçirmeye çalışırken pipini düşürecek hale gelme...evet olayı kişiselleştirdim mutluyum...
hmm, sosyal durumlar...genç diyabetli, biliyorum alışması zor, utanç verici vs. ama çok çok özel bir nedenin yoksa, herkesin önünde insülinini yap.. kendini bundan kısıtlama, çünkü eğer sosyopat falan değilsen bir süre sonra yapmaya başlayacaksın, ne kadar erken o kadar iyi...özellikle bar tuvaleti gibi mikrop kapabileceğin yerlerde yapma, yapman gerekirse de sterilizasyona azami özen göster...bağışıklığın zayıf demiştim değil mi?...
çevrendeki insanları tanıma düzeyine göre 5’e ayır (şimdi uydurdum bunu), ve ilk dörde mutlaka rahatsızlığından bahset, özellikle 2 ve 3’te (arkadaş, akraba, iş arkadaşı, hoca, müdür vb..) bilmeyen kalmasın. çünkü bu insanlar -allah saklasın- senin acil yardıma ihtiyacın olduğunda muhtemelen orda olacaklar. ayrıca bugün arkadaşın olan adam, yarın sevgilin olabilir, o zaman o kadar süre sakladığın bir şeyi anında açık edemezsin falan..bunlar hep yaşanmış şeyler, o yüzden sözümü dinle..
kafana fazla takma, evet kör olabilirsin, ama bu diyabetle de olabilir, gözüne kalem sokarak da... kendini diyabetten, gözünü budaktan sakınır gibi koru, bu hem dikkatli olman hem de yaşayabilmeni sağlar.. doktor kontrollerini aksatma çünkü sen bir şeyler hissetmiyorken içinde başka bir melodi çalıyor olabilir, böbrekti ıvırdır zıvırdı, anneye babaya yalvaracak duruma gelme sonra (evet ikinci iğrenç komplikasyon şakasını da yaptık). insanlar -ama sadece çiğ insanlar- seni iğneleyeci konuşacaklardır, "ehe ehe yaptın mı iğneni", "olm o kız fazla gelmesin sana", "ay hayatta batıramam kendime o iğneyi".. vb türü zırvalıklarla illaki karşılaşacaksın, sana tavsiyem cevaplarını evde hazırlaman ve biri zevzeklik ettiğinde lafı direk tıkaman olur, çünkü alternatifi ancak acı bir yutkunmayla karşındakine bakmandır. en başta dedik bu böyle, neden diye sorma, lafı hazırla...
sözlerime son verirken burada yazdıklarımın tamamen kendi tecrübelerime dayandığını, doktoruna danışmadan coco star yememen gerektiğini hatırlatır, başladığın uzun yolda, komplikasyonsuz...insancıksız günler dilerim..
9-hipertansiyon ile birleştiğinde vücutta ciddi hasarlara neden olabilen hastalık. vücut direncini zayıflatır; göz, karaciğer, böbrek, sinir sistemi gibi en hayati noktalara nüfuz ederek yaşam kalitesini düşürür. hastalık en çok sinir sistemi üzerinde tahribata neden olur; görme sinirlerinin yıpranması körlüğe dahi sebep olabilir. el ve ayak sinirlerinde yaşanan en sık sorunlar ise karpal tunel ve tarsal tunel sendromlarıdır. bu nedenle şeker hastalarının yılda iki kez oftalmolog ve nörolog kontrolünden geçmeleri gerekir.
10-bu hastalığa sahip olan kadınların gebe kalmadan önce kan şekeri düzeyleri mutlaka normal sınırlarda ve kontrol altında olmalıdır. çünkü gebe kalındığı dönemdeki yüksek ve dengesiz kan şekeri seviyeleri bulunan hastalarda düşük yapma riski artmıştır ve anomalili bebek doğurma riski de 3-4 kat artmıştır. yüksek kan şekeri anne karnındaki bebek için gebeliğin her döneminde hayati tehlike oluşturabilir. diyabete bağlı, bebeklerin akciğer maturasyonu daha geç olur ve bu bebekler genelde iri* olurlar. eğer hasta kontrol altında olursa ve kan şekeri düzeyleri normal sınırlarda seyrederek bir gebelik geçirise bu riskler minimuma iner.
11- çok basit anlatacağım. 4 yaşındaki çocuğuna bile anlatabileceksin ne olduğunu.
şimdi; yediğin her şey vücudunda yakıta/enerjiye/şekere dönüşür. sen ne dersen de. biz şeker diyelim. bu şeker hücrelerine girer ve sen bu hücrendeki enerjiyi yakarak yaşarsın. hayatının temeli budur. işte bu hücrelerin kapısını açan madde "insülin"dir. sen bir şey yediğin anda vücutta insülin salgılanır ve tüm hücrelerinin kapağı açılır. içlerine enerji dolar ve yaşarsın. şeker hastalarında işte bu insülin yoktur (tip 1lerde, tip2 ye az sonra geleceğim). e insülin olmayınca hücreye hiçbir şey girmez. hücreye giren yaşam demek olduğu için de bir şeker hastası insülin vurmadığı takdirde bir kaç gün içerisinde "ölür". ayrıca beyine oksijen taşıyan şey de bu hücrelerdir. insülin olmayınca beyne oksijen de gitmez.
peki bu şeker yükseliği ne kanda? anlattım işte. kandaki şeker hücreye girmez ve kanın içinde gezinir. kılcal damarları tıkar. gözlerin kör olur, böbrekler iflas eder.
biz ne yapıyoruz peki? bir şey yemeden yarım saat önce insülin vuruyorz kendimize. bu insülin vücuttaki hücrelerin kapağını açıyor. sonra da yemek yiyoruz ve hücrelerimizi enerjiyle dolduruyoruz. bu enerji genellikle 6 saatlik oluyor. 6 saat sonra tekrar iğne vurmak gerekiyor. aynı cep telefonu gibi işte. şarj edip kullanıyoruz vücudu.
şimdi tip 2ye gelelim. tip1’de vücutta insülin üretimi olmuyor. tip2de ise insülin üretimi ya çok az oluyor ya da vücuttaki dokuların duyarlılığı azaldığı için insüline az tepki veriyor. bu hastalar bizim gibi (tip1ler gibi) iğne vurmaktansa ya insülinin etkisini artıracak ilaçlar ya da doku duyarlılığını artıracak ilaçlar alıyorlar. fark bu. ama şu da var. tip2 diye hemen sevinmeyin. tip1 de vücut gerekli insülini (sürekli denemeler sonucu) vücudun ihtiyacı kadar aldığı için genellikle tip1 hastalarında körlük, böbrek sorunları, ayakların kesilmesi, p…. kalkmaması gibi sorunlar çok geç kendini gösterirken, tip2lerde bu sorunlar çok çabuk ortaya çıkabiliyor. o yüzden "aman iyi, benimki tip2’ymiş, teleşa mahal yok" demeyin.
eğer diyabetli yakınlarınız varsa beslenmelerine dikkat edin. çok yerlerse ne olur? şu olur. hücreler vücuda giren insülin sonucu açılıp içleri dolunca kapanırlar. artan şeker ise kanda kalır ve işte kan şekeri yüksek deyimi buradan meydana gelir. kan pislenir yani. bu pis kan da damarları tıkar.
bir de aman diyeyim şeker hastası olmayan kişilere sırf denemek için insülin vurmayın. ben bir gerizekalı olarak 8 sene önce bunu yaptım. o zamanki kız arkadaşımla "hadi birbirimizin hastalıklarını anlayalım" olayına girmiştik. onun çok ağır psikolojik sorunları vardı. kullandığı ilaçlardan birer tane attım. attıktan yarım saat sonra kendimi kaybettim ve 3 gün balık gibi gezdim, yolda trafik levhasına omzum dokunsa ondan özür diliyordum. neyse; asıl konuya gelelim. tuttum ben de ona insülin yaptım (mixtard 30hm, 70e 30 karışım yani) hem de kendime yaptığım ünite kadar, yani 36 ünite.. ilk yarım saat güzeldi. sonrası ise kabus. komaya giriyordu. bir anda bayıldı ve zorlukla sayıklamaya başladı. kalp atışını dışarıdan görebiliyordum. o bildiğiniz kalp neredeyse göğüslerini dahi yarıp dışarıya çıkmaya çalışıyordu. hemen zorla tatlı bir şeyler içirdim. bir türlü kendine gelmiyordu. ölecek zannettim. bir doktor arkadaşıma sorduğumda bir kalp şeyine girmiş. kalp grafiği testere şeklinde oluyormuş bu şeyde ve deli gibi çarpmasına rağmen kan pompalamıyormuş. eleman bana manyak mısın dedi, biz bile şeker hastası olmayan birine 5 ünite insülin vermeye korkuyoruz, sen nasıl 36 ünite verirsin. sırf kız arkadaşın çok az yemek yiyen ve vücudu hipoglisemiye alışık biri olduğu için ölmemiş, eğer öyle olmasaydı yarım saat içinde ölürdü. neyse; biraz tatlıdan sonra kendine geldi. o hiçbir şey yemeyen kız bir bütün ekmek tost yedi.sonra gittim bakkaldan 10 tane çikolata aldım, hepsini yedi. ama kurtuldu sonunda.
durum böyle kardeşim. bu hastalığın basitçe olayı bu. oku, anla. şeker hastalarının şekeri düşükse sinirli olurlar, eğer böyle ise hemen bir şeyler yedir. şeker yüksek ise uyuşuk ve halsiz olurlar, insülinini yapıp yapmadığını kontrol et. bir de aman alkole dikkat et. bu yüzde girilen bir ketoasidoz koması var ki kaç kere başıma geldi. (bkz: ketoasidoz/#11463878). tamam içersin, dayanamazsın, eyvallah ama sakın insülinlerini atlama. 2 dakikada nalları dikersin.
11-bir şeker hastası için en büyük sorunlardan biri de ne yersem ne kadar şeker alıyorum durumudur. çünkü yediğimiz her şeyde şeker vardır. sebzelerde bile.
bu durum için şöyle yardımcı olalım. aşağıdaki tablolarda ne yersek ne kadar küp şeker yemişiz gösteriliyor:
kolasından meyve suyuna, gazozundan nesquikine tüm içecekler:http://www.sugarstacks.com/beverages.htm
meyveli yoğuttur, krakerdir, fıstıktır:http://www.sugarstacks.com/snacks.htm
bisküviler:http://www.sugarstacks.com/cookies.htm
şekerlemeler:http://www.sugarstacks.com/candy.htm
dondurmadır, tatlıdır, jeldir:http://www.sugarstacks.com/desserts.htm
meyveler:http://www.sugarstacks.com/fruits.htm (çilek yiyin lan, azmış onda bak)
az yağlı diyet ürünleri:http://www.sugarstacks.com/lowfat.htm
sebzeler:http://www.sugarstacks.com/vegetables.htm (sebze yiyin)
soslar ve baharatlar:http://www.sugarstacks.com/sauces.htm
kahvaltılık gevrekler:http://www.sugarstacks.com/breakfast.htm
milk shakeler vs.ler:http://www.sugarstacks.com/shakes.htm (starbucks ve mc donald’s ürünlerine dikkat!!!. sakın içmeyin !!!)
havuç yiyelim şeysi:http://www.sugarstacks.com/carrots.htm
12-aterosklerotik kalp hastalığına bağlı damar tıkanıklığı riskini, sigarayla birlikte bi hayli arttıran risk faktörüdür.
13-perşembenin gelişi çarşambadan belli iken,
biraz diyet ve egzersizle halledebileceğim bir sorun iken,
35 yaşımda önüme kutu kutu ilaçları yığan sinsi hastalık.
şimdi ne kadar söylensem boş.
insanın idrarında keton bulunması pek de hafife alınacak bir mevzu değilmiş.
nacizane tavsiyem, insülin direnci başladığında boş vermeyin.
kilonuzu düşürün, egzersizinizi yapın.
14-diyabet hastası olan birisi krize girdiğinde ona mutlaka bir adet kesme şeker verin. eğer düşük kan şekeri nedeniyle bu hale geldiyse onu ölümden kurtarmış olursunuz, yok yüksek kan şekeri ile bu halde ise vereceğiniz şekerin onu hayati anlamda hiç bir şekilde etkilemez yani 1 adet kesme şeker mutlaka bu hastaların cebinde bulunmalıdır.
15-tip 1’ine sahip olduğum hastalık.
eğer kan şekerini dengede tutamazsanız, yükseldiğinde pek anlamazsınız ama düştüğünde o kadar kendini hissettirir ki siz bile şaşırırsınız.
kendim için konuşayım.
70 civarında pek bir şey farketmezsiniz.
60’lara geldiğinde hafif bir gariplik olduğunu hissedersiniz.
50’lere geldiğinde kalbiniz hızlı hızlı çarpmaya başlar. şekerinizi yükseltecek bir şeye yönelmelisiniz.
40’lara geldiğinde elinizin parmak uçları hafif hafif uyuşmaya başlar. tatlı bir şeye yönelmediyseniz sonunuz iyi değil gibi.
30’lara düştüğünde vücudunuz artık sizin değilmiş gibi hissetmeye başlarsınız. kalbiniz çok hızlı atmasına rağmen vücudunuzda bir uyuşukluk hakimdir.
25 civarına düştüğünde artık şeker içerikli bir şeye değil, glikoz iğnesine yönelme vaktiniz gelmiş demektir.
20’lere geldiğinde ise asdjklhfjh yok yok tamam o kadar abartmadım. 20 civarına geldiğinizde muhtemelen bilincinizi kaybedersiniz.
bunlar genel olarak kan şekerinin düşmesine bağlı, kandaki adrenalinin olağanüstü derecede yükselmesi sonucu olanlardır.
ben kendi adıma en düşük 28 mg/dl olduğunu gördüm. bilinçli şekilde değil, dengede tutamadığımdan kaynaklanan bir hataydı bu da.
eğer ölüme fazlasıyla yaklaşmak ve kalp hastalıklarına davetiye çıkarmak istemiyorsanız kan şekeriniz 60’ların altına inmeden müdahale etmelisiniz.
bende aslen hipoglisemi değil, hiperglisemi var(yüksek olan). ve teşhis edildiğinde 720 mg/dl civarındaydı. ve hiçbir şeyimin olduğunu zannetmiyordum. yani yükseldiğinde sanıldığı gibi çok da belirti vermiyor. o nedenle bu hastalığa sahip olup olmadığınızı öğrenmeniz açısından check-up yaptırmanız çok önemli. şeker hastalığının teşhis edilmediği birkaç ay içerisinde böbreklerinize ciddi zararlar verebilirsiniz. bu nedenle belirli aralıklarla değerlerinizi kontrol etmeniz çok önemli.
16-metabolik cerrahi adı verilen bir yöntemle 2007 yılından beri tedavi edilebilmekteymiş. üstelik kilo fazlalığı, yüksek tansiyon gibi şikayetler de kalmıyormuş bu operasyonla.
`http://www.personelsaglik.net/...-iddiasi-h5582.html`
(bkz:http://www.memurlar.net/haber/205248/)
17-açlığa azıcık bile tahammül edememem, bayılacak gibi olmam, ağzımın çok sık kuruması, ufacık bir yaradan akan kanımın bile 2 saat boyunca akması, bir türlü durmaması ve en önemlisi de gece boyunca 3,4 kez tuvalete kalkmamdan dolayı beni de pençesine düşürmüş olmasından şüphelendiğim illet.
not: ekşisözlükten derlenmiştir.
insülin direnci
modern çağla birlikte artan hastalıkların başında tip 2 diyabet geliyor, ve onun bir önceki aşaması olan metabolik sendrom veya insülin direnci. taş devri diyeti de bu hastalıkların önüne geçmede kilit rol oynamakta. bunu nasıl gerçekleştirdiğini aşağıda tıbbi dil kullanmadan açıklamaya çalışacağım. size de bu yazıyı bastırmak, buzdolabınıza yapıştırmak, annelerinize ve arkadaşlarınıza yollamak düşüyor.
yemek yediğinizde, vücudunuz bileşenlerini algılar: karbonhidratlar, proteinler ve yağlar. alkol, lif veya toksin gibi sindiremediği şeyleri yerseniz, ya olduğu gibi dışarı atılır ya da kana geçerse de karaciğeriniz sayesinde filtrelenir. yediklerimiz bedenimiz için yakıta dönüşür.
ama karbonhidratlar, hangi çeşidi olursa olsun, ilk olarak glukoz adı verilen basit şekere dönüşür. yani tüm o ekmekler makarnalar, krakerler, patatesler, pilavlar, tatlılar, şekerlemeler, gazozlar (daha uzatabilirim aslında :)) glukoza dönüşür. glukoz da yakıt olmakla birlikte, aşırı miktarlarda olduğunda -eğer hücrelerde yakılmıyorsa toksik olduğu söylenebilir. bu yüzden de bedenlerimiz bu glukozu kandan hızlıca temizleyip, hücrelerin içlerine doğru postalar.
bunu nasıl mı yapar? bir kısmını karaciğer ve kaslarımız glukozu glukojene dönüştürerek depolar. kaslarımız bu yakıtı aerobik egzersizlerde (hayır, jane fonda’dan bahsetmiyorum, kalp atışını %70-80 artıran egzersizler) kullanır. ama hala kanımızda aşırı glükoz olduğunda, pankreasımız hemen insülin salgılamaya başlar. insülin ne işe yarar? glukozun (yağların ve proteinlerdeki amino asitlerin de) kas ve karaciğer hücrelerine girişini sağlar.
buraya kadar herşey yolunda. ama hayır, minik bir ayrıntı var: bu hücreler doluysa, ki durağan hayat süren insanlarda genelde doludur, artan glukoz yağa dönüştürülür. doymuş yağa.
bu aşamadaki ilginçlik şudur: yenilen yağlar yağ olarak depolanmazken, glukoz, yani şeker yağ olarak depolanır. glukoz da başta demiştik, karbonhidratlardan gelir.
günümüzden çok değil, 10.000 yıl gerisine gidersek, tarım henüz olmadığı için atalarımızın şekere ve karbonhidratlara erişimi çok kısıtlıydı. bazı paleo-antropologlara göre günde ortalama 80g kadar karbonhidrat anca tüketiyorlardı. oysa günümüzde 1 kutu kola ile ya da 1 tabak makarna ile 70g karbonhidratı bir çırpıda alabiliyoruz. yiyebildikleri karbonhidrat kaynakları sadece bazı meyva ve sebzeler olduğu için, lif içeriği de yüksek olduğundan insüline etkisi minimumdu. o kadar az karbonhidrat tüketimleri vardı ki, bedenlerimiz gerektiğinde ekstra glukozu kendimizin yapabileceği 4 farklı yol geliştirmişken, fazlasından kurtulmanın sadece bir yolu olacak şekilde evrimleşmişiz.
günümüzde 1 tabak makarna, yanında da 1 kutu kola içtiğimizde pankreasımız hemen insülin salgılamaya başlar. ama dediğimiz gibi karaciğer ve kas hücreleri zaten doluysa, bu hücreler insüline direnç göstermeye başlar. buralara giremeyen glukoz, kanda dolaşmaya devam eder. pankreas kandaki yüksek miktardaki glukoz varlığını görünce, bir miktar daha insülin pompalar. bu da karaciğeri ve kas hücrelerini insüline daha da dirençli kılar, çünkü insülinin fazlası da toksiktir. nihayetinde insülin yardımıyla glukoz yağ hücrelerine yönlendirilir ve yağ olarak depolanır. bu döngü sürekli tekrarlandığı için de yağ hücrelerini dolduran tek şey şeker olur.
zaman içinde, yüksek karbonhidrat içeren beslenme şekline devam edildikçe, insülin direnci artar. taa ki, karbonhidrat tüketimimizi sınırlayana ve hareket miktarımızı artırana kadar.
yukarda kısaca özetledim ama malesef kara tablo bu kadarla sınırlı değil:
1) glukoz kalp damarlarını tıkar, proteinlerle birleşerek ileri düzeyde gluke olmuş nihai ürünler oluşturur ve sistematik enflamasyonlara yol açar. (kalp hastalıklarının 2 ana sebebinden biri kolesterol değil enflamasyondur) glukozun bir kısmı da trigliseridleri artırarak kalp hastalığı riskini artırır. (enflamasyon = iltihaplanma)
2) daha fazla şeker yağ olarak depolandığı için kas hücreleri de direnç geliştirdiği için daha az glukojen alırlar. kanda insülin olduğu sürece yağ yakan lipaz enzimi de görevini yapamadığı için, depolanan yağlarınız da kolayca kullanılamaz.
3) sürekli kanda yüksek miktarda insülin bulunmasının bir yan sonucu da kalp damarlarında plak oluşması ve kanser hücrelerinin çoğalmasıdır. (bu yüzden diyabetiklerde kalp hastalıkları çok görülür)
4) insülin direnci ile kas hücrelerine sadece şeker değil, proteinlerdeki amino asitler de giremez olur. dolayısıyla kaslarınızı koruyamazsınız, erimeye başlarlar. ortalık iyice karışsın diye, vücudunuzun diğer bölgeleri yeterli şeker deposu olmadığını düşünürler ve açlık mesajları gönderirler. ilk aşamada, o çok değerli kas dokusu yıkıma uğrar ve şekere dönüşür. bir yandan yağ hücreleri şişerken, bir yandan da kaslar iyice erir!
5) enerji seviyeniz düşer. hani bazen yemek yedikten sonra bir ağırlık bir uyku çöker ya, işte öyle. bırakın spor yapmayı, hareket etmek bile istemezsiniz. enerji seviyesi düşünce çok daha kısa sürede acıkırsınız. genellikle de canınız karbonhidrat ister yine, yani zehir.
6) karaciğeriniz de insüline direnç geliştirdiğinde, tiroid hormonu t4′ü t3e çeviremez olur, böylece tiroid problemleri ortaya çıkar ve metabolizmanız iyice yavaşlar.
7) sinirleriniz de hasar görebilir ve garip yerleriniz ağrıyabilir, çünkü fazla şekerin yarattığı hasar sinir dokularını harap eder. retina hastalıkları ve görüşünüzün bozulması ortaya çıkabilir.
nihayetinde pankreas öyle yorgun düşer ki, artık insülin üretemez olur ve hayatta kalabilmek için kendinize insülin enjekte etmek zorunda olursunuz. hem de direnç geliştirdiğiniz için yüksek miktarlarda. tip 2 diyabetiniz tip 1′e dönüşür.
tebrikler!!!
24 cevap
1. tt der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:13 pm
bir yasima daha girdim.. inanilmaz aciklayici ve net olmus… tebrikler..
eline saglik..
simdi asil sorum su sekilde: kanimdaki insülin oranini ölctürebiliyor muyuz?
eger ölctürebiliyorsak ne gibi kosullar altinda ölcülmesi dogrusu?
ac mi olacagiz, tok mu vs.?
cevapla
 ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:29 pm
açlık ve tokluk kan şekerleri ölçülüyor.
ama en doğrusu belki de ev tipi ölçüm cihazlarından edinmek ve yemeklerden sonraki 90-120dk boyunca ölçümler yaparak, ne kadar insülinin yükseldiğini ve ne kadar sürede normal seviyeye düştüğünü takip etmek olabilir.
bir sonraki yazı da zaten diyabete davet çıkartmamak için yapılabilecekler üzerine olacak.
2. europa der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:14 pm
oyyy!!!diyorum başka bişi demiyorum:(
3. ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:33 pm
yanlış bilmiyorsam, türkiye’de her 4 kişiden birinde insülin direnci var.
obezitenin bu kadar yayılmasındaki ana sebep de aşırı karbonhidrat tüketimidir.
4. europa der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:38 pm
peki bir soru daha?
inanılmaz zayıf insanlar görüyorum ve inanılmaz şeker, karbonhidrat tüketiyorlar, hayatlarında diyet nedir bilmemişler, üstelik şişmanlamak isteyip 1 gr alamıyorlar.bunun açıklaması ne ola ki?
- ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:56 pm
acımasız bir açıklaması var: insanlar eşit yaratılmamış.
yalnız büyük bir çoğunluğu ilerleyen yaşla birlikte yavaşlayan metabolizmaları ile diğerlerinden daha kilolu olma eğilimi gösterebiliyorlar.
5. wishbone der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 4:15 pm
karbonhidratların, özellikle de şekerin vücudumuz için ne kadar tehlikeli olduğunu iyice kavramamızı sağlayan bir yazı olmuş. okuyunca ve yediklerimizi düşününce korkmamak elde değil. beslenme alışkanlıklarımızı da değiştirmek öyle zorlu ki sormayın! ama üstesinden gelmemiz de şart.
6. sade cadı der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 10:50 pm
ben çikolata, dondurma, pasta ve cips istiyorum :( uf yaa!
- ozlem der ki:
nisan 9, 2011 tarihinde, saat 6:48 am
yoksunluk belirtileri, gececek hepsi, az sabır.
yazıyı tekrar okumak ister misin? :)
- necrolyt der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 10:33 pm
ya ben tuz istiyorum.. :(
çay sorununu stevia ile çözdüm. (splenda zararlıymış)
ancak şu var ki yaptığım en kolay rejim.. seni seviyoruz ozlem ailecek :)
- ozlem der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 10:38 pm
tansiyon sorunun yoksa tuz ye?
splenda’nın zararlarına dair bilgiyi benimle de paylaşırsan sevinirim. stevia daha iyi, evet, ne de olsa doğal.
hani derler ya yaşam biçimi olsun, gerçekten de olabiliyor bu.
7. roterio der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 6:43 pm
benim en çok merak ettiğim bir günlük hatta mümkünse bir haftalık ne yediğiniz. karşılaştırmak istiyorum bir de merak ediyorum kaçamaklar ne kadar ve nelerden yapılıyor..
- ozlem der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 8:36 pm
örnek bir günümü yazmıştım zaten:http://paleocafe.org/2011/04/04/ornek-1-gunluk-menu/ haftalık menü hazırlamayı hiç düşünmemiştim ama olabilir, biraz zaman alır ama.
kaçamaklar, bu hafta sanırım sadece 1 tane cola zero oldu. elbette süt ürünlerini taş devri kapsamına alıp almadığınıza bağlı. 1-2 de şarap ki şarap da kapsam dışı değil aslında, en azından ilk kadeh.
fakat bu hafta, özellikle cumartesi günü, elimde olmayan sebeplerle çok sınırlı protein tükettim. bugün gücümü toplamam biraz vakit aldı.
!
9. pötikare der ki:
nisan 27, 2011 tarihinde, saat 2:20 pm
sevgili özlem, siteni ve yazılarını merakla takip ediyorum. (keşke daha çok yazma fırsatı bulabilsen:) )
teşekkür ediyorum. edindiğim tüm bilgiler için.
bende de insülin direnci var ve ketojenik diyetleri araştırıyorum.
siteni ekşisözlük aracılığıyla keşfetip, çok faydalandım.
ben de şuan menü oluşturma aşamasındayım.
yazını kopyaladığım ve beni okumanı rica ettiğim için sana link gönderiyorum. (http://www.bodyforumtr.com/vbforum/ketojenik-diyet-skd-ara-t-t37115.html?p=384391#post384391 )
site isimlerini yayınlama istersen. sen okusan yeterli benim için :)
- ozlem der ki:
nisan 27, 2011 tarihinde, saat 3:00 pm
sitenin size faydalı olabildiğine sevindim. menü oluşturma aşamasında belki şu yazım referans olabilir:http://paleocafe.org/2011/04/04/ornek-1-gunluk-menu/
10. mustafa der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 2:17 pm
bu aşamadaki ilginçlik şudur: yenilen yağlar yağ olarak depolanmazken,
kısmını anlamadım. anladım da emin olamadım, ilgimi çekti. yenilen yağlar yağ olarak depolanmıyor mu?
- ozlem der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 2:18 pm
evvet :)
11. mustafa der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 3:19 pm
ben bundan çok emin değililm. bi kere piyasada bağırsakta yağ emilimini engelleyen ilaçlar satılıyor zayıflamak için. bunlar kandırmacayı geçin hakaret oluyor o zaman? ikincisi madem yağlar yağ olarak depolanmıyor; neden elli seneden fazladır, zayıflıyacağım diyene lafını bitirmeden yağı kes deniyor? yanlış olabilir, ama “aslında yanlış” olabilir, bu durumda “tamamen yanlış” oluyor. elli senedir millet “tamamen yanlış” bir zayıflama metodunu mu izliyor?
bi de taş devrinde hiç problem olmayan ama şu anda zararlı başka şeyler var. fazla güneş zararlı mesela. çiğ et de yiyemiyoruz, denesek canımız çıkar. ama benim kafama en çok takılan şu: glikoz beynin yakıtı ve ketonlar glikozun yerini beyne enerji sağlamak söz konusunda o kadar da iyi dolduramıyor. dahası taş devri insanı beynini ne kadar kullanıyordu? yani, belki de ketonlarla beslenen beyin avcı toplayıcı hayata yetiyordu ama; tarım için, hayvanları bitkileri evcilleştirmek için, inşaat için, toplum hayatı için, icatlar için, sanat için edebiyat için glikozla beslenen bir beyne gerek vardır ha, buna ne dersiniz?
bu arada sorup duruyorum ama paleo genel olarak kafama yatıyor. ben gerçi daha çok düşük karbonhidratlı bir düşük glisemik indeks diyeti uyguluyorum ama siteyi de takip ediyorum.
- ozlem der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 5:09 pm
öncelikle şu karıştırmayı ortadan kaldıralım. paleo diyet eşit değildir ketojenik diyet. ki ben çok düşük karbonhidrat diyeti dahi yapmıyorum ama düşük karbonhidrat diyeti olarak sınıflandırılabilir.
paleo diyetin özü karbonhidrat oranı değildir kesinlikle. özü, işlenmiş gıdaları tüketmemek, omega-3 / omega-6 oranını 1:1′e yaklaştırmak, bu sebeple de omega-6 içerek bitki yağlarından uzak durmakta. ayrıca da hem yüksek karbonhidrat oranları, hem yarattıkları sindirim ve sağlık problemleri, yine omega-6 oranları ve son olarak gluten, fitat gibi bileşenleri yüzünden tahıl ve bakliyatlardan uzak durmak.
ama ben kendim ketojenik diyet uygulamasam da, (aslında uygulayamasam demem daha doğru olur) ketonların beyin için tercih sebebi yakıt olduğu kesin. glikozla beslenen beyin birçok saçmalıkla uğraşırken ketonla beslenen beyin çok daha iyi çalışır:https://lh3.googleusercontent.com/-eqa5v61xcjc/txvigitfhni/aaaaaaaaabw/rm2qmoict8e/s1600/ketosis+brain+cartoon.jpg
öte yandan taş devri insanının bizden çok daha fazla beynini kullanıyordu bence. biz gündelik rutinlerle beynimizi yormazken, onlar medeniyetin gelişmesini sağladılar. en önemlisi doğadaki her türlü olaya karşı uyanık olmak durumundaydılar ki hayatta kalabilsinler. öte yandan çiğ et mi yiyorlardı muamma, ne de olsa ateş çok eski. ayrıca tüm geleneksel toplumlarda mutlaka çiğ et tüketimi vardır, bizde de lakerda ve çiğ köfte örnek olarak verilebilir. güneş ise, bambaşka konu. sanıldığı kadar zararlı değil, senelerdir krem satmak için yaptıkları kampanyaların sonunda d3 eksikliği tavan yapmış durumda. ozonu delersen, öğlen güneşinde elbette çıkamazsın dışarı ama günel hayattır.
yağ emilimini engelleyen ilaçlar var, ama bir ilacın olması onu ne kadar doğru kılar. bunun en sağlam örneği, statinler, yani kolesterol düşürücü ilaçlar. en büyük savunucuları dahi artık statinleri sorguluyor. ilaç firmalarının birinci amacının her firma gibi kar etmek olduğunu unutmamak gerek. öte yandan, kalp sağlığı kategorisinde yağların nasıl öcü haline getirildiğini anlatmaya devam edeceğim, öğrendikleriniz sizi de şaşırtacak. ayrıca karbonhidratı bloke eden ilaçlar da var.
son olarak, gayet bilimsellikten uzak olarak yağ şişmanlatır diyene şunu sorarım: o zaman neden yağ tüketimimi arttırdığımda daha hızlı kilo verdim????
arada, ben genç kızlığa adım attığım yıllarda çok zayıf olmasam da zayıftım yine de. annem (genç bir anne değildi) ve de babaanneme “kilo aldım” diye vızıkladığımda, ekmek yeme/makarna yeme derlerdi. eskiler biliyor işi her zamanki gibi ama sonra biz yolumuzu yitirmişiz yine.
12. etana der ki:
ağustos 29, 2011 tarihinde, saat 7:57 pm
ben de ekşisözlük sayesinde keşfettim bu siteyi. geçen salı.. o günden beri çok iyi gidiyordum diyet günlüğü bile tutmaya başladım. 6 gündür yani. ta ki bu akşama kadar. 7.günün akşamında (bu akşam) çikolata yedim patlayana kadar sonra cırcır oldum. şu an çok pişmanım yoksunluk hissine yenik düştüm kendimden nefret ediyorum şu an :’( günlüğü de yırtıp atcam defterden utandım ya rezilim ben rezil. hele bu yazıyı okuyunca bittim :’(
- ozlem der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 9:18 am
sakin! ben bunlari yazan kisi olarak kac savas kaybettim, kac kez tekrar basladim, sayisini bilmiyorum. kaldiginiz yerden devam. kaybi cogaltmaya hic gerek yok. arada gunluk tutmak iyi fikirdir.
13. etana der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 6:50 pm
gerçekten mi.. ben de yılmicam devam edicem çokk teşekkürler özlem ya demek sen de defalarca kaybettin vay be bu moral oldu :d insan kendine verdiği sözü tutamayınca kendisiyle kavgaya giriyor kendimden kaçmak istiorum öle durumlarda. kendimi ezik hissediyorum falan.. ama iyi ki sen varsın siten var cidden bak. samimiyetine çok inanıyorum.
- ozlem der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 8:15 pm
elbette, burda bagimliliklardan bahsediyoruz. kolay bir savas degil. ben de insanim hem :)
insülin direnci kısır döngüsünü kırmak
bir önceki yazıda karbonhidrat tüketimimiz ve insüline etkilerini görmüştük.
peki elimiz kolumuz bağlı mı? tip 2 diyabet kaçınılmaz son mu?
tam olarak değil…
öncelikle spor yapmanın olumlu etkisinden bahsetmek lazım. spor yapınca kaslarımız depolanan glukojeni spor esnasında ve sonrasında yakıt olarak kullanır. kaslar acil olarak tekrar içeri glukoz doldurmak ister ve insülin alıcılarının ayarıyla oynar ki süreç hızlansın. bu yüzden insülin hassasiyetini geri kazanmak için çok önemlidir. dünyaları yiyen ama sırım gibi sporcular bu sayede formlarını korurlar: spor ile glukozu harcayarak
spor ama hangi spor? ağırlık çalışmaları ve aerobik (kalp atışını %70-80 artıran) egzersizler etkilidir. ikisinden etkin bir bileşim daha da etkili olabilir. spor yaptıkça insüline dirençli olmak yerine hassas olacağınız için, fazla tüketimi karşılamak için çok fazla insüline ihtiyacnız olmayacaktır. ancak kanda insülin olmadığında devreye girebilen yağ yakıcı enzimler sayesinde depolanmış yağlarınızı da gün boyunca daha yüksek oranda yakarız. yediğimiz proteinlerdeki hayati amino asitleri ve diğer besleyici maddeler kolaylıkla hücrelere giriş yapabilir, bu sayede kas yapabilir veya kaslarımızı koruyabilirken yağ yakarız.
ikinci olarak, karbonhidratları sınırlamak etkilidir. özellikle de şekerleri ve rafine ürünleri. boşuna diyabetin bir adı da şeker değil! ve de karbonhidratların nasıl şekere (glukoz bir şekerdir) dönüştüğünü önceki yazıda okumuştuk.
size tam buğday ekmeğinin sağlıklı olduğunu sürekli fısıldayan medyayı boşverin ve karbonhidrat tüketiminizi sınırlayın. birçok yerde diyabetin genetik bir hastalık olduğunu okursunuz. evet, genetiktir. hepimizin genlerinde var ve hepimiz yanlış beslenerek birer diyabet hastası olabilir.
insülin direnci kısır döngüsünü kırmak için 17
1. baris der ki:
nisan 17, 2011 tarihinde, saat 10:45 pm
merhaba,
sitenizi şans eseri buldum ve okumaya başladım. oldukça doyurucu ve anlaşılır bilgiler içeriyor, kısa zamanda oldukça bilgi sahibi oldum. emeğiniz için teşekkürler…
bir sorum olacak, yazınızda “kalp atışını %70-80 artıran” şeklinde bir ifade gördüm, gerçekten dinlenme nabzına göre %70-80 artışı mı kastediyorsunuz (60 nabız için 102-108′e tekabül ediyor) yoksa tahmini azami nabızın %70-80′ini mi? genelde egzersizlerle ilgili yazılarda maksimum nabız referans alınır, o nedenle sormak istedim.
bir de, anlattıklarınız kavramlar kendi mantığımla örtüşüyor olsa da, mümkünse elinizde bulunduğu ölçüde referanslar verebilirseniz, daha da doyurucu olacaktır.
teşekkürler
- ozlem der ki:
nisan 17, 2011 tarihinde, saat 11:19 pm
merhaba,
aerobik egzersizler, normal nabzı %70-80 artıran olarak tanımlanır.
referans verme konusunu çok düşündüm ben de, fakat o zaman inanılmaz vakit alan bir uğraşa dönüşüyor. bir gün tam zamanlı blogger olursam, neden olmasın. ama yine de arada kaynak belirtmeye gayret ederim.
2. mustafa der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 6:28 pm
spor sonrası kas yıkımını engellemek için glikoz yüklemesi yapmak gibi yaygın bir alışkanlık var sporcular arasında. paleo beslenme tarzında bunu da mı yapmıyoruz? kas yıkımının önüne nasıl geçeceğiz peki?
ben aslında bir kaç gündür ketojenik diyetleri araştırıyordum. ketojenikle paleo arasında bir fark göremedim pek. var mı?
- ozlem der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 6:49 pm
yapmaya gerek yok ama paleo sınırları içinde spor sonrası glikoz oluşturacak gıdalar alabilirsiniz. kas yıkımının kilit noktası proteinden geçiyor, onun için de bu yazıyı tavsiye ederim:http://paleocafe.org/2011/04/05/gunluk-menu-olusturmada-ilk-asama-protein/
ketojenik diyet, günlük 50gr altında karbonhidrat alımını ifade eder. bu 50g’a kadar karbonhidratı isterseniz ekmekten, çikolatadan da alabilirsiniz. öte yandan doyma hissi açısından kolay kolay hiçkimse 50g karbonhidrat hakkını bunlarla harcamaz. yani, ketojenik diyet genelde paleo olarak uygulanır ama paleo olma zorunluluğu yoktur.
paleo daha çok bir yaşam biçimidir. kilo derdiniz yoksa 100-150g arası karbonhidrat alabilirsiniz. (bakliyat, hububat, şeker ve yağlarla ilgili sınırlamalarla birlikte) kilo vermek istiyorsanız 100g altı karbonhidrat yeterlidir. verilecek çok kilo varsa ketojenik diyet tercih edilebilir.
3. mustafa der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 11:44 pm
bir şey daha var sormak istediğim. paleo beslenme tarzına geçiş kısa ve uzun vadede zihinsel performansı nasıl etkiliyor? unutkanlık, öğrenme güçlükleri, konsantrasyon güçlüğü, depresif eğilimler, öfke patlamaları gözleniyor mu mesela?
- ozlem der ki:
haziran 7, 2011 tarihinde, saat 11:45 am
paleo’ya geçiş ile paleo da olsa ketojenik diyete geçiş farklı şeyler öncelikle, o yüzden 2 aşamada yanıtlamak istiyorum.
paleo’ya geçişte karbonhidrat yoksunluğu yaşayacaksanız illa ki. bedeniniz şeker ve ekmek/makarna için diretecek. aynen sigarayı bırakan biri gibi buna direnmek gerekiyor, özellikle şeker konusunda. ama sizin bahsettiğiniz yan etkiler biraz fazla dramatik. bu noktada tek yapmanız gereken “bedeninizi dinlememek”, tekrar sigara örneğine döneceğim. sigara bırakırken beden sigara ister ama bedeninizi dinleyip sigaraya teslim olmazsınız.
ketojenike geçişte ise etkiler daha yoğun olur. ilk günlerde adeta grip olmuş gibi kırıklık, halsizlik vs hissedebilirsiniz. çünkü ciddi kısıtlı karbonhidrat tüketilmektedir ve toptan yan etki yaşanmakta. bu aşamada biraz daha dirayetli olmak gerekiyor.
her ikisinde de yan etki süresi 3 gün ile 14 gün arasındadır.
uzun vadede ise, tam tersine sağlık durumunuzda genel olarak düzelme, enerji patlaması vs yaşayacaksınız. mesela alakasız gibi görünse de dişetlerim çok sık kanardı ama artık kanamıyor.
not: paleocafe.orgtan alınmıştır.
2-ketoasidoza neden olabilecek hastalik. gen tedavisinde eger basari saglanirsa ileriki yillarda. bu hastalik da tarihe karisacaktir. ayrica iki tipi vardir bu hastaligin, tip 1 ve tip 2. tip1 de insulin uretilmez pankreas tarafindan yahut uretilen insuline karsi cevap olmaz. tip 2 ise yaslilarda gorulen tiptir. insulin ya az uretilir yahut insuline az cevap vardir. bu nedenle tip 2 diyet ve glucobay denen bir hap ile tedavi edilebilir. tip 1 de ise insulin ignesi olmak zorundasiniz kacis yok gibi. ilerleyen zamanlarda diyabet gozlerde xylol birikmesine bagli olarak korluge yol acabilir. sismanlik ise diyabete yol acabilecek bir risk faktorudur.
3-kan şekerinin sürekli değişmesi vücutta tahribata yol açıyormuş, bu tahribat kalıcı olacağı (tedavisi mümkün olmadığı) için çok dikkat edilmesi gereken bir hastalık diyabet. ailesinde tip 2 diyabet hastası olanlar belirli aralıklarla açlık ve tokluk şekerlerini ölçtürmeliymiş, çünkü bu hastalık genlerle aktarılabiliyormuş.
4-doğuştan insülin eksikliğinden kaynaklanan cinsi, kanada ve ingiltere’de hücre nakli yöntemiyle bir daha insülin enjekte etmeye gerek olmayacak şekilde tedavi edilebilen hastalık...
5-aşırı stres ve yetersiz beslenme sebebiyle 10 yıl önce beni de grubuna dahil eden tıp dilinde
diabetes mellitus halk dilinde şeker hastalığı diye anılan birlikte yaşanası zor hastalık.
bünyemi günde dört defa iğneye zorlayan, insanı kendi kendisinin doktoru etmek zorunda bırakan
hiperglisemisinin tehlikeli olduğu kadar hipoglisemisinin de tehlike arz ettiği, insanın terinden ve ağzından,
yüksekliği halinde aseton kokusu yayan, sindirim sistemini yavaşlattığı ve bağırsak tembelliği yaptığı için,
insanı dokuz aylık hamile kıvamına sokan, bir yükselip bir düşerek bünyede ödem yapıp gün içinde üç beş kilo farkettiren, sinir sisteminde tahribat yaratan yani sinirli ve alıngan olmanıza da büyük bir etken olan
iyi beslenme zorunluluğu olduğu için zengin hastalığı olarak adlandırılan ve ilaç masrafları aşırı olduğundan mutlaka sigortalı olmayı gerektiren, yaşamayanın anlayamayacağı, ömür boyu barış anlaşması imzalamanız gereken illet.
6-en tehlikeli hastalık türlerinden biridir. öncelikle sinsidir. sinirsel ve aşırı üzüntüye bağlı olarak ortaya çıkması yüksek bir ihtimaldir. bunun yanında ırsi ve yanlış ilaç kullanımı sonucu başgösterdiği de bilinmektedir. nitekim zor bir hastalıktır, ömür boyu yediğinize içtiğinize, duygularınıza, sinirlerinize dikkat etmek zorunda kalırsınız. bu hastalığa sahip olanların psikolojik açıdan hassas olduğu görülür, sevenlerinin de en az onlar kadar hassas davranması gerekmektedir. insülin ve perhiz neredeyse şarttır. dikkat edilmezse, önce göz, akabinde böbrekler olmak üzere pek çok organın işlevine son verir. tavsiyelere uyulursa turp gibi yaşamaya devam edilir, biraz da gamsız olmak gerekir.
7-ciddi bir rejim uygulanması gereken hastalık.
özellikle tip 2 için ilaçlar yeterli kalmamakta ve yapılan rejimin devamlılığı sağlanmak zorundadır. yaşam biçimi haline gelicek bir beslenme şekli ve düzenli kontroller ile kan şekerini dengede tutmak ve düşürmek mümkündür.
kan şekerinin ; aşırı susama, sık idrara çıkma , ayak ve genital bölgede kaşıntı, bulanık görme gibi belirleyici özellikleri ancak kan şekeri normal sınırlarının oldukça üzerine çıktığında ortaya çıkar. bu yüzden tip 2 grubuna giren insanlar ve yaşları 50 nin üzerindeki insanlar hiç bir belirti olmasa dahi 6 ayda bir şekerlerini ölçtürmeleri gerekir.(şeker hastaları şekerin yüksekliğine bağlı olarak 1 hafta/ 1 ay gibi belli süre aralıklarında devamlı ölçüm yaptırmalıdır.)
birçok organı sinsice tahrip eden bu hastalığı hafife almamak ve gerekli önlemleri alarak yaşama devam etmek çok önemlidir.
8-birlikteliğimde neredeyse on yılımızı devirmek üzere olduğum, arkadaşım, prangam, yeri geldiğinde bakkalın çırağı, yeri geldiğinde uyuz bir taksici, adama kafayı takan hoca olan hastalık. şimdi bu resmiyeti bırakalım. eğer bu başlığı okuyorsan muhtemelen bu hastalıkla yeni tanıştın ya da yakın bir tanıdığın bu hastalığa yakalandın.
diyabet çok ciddi bir hastalıktır, o yüzden "sadece farklı besleniceksin", "kendine daha dikkat edeceksin", "şeker hastaları uzun yaşar" gibi sevgi pıtırcığı cümlelere inanmamak diyabetle birlikte güvenli ve rahat bir hayat geçirmekte -kanımca- en önemli adımdır. ikinci adım, en kısa sürede "neden ben" sürecini atlatmaktır, sen işte..yok ötesi, saçın neden sarı, baban neden beşiktaşlı ise diyabet de öyledir. oldu ve artık böyle, kabullenmemek sadece vakit kaybıdır. atlat bunu artık.
üçüncü adıma geçelim: yiyecekler..eğer yaşın çok küçük değilse, hayatta lezzetli olan her şeyin zararlı olduğunu bilmen gerekir. bu felsefe diyabette biraz daha geniştir. çünkü tür kadar miktar da işin içine girer, hatta daha da öne geçer.sözün özü yediğinin ne olduğuna dikkat etmen gerekir ancak ne kadar yediğin daha önemlidir.örneğin, iki paket kepekli diyet form her zaman bir coco star’dan daha yüksek kalori ve karbonhidrat içerir. aynı zamanda daha da lezzetsizdir. "bir coco star bana yeter" naifliğinde isen ikilemde kaldığında coco star’ı seçmen gerekir, ancak unutmaman gerekir ki, iki paket diyet bisküvi seni coco star’ın 2-3 katı uzun süre tok tutacaktır.
aspartam ve diğer tatlandırıcılar konusundaki tartışmaları zaten biliyorsun, ben on sene içinde üç farklı tür kullandım (sakarin, aspartam ve splenda), kendini bu maddelerden sakınmalısın veya kanserojendir demeyeceğim ama; come on man! bu dünyada hiç bir şey karşılıksız değildir. kalori içermeyen tatlı bir şey mi? iki kere düşünmen lazım.şimdilik kanıtlanmış bir şey yok ama, sen gene de kullanımını azalt ..kendine bu noktada yapabileceğin en süper kıyak, çay ve kahvede şekeri (tatlandırıcıyı) hemen bırakmandır. çüünkü kola ve diyet ürünlerden tatlandırıcıyı çıkartamayacağına göre, tüketimini azaltabileceğin tek yer burası...
spor, hmm, çok sevmediğim için bir şey diyemeyeceğim, ancak ne yaparsan yap, bacak ve ayaklarını uzun süre hareketsiz bırakma...yürümeye özen göster ve ağır sporlardan (body building, halter, bench ıvır zıvır) kaçın, çünkü bu tür sporlar vücut ağırlığını artırır, ve günün birinde bırakman gerekirse yağlanmanı hızlandırır. hazır yağ demişken sevgili dostumuz insüline de bir değinelim...insülin..senin oksijenindir evlat, onsuz kalman nefesini tutmaya (ya da gözünde daha iyi canlanacaksa pranga’nı kucağına alıp koşmana) benzer. insülin her zaman yapman gereken, yanında olduğunu bizzat kontrol etmen gereken, düzgün çalıştığını ve nefasetini koruduğunu bilmen gereken bir şeydir. bünye ve tedaviye göre değişmekle birlikte insülin yokluğunu teknik olarak ancak 4-6 saat fark etmezsin, 6-10 saat arasında şekerin 250 seviyesini geçeceği için yüksek şeker hissini yaşamaya başlarsın. 12 saatin ötesini ise, şükür rabbime, daha görmedim tavsiye de etmem.
"peki, insülin süpersonik bir şey değil mi?" hayır arkadaşım değil, konunun başında da ima ettiğim gibi insülin yağlanmayı artırır. yani ne kadar çok insülin alırsan kanındaki glikoz yağlanma sürecine o kadar fazla girer (mutlaka teknik anlatımı farklıdır, dilimiz bu kadar dönüyor) . "e peki şekerimi normal düzeyde tutmak için insülin gerekmiyor mu?" gerekiyor...ama az miktarda (doktorunun uygun gördüğü miktarda)...eğer kalorisi yüksek besinler tüketir, kaçamağı da insülinle kapatmaya çalışırsan yağlanırsın, yağlanıp kilon artarsa da insülin ihtiyacın artar, yani bu girmememn gereken bir kısır döngü...peki kaçamağı insülinle kapatmaya çalışmazsan ne olur?...hey... o zaman bu satırları okuyamaman lazım...(evet iğrenç bir şaka oldu) yüksek şeker göz böbrek ve sinirlerde komplikasyonlara neden olup hayatını tamamen zehir edebilir..aman dikkat.
gelelim diğer fizyolojik sorunlara, burda şimdi iki saat şöyle komplikasyon olur, ayağın düşer, p… şişer muhabbeti yapmayayım...akıllı biriysen zaten bunlarla kendini yeterince korkutup kendine dikkat ediyor olman gerekir. benim değinmek istediğim konu sağlığını etkileyebilecek diğer konular...söz gelimi grip, nezle vs. olduğunda neler olacağı...öncelikle unutmamalısın ki senin metabolik bir rahatsızlığın var...bunu mutlaka gittiğin doktora ya da üfürükçüye söylemelisin...kişisel deneyimlerim, savunma ve dolaşım sistemindeki aksaklıklar nedeniyle antibiyotiklere daha muhtaç olduğum yönünde, yani normal birinin yatarak ya da tylolhotla geçiştirebileceği hastalığı sen aynı metodla atlatamayabilirsin...bol sıvı al...insülini artır...ve mutlaka doktora görün..doktoruna diyabetin olduğunu hatırlat! sonra benim gibi idrar yolları enfeksiyonunu antiseptikle geçirmeye çalışırken pipini düşürecek hale gelme...evet olayı kişiselleştirdim mutluyum...
hmm, sosyal durumlar...genç diyabetli, biliyorum alışması zor, utanç verici vs. ama çok çok özel bir nedenin yoksa, herkesin önünde insülinini yap.. kendini bundan kısıtlama, çünkü eğer sosyopat falan değilsen bir süre sonra yapmaya başlayacaksın, ne kadar erken o kadar iyi...özellikle bar tuvaleti gibi mikrop kapabileceğin yerlerde yapma, yapman gerekirse de sterilizasyona azami özen göster...bağışıklığın zayıf demiştim değil mi?...
çevrendeki insanları tanıma düzeyine göre 5’e ayır (şimdi uydurdum bunu), ve ilk dörde mutlaka rahatsızlığından bahset, özellikle 2 ve 3’te (arkadaş, akraba, iş arkadaşı, hoca, müdür vb..) bilmeyen kalmasın. çünkü bu insanlar -allah saklasın- senin acil yardıma ihtiyacın olduğunda muhtemelen orda olacaklar. ayrıca bugün arkadaşın olan adam, yarın sevgilin olabilir, o zaman o kadar süre sakladığın bir şeyi anında açık edemezsin falan..bunlar hep yaşanmış şeyler, o yüzden sözümü dinle..
kafana fazla takma, evet kör olabilirsin, ama bu diyabetle de olabilir, gözüne kalem sokarak da... kendini diyabetten, gözünü budaktan sakınır gibi koru, bu hem dikkatli olman hem de yaşayabilmeni sağlar.. doktor kontrollerini aksatma çünkü sen bir şeyler hissetmiyorken içinde başka bir melodi çalıyor olabilir, böbrekti ıvırdır zıvırdı, anneye babaya yalvaracak duruma gelme sonra (evet ikinci iğrenç komplikasyon şakasını da yaptık). insanlar -ama sadece çiğ insanlar- seni iğneleyeci konuşacaklardır, "ehe ehe yaptın mı iğneni", "olm o kız fazla gelmesin sana", "ay hayatta batıramam kendime o iğneyi".. vb türü zırvalıklarla illaki karşılaşacaksın, sana tavsiyem cevaplarını evde hazırlaman ve biri zevzeklik ettiğinde lafı direk tıkaman olur, çünkü alternatifi ancak acı bir yutkunmayla karşındakine bakmandır. en başta dedik bu böyle, neden diye sorma, lafı hazırla...
sözlerime son verirken burada yazdıklarımın tamamen kendi tecrübelerime dayandığını, doktoruna danışmadan coco star yememen gerektiğini hatırlatır, başladığın uzun yolda, komplikasyonsuz...insancıksız günler dilerim..
9-hipertansiyon ile birleştiğinde vücutta ciddi hasarlara neden olabilen hastalık. vücut direncini zayıflatır; göz, karaciğer, böbrek, sinir sistemi gibi en hayati noktalara nüfuz ederek yaşam kalitesini düşürür. hastalık en çok sinir sistemi üzerinde tahribata neden olur; görme sinirlerinin yıpranması körlüğe dahi sebep olabilir. el ve ayak sinirlerinde yaşanan en sık sorunlar ise karpal tunel ve tarsal tunel sendromlarıdır. bu nedenle şeker hastalarının yılda iki kez oftalmolog ve nörolog kontrolünden geçmeleri gerekir.
10-bu hastalığa sahip olan kadınların gebe kalmadan önce kan şekeri düzeyleri mutlaka normal sınırlarda ve kontrol altında olmalıdır. çünkü gebe kalındığı dönemdeki yüksek ve dengesiz kan şekeri seviyeleri bulunan hastalarda düşük yapma riski artmıştır ve anomalili bebek doğurma riski de 3-4 kat artmıştır. yüksek kan şekeri anne karnındaki bebek için gebeliğin her döneminde hayati tehlike oluşturabilir. diyabete bağlı, bebeklerin akciğer maturasyonu daha geç olur ve bu bebekler genelde iri* olurlar. eğer hasta kontrol altında olursa ve kan şekeri düzeyleri normal sınırlarda seyrederek bir gebelik geçirise bu riskler minimuma iner.
11- çok basit anlatacağım. 4 yaşındaki çocuğuna bile anlatabileceksin ne olduğunu.
şimdi; yediğin her şey vücudunda yakıta/enerjiye/şekere dönüşür. sen ne dersen de. biz şeker diyelim. bu şeker hücrelerine girer ve sen bu hücrendeki enerjiyi yakarak yaşarsın. hayatının temeli budur. işte bu hücrelerin kapısını açan madde "insülin"dir. sen bir şey yediğin anda vücutta insülin salgılanır ve tüm hücrelerinin kapağı açılır. içlerine enerji dolar ve yaşarsın. şeker hastalarında işte bu insülin yoktur (tip 1lerde, tip2 ye az sonra geleceğim). e insülin olmayınca hücreye hiçbir şey girmez. hücreye giren yaşam demek olduğu için de bir şeker hastası insülin vurmadığı takdirde bir kaç gün içerisinde "ölür". ayrıca beyine oksijen taşıyan şey de bu hücrelerdir. insülin olmayınca beyne oksijen de gitmez.
peki bu şeker yükseliği ne kanda? anlattım işte. kandaki şeker hücreye girmez ve kanın içinde gezinir. kılcal damarları tıkar. gözlerin kör olur, böbrekler iflas eder.
biz ne yapıyoruz peki? bir şey yemeden yarım saat önce insülin vuruyorz kendimize. bu insülin vücuttaki hücrelerin kapağını açıyor. sonra da yemek yiyoruz ve hücrelerimizi enerjiyle dolduruyoruz. bu enerji genellikle 6 saatlik oluyor. 6 saat sonra tekrar iğne vurmak gerekiyor. aynı cep telefonu gibi işte. şarj edip kullanıyoruz vücudu.
şimdi tip 2ye gelelim. tip1’de vücutta insülin üretimi olmuyor. tip2de ise insülin üretimi ya çok az oluyor ya da vücuttaki dokuların duyarlılığı azaldığı için insüline az tepki veriyor. bu hastalar bizim gibi (tip1ler gibi) iğne vurmaktansa ya insülinin etkisini artıracak ilaçlar ya da doku duyarlılığını artıracak ilaçlar alıyorlar. fark bu. ama şu da var. tip2 diye hemen sevinmeyin. tip1 de vücut gerekli insülini (sürekli denemeler sonucu) vücudun ihtiyacı kadar aldığı için genellikle tip1 hastalarında körlük, böbrek sorunları, ayakların kesilmesi, p…. kalkmaması gibi sorunlar çok geç kendini gösterirken, tip2lerde bu sorunlar çok çabuk ortaya çıkabiliyor. o yüzden "aman iyi, benimki tip2’ymiş, teleşa mahal yok" demeyin.
eğer diyabetli yakınlarınız varsa beslenmelerine dikkat edin. çok yerlerse ne olur? şu olur. hücreler vücuda giren insülin sonucu açılıp içleri dolunca kapanırlar. artan şeker ise kanda kalır ve işte kan şekeri yüksek deyimi buradan meydana gelir. kan pislenir yani. bu pis kan da damarları tıkar.
bir de aman diyeyim şeker hastası olmayan kişilere sırf denemek için insülin vurmayın. ben bir gerizekalı olarak 8 sene önce bunu yaptım. o zamanki kız arkadaşımla "hadi birbirimizin hastalıklarını anlayalım" olayına girmiştik. onun çok ağır psikolojik sorunları vardı. kullandığı ilaçlardan birer tane attım. attıktan yarım saat sonra kendimi kaybettim ve 3 gün balık gibi gezdim, yolda trafik levhasına omzum dokunsa ondan özür diliyordum. neyse; asıl konuya gelelim. tuttum ben de ona insülin yaptım (mixtard 30hm, 70e 30 karışım yani) hem de kendime yaptığım ünite kadar, yani 36 ünite.. ilk yarım saat güzeldi. sonrası ise kabus. komaya giriyordu. bir anda bayıldı ve zorlukla sayıklamaya başladı. kalp atışını dışarıdan görebiliyordum. o bildiğiniz kalp neredeyse göğüslerini dahi yarıp dışarıya çıkmaya çalışıyordu. hemen zorla tatlı bir şeyler içirdim. bir türlü kendine gelmiyordu. ölecek zannettim. bir doktor arkadaşıma sorduğumda bir kalp şeyine girmiş. kalp grafiği testere şeklinde oluyormuş bu şeyde ve deli gibi çarpmasına rağmen kan pompalamıyormuş. eleman bana manyak mısın dedi, biz bile şeker hastası olmayan birine 5 ünite insülin vermeye korkuyoruz, sen nasıl 36 ünite verirsin. sırf kız arkadaşın çok az yemek yiyen ve vücudu hipoglisemiye alışık biri olduğu için ölmemiş, eğer öyle olmasaydı yarım saat içinde ölürdü. neyse; biraz tatlıdan sonra kendine geldi. o hiçbir şey yemeyen kız bir bütün ekmek tost yedi.sonra gittim bakkaldan 10 tane çikolata aldım, hepsini yedi. ama kurtuldu sonunda.
durum böyle kardeşim. bu hastalığın basitçe olayı bu. oku, anla. şeker hastalarının şekeri düşükse sinirli olurlar, eğer böyle ise hemen bir şeyler yedir. şeker yüksek ise uyuşuk ve halsiz olurlar, insülinini yapıp yapmadığını kontrol et. bir de aman alkole dikkat et. bu yüzde girilen bir ketoasidoz koması var ki kaç kere başıma geldi. (bkz: ketoasidoz/#11463878). tamam içersin, dayanamazsın, eyvallah ama sakın insülinlerini atlama. 2 dakikada nalları dikersin.
11-bir şeker hastası için en büyük sorunlardan biri de ne yersem ne kadar şeker alıyorum durumudur. çünkü yediğimiz her şeyde şeker vardır. sebzelerde bile.
bu durum için şöyle yardımcı olalım. aşağıdaki tablolarda ne yersek ne kadar küp şeker yemişiz gösteriliyor:
kolasından meyve suyuna, gazozundan nesquikine tüm içecekler:http://www.sugarstacks.com/beverages.htm
meyveli yoğuttur, krakerdir, fıstıktır:http://www.sugarstacks.com/snacks.htm
bisküviler:http://www.sugarstacks.com/cookies.htm
şekerlemeler:http://www.sugarstacks.com/candy.htm
dondurmadır, tatlıdır, jeldir:http://www.sugarstacks.com/desserts.htm
meyveler:http://www.sugarstacks.com/fruits.htm (çilek yiyin lan, azmış onda bak)
az yağlı diyet ürünleri:http://www.sugarstacks.com/lowfat.htm
sebzeler:http://www.sugarstacks.com/vegetables.htm (sebze yiyin)
soslar ve baharatlar:http://www.sugarstacks.com/sauces.htm
kahvaltılık gevrekler:http://www.sugarstacks.com/breakfast.htm
milk shakeler vs.ler:http://www.sugarstacks.com/shakes.htm (starbucks ve mc donald’s ürünlerine dikkat!!!. sakın içmeyin !!!)
havuç yiyelim şeysi:http://www.sugarstacks.com/carrots.htm
12-aterosklerotik kalp hastalığına bağlı damar tıkanıklığı riskini, sigarayla birlikte bi hayli arttıran risk faktörüdür.
13-perşembenin gelişi çarşambadan belli iken,
biraz diyet ve egzersizle halledebileceğim bir sorun iken,
35 yaşımda önüme kutu kutu ilaçları yığan sinsi hastalık.
şimdi ne kadar söylensem boş.
insanın idrarında keton bulunması pek de hafife alınacak bir mevzu değilmiş.
nacizane tavsiyem, insülin direnci başladığında boş vermeyin.
kilonuzu düşürün, egzersizinizi yapın.
14-diyabet hastası olan birisi krize girdiğinde ona mutlaka bir adet kesme şeker verin. eğer düşük kan şekeri nedeniyle bu hale geldiyse onu ölümden kurtarmış olursunuz, yok yüksek kan şekeri ile bu halde ise vereceğiniz şekerin onu hayati anlamda hiç bir şekilde etkilemez yani 1 adet kesme şeker mutlaka bu hastaların cebinde bulunmalıdır.
15-tip 1’ine sahip olduğum hastalık.
eğer kan şekerini dengede tutamazsanız, yükseldiğinde pek anlamazsınız ama düştüğünde o kadar kendini hissettirir ki siz bile şaşırırsınız.
kendim için konuşayım.
70 civarında pek bir şey farketmezsiniz.
60’lara geldiğinde hafif bir gariplik olduğunu hissedersiniz.
50’lere geldiğinde kalbiniz hızlı hızlı çarpmaya başlar. şekerinizi yükseltecek bir şeye yönelmelisiniz.
40’lara geldiğinde elinizin parmak uçları hafif hafif uyuşmaya başlar. tatlı bir şeye yönelmediyseniz sonunuz iyi değil gibi.
30’lara düştüğünde vücudunuz artık sizin değilmiş gibi hissetmeye başlarsınız. kalbiniz çok hızlı atmasına rağmen vücudunuzda bir uyuşukluk hakimdir.
25 civarına düştüğünde artık şeker içerikli bir şeye değil, glikoz iğnesine yönelme vaktiniz gelmiş demektir.
20’lere geldiğinde ise asdjklhfjh yok yok tamam o kadar abartmadım. 20 civarına geldiğinizde muhtemelen bilincinizi kaybedersiniz.
bunlar genel olarak kan şekerinin düşmesine bağlı, kandaki adrenalinin olağanüstü derecede yükselmesi sonucu olanlardır.
ben kendi adıma en düşük 28 mg/dl olduğunu gördüm. bilinçli şekilde değil, dengede tutamadığımdan kaynaklanan bir hataydı bu da.
eğer ölüme fazlasıyla yaklaşmak ve kalp hastalıklarına davetiye çıkarmak istemiyorsanız kan şekeriniz 60’ların altına inmeden müdahale etmelisiniz.
bende aslen hipoglisemi değil, hiperglisemi var(yüksek olan). ve teşhis edildiğinde 720 mg/dl civarındaydı. ve hiçbir şeyimin olduğunu zannetmiyordum. yani yükseldiğinde sanıldığı gibi çok da belirti vermiyor. o nedenle bu hastalığa sahip olup olmadığınızı öğrenmeniz açısından check-up yaptırmanız çok önemli. şeker hastalığının teşhis edilmediği birkaç ay içerisinde böbreklerinize ciddi zararlar verebilirsiniz. bu nedenle belirli aralıklarla değerlerinizi kontrol etmeniz çok önemli.
16-metabolik cerrahi adı verilen bir yöntemle 2007 yılından beri tedavi edilebilmekteymiş. üstelik kilo fazlalığı, yüksek tansiyon gibi şikayetler de kalmıyormuş bu operasyonla.
`http://www.personelsaglik.net/...-iddiasi-h5582.html`
(bkz:http://www.memurlar.net/haber/205248/)
17-açlığa azıcık bile tahammül edememem, bayılacak gibi olmam, ağzımın çok sık kuruması, ufacık bir yaradan akan kanımın bile 2 saat boyunca akması, bir türlü durmaması ve en önemlisi de gece boyunca 3,4 kez tuvalete kalkmamdan dolayı beni de pençesine düşürmüş olmasından şüphelendiğim illet.
not: ekşisözlükten derlenmiştir.
insülin direnci
modern çağla birlikte artan hastalıkların başında tip 2 diyabet geliyor, ve onun bir önceki aşaması olan metabolik sendrom veya insülin direnci. taş devri diyeti de bu hastalıkların önüne geçmede kilit rol oynamakta. bunu nasıl gerçekleştirdiğini aşağıda tıbbi dil kullanmadan açıklamaya çalışacağım. size de bu yazıyı bastırmak, buzdolabınıza yapıştırmak, annelerinize ve arkadaşlarınıza yollamak düşüyor.
yemek yediğinizde, vücudunuz bileşenlerini algılar: karbonhidratlar, proteinler ve yağlar. alkol, lif veya toksin gibi sindiremediği şeyleri yerseniz, ya olduğu gibi dışarı atılır ya da kana geçerse de karaciğeriniz sayesinde filtrelenir. yediklerimiz bedenimiz için yakıta dönüşür.
ama karbonhidratlar, hangi çeşidi olursa olsun, ilk olarak glukoz adı verilen basit şekere dönüşür. yani tüm o ekmekler makarnalar, krakerler, patatesler, pilavlar, tatlılar, şekerlemeler, gazozlar (daha uzatabilirim aslında :)) glukoza dönüşür. glukoz da yakıt olmakla birlikte, aşırı miktarlarda olduğunda -eğer hücrelerde yakılmıyorsa toksik olduğu söylenebilir. bu yüzden de bedenlerimiz bu glukozu kandan hızlıca temizleyip, hücrelerin içlerine doğru postalar.
bunu nasıl mı yapar? bir kısmını karaciğer ve kaslarımız glukozu glukojene dönüştürerek depolar. kaslarımız bu yakıtı aerobik egzersizlerde (hayır, jane fonda’dan bahsetmiyorum, kalp atışını %70-80 artıran egzersizler) kullanır. ama hala kanımızda aşırı glükoz olduğunda, pankreasımız hemen insülin salgılamaya başlar. insülin ne işe yarar? glukozun (yağların ve proteinlerdeki amino asitlerin de) kas ve karaciğer hücrelerine girişini sağlar.
buraya kadar herşey yolunda. ama hayır, minik bir ayrıntı var: bu hücreler doluysa, ki durağan hayat süren insanlarda genelde doludur, artan glukoz yağa dönüştürülür. doymuş yağa.
bu aşamadaki ilginçlik şudur: yenilen yağlar yağ olarak depolanmazken, glukoz, yani şeker yağ olarak depolanır. glukoz da başta demiştik, karbonhidratlardan gelir.
günümüzden çok değil, 10.000 yıl gerisine gidersek, tarım henüz olmadığı için atalarımızın şekere ve karbonhidratlara erişimi çok kısıtlıydı. bazı paleo-antropologlara göre günde ortalama 80g kadar karbonhidrat anca tüketiyorlardı. oysa günümüzde 1 kutu kola ile ya da 1 tabak makarna ile 70g karbonhidratı bir çırpıda alabiliyoruz. yiyebildikleri karbonhidrat kaynakları sadece bazı meyva ve sebzeler olduğu için, lif içeriği de yüksek olduğundan insüline etkisi minimumdu. o kadar az karbonhidrat tüketimleri vardı ki, bedenlerimiz gerektiğinde ekstra glukozu kendimizin yapabileceği 4 farklı yol geliştirmişken, fazlasından kurtulmanın sadece bir yolu olacak şekilde evrimleşmişiz.
günümüzde 1 tabak makarna, yanında da 1 kutu kola içtiğimizde pankreasımız hemen insülin salgılamaya başlar. ama dediğimiz gibi karaciğer ve kas hücreleri zaten doluysa, bu hücreler insüline direnç göstermeye başlar. buralara giremeyen glukoz, kanda dolaşmaya devam eder. pankreas kandaki yüksek miktardaki glukoz varlığını görünce, bir miktar daha insülin pompalar. bu da karaciğeri ve kas hücrelerini insüline daha da dirençli kılar, çünkü insülinin fazlası da toksiktir. nihayetinde insülin yardımıyla glukoz yağ hücrelerine yönlendirilir ve yağ olarak depolanır. bu döngü sürekli tekrarlandığı için de yağ hücrelerini dolduran tek şey şeker olur.
zaman içinde, yüksek karbonhidrat içeren beslenme şekline devam edildikçe, insülin direnci artar. taa ki, karbonhidrat tüketimimizi sınırlayana ve hareket miktarımızı artırana kadar.
yukarda kısaca özetledim ama malesef kara tablo bu kadarla sınırlı değil:
1) glukoz kalp damarlarını tıkar, proteinlerle birleşerek ileri düzeyde gluke olmuş nihai ürünler oluşturur ve sistematik enflamasyonlara yol açar. (kalp hastalıklarının 2 ana sebebinden biri kolesterol değil enflamasyondur) glukozun bir kısmı da trigliseridleri artırarak kalp hastalığı riskini artırır. (enflamasyon = iltihaplanma)
2) daha fazla şeker yağ olarak depolandığı için kas hücreleri de direnç geliştirdiği için daha az glukojen alırlar. kanda insülin olduğu sürece yağ yakan lipaz enzimi de görevini yapamadığı için, depolanan yağlarınız da kolayca kullanılamaz.
3) sürekli kanda yüksek miktarda insülin bulunmasının bir yan sonucu da kalp damarlarında plak oluşması ve kanser hücrelerinin çoğalmasıdır. (bu yüzden diyabetiklerde kalp hastalıkları çok görülür)
4) insülin direnci ile kas hücrelerine sadece şeker değil, proteinlerdeki amino asitler de giremez olur. dolayısıyla kaslarınızı koruyamazsınız, erimeye başlarlar. ortalık iyice karışsın diye, vücudunuzun diğer bölgeleri yeterli şeker deposu olmadığını düşünürler ve açlık mesajları gönderirler. ilk aşamada, o çok değerli kas dokusu yıkıma uğrar ve şekere dönüşür. bir yandan yağ hücreleri şişerken, bir yandan da kaslar iyice erir!
5) enerji seviyeniz düşer. hani bazen yemek yedikten sonra bir ağırlık bir uyku çöker ya, işte öyle. bırakın spor yapmayı, hareket etmek bile istemezsiniz. enerji seviyesi düşünce çok daha kısa sürede acıkırsınız. genellikle de canınız karbonhidrat ister yine, yani zehir.
6) karaciğeriniz de insüline direnç geliştirdiğinde, tiroid hormonu t4′ü t3e çeviremez olur, böylece tiroid problemleri ortaya çıkar ve metabolizmanız iyice yavaşlar.
7) sinirleriniz de hasar görebilir ve garip yerleriniz ağrıyabilir, çünkü fazla şekerin yarattığı hasar sinir dokularını harap eder. retina hastalıkları ve görüşünüzün bozulması ortaya çıkabilir.
nihayetinde pankreas öyle yorgun düşer ki, artık insülin üretemez olur ve hayatta kalabilmek için kendinize insülin enjekte etmek zorunda olursunuz. hem de direnç geliştirdiğiniz için yüksek miktarlarda. tip 2 diyabetiniz tip 1′e dönüşür.
tebrikler!!!
24 cevap
1. tt der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:13 pm
bir yasima daha girdim.. inanilmaz aciklayici ve net olmus… tebrikler..
eline saglik..
simdi asil sorum su sekilde: kanimdaki insülin oranini ölctürebiliyor muyuz?
eger ölctürebiliyorsak ne gibi kosullar altinda ölcülmesi dogrusu?
ac mi olacagiz, tok mu vs.?
cevapla
 ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:29 pm
açlık ve tokluk kan şekerleri ölçülüyor.
ama en doğrusu belki de ev tipi ölçüm cihazlarından edinmek ve yemeklerden sonraki 90-120dk boyunca ölçümler yaparak, ne kadar insülinin yükseldiğini ve ne kadar sürede normal seviyeye düştüğünü takip etmek olabilir.
bir sonraki yazı da zaten diyabete davet çıkartmamak için yapılabilecekler üzerine olacak.
2. europa der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:14 pm
oyyy!!!diyorum başka bişi demiyorum:(
3. ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:33 pm
yanlış bilmiyorsam, türkiye’de her 4 kişiden birinde insülin direnci var.
obezitenin bu kadar yayılmasındaki ana sebep de aşırı karbonhidrat tüketimidir.
4. europa der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:38 pm
peki bir soru daha?
inanılmaz zayıf insanlar görüyorum ve inanılmaz şeker, karbonhidrat tüketiyorlar, hayatlarında diyet nedir bilmemişler, üstelik şişmanlamak isteyip 1 gr alamıyorlar.bunun açıklaması ne ola ki?
- ozlem der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 3:56 pm
acımasız bir açıklaması var: insanlar eşit yaratılmamış.
yalnız büyük bir çoğunluğu ilerleyen yaşla birlikte yavaşlayan metabolizmaları ile diğerlerinden daha kilolu olma eğilimi gösterebiliyorlar.
5. wishbone der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 4:15 pm
karbonhidratların, özellikle de şekerin vücudumuz için ne kadar tehlikeli olduğunu iyice kavramamızı sağlayan bir yazı olmuş. okuyunca ve yediklerimizi düşününce korkmamak elde değil. beslenme alışkanlıklarımızı da değiştirmek öyle zorlu ki sormayın! ama üstesinden gelmemiz de şart.
6. sade cadı der ki:
nisan 8, 2011 tarihinde, saat 10:50 pm
ben çikolata, dondurma, pasta ve cips istiyorum :( uf yaa!
- ozlem der ki:
nisan 9, 2011 tarihinde, saat 6:48 am
yoksunluk belirtileri, gececek hepsi, az sabır.
yazıyı tekrar okumak ister misin? :)
- necrolyt der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 10:33 pm
ya ben tuz istiyorum.. :(
çay sorununu stevia ile çözdüm. (splenda zararlıymış)
ancak şu var ki yaptığım en kolay rejim.. seni seviyoruz ozlem ailecek :)
- ozlem der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 10:38 pm
tansiyon sorunun yoksa tuz ye?
splenda’nın zararlarına dair bilgiyi benimle de paylaşırsan sevinirim. stevia daha iyi, evet, ne de olsa doğal.
hani derler ya yaşam biçimi olsun, gerçekten de olabiliyor bu.
7. roterio der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 6:43 pm
benim en çok merak ettiğim bir günlük hatta mümkünse bir haftalık ne yediğiniz. karşılaştırmak istiyorum bir de merak ediyorum kaçamaklar ne kadar ve nelerden yapılıyor..
- ozlem der ki:
nisan 10, 2011 tarihinde, saat 8:36 pm
örnek bir günümü yazmıştım zaten:http://paleocafe.org/2011/04/04/ornek-1-gunluk-menu/ haftalık menü hazırlamayı hiç düşünmemiştim ama olabilir, biraz zaman alır ama.
kaçamaklar, bu hafta sanırım sadece 1 tane cola zero oldu. elbette süt ürünlerini taş devri kapsamına alıp almadığınıza bağlı. 1-2 de şarap ki şarap da kapsam dışı değil aslında, en azından ilk kadeh.
fakat bu hafta, özellikle cumartesi günü, elimde olmayan sebeplerle çok sınırlı protein tükettim. bugün gücümü toplamam biraz vakit aldı.
!
9. pötikare der ki:
nisan 27, 2011 tarihinde, saat 2:20 pm
sevgili özlem, siteni ve yazılarını merakla takip ediyorum. (keşke daha çok yazma fırsatı bulabilsen:) )
teşekkür ediyorum. edindiğim tüm bilgiler için.
bende de insülin direnci var ve ketojenik diyetleri araştırıyorum.
siteni ekşisözlük aracılığıyla keşfetip, çok faydalandım.
ben de şuan menü oluşturma aşamasındayım.
yazını kopyaladığım ve beni okumanı rica ettiğim için sana link gönderiyorum. (http://www.bodyforumtr.com/vbforum/ketojenik-diyet-skd-ara-t-t37115.html?p=384391#post384391 )
site isimlerini yayınlama istersen. sen okusan yeterli benim için :)
- ozlem der ki:
nisan 27, 2011 tarihinde, saat 3:00 pm
sitenin size faydalı olabildiğine sevindim. menü oluşturma aşamasında belki şu yazım referans olabilir:http://paleocafe.org/2011/04/04/ornek-1-gunluk-menu/
10. mustafa der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 2:17 pm
bu aşamadaki ilginçlik şudur: yenilen yağlar yağ olarak depolanmazken,
kısmını anlamadım. anladım da emin olamadım, ilgimi çekti. yenilen yağlar yağ olarak depolanmıyor mu?
- ozlem der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 2:18 pm
evvet :)
11. mustafa der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 3:19 pm
ben bundan çok emin değililm. bi kere piyasada bağırsakta yağ emilimini engelleyen ilaçlar satılıyor zayıflamak için. bunlar kandırmacayı geçin hakaret oluyor o zaman? ikincisi madem yağlar yağ olarak depolanmıyor; neden elli seneden fazladır, zayıflıyacağım diyene lafını bitirmeden yağı kes deniyor? yanlış olabilir, ama “aslında yanlış” olabilir, bu durumda “tamamen yanlış” oluyor. elli senedir millet “tamamen yanlış” bir zayıflama metodunu mu izliyor?
bi de taş devrinde hiç problem olmayan ama şu anda zararlı başka şeyler var. fazla güneş zararlı mesela. çiğ et de yiyemiyoruz, denesek canımız çıkar. ama benim kafama en çok takılan şu: glikoz beynin yakıtı ve ketonlar glikozun yerini beyne enerji sağlamak söz konusunda o kadar da iyi dolduramıyor. dahası taş devri insanı beynini ne kadar kullanıyordu? yani, belki de ketonlarla beslenen beyin avcı toplayıcı hayata yetiyordu ama; tarım için, hayvanları bitkileri evcilleştirmek için, inşaat için, toplum hayatı için, icatlar için, sanat için edebiyat için glikozla beslenen bir beyne gerek vardır ha, buna ne dersiniz?
bu arada sorup duruyorum ama paleo genel olarak kafama yatıyor. ben gerçi daha çok düşük karbonhidratlı bir düşük glisemik indeks diyeti uyguluyorum ama siteyi de takip ediyorum.
- ozlem der ki:
ağustos 12, 2011 tarihinde, saat 5:09 pm
öncelikle şu karıştırmayı ortadan kaldıralım. paleo diyet eşit değildir ketojenik diyet. ki ben çok düşük karbonhidrat diyeti dahi yapmıyorum ama düşük karbonhidrat diyeti olarak sınıflandırılabilir.
paleo diyetin özü karbonhidrat oranı değildir kesinlikle. özü, işlenmiş gıdaları tüketmemek, omega-3 / omega-6 oranını 1:1′e yaklaştırmak, bu sebeple de omega-6 içerek bitki yağlarından uzak durmakta. ayrıca da hem yüksek karbonhidrat oranları, hem yarattıkları sindirim ve sağlık problemleri, yine omega-6 oranları ve son olarak gluten, fitat gibi bileşenleri yüzünden tahıl ve bakliyatlardan uzak durmak.
ama ben kendim ketojenik diyet uygulamasam da, (aslında uygulayamasam demem daha doğru olur) ketonların beyin için tercih sebebi yakıt olduğu kesin. glikozla beslenen beyin birçok saçmalıkla uğraşırken ketonla beslenen beyin çok daha iyi çalışır:https://lh3.googleusercontent.com/-eqa5v61xcjc/txvigitfhni/aaaaaaaaabw/rm2qmoict8e/s1600/ketosis+brain+cartoon.jpg
öte yandan taş devri insanının bizden çok daha fazla beynini kullanıyordu bence. biz gündelik rutinlerle beynimizi yormazken, onlar medeniyetin gelişmesini sağladılar. en önemlisi doğadaki her türlü olaya karşı uyanık olmak durumundaydılar ki hayatta kalabilsinler. öte yandan çiğ et mi yiyorlardı muamma, ne de olsa ateş çok eski. ayrıca tüm geleneksel toplumlarda mutlaka çiğ et tüketimi vardır, bizde de lakerda ve çiğ köfte örnek olarak verilebilir. güneş ise, bambaşka konu. sanıldığı kadar zararlı değil, senelerdir krem satmak için yaptıkları kampanyaların sonunda d3 eksikliği tavan yapmış durumda. ozonu delersen, öğlen güneşinde elbette çıkamazsın dışarı ama günel hayattır.
yağ emilimini engelleyen ilaçlar var, ama bir ilacın olması onu ne kadar doğru kılar. bunun en sağlam örneği, statinler, yani kolesterol düşürücü ilaçlar. en büyük savunucuları dahi artık statinleri sorguluyor. ilaç firmalarının birinci amacının her firma gibi kar etmek olduğunu unutmamak gerek. öte yandan, kalp sağlığı kategorisinde yağların nasıl öcü haline getirildiğini anlatmaya devam edeceğim, öğrendikleriniz sizi de şaşırtacak. ayrıca karbonhidratı bloke eden ilaçlar da var.
son olarak, gayet bilimsellikten uzak olarak yağ şişmanlatır diyene şunu sorarım: o zaman neden yağ tüketimimi arttırdığımda daha hızlı kilo verdim????
arada, ben genç kızlığa adım attığım yıllarda çok zayıf olmasam da zayıftım yine de. annem (genç bir anne değildi) ve de babaanneme “kilo aldım” diye vızıkladığımda, ekmek yeme/makarna yeme derlerdi. eskiler biliyor işi her zamanki gibi ama sonra biz yolumuzu yitirmişiz yine.
12. etana der ki:
ağustos 29, 2011 tarihinde, saat 7:57 pm
ben de ekşisözlük sayesinde keşfettim bu siteyi. geçen salı.. o günden beri çok iyi gidiyordum diyet günlüğü bile tutmaya başladım. 6 gündür yani. ta ki bu akşama kadar. 7.günün akşamında (bu akşam) çikolata yedim patlayana kadar sonra cırcır oldum. şu an çok pişmanım yoksunluk hissine yenik düştüm kendimden nefret ediyorum şu an :’( günlüğü de yırtıp atcam defterden utandım ya rezilim ben rezil. hele bu yazıyı okuyunca bittim :’(
- ozlem der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 9:18 am
sakin! ben bunlari yazan kisi olarak kac savas kaybettim, kac kez tekrar basladim, sayisini bilmiyorum. kaldiginiz yerden devam. kaybi cogaltmaya hic gerek yok. arada gunluk tutmak iyi fikirdir.
13. etana der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 6:50 pm
gerçekten mi.. ben de yılmicam devam edicem çokk teşekkürler özlem ya demek sen de defalarca kaybettin vay be bu moral oldu :d insan kendine verdiği sözü tutamayınca kendisiyle kavgaya giriyor kendimden kaçmak istiorum öle durumlarda. kendimi ezik hissediyorum falan.. ama iyi ki sen varsın siten var cidden bak. samimiyetine çok inanıyorum.
- ozlem der ki:
ağustos 30, 2011 tarihinde, saat 8:15 pm
elbette, burda bagimliliklardan bahsediyoruz. kolay bir savas degil. ben de insanim hem :)
insülin direnci kısır döngüsünü kırmak
bir önceki yazıda karbonhidrat tüketimimiz ve insüline etkilerini görmüştük.
peki elimiz kolumuz bağlı mı? tip 2 diyabet kaçınılmaz son mu?
tam olarak değil…
öncelikle spor yapmanın olumlu etkisinden bahsetmek lazım. spor yapınca kaslarımız depolanan glukojeni spor esnasında ve sonrasında yakıt olarak kullanır. kaslar acil olarak tekrar içeri glukoz doldurmak ister ve insülin alıcılarının ayarıyla oynar ki süreç hızlansın. bu yüzden insülin hassasiyetini geri kazanmak için çok önemlidir. dünyaları yiyen ama sırım gibi sporcular bu sayede formlarını korurlar: spor ile glukozu harcayarak
spor ama hangi spor? ağırlık çalışmaları ve aerobik (kalp atışını %70-80 artıran) egzersizler etkilidir. ikisinden etkin bir bileşim daha da etkili olabilir. spor yaptıkça insüline dirençli olmak yerine hassas olacağınız için, fazla tüketimi karşılamak için çok fazla insüline ihtiyacnız olmayacaktır. ancak kanda insülin olmadığında devreye girebilen yağ yakıcı enzimler sayesinde depolanmış yağlarınızı da gün boyunca daha yüksek oranda yakarız. yediğimiz proteinlerdeki hayati amino asitleri ve diğer besleyici maddeler kolaylıkla hücrelere giriş yapabilir, bu sayede kas yapabilir veya kaslarımızı koruyabilirken yağ yakarız.
ikinci olarak, karbonhidratları sınırlamak etkilidir. özellikle de şekerleri ve rafine ürünleri. boşuna diyabetin bir adı da şeker değil! ve de karbonhidratların nasıl şekere (glukoz bir şekerdir) dönüştüğünü önceki yazıda okumuştuk.
size tam buğday ekmeğinin sağlıklı olduğunu sürekli fısıldayan medyayı boşverin ve karbonhidrat tüketiminizi sınırlayın. birçok yerde diyabetin genetik bir hastalık olduğunu okursunuz. evet, genetiktir. hepimizin genlerinde var ve hepimiz yanlış beslenerek birer diyabet hastası olabilir.
insülin direnci kısır döngüsünü kırmak için 17
1. baris der ki:
nisan 17, 2011 tarihinde, saat 10:45 pm
merhaba,
sitenizi şans eseri buldum ve okumaya başladım. oldukça doyurucu ve anlaşılır bilgiler içeriyor, kısa zamanda oldukça bilgi sahibi oldum. emeğiniz için teşekkürler…
bir sorum olacak, yazınızda “kalp atışını %70-80 artıran” şeklinde bir ifade gördüm, gerçekten dinlenme nabzına göre %70-80 artışı mı kastediyorsunuz (60 nabız için 102-108′e tekabül ediyor) yoksa tahmini azami nabızın %70-80′ini mi? genelde egzersizlerle ilgili yazılarda maksimum nabız referans alınır, o nedenle sormak istedim.
bir de, anlattıklarınız kavramlar kendi mantığımla örtüşüyor olsa da, mümkünse elinizde bulunduğu ölçüde referanslar verebilirseniz, daha da doyurucu olacaktır.
teşekkürler
- ozlem der ki:
nisan 17, 2011 tarihinde, saat 11:19 pm
merhaba,
aerobik egzersizler, normal nabzı %70-80 artıran olarak tanımlanır.
referans verme konusunu çok düşündüm ben de, fakat o zaman inanılmaz vakit alan bir uğraşa dönüşüyor. bir gün tam zamanlı blogger olursam, neden olmasın. ama yine de arada kaynak belirtmeye gayret ederim.
2. mustafa der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 6:28 pm
spor sonrası kas yıkımını engellemek için glikoz yüklemesi yapmak gibi yaygın bir alışkanlık var sporcular arasında. paleo beslenme tarzında bunu da mı yapmıyoruz? kas yıkımının önüne nasıl geçeceğiz peki?
ben aslında bir kaç gündür ketojenik diyetleri araştırıyordum. ketojenikle paleo arasında bir fark göremedim pek. var mı?
- ozlem der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 6:49 pm
yapmaya gerek yok ama paleo sınırları içinde spor sonrası glikoz oluşturacak gıdalar alabilirsiniz. kas yıkımının kilit noktası proteinden geçiyor, onun için de bu yazıyı tavsiye ederim:http://paleocafe.org/2011/04/05/gunluk-menu-olusturmada-ilk-asama-protein/
ketojenik diyet, günlük 50gr altında karbonhidrat alımını ifade eder. bu 50g’a kadar karbonhidratı isterseniz ekmekten, çikolatadan da alabilirsiniz. öte yandan doyma hissi açısından kolay kolay hiçkimse 50g karbonhidrat hakkını bunlarla harcamaz. yani, ketojenik diyet genelde paleo olarak uygulanır ama paleo olma zorunluluğu yoktur.
paleo daha çok bir yaşam biçimidir. kilo derdiniz yoksa 100-150g arası karbonhidrat alabilirsiniz. (bakliyat, hububat, şeker ve yağlarla ilgili sınırlamalarla birlikte) kilo vermek istiyorsanız 100g altı karbonhidrat yeterlidir. verilecek çok kilo varsa ketojenik diyet tercih edilebilir.
3. mustafa der ki:
haziran 6, 2011 tarihinde, saat 11:44 pm
bir şey daha var sormak istediğim. paleo beslenme tarzına geçiş kısa ve uzun vadede zihinsel performansı nasıl etkiliyor? unutkanlık, öğrenme güçlükleri, konsantrasyon güçlüğü, depresif eğilimler, öfke patlamaları gözleniyor mu mesela?
- ozlem der ki:
haziran 7, 2011 tarihinde, saat 11:45 am
paleo’ya geçiş ile paleo da olsa ketojenik diyete geçiş farklı şeyler öncelikle, o yüzden 2 aşamada yanıtlamak istiyorum.
paleo’ya geçişte karbonhidrat yoksunluğu yaşayacaksanız illa ki. bedeniniz şeker ve ekmek/makarna için diretecek. aynen sigarayı bırakan biri gibi buna direnmek gerekiyor, özellikle şeker konusunda. ama sizin bahsettiğiniz yan etkiler biraz fazla dramatik. bu noktada tek yapmanız gereken “bedeninizi dinlememek”, tekrar sigara örneğine döneceğim. sigara bırakırken beden sigara ister ama bedeninizi dinleyip sigaraya teslim olmazsınız.
ketojenike geçişte ise etkiler daha yoğun olur. ilk günlerde adeta grip olmuş gibi kırıklık, halsizlik vs hissedebilirsiniz. çünkü ciddi kısıtlı karbonhidrat tüketilmektedir ve toptan yan etki yaşanmakta. bu aşamada biraz daha dirayetli olmak gerekiyor.
her ikisinde de yan etki süresi 3 gün ile 14 gün arasındadır.
uzun vadede ise, tam tersine sağlık durumunuzda genel olarak düzelme, enerji patlaması vs yaşayacaksınız. mesela alakasız gibi görünse de dişetlerim çok sık kanardı ama artık kanamıyor.
not: paleocafe.orgtan alınmıştır.
işin beslenme ve genetik tarafı bir yana, çevremden gözlemlediğim kadarıyla bu hastalık hemen hemen her zaman heyecanlı, hırslı, yırtıcı, kötü niyetli tiplerde olmaktadır.
bu kişilerin olaylara ve insanlara karşı hırs ve yoğun mücadele çabası bünyelerinin gücünü aşmakta ve bu hallerde birey bünyesini dolayısıyla kalbini kaldırabileceğinden fazla çalıştırarak yahut zorlayarak zamanla yüksek tansiyon hastalığına yakalanabilmektedir.
yüksek tansiyonlu kişilerin yapması gereken olay, olgu ve insanlara karşı daha hoşgörülü ve sakin bakabilmeyi başarıp, hareketlerini ve tepkilerini kontrol ederek daha sakin olabilmeyi başarabilmektir.
bu kişilerin olaylara ve insanlara karşı hırs ve yoğun mücadele çabası bünyelerinin gücünü aşmakta ve bu hallerde birey bünyesini dolayısıyla kalbini kaldırabileceğinden fazla çalıştırarak yahut zorlayarak zamanla yüksek tansiyon hastalığına yakalanabilmektedir.
yüksek tansiyonlu kişilerin yapması gereken olay, olgu ve insanlara karşı daha hoşgörülü ve sakin bakabilmeyi başarıp, hareketlerini ve tepkilerini kontrol ederek daha sakin olabilmeyi başarabilmektir.
karadeniz insanının farklı olaylar karşısında gösterdiği kıvrak zeka ürünü tepkilerin, sembol kişilik temel karakteri bazında mizahi hoşgörü sınırlarında yansıtılan anektodik anlatımlarıdır.
örnek olarak;
temel’le dursun gezerlerken bir kilisenin önünden geçerler.
temel, dursun’a ‘ula dursun 5 dakika bekle bi günah çıkartayım’.
temel kiliseye girer papaz gelir.
‘söyle evladım ne günah işledin?’
temel: ‘zina işledim’.
papaz: ‘kiminle’.
temel: ‘sanane ya çıkar günahımı gideyim’.
papaz: ‘ha felanca adreste bir karı var onunla mı zina ettin’.
temel: ‘yoo’.
papaz: ‘ha felanca yerde bi karı var onunla mı iş tutuyon’.
temel: ‘yoo’
papaz: ‘felanca adreste bir kumarbaz var eve gitmiyo onun karıyı mı beceriyon’.
temel: ‘yok ya sanane çıkarsana günahımı gideyim’.
papaz:’ çıkarmıyom lan yürü git’
temel’i görünce dursun: uyy temel kardeşum tertemiz oldun
günahlarından kurtuldun değil mu.’
temel:’ yok ula günahlarumdan kurtulmadum ama çok sağlam 3 tane adres aldum’..
örnek olarak;
temel’le dursun gezerlerken bir kilisenin önünden geçerler.
temel, dursun’a ‘ula dursun 5 dakika bekle bi günah çıkartayım’.
temel kiliseye girer papaz gelir.
‘söyle evladım ne günah işledin?’
temel: ‘zina işledim’.
papaz: ‘kiminle’.
temel: ‘sanane ya çıkar günahımı gideyim’.
papaz: ‘ha felanca adreste bir karı var onunla mı zina ettin’.
temel: ‘yoo’.
papaz: ‘ha felanca yerde bi karı var onunla mı iş tutuyon’.
temel: ‘yoo’
papaz: ‘felanca adreste bir kumarbaz var eve gitmiyo onun karıyı mı beceriyon’.
temel: ‘yok ya sanane çıkarsana günahımı gideyim’.
papaz:’ çıkarmıyom lan yürü git’
temel’i görünce dursun: uyy temel kardeşum tertemiz oldun
günahlarından kurtuldun değil mu.’
temel:’ yok ula günahlarumdan kurtulmadum ama çok sağlam 3 tane adres aldum’..
dünyanın en sağlıklı beslenme türü olan taşdevri beslenmesi ile ilgili gereken çoğu bilgiyi özlem adlı blog yazarının kaleminden bulabileceğiniz güzel ve çok faydalı site.
aksiyon ve spor oyunları sayesinde oyunlarda yaptığınız hareket ve eylemlerin aynısını ya da yakın hareketleri gerçek hayatta da fazla zorlanmadan, gayet güzel bir şekilde yerine getirmek.
bundan yıllar önce çalıştığım kamu kurumunun belediyeyle ortak düzenlediği "istanbul deprem hazırlığı" kursunda benden hiç beklenmeyen iple apartmandan aşağı inme ve havada gerili ipte ilerleme hareketlerini herkesten daha hızlı ve hatasız yapma aktivitelerini kuşkusuz oynadığım oyunlardaki bu tarz hareketleri yaparken beynimin ve bünyemin içselleştirmesine borçluydum ve bunu iş arkadaşlarımı anlatmaya çalıştığımda tabiki hiç biri anlamadı.
bundan yıllar önce çalıştığım kamu kurumunun belediyeyle ortak düzenlediği "istanbul deprem hazırlığı" kursunda benden hiç beklenmeyen iple apartmandan aşağı inme ve havada gerili ipte ilerleme hareketlerini herkesten daha hızlı ve hatasız yapma aktivitelerini kuşkusuz oynadığım oyunlardaki bu tarz hareketleri yaparken beynimin ve bünyemin içselleştirmesine borçluydum ve bunu iş arkadaşlarımı anlatmaya çalıştığımda tabiki hiç biri anlamadı.
kapalı, geri, tutucu toplumların ve tatminsiz, kıskanç, ataerkil zihniyetli bireylerin normal ve seksi kadınlara verdiği addır.
piyasada satılanların % 95i sahte olan doğanın en tatlı ürünü. gerçeğini sahtesinden ayırmak için koyu kırmızı ya da kahverengi renkte ve kavanozda değil petekte olanlar tercih edilmeli.
bal, suni değil doğal bir üründe olsa sonuçta şeker olduğu için günde bir kaşık civarında yenmeli fazla tüketilmemelidir.
balı sade değil yemeklere ve içeceklere tat vermek için kullanmak daha iyi olur.
bal, suni değil doğal bir üründe olsa sonuçta şeker olduğu için günde bir kaşık civarında yenmeli fazla tüketilmemelidir.
balı sade değil yemeklere ve içeceklere tat vermek için kullanmak daha iyi olur.
geleceğinin şu şekilde olacağı belirlenmiş olan ülke;
2023- ikinci cumhuriyet.
2060- ikinci sanayiileşme(bilgi toplumu sanayiileşmesi).
2075- emperyalizm.
2095- global süper güç.
emperyalizm aşamasını beğenmedim ben. ayrıca 2. cumhuriyette atatürk ilkeleri ve devrimleri tabanında onun devamı ve gelişmişi olarak uygulanmalı. dejenere oluş ve geriye dönüş kesinlikle olmamalı. ikinci cumhuriyet atatürkçülük yani bilim ve akılcılık tabanında tam demokrasiye ilericilik bazında geçiş olmalı.
2023- ikinci cumhuriyet.
2060- ikinci sanayiileşme(bilgi toplumu sanayiileşmesi).
2075- emperyalizm.
2095- global süper güç.
emperyalizm aşamasını beğenmedim ben. ayrıca 2. cumhuriyette atatürk ilkeleri ve devrimleri tabanında onun devamı ve gelişmişi olarak uygulanmalı. dejenere oluş ve geriye dönüş kesinlikle olmamalı. ikinci cumhuriyet atatürkçülük yani bilim ve akılcılık tabanında tam demokrasiye ilericilik bazında geçiş olmalı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?