(bkz: fight club)
şiddet iletişimi
zafer kosenin tespit iceren yazisi
şiddet olaylarında son zamanlardaki tırmanış daha çok “münferit” olarak görülen türde. yani bir örgütün faaliyeti, bir siyasi görüşün tercihi ile özellikle üretilen bir durum değil bu. hatta bu tür şiddette azalma da var.
bir patlama şeklinde artan şiddet olayları daha çok sıradan insanların gündelik hayatlarında yaşanıyor. piramidin üst kısmı televizyonlarda haber oluyor.
asıl üzerinde durulması, ihmal edilmemesi gereken ise piramidin gövdesi ve tabanı. haber değeri taşıyacak boyuta ulaşmayan ama her gün milyonlarca kez yaşandığına şüphe olmayan bir şiddet bombardımanı içindeyiz. evde, işyerinde, trafikte, askerde arkadaşlar arasında... her yerden şiddet fışkırıyor. fiziksel, sözel, duygusal şiddetler toplanıyor, etrafımızdaki atmosferi oluşturuyor.
liseye giden gençlere anneleri pencereden sesleniyor: “oğlum, kimseyle takışma, kimseye uyma...”. babanız daha önce hiç söylemediği sözler söylüyor: “kimde silah var, kim manyaktır, kim sapıktır belli olmuyor; trafikte filan kendinize dikkat edin.” çocuklar parkta oynamaya giderken daha sık uyarılıyor: “yabancılarla konuşma, kimseden bir şey alma, yardım kabul etme.”
yeni bir eve taşınacak olanlar artık en çok o apartmanda nasıl insanların oturduğunu araştırıyor. iyi komşuluk gibi bir beklentiyle değil; aman belalı biri olmasın diye.
üstelik öyle belalı biri olmak kişiye avantaj sağladığı için, herkes olduğundan daha fazla bir şiddet potansiyeli taşıdığı imajını vermeye çalışıyor. bu imajın, ilişkilerde sorunlara ve ezilmeye maruz kalmak konusunda önleyici bir etkisi olur diye umuluyor.
şiddet diğer bütün yöntemleri bastıran bir iletişim biçimi haline geliyor.
sanırım bu sorun, bugünlerde çoğu polisin kafasını kurcalıyor. iyi niyetle “vatandaş” için çalışmak, kendinden bekleneni yerine getirmek için uğraşan birçok emniyet çalışanı ve yöneticisi, büyük bir rahatsızlık hissediyor.
onlar, televizyonda bir vahşet haberi izlediğinde, şiddetin önlenemediğini gördüğünde, diğer yurttaşlardan bir fazla rahatsızlık duyuyorlardır. bu arada içlerinde öfke de birikiyordur. halkın önemli bir kısmı gibi onların da, cezaların artırılması gerektiği yönündeki görüşleri gazetelere yansıyor.
polis yetkilerinin, ne kadar yüksek olsa o kadar faydalı olacağı gittikçe daha sık ileri sürülmeye başlandı.
zaten her şeyin asayiş konusu olarak algılandığı bir ülkede yaşıyoruz. şiddet sorunu da çoğu zaman sosyal ve kültürel boyutuyla bağlantı kurulmadan düşünülüyor. seri katillerin yakalandığı haberini, çok satan bir gazete, “amerika’da olsaydı idam edilirlerdi.” şeklinde bir manşetle veriyor. sanki seri katil modası amerika kaynaklı değilmiş gibi...
sanki cezaların en yüksek olduğu ülkelerde suç oranı çok düşükmüş gibi. sanki bunca cani, sapık, katil ruhlu insan bu ülkeye dışardan ithal ediliyormuş, onları yaratan bu toplumsal koşullar değilmiş gibi.
bir kültür sorunu, hatta bir tür kişinin kendini ifade ediş şekli olduğu göz ardı edilse de herkes şiddete karşı olduğunu söylüyor.
oysa bir gelişmeye karşı olmak, ancak o gelişmenin kökenine karşı çıkmakla mümkün olabilir. aynı dili konuşarak değil, farklı bir dil kullanarak...
evinize hırsız girmesini önlemenin yolu olarak evde silah bulundurmayı ve şiddet kullanma hakkı verilmesini istemekle olmaz.
bu kültürel sorun, elbette içinde yaşadığımız sosyal yapının bir parçası. sosyal yapımızın üzerinde yükseldiği temel ise, yoksulluğun yaygınlaşmasına, dışlanmaların artmasına, sosyal güvencelerin azalmasına, zengin ailelerden gelmeyen çocukların eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanamamasına, kamu faaliyetlerinde ayrımcılığın artmasına neden olan üretim ilişkileri.
bu konuda yazılmış onca kitap, onca yazı varken, ilgili ve yetkili kişiler, çok açık ve basit olan bu gerçekleri görmüyor olabilir mi? insan bazen şüpheye düşüyor. sonuçta, kamu kaynaklarının üretilmesi ve kullanılmasıyla bir şekilde bağlantılı bir konu olduğuna göre, şiddet, acaba başka konulardaki tercihlerle çeliştiği için mi sadede asayiş sorunu olarak görülüyor?
zafer köse
(bkz: ukde)
şiddet olaylarında son zamanlardaki tırmanış daha çok “münferit” olarak görülen türde. yani bir örgütün faaliyeti, bir siyasi görüşün tercihi ile özellikle üretilen bir durum değil bu. hatta bu tür şiddette azalma da var.
bir patlama şeklinde artan şiddet olayları daha çok sıradan insanların gündelik hayatlarında yaşanıyor. piramidin üst kısmı televizyonlarda haber oluyor.
asıl üzerinde durulması, ihmal edilmemesi gereken ise piramidin gövdesi ve tabanı. haber değeri taşıyacak boyuta ulaşmayan ama her gün milyonlarca kez yaşandığına şüphe olmayan bir şiddet bombardımanı içindeyiz. evde, işyerinde, trafikte, askerde arkadaşlar arasında... her yerden şiddet fışkırıyor. fiziksel, sözel, duygusal şiddetler toplanıyor, etrafımızdaki atmosferi oluşturuyor.
liseye giden gençlere anneleri pencereden sesleniyor: “oğlum, kimseyle takışma, kimseye uyma...”. babanız daha önce hiç söylemediği sözler söylüyor: “kimde silah var, kim manyaktır, kim sapıktır belli olmuyor; trafikte filan kendinize dikkat edin.” çocuklar parkta oynamaya giderken daha sık uyarılıyor: “yabancılarla konuşma, kimseden bir şey alma, yardım kabul etme.”
yeni bir eve taşınacak olanlar artık en çok o apartmanda nasıl insanların oturduğunu araştırıyor. iyi komşuluk gibi bir beklentiyle değil; aman belalı biri olmasın diye.
üstelik öyle belalı biri olmak kişiye avantaj sağladığı için, herkes olduğundan daha fazla bir şiddet potansiyeli taşıdığı imajını vermeye çalışıyor. bu imajın, ilişkilerde sorunlara ve ezilmeye maruz kalmak konusunda önleyici bir etkisi olur diye umuluyor.
şiddet diğer bütün yöntemleri bastıran bir iletişim biçimi haline geliyor.
sanırım bu sorun, bugünlerde çoğu polisin kafasını kurcalıyor. iyi niyetle “vatandaş” için çalışmak, kendinden bekleneni yerine getirmek için uğraşan birçok emniyet çalışanı ve yöneticisi, büyük bir rahatsızlık hissediyor.
onlar, televizyonda bir vahşet haberi izlediğinde, şiddetin önlenemediğini gördüğünde, diğer yurttaşlardan bir fazla rahatsızlık duyuyorlardır. bu arada içlerinde öfke de birikiyordur. halkın önemli bir kısmı gibi onların da, cezaların artırılması gerektiği yönündeki görüşleri gazetelere yansıyor.
polis yetkilerinin, ne kadar yüksek olsa o kadar faydalı olacağı gittikçe daha sık ileri sürülmeye başlandı.
zaten her şeyin asayiş konusu olarak algılandığı bir ülkede yaşıyoruz. şiddet sorunu da çoğu zaman sosyal ve kültürel boyutuyla bağlantı kurulmadan düşünülüyor. seri katillerin yakalandığı haberini, çok satan bir gazete, “amerika’da olsaydı idam edilirlerdi.” şeklinde bir manşetle veriyor. sanki seri katil modası amerika kaynaklı değilmiş gibi...
sanki cezaların en yüksek olduğu ülkelerde suç oranı çok düşükmüş gibi. sanki bunca cani, sapık, katil ruhlu insan bu ülkeye dışardan ithal ediliyormuş, onları yaratan bu toplumsal koşullar değilmiş gibi.
bir kültür sorunu, hatta bir tür kişinin kendini ifade ediş şekli olduğu göz ardı edilse de herkes şiddete karşı olduğunu söylüyor.
oysa bir gelişmeye karşı olmak, ancak o gelişmenin kökenine karşı çıkmakla mümkün olabilir. aynı dili konuşarak değil, farklı bir dil kullanarak...
evinize hırsız girmesini önlemenin yolu olarak evde silah bulundurmayı ve şiddet kullanma hakkı verilmesini istemekle olmaz.
bu kültürel sorun, elbette içinde yaşadığımız sosyal yapının bir parçası. sosyal yapımızın üzerinde yükseldiği temel ise, yoksulluğun yaygınlaşmasına, dışlanmaların artmasına, sosyal güvencelerin azalmasına, zengin ailelerden gelmeyen çocukların eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanamamasına, kamu faaliyetlerinde ayrımcılığın artmasına neden olan üretim ilişkileri.
bu konuda yazılmış onca kitap, onca yazı varken, ilgili ve yetkili kişiler, çok açık ve basit olan bu gerçekleri görmüyor olabilir mi? insan bazen şüpheye düşüyor. sonuçta, kamu kaynaklarının üretilmesi ve kullanılmasıyla bir şekilde bağlantılı bir konu olduğuna göre, şiddet, acaba başka konulardaki tercihlerle çeliştiği için mi sadede asayiş sorunu olarak görülüyor?
zafer köse
(bkz: ukde)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?