2001 : a space odyssey kitabı
edit : yorum içermeyen entry' ye eksi veren malları göstermemiştir çünkü bilmiyoruz. sana mı aldı amınakoyim nesini beğenmedin
sevgiliden alınmış en güzel hediye
mezara götüremeyeceğim bir anı;
2012 ağustos ortası gibi ,
dadım gelmişti kişinevden ,
birkaç güzel gün geçirdik ,
ayrılık zor , havalimanında uğurlarken , bir paket verdi bana
-birkaç gün sonra izmirden kuzenim gelecek istanbula , numaranı verdim
senin arar paketi ona verir misin?
-elbette dedim ne demek
teşekkür ettik , koklaştık vedalaştık.
8-10 gün geçti aradan , kuzen aramadı beni arar diye bekliyorum whatsap filan sordum arar dedi,
bir gün mesaj attı ,
-paketi aç , o senin
o gün yaş günümdü,
paketin içeriği hiç ama hiç önemli değil de,
ya arkadaş bu kadar mı kibar ve düşünceli olur "bazı" dadılar
muhteşem di asla unutmam , unutamam ya mümkün mü
2012 ağustos ortası gibi ,
dadım gelmişti kişinevden ,
birkaç güzel gün geçirdik ,
ayrılık zor , havalimanında uğurlarken , bir paket verdi bana
-birkaç gün sonra izmirden kuzenim gelecek istanbula , numaranı verdim
senin arar paketi ona verir misin?
-elbette dedim ne demek
teşekkür ettik , koklaştık vedalaştık.
8-10 gün geçti aradan , kuzen aramadı beni arar diye bekliyorum whatsap filan sordum arar dedi,
bir gün mesaj attı ,
-paketi aç , o senin
o gün yaş günümdü,
paketin içeriği hiç ama hiç önemli değil de,
ya arkadaş bu kadar mı kibar ve düşünceli olur "bazı" dadılar
muhteşem di asla unutmam , unutamam ya mümkün mü
şimdi 16 yaşında
evi onlarca renk renk minik balonlarla süslemişti.. salon kapısına kocaman bir tam sayfa aşk mektubu yazmıştı..o balonların hepsinin üzerine bana hitap ettiği sözcükleride yazmıştı 😊 renkli karton kagıtlardan kalpler yapmış heryere yapıştırmıştı.
(bkz: yerim onu ben)
(bkz: yerim onu ben)
yaprak sarması.
böyle söyleyince pek anlamlı olmadı tabi. arkaplanı da anlatmam gerek:
manisa 1. piyade eğitim tugayına 6000 acemi girdiğimizden mütevellit sıra beklemenin tillahını yaşıyoruz. ilk iki gün kantine/gazinoya gidemedik. bir su, çay bile alamıyoruz. 3. gün gönderdiler, sıra bana gelmeden içtimaya çağırdılar geri döndük. 4. gün sigaramız bitmiş, elimiz ayağımız titriyor. sigara alamadım ama iki su, bir çay bir de ekler aldım. oturdum gazinoda çayımı karıştırıyorum, daha önce gazinoda fark etmediğim müzik kutusundan bir ses yükseldi: sıla! vur kadehi ustam çalıyor. o zamana kadarda müzik yerine geçebilecek tek şey koğuştaki uzun havalar olunca, o an gözlerim doldu. neredeyse mutluluktan ağlayacaktım.
acemi birliğinin ikinci haftasındayım. her haftasonu milletin ailesi, arkadaşları gelir. ziyaretçisi gelenin adı hoparlörden duyurulur ve onların yanına gider. bir anlamda bi kaç saatliğine de olsa ortamdan uzaklaşır. yenilenme fırsatı bulur.
iki hafta boyunca benim adım da söylenir mi diye bekledim. ama yok söylenmiyordu. birini beklediğim yoktu ama umut işte. askere gidenler bilir, orada artık ikinci sınıf vatandaş olduğunuz için (kimse kusura bakmasın ama baba evinden davul, zurna, bayraklar ile gönderilen er kişisi; asker olmanın sadece kendi evinde gurur duyulacak bir mesele olduğunu kışlada öğrenir. demek istediğim şu: askere gitmeden önce el üstünde tutulursunuz. kimse yediğinize, içtiğinize, gezdiğinize bakmaz. çünkü askere gideceksinizdir. kışladan evi aradığınızda karşınızdakilerin sesinin titrediğini hissedersiniz. bu sebeplerden dünyanın sizin etrafınızda döndüğünü zannetmeye başlarsınız. ama durumun böyle olmadığını kafanıza vura vura öğretirler) böyle şeylere çok ihtiyaç duyulur. ailesinin yanından gelen, yediğini içtiğini söylemez ama akşam yemeği yemediği için karnını güzelce doyurduğunu bilirdik. ben yemeğe kötü demeyi sevmem, şükür hiç aç kalmadık ama zorla, gözlerimi kapatarak yediğim öğün sayısı az değildir.
neyse asker muhabbeti bitmez, daha şimdiden lafı çok uzattım.
işte o karamsar günlerimde, ankara'dan sevdiceğim çıka geldi. bana sürpriz yaptı. sarma bahane, en güzel hediye kendisiydi.
son olarak. sarma da müthişti.
böyle söyleyince pek anlamlı olmadı tabi. arkaplanı da anlatmam gerek:
manisa 1. piyade eğitim tugayına 6000 acemi girdiğimizden mütevellit sıra beklemenin tillahını yaşıyoruz. ilk iki gün kantine/gazinoya gidemedik. bir su, çay bile alamıyoruz. 3. gün gönderdiler, sıra bana gelmeden içtimaya çağırdılar geri döndük. 4. gün sigaramız bitmiş, elimiz ayağımız titriyor. sigara alamadım ama iki su, bir çay bir de ekler aldım. oturdum gazinoda çayımı karıştırıyorum, daha önce gazinoda fark etmediğim müzik kutusundan bir ses yükseldi: sıla! vur kadehi ustam çalıyor. o zamana kadarda müzik yerine geçebilecek tek şey koğuştaki uzun havalar olunca, o an gözlerim doldu. neredeyse mutluluktan ağlayacaktım.
acemi birliğinin ikinci haftasındayım. her haftasonu milletin ailesi, arkadaşları gelir. ziyaretçisi gelenin adı hoparlörden duyurulur ve onların yanına gider. bir anlamda bi kaç saatliğine de olsa ortamdan uzaklaşır. yenilenme fırsatı bulur.
iki hafta boyunca benim adım da söylenir mi diye bekledim. ama yok söylenmiyordu. birini beklediğim yoktu ama umut işte. askere gidenler bilir, orada artık ikinci sınıf vatandaş olduğunuz için (kimse kusura bakmasın ama baba evinden davul, zurna, bayraklar ile gönderilen er kişisi; asker olmanın sadece kendi evinde gurur duyulacak bir mesele olduğunu kışlada öğrenir. demek istediğim şu: askere gitmeden önce el üstünde tutulursunuz. kimse yediğinize, içtiğinize, gezdiğinize bakmaz. çünkü askere gideceksinizdir. kışladan evi aradığınızda karşınızdakilerin sesinin titrediğini hissedersiniz. bu sebeplerden dünyanın sizin etrafınızda döndüğünü zannetmeye başlarsınız. ama durumun böyle olmadığını kafanıza vura vura öğretirler) böyle şeylere çok ihtiyaç duyulur. ailesinin yanından gelen, yediğini içtiğini söylemez ama akşam yemeği yemediği için karnını güzelce doyurduğunu bilirdik. ben yemeğe kötü demeyi sevmem, şükür hiç aç kalmadık ama zorla, gözlerimi kapatarak yediğim öğün sayısı az değildir.
neyse asker muhabbeti bitmez, daha şimdiden lafı çok uzattım.
işte o karamsar günlerimde, ankara'dan sevdiceğim çıka geldi. bana sürpriz yaptı. sarma bahane, en güzel hediye kendisiydi.
son olarak. sarma da müthişti.
sevgilim bana doğum günümde boeing 777-800 aldığında biraz şaşırmıştım. sonuçta instagramdaki tüm arkadaşlarımı uçağa doldursam yine de boş koltuklar kalacaktı. biraz gereksiz bir hediyeydi ama sevgilim abartmayı severdi. ama ona aynen şöyle söyledim 'ne gerek vardı aşkım kısıtlı bütçenin 150 milyon dolarıyla bana bu hediyeyi almaya'.
her neyse hediyeyi tabii ki kabul ettim. önce noterden üzerime aldım, alım vergisi bile 700 bin tl çıktı da artık yapacak bir şey yoktu.
gel gelelim işin sonuna, sevgilimden ayrılınca, birbirimize aldığımız hediyeleri iade etmemiz gerekiyordu. ben de uçağı evinin tepesine bodoslama çaktım. al sana hediyen dedim..
her neyse hediyeyi tabii ki kabul ettim. önce noterden üzerime aldım, alım vergisi bile 700 bin tl çıktı da artık yapacak bir şey yoktu.
gel gelelim işin sonuna, sevgilimden ayrılınca, birbirimize aldığımız hediyeleri iade etmemiz gerekiyordu. ben de uçağı evinin tepesine bodoslama çaktım. al sana hediyen dedim..
mesajlar yağacak biliyorum ama doğum günümde araba alınmıştı. kabul ettim mi? elbette hayır. kabul etmedim. ama beni şaşırtan bir hediye olmuştu.
kalbi :(
hani hediye geri alınmazdı ulan.
hani hediye geri alınmazdı ulan.
her kavga ettiğimizde evi terkederken bir kenara attığım o güzel işlemeli yeşil kravattır.bana alınan ilk hediyedir aslında.
autocatle çizilmiş "bizim evimiz" dediği ev.
bu gece önüme koyup baka baka rakı içtiğimdir.
ama işte ne sevgili kaldı bizde ne karaciğer.
ama işte ne sevgili kaldı bizde ne karaciğer.
tanistigimiz gunden itibaren atilan her mesajin, kendi el yazisiyla ayri ayri sayfalarinda ciceklerle bezenmis hali ile bir bloknot. bugune kadar aldigim ve alabilecegim en guzel hediye bu olsa gerek.
not: kopya cekip sevgilinize boyle bir hediye hazirlayip vermeyin, kulagima gelip pis kapisiriz. 1,85 boyunda zebellah gibi adamim. aman diyim.
not: kopya cekip sevgilinize boyle bir hediye hazirlayip vermeyin, kulagima gelip pis kapisiriz. 1,85 boyunda zebellah gibi adamim. aman diyim.
cübbedir, gerisi de hikayedir sanıyorum ?
doğum günüm, eskiden severek gittiğimiz, küçük, 3 katlı - ama harbiden küçük- bir pastanedeyiz. güzeller güzelim ve ben. oturmuşuz terasa benim kendi doğum günümü baltalama denemelerime rağmen sevdiceğimin önceden hazırlattığı pasta geliyor. pasta dediğiniz frambuazlı olur zaten. bir dilim alıyoruz yiyoruz. işte doğum günün kutlu olsun, nice mutlu yıllara, kocaman sarılmalar. neyse ben bir sigara yakıyorum.
sonra sevdiceğim çantasından bir hediye paket çıkartıyor. ancak böyle karton veya türevi değil, belli giyecek tarzında bir hediye. ben de paketin orasını burasını elliyorum, hani anlayacağım ya ne olduğunu. dedim ben bunu tahmin ederim. yok edemezsin, dedi. hani ne olabilir ? t-shirt olur, sort olur, gömlek olur ? 3 hak verdi bana. eğer bilirsem her istediğim olacak. başladım paketi evirip çevirmeye. yakasında sert bir his geldi. gömlek ! dedim yok. t-shirt o zaman ? hayır. allah allah. yok bilemedim. paketin ucunu açtım. elimi attım kumaşı anlamaya. güzel bir kumaş böyle siyah, sade ve pürüzsüz ?
aha-forma dedim. ama ben futbol sevmem. belki beşiktaş formasıdır? ama yok bana forma alsa... hass*ktir! saints forması almış bana diyorum. sonra al bak diyo. paketi bi açıyorum. böyle siyah bir kumaşi önünde yeşil şeritler, yakası kırmızı ??? içinde bi isim işlenmiş altın sarısı iple, av. mert k. ? benim bu.
benim doğumgünü hediyem. üzerine adım işlenmiş cübbem. bu sefer sesli bir hass*ktir. kocaman sarılmalar falan. ama ben hala olayın şokundayım. benim doğumgünü hediyem cübbem. cübbe değil, cübbem. üzerine adım işlenmiş.
kız arkadaşımı bıraktıktan sonra arkadaşlarla gezerken durun lan bir şey göstericem dedim. yaktım dörtlüleri. sevgilimin aldığı hediyeye bakın dedim. giydim cübbeyi yolun ortasında geziyorum. nasıl olmuş diye. cübbem var benim. adım da işlenmiş.
hediyeyi asıl özel kılan şeyi de ekleyeyim. ben ilk cübbemi, fakülteye adımımı atmadan aylar önce aldım. henüz sınava bile girmemiştim. öyle inanmıştı bana. ha dünyanın en şanslı insanı olduğumu hatırlattı bi de. bu da önemli. devamlı aklında projeler olan, maymun iştahlı ve pes etmeye meyilli birisi iseniz; size böyle inanan, her konuda sizi destekleyen birisi varken yaşamak ne kadar güzel bir duygu siz bilir misiniz ? sanki her şeyi yapabilecek gibi...
yaşamak bana öyle güzel işte. güzel bir mesaj bırakayım da güne güzel başlasın..
doğum günüm, eskiden severek gittiğimiz, küçük, 3 katlı - ama harbiden küçük- bir pastanedeyiz. güzeller güzelim ve ben. oturmuşuz terasa benim kendi doğum günümü baltalama denemelerime rağmen sevdiceğimin önceden hazırlattığı pasta geliyor. pasta dediğiniz frambuazlı olur zaten. bir dilim alıyoruz yiyoruz. işte doğum günün kutlu olsun, nice mutlu yıllara, kocaman sarılmalar. neyse ben bir sigara yakıyorum.
sonra sevdiceğim çantasından bir hediye paket çıkartıyor. ancak böyle karton veya türevi değil, belli giyecek tarzında bir hediye. ben de paketin orasını burasını elliyorum, hani anlayacağım ya ne olduğunu. dedim ben bunu tahmin ederim. yok edemezsin, dedi. hani ne olabilir ? t-shirt olur, sort olur, gömlek olur ? 3 hak verdi bana. eğer bilirsem her istediğim olacak. başladım paketi evirip çevirmeye. yakasında sert bir his geldi. gömlek ! dedim yok. t-shirt o zaman ? hayır. allah allah. yok bilemedim. paketin ucunu açtım. elimi attım kumaşı anlamaya. güzel bir kumaş böyle siyah, sade ve pürüzsüz ?
aha-forma dedim. ama ben futbol sevmem. belki beşiktaş formasıdır? ama yok bana forma alsa... hass*ktir! saints forması almış bana diyorum. sonra al bak diyo. paketi bi açıyorum. böyle siyah bir kumaşi önünde yeşil şeritler, yakası kırmızı ??? içinde bi isim işlenmiş altın sarısı iple, av. mert k. ? benim bu.
benim doğumgünü hediyem. üzerine adım işlenmiş cübbem. bu sefer sesli bir hass*ktir. kocaman sarılmalar falan. ama ben hala olayın şokundayım. benim doğumgünü hediyem cübbem. cübbe değil, cübbem. üzerine adım işlenmiş.
kız arkadaşımı bıraktıktan sonra arkadaşlarla gezerken durun lan bir şey göstericem dedim. yaktım dörtlüleri. sevgilimin aldığı hediyeye bakın dedim. giydim cübbeyi yolun ortasında geziyorum. nasıl olmuş diye. cübbem var benim. adım da işlenmiş.
hediyeyi asıl özel kılan şeyi de ekleyeyim. ben ilk cübbemi, fakülteye adımımı atmadan aylar önce aldım. henüz sınava bile girmemiştim. öyle inanmıştı bana. ha dünyanın en şanslı insanı olduğumu hatırlattı bi de. bu da önemli. devamlı aklında projeler olan, maymun iştahlı ve pes etmeye meyilli birisi iseniz; size böyle inanan, her konuda sizi destekleyen birisi varken yaşamak ne kadar güzel bir duygu siz bilir misiniz ? sanki her şeyi yapabilecek gibi...
yaşamak bana öyle güzel işte. güzel bir mesaj bırakayım da güne güzel başlasın..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?