bunu en iyi yapan gruplardan biri macabredir.sinister slaughter albümünü seri katilleri anmak için hazırmamışlardır.macabrenin seri katillere adadığı parçalar:
night stalker / richard ramirez
the ted bundy song / ted bundy
sniper in the sky / charles whitman
montreal massacre / mark lupine
zodiac / identity unknown
what the hell did you do? / james edward pough
the boston strangler / albert desalvo
mary bell
killing spree (postal killer) / patrick sherril
is it soup yet? / daniel rakowitz
white hen decapitator / michael bethke
howard unrah (what have you done now?!) / howard unrah
gacys lot / john wayne gacy
there was a young man who blew up a plane / jack gilbert graham
vampire of dusseldorf / peter kurtin
shotgun peterson / christopher peterson
whats that smell? / jeffery dahmer
edmond kemper had a horrible temper / edmond kemper
what the heck richard speck (eight nurses you wrecked) / richard speck
albert was worse than any fish in the sea / albert fish
(vampire of dusseldorf parcası çok komiktir.seker kız candy muziği gibi bişeydir.ama sağlamdır)
müzik ve seri katiller
psycho killer
qu’est-ce que c’est?
fa fa fa fa fa fa fa fa far far better
run run run run run run run away
talking heads’in, bir zamanlar gece kulüplerinde eğlenenleri keyifle dans ettiren bu şarkısı, aslında “fena halde katil” olan david berkowitz’e yazılmıştı. hayatı kana bulayan acı üstadlarının eylemlerine dair sınırları ihlal eden bu şarkılar; seri katil kültürünün parçası, şiddetin kabul gördüğü ve sempatikleştiği dünyanın uzantısı olarak punk, rock ve death-metal grupları tarafından, gotik erkek sesinin baskın olduğu agresif tonlamalarla seslendirildi. şiddetten aldığı hazla başı dönenlere eşlik eden bu parçaların kimisi cinayeti hicvederken, kimisi de yüceltti… acıyı sözlerle betimleyerek sese dönüştürenler, cinayet baladlarıyla liste başı oldular. alice cooper, “severim soğumamış cesetleri, kucağımda maviye döner etleri…” diye haykırdı i love the dead’de. nick cave, milton’ın paradise lost’undan alıntılar içeren “murder ballads” albümüyle çok sayıda caniyi, insanlığın kötü tohumlarını yad etmekte geç kalmadı. elliot smith figure 8’de, dead boys we have come for your children’da, polise notlarını “son of sam” imzasıyla gönderen berkowitz’e şarkılar yazdı. gündüzleri postanede çalışıp, geceleri gençleri avlayan berkowitz, komşusunun sam adlı bir iblis tarafından kontrol edilen labradorundan emirler aldığını, onun “git ve öldür” komutu üzerine cinayet işlediğini söylemişti.
öldürmeye programlanan berkowitz, doğrusu cinayetlerini ed gein kadar yaratıcı kılamıyordu; maktulleriyle yakın temas kurmadan, elindeki 44’lükle insanları öldürüp kaçıyordu ve bu nedenle adı 44 kalibrelik katil’di. hitchcock’un psyhco’sunun cinsel anlamda bastırılmış, dominant annesinin gölgesinde kalmış sapık norman bates’i ve silence of the lambs’in kurbanlarının derilerini yüzüp, bunlardan kendine elbiseler diken buffalo billy’si de ed gein’den ilham alarak portrelenmişti. evini vücut parçalarından eşyalarla donatan, insan derilerinden sandalyeler, kafataslarından kâseler yapan gein, rock ve metal aracılığıyla adı sıklıkla yad edilenlerdendi. warren zevon, blind melon, misfits, bands slayer, mudvayne, macabre ve fibonaccis, gein’ın cinayetlerinden hareketle kimileyin eğlenceli bir yergiyle, kimileyin komik bir yüceltmeyle nota dizileri ürettiler. gein zamanları aşarak ününü öylesine bâki kıldı ki, adını taşıyan bir metal-core/cinnet-core grubu bile oluştu ve grubun 2003 tarihli albümü pek manidar bir şarkı içeriyordu; a way to kill old people…
aslında bir seri katil olabilecekken müzikle kendini ifade etmenin yolunu bulan, cinayetleriyle değil müziğiyle ve görüntüsüyle hıristiyanları, politikacıları ve konformist amerikan ailelerini rahatsız etmeyi seçmiş olan marilyn manson, sharon tate’in de içinde bulunduğu pek çok insanın ölüm emrini veren charles manson hakkında birçok şarkı besteleyerek, beautiful people’da, onun ellerinden öldürülen biri olmak istedi ve “bu güzel insanlardan biri olmak nasıl bir histir?” diye sormayı göze aldı. seri katil kurbanlarının yakınları, müzikte şeytanın sureti olarak anılan manson’ın şarkılarına öylesine öfkelenmişlerdi ki, manson’ın malikânesini topluca bastılar. aslında yalnızca manson değil, neil young revolution blues’da, joni mitchell same situation’da, ozzy osbourne bloodbath in paradise’da, leonard cohen future’da charlie manson’ı ve müritlerini anmışlardı; “küçük gerzek şairler / toparlanacak etrafına / charlie manson’luk yapmaya...” canavar hippiler olarak adlandırılan manson ve müritleri beatles’a duydukları hayranlıkla biliniyorlardı, onlar çiçek çocukları’nın içindeki kötülüktüler. manson, beatles’ın white album’ündeki şarkılarla tanrı’dan şifreli mesaj aldığına inanmıştı, özellikle de çocuk parklarındaki kaydıraklardan bahseden helter skelter’dan. zira manson bu şarkıyı kıyametin yaklaştığı uyarısı şeklinde okumuştu. u2’nun solisti bono, rattle and hum albümünde helter skelter’i yorumlamadan önce şöyle demişti: “charles manson’ın beatles’tan çaldığı şarkıyı, biz ondan geri alıyoruz.”
katilleri insan soyunun görkemi olarak tanımlayan nietzsche gibi, seri katil fanatiklerinin cinayeti soylu bir eylem olarak algıladıklarına, onların eylemlerine tapındıklarına inanmak mümkün. 1980’ler bu katillerin ilkin underground ortamlarda, daha sonra da toplumda yüceltildiği ve kültürel bir ikona dönüştükleri yıllardı. katliamların sanatsal kalıntıları ya da daha doğru deyişle seri katil kültürü çöplüğünün ürünleri durmaksızın değerlenirken, yaratılanları öldürmekle kendilerini görevli hisseden seri katillerin üretimleri kültürel malzemelere dönüşüyordu, katiller de birer rock starına… ed gein, ted bundy, charles manson’un resimlerini –bazılarında da kurbanlarınkini- taşıyan tişörtler seri katil fetişistleri tarafından kapışılırken, 33 kişiyi doğrayan ve kurbanlarının adlarını evinin duvarlarına yazan john wayne gacy’nin yağlıboya tabloları johnny depp gibi ünlü aktörlerin evlerini süslüyordu. cinayetleri metalaştırarak seri katil sanatı pazarlayan yerlerde henry lee lucas’ın ve ottis toole’un çizimleri yüksek fiyatlarla satılırken, heykeltıraş david johnson; ted bundy, jeffrey dahmer ve john wayne gacy’nin plastik figürlerini talebi karşılamak için durmaksızın üretti. joe coleman, otto dix, george grosz gibi ressamlar, seri cinayetlerin çoğaltılmış imajlarını resmederek büyük sanatçılar kategorisinde yer alırken, müritlerine insanları öldürme emirlerini veren manson’ın eski çoraplardan yaptığı el işleri kapışılıyordu. supernaught adlı sitede ted bundy’nin yedi satırdan oluşan el yazısı 350$’a, jefrrey dahmer’ın evinden bir tuğla 300$’a, dahmer imzalı mektup 1200$’a, charles manson’ın saç tutamı 995$’a alıcı bulurken, “murderabilia” olarak adlandırılan seri katil eşyalarına dair koleksiyonerlik sapkınlığı günden güne artıyordu.
sinema, müzik ve edebiyat da böylesine alıcısı olan bir sapkınlıktan sebeplenmekte gecikmedi. her çağın seri katilleri ve dolayısıyla da tasarlanmış cinayetleri hep vardı, dolayısıyla sanatçılar için işleyecek malzeme çoktu. katillerin eylemleri, müzisyenler için toplumun sınırında durmanın, topluma cephe almanın aracısı oldu; katille müzisyenin ortak paydası topluma meydan okumaktı. oysa sinema için bu eylemler, hasılata, dolayısıyla da paraya giden kısa yolun adı idi. bu nedenle de gerçek katillerin ve gerçek kurbanların kurmaca görüntüleri ilk filmlerinden bu yana sinemanın sevdiği konular oldu. fritz lang, m’deki seri katili peter lorre için, kurbanlarının kanlarını içen peter kürten’den ilham almıştı. zaten seri katillerin nihai amacı da buydu: öldürerek ölümsüzleşmek… kurgu ya da gerçek birçok seri katil seven, henry:portrait of serial killer, monster, manhunter, cell, bone collector, jennifer 8, in dreams, saw ve daha nicesiyle perdeye yansırken, bu filmler bir taraftan insanların ölüme ve öldürülmeye dair korkularını ortaya çıkarmaya, diğer taraftan da gerilimli öyküleriyle insanları heyecanlandırmaya devam etti. spike lee summer of sam’de berkowitz’i, ona emirler veren labradoru ve onun ününün doruğunda olduğu 70’lerin punk yıllarını anlattı. berkowitz, ted bundy ve ed gein’den ilham alarak cinayetlerinde onlardan sözler alıntılayan ama onlardan çok daha yaratıcı öldürme biçimleri geliştiren bret easton ellis’in önce roman, sonra film kahramanı olan american psycho’sunun kurgu kahramanı patrick bateman, gündüz bir yuppie, geceleri acımasız bir seri katildi. berkowitz, gerçekte müzikten hoşlanır mıydı bilinmez ama onun kurgu kopyası bateman’ın cinayetlerine genesis, huey lewis&the news, whitney houston, dizzy gillespie ve bix biederbecke eşlik ediyordu. talking heads’in, bateman’ın favori grubu olması muhtemelen tesadüften öte idi. patrick bateman pür bir anti kahramandı ve perdenin en melomanik seri katillerinden biriydi. manic street preachers da bateman adına bir şarkı yazmıştı; patrick bateman, we are babies crippled in christ - patrick bateman, therefore i must be god i must, i must be god - i touched your lips but now i just paint - surface reflection all i desired babe, i am melancholy…
bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. bana aşağıdan bakarsanız, tanrınızı görürsünüz.
bana tam karşımdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz
charles manson
marilyn manson, nasıl ki charles manson’dan soyadını –adı da marilyn monroe’dandır- aldıysa, m. manson’ın basçısının takma adı olan gidget gein, ed gein’den, keyboardçusunun adı john wayne gacy’den, bateristinin adı henry lee lucas’tan apartılmıştı. yine manson grubundan twiggy ramirez’in soyadı nightstalker olarak bilinen richard ramirez’den dolaylı bir mirastı. ac/dc hayranı seri katil ramirez’in favorisinin highway to hell olması da hayli manidardı. kadınları öldürmek konusunda profesyonelleşen ramirez, bir çifti öldürdükten sonra duvara judas priest’ın ripper’ındaki “jack the knife” sözünü yazarak, eylemlerinin ilhamı olan karakteri ve rock parçasını yad etti.
londra’nın whitechappel bölgesinde geceleri sokak kadınlarını parçalayan, iç organlarını boşaltan ve polise mektuplar yollayan karındeşen jack, kendini “jack the ripper” olarak adlandırmıştı. yakın tarihli from hell’den sherlock holmes’un katili bulduğu a study in terror’e, hands of the ripper’dan gelecekte geçen zaman makinesi temalı time after time’a, perde karındeşen jack hikâyesinin varyasyonlarıyla dolduruldu; from hell adlı grafik romandan, medievil ii adlı ps2 oyununa dek popüler kültür ürünleri sayesinde karındeşenistlerin sayısı giderek arttı. ingiliz heavy metal grubu motörhead, amerikan metal grubu macabre, serbest caz saksofoncusu roland kirk, ingiliz pop grubu morrisey, nick cave and the bad seeds, ll cool j, the white stripes, judas priest, grim reper, queensrÿche, falconer, my chemical romance, link wray, the legendary pink dots, iced earth, screaming, lord sutch ve nationalteatern, jack the ripper başlıklı şarkılara imza attılar. hatta chicago’lu rock topluluğu spitalfield’in adı da jack the ripper’ın geldiği kasabadandı.
bach’ın goldberg varyasyonları tutkunu, red dragon’un ve silence of the lambs’in kurgu karakteri, sinemanın gelmiş geçmiş en filozofik seri katili, modern faust hannibal lecter’dan ilham almış gerçek biri hakkındaki rolling stones’un too much blood’ı, paris’te arkadaşını öldürüp yemiş olan issei sagawa’yı anlattı. rolling stones, midnight rambler’da da kurbanlarının vücutlarını parçalayıp hediye paketi haline getiren, kurdelelerle süsleyip, üstüne bir de tebrik kartı bırakan ve polislere oynadığı bu oyunlar nedeniyle cinayet züppesi olarak adlandırılan boston canavarı alberto de salvo’yu anmıştı.
“ben içimdeki kötülükle doğdum. katil olduğum gerçeğinin önüne geçemiyordum;
tıpkı bir ozanın ilhamını bastıramayıp şarkı söylemesi gibi…”
dr. h. h. holmes
(amerika’nın ilk seri katili)
schopenhauer, “istenç ve tasarım olarak dünya”da müziğin olaylar dünyasıyla ilgisi olmadığını söylemişti. gitar çalan fakat meşhur olma fırsatını müzikle değil cinayetlerinin sansasyonuyla yakalayan 60’ların kült katili charles manson’ın besteleri de çok sevilmişti. manson, beach boys’un bateristi denis wilson ile lie adlı bir albüm çıkarmıştı. manson’ın şarkı sözleri guns n’ roses’un albümlerinde de yerini almıştı, hatta grubun solisti axl rose, manson tişörtüyle konsere çıktığı için kınandı. 1982’de bostonlu punk grubu negative fx, logosunu charles manson’ın bir fotoğrafını kullanarak oluşturdu. 1985’te sonic youth, “death valley 69¨ şarkısını manson’ın kurbanları üzerine yazdı. gg alin, bir manson şarkısı olan garbage dump’ı, “you give love a bad name” albümünde yeniden yorumladı. alin, albüm kapağında, charles manson fotoğraflı tişörtüyle poz verdi. red kros ve lemonheads ise, manson’un cease to exist şarkısını yeniden yorumladılar.
charles starkweather’in cinayetleri de bruce springsteen’in nebraska’sında ve billy joel’in we didn’t start fire’ında anıldı. starkweather, sinemada natural born killers, badlands –ki filmin adı da springsteen’in darkness on the edge of town albümünden bir parçanın adıdır- ve sadist’e konu oldu. clint eastwood’lu dirty harry’deki sapık spider tiplemesi, san francisco’nun eli silahlı sapıklarından zodyak’ın eskizi idi. genellikle çiftleri katleden zodyak, ardında bıraktığı ölülerin gelecekte onun köleleri olacağına inanmış ve onları öldürürken eğlendiğini söylemişti. zodiac otuz cinayetlik kariyerinde ardında şifreli şiirler ve çizimler bıraktı. citizen x ve evilenko, 52 kurbanı olan ukraynalı seri katil andrei chikatilo’dan esinlendi. jane’s addiction’ın ted, just admit it adlı şarkısı da, lady killer lakaplı, yale mezunu, eğitimli ama kadınlara karşı öfkeyle dolu olan ted bundy hakkında idi. bundy’nin cinayetleri mark harmon’lu delibrate stranger’a, story of ted bundy’ye ve strange beside me’ye konu oldu.
police’in murder by numbers’ı da bir seri katil filmine ilham, diğerine de adını vermiştir: bir kere öldürmek istemişsen, önce yüreğini taşa çevirirsin -ellerini öldürmek arzusuyla birleştirmişsen, cinayeti sanata dönüştürebilirsin - kan dökmeye gerek yok, biraz ustalıkla yap yeter - bir fincan kahveye zehirli tablet at, etrafı kanla pisletmemen için yeter - işte sana sırayla işlenen cinayetler, bir, iki, üç - alfabe kadar kolay, öğrenmemen çok güç - sırayla işlenen cinayetler… copycat’te, katil polislere yukarıdaki şarkıyı içeren bir kaseti yollayarak yaptığı işin filozofisini anlatmaya çalışır; kusursuz cinayet… cinayet estetiği üzerine düşündüren gerilimli öykü, geçmişteki seri cinayet vakalarından yola çıkıp meşhur seri katillerin en ölümcül sahnelerinin kopyasını çıkararak, onların şöhretine ve korkutma gücüne sahip olmak isteyen birini anlatır. cinayetin öznesi her kim olursa olsun sanat ve öldürme hakkı konulu bir tez üzerine şekillenen, police’in şarkısıyla aynı adı taşıyan film ise murder by numbers’dır. 1924’te komşu çocuğu robert’ı zevk için öldürüp ailesinden fidye isteyen, sonuçta müebbet hapse mahkûm edilen eşcinsel sevgililer nathan leopold ve richard loeb’in davasından esinlenen hitchcock’un rope’u gibi, murders by numbers da ilhamını aldığı filmin izinden gider.
nihayetinde platon’nun “acılar içinde yaşayan insana tanrıların armağanı” olarak tanımladığı müzik, ilahi olanla ölümlü olan arasındaki bağı anlatmayı, dolayısıyla yaşamın özürleri kadar ölümü de anlatmayı seçer. ölümün imgesi peşindeki filmler ise hayatın gerçeği olan seri katilleri ve seri cinayetleri perdeye taşırken, hollywood’un peri masallarından çok daha yalın ve gerçekçi olarak tanımlanabilecek öyküleriyle izleyicileri buluşturur.
geçmişin melekler, şeytanlar eşliğinde ölmeye yüz tutmuş figürlerini üreten barok dönem ressamlarının, bugün yaşasalar ve film yapımıyla uğraşsalar seçeceği konular şüphesiz bu gerçek kanlı öyküler olacaktır. bu çağda artık ölümün moda haline geldiğini, medya aracılığıyla popülerleştiğini, müziğin de sinemanın da buna içtenlikle katkıda bulunduğunu söylemek mümkün. ademoğlunun gerekli ya da gereksiz öldürme biçimlerine duyduğu hayranlık ve merak ise hep bâki… sartre’ın dediği gibi yoksa cinayet işlemekle, cinayeti düşlemek aynı şey mi?.. ya da sahiden “yeryüzü cehennem” mi?
qu’est-ce que c’est?
fa fa fa fa fa fa fa fa far far better
run run run run run run run away
talking heads’in, bir zamanlar gece kulüplerinde eğlenenleri keyifle dans ettiren bu şarkısı, aslında “fena halde katil” olan david berkowitz’e yazılmıştı. hayatı kana bulayan acı üstadlarının eylemlerine dair sınırları ihlal eden bu şarkılar; seri katil kültürünün parçası, şiddetin kabul gördüğü ve sempatikleştiği dünyanın uzantısı olarak punk, rock ve death-metal grupları tarafından, gotik erkek sesinin baskın olduğu agresif tonlamalarla seslendirildi. şiddetten aldığı hazla başı dönenlere eşlik eden bu parçaların kimisi cinayeti hicvederken, kimisi de yüceltti… acıyı sözlerle betimleyerek sese dönüştürenler, cinayet baladlarıyla liste başı oldular. alice cooper, “severim soğumamış cesetleri, kucağımda maviye döner etleri…” diye haykırdı i love the dead’de. nick cave, milton’ın paradise lost’undan alıntılar içeren “murder ballads” albümüyle çok sayıda caniyi, insanlığın kötü tohumlarını yad etmekte geç kalmadı. elliot smith figure 8’de, dead boys we have come for your children’da, polise notlarını “son of sam” imzasıyla gönderen berkowitz’e şarkılar yazdı. gündüzleri postanede çalışıp, geceleri gençleri avlayan berkowitz, komşusunun sam adlı bir iblis tarafından kontrol edilen labradorundan emirler aldığını, onun “git ve öldür” komutu üzerine cinayet işlediğini söylemişti.
öldürmeye programlanan berkowitz, doğrusu cinayetlerini ed gein kadar yaratıcı kılamıyordu; maktulleriyle yakın temas kurmadan, elindeki 44’lükle insanları öldürüp kaçıyordu ve bu nedenle adı 44 kalibrelik katil’di. hitchcock’un psyhco’sunun cinsel anlamda bastırılmış, dominant annesinin gölgesinde kalmış sapık norman bates’i ve silence of the lambs’in kurbanlarının derilerini yüzüp, bunlardan kendine elbiseler diken buffalo billy’si de ed gein’den ilham alarak portrelenmişti. evini vücut parçalarından eşyalarla donatan, insan derilerinden sandalyeler, kafataslarından kâseler yapan gein, rock ve metal aracılığıyla adı sıklıkla yad edilenlerdendi. warren zevon, blind melon, misfits, bands slayer, mudvayne, macabre ve fibonaccis, gein’ın cinayetlerinden hareketle kimileyin eğlenceli bir yergiyle, kimileyin komik bir yüceltmeyle nota dizileri ürettiler. gein zamanları aşarak ününü öylesine bâki kıldı ki, adını taşıyan bir metal-core/cinnet-core grubu bile oluştu ve grubun 2003 tarihli albümü pek manidar bir şarkı içeriyordu; a way to kill old people…
aslında bir seri katil olabilecekken müzikle kendini ifade etmenin yolunu bulan, cinayetleriyle değil müziğiyle ve görüntüsüyle hıristiyanları, politikacıları ve konformist amerikan ailelerini rahatsız etmeyi seçmiş olan marilyn manson, sharon tate’in de içinde bulunduğu pek çok insanın ölüm emrini veren charles manson hakkında birçok şarkı besteleyerek, beautiful people’da, onun ellerinden öldürülen biri olmak istedi ve “bu güzel insanlardan biri olmak nasıl bir histir?” diye sormayı göze aldı. seri katil kurbanlarının yakınları, müzikte şeytanın sureti olarak anılan manson’ın şarkılarına öylesine öfkelenmişlerdi ki, manson’ın malikânesini topluca bastılar. aslında yalnızca manson değil, neil young revolution blues’da, joni mitchell same situation’da, ozzy osbourne bloodbath in paradise’da, leonard cohen future’da charlie manson’ı ve müritlerini anmışlardı; “küçük gerzek şairler / toparlanacak etrafına / charlie manson’luk yapmaya...” canavar hippiler olarak adlandırılan manson ve müritleri beatles’a duydukları hayranlıkla biliniyorlardı, onlar çiçek çocukları’nın içindeki kötülüktüler. manson, beatles’ın white album’ündeki şarkılarla tanrı’dan şifreli mesaj aldığına inanmıştı, özellikle de çocuk parklarındaki kaydıraklardan bahseden helter skelter’dan. zira manson bu şarkıyı kıyametin yaklaştığı uyarısı şeklinde okumuştu. u2’nun solisti bono, rattle and hum albümünde helter skelter’i yorumlamadan önce şöyle demişti: “charles manson’ın beatles’tan çaldığı şarkıyı, biz ondan geri alıyoruz.”
katilleri insan soyunun görkemi olarak tanımlayan nietzsche gibi, seri katil fanatiklerinin cinayeti soylu bir eylem olarak algıladıklarına, onların eylemlerine tapındıklarına inanmak mümkün. 1980’ler bu katillerin ilkin underground ortamlarda, daha sonra da toplumda yüceltildiği ve kültürel bir ikona dönüştükleri yıllardı. katliamların sanatsal kalıntıları ya da daha doğru deyişle seri katil kültürü çöplüğünün ürünleri durmaksızın değerlenirken, yaratılanları öldürmekle kendilerini görevli hisseden seri katillerin üretimleri kültürel malzemelere dönüşüyordu, katiller de birer rock starına… ed gein, ted bundy, charles manson’un resimlerini –bazılarında da kurbanlarınkini- taşıyan tişörtler seri katil fetişistleri tarafından kapışılırken, 33 kişiyi doğrayan ve kurbanlarının adlarını evinin duvarlarına yazan john wayne gacy’nin yağlıboya tabloları johnny depp gibi ünlü aktörlerin evlerini süslüyordu. cinayetleri metalaştırarak seri katil sanatı pazarlayan yerlerde henry lee lucas’ın ve ottis toole’un çizimleri yüksek fiyatlarla satılırken, heykeltıraş david johnson; ted bundy, jeffrey dahmer ve john wayne gacy’nin plastik figürlerini talebi karşılamak için durmaksızın üretti. joe coleman, otto dix, george grosz gibi ressamlar, seri cinayetlerin çoğaltılmış imajlarını resmederek büyük sanatçılar kategorisinde yer alırken, müritlerine insanları öldürme emirlerini veren manson’ın eski çoraplardan yaptığı el işleri kapışılıyordu. supernaught adlı sitede ted bundy’nin yedi satırdan oluşan el yazısı 350$’a, jefrrey dahmer’ın evinden bir tuğla 300$’a, dahmer imzalı mektup 1200$’a, charles manson’ın saç tutamı 995$’a alıcı bulurken, “murderabilia” olarak adlandırılan seri katil eşyalarına dair koleksiyonerlik sapkınlığı günden güne artıyordu.
sinema, müzik ve edebiyat da böylesine alıcısı olan bir sapkınlıktan sebeplenmekte gecikmedi. her çağın seri katilleri ve dolayısıyla da tasarlanmış cinayetleri hep vardı, dolayısıyla sanatçılar için işleyecek malzeme çoktu. katillerin eylemleri, müzisyenler için toplumun sınırında durmanın, topluma cephe almanın aracısı oldu; katille müzisyenin ortak paydası topluma meydan okumaktı. oysa sinema için bu eylemler, hasılata, dolayısıyla da paraya giden kısa yolun adı idi. bu nedenle de gerçek katillerin ve gerçek kurbanların kurmaca görüntüleri ilk filmlerinden bu yana sinemanın sevdiği konular oldu. fritz lang, m’deki seri katili peter lorre için, kurbanlarının kanlarını içen peter kürten’den ilham almıştı. zaten seri katillerin nihai amacı da buydu: öldürerek ölümsüzleşmek… kurgu ya da gerçek birçok seri katil seven, henry:portrait of serial killer, monster, manhunter, cell, bone collector, jennifer 8, in dreams, saw ve daha nicesiyle perdeye yansırken, bu filmler bir taraftan insanların ölüme ve öldürülmeye dair korkularını ortaya çıkarmaya, diğer taraftan da gerilimli öyküleriyle insanları heyecanlandırmaya devam etti. spike lee summer of sam’de berkowitz’i, ona emirler veren labradoru ve onun ününün doruğunda olduğu 70’lerin punk yıllarını anlattı. berkowitz, ted bundy ve ed gein’den ilham alarak cinayetlerinde onlardan sözler alıntılayan ama onlardan çok daha yaratıcı öldürme biçimleri geliştiren bret easton ellis’in önce roman, sonra film kahramanı olan american psycho’sunun kurgu kahramanı patrick bateman, gündüz bir yuppie, geceleri acımasız bir seri katildi. berkowitz, gerçekte müzikten hoşlanır mıydı bilinmez ama onun kurgu kopyası bateman’ın cinayetlerine genesis, huey lewis&the news, whitney houston, dizzy gillespie ve bix biederbecke eşlik ediyordu. talking heads’in, bateman’ın favori grubu olması muhtemelen tesadüften öte idi. patrick bateman pür bir anti kahramandı ve perdenin en melomanik seri katillerinden biriydi. manic street preachers da bateman adına bir şarkı yazmıştı; patrick bateman, we are babies crippled in christ - patrick bateman, therefore i must be god i must, i must be god - i touched your lips but now i just paint - surface reflection all i desired babe, i am melancholy…
bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. bana aşağıdan bakarsanız, tanrınızı görürsünüz.
bana tam karşımdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz
charles manson
marilyn manson, nasıl ki charles manson’dan soyadını –adı da marilyn monroe’dandır- aldıysa, m. manson’ın basçısının takma adı olan gidget gein, ed gein’den, keyboardçusunun adı john wayne gacy’den, bateristinin adı henry lee lucas’tan apartılmıştı. yine manson grubundan twiggy ramirez’in soyadı nightstalker olarak bilinen richard ramirez’den dolaylı bir mirastı. ac/dc hayranı seri katil ramirez’in favorisinin highway to hell olması da hayli manidardı. kadınları öldürmek konusunda profesyonelleşen ramirez, bir çifti öldürdükten sonra duvara judas priest’ın ripper’ındaki “jack the knife” sözünü yazarak, eylemlerinin ilhamı olan karakteri ve rock parçasını yad etti.
londra’nın whitechappel bölgesinde geceleri sokak kadınlarını parçalayan, iç organlarını boşaltan ve polise mektuplar yollayan karındeşen jack, kendini “jack the ripper” olarak adlandırmıştı. yakın tarihli from hell’den sherlock holmes’un katili bulduğu a study in terror’e, hands of the ripper’dan gelecekte geçen zaman makinesi temalı time after time’a, perde karındeşen jack hikâyesinin varyasyonlarıyla dolduruldu; from hell adlı grafik romandan, medievil ii adlı ps2 oyununa dek popüler kültür ürünleri sayesinde karındeşenistlerin sayısı giderek arttı. ingiliz heavy metal grubu motörhead, amerikan metal grubu macabre, serbest caz saksofoncusu roland kirk, ingiliz pop grubu morrisey, nick cave and the bad seeds, ll cool j, the white stripes, judas priest, grim reper, queensrÿche, falconer, my chemical romance, link wray, the legendary pink dots, iced earth, screaming, lord sutch ve nationalteatern, jack the ripper başlıklı şarkılara imza attılar. hatta chicago’lu rock topluluğu spitalfield’in adı da jack the ripper’ın geldiği kasabadandı.
bach’ın goldberg varyasyonları tutkunu, red dragon’un ve silence of the lambs’in kurgu karakteri, sinemanın gelmiş geçmiş en filozofik seri katili, modern faust hannibal lecter’dan ilham almış gerçek biri hakkındaki rolling stones’un too much blood’ı, paris’te arkadaşını öldürüp yemiş olan issei sagawa’yı anlattı. rolling stones, midnight rambler’da da kurbanlarının vücutlarını parçalayıp hediye paketi haline getiren, kurdelelerle süsleyip, üstüne bir de tebrik kartı bırakan ve polislere oynadığı bu oyunlar nedeniyle cinayet züppesi olarak adlandırılan boston canavarı alberto de salvo’yu anmıştı.
“ben içimdeki kötülükle doğdum. katil olduğum gerçeğinin önüne geçemiyordum;
tıpkı bir ozanın ilhamını bastıramayıp şarkı söylemesi gibi…”
dr. h. h. holmes
(amerika’nın ilk seri katili)
schopenhauer, “istenç ve tasarım olarak dünya”da müziğin olaylar dünyasıyla ilgisi olmadığını söylemişti. gitar çalan fakat meşhur olma fırsatını müzikle değil cinayetlerinin sansasyonuyla yakalayan 60’ların kült katili charles manson’ın besteleri de çok sevilmişti. manson, beach boys’un bateristi denis wilson ile lie adlı bir albüm çıkarmıştı. manson’ın şarkı sözleri guns n’ roses’un albümlerinde de yerini almıştı, hatta grubun solisti axl rose, manson tişörtüyle konsere çıktığı için kınandı. 1982’de bostonlu punk grubu negative fx, logosunu charles manson’ın bir fotoğrafını kullanarak oluşturdu. 1985’te sonic youth, “death valley 69¨ şarkısını manson’ın kurbanları üzerine yazdı. gg alin, bir manson şarkısı olan garbage dump’ı, “you give love a bad name” albümünde yeniden yorumladı. alin, albüm kapağında, charles manson fotoğraflı tişörtüyle poz verdi. red kros ve lemonheads ise, manson’un cease to exist şarkısını yeniden yorumladılar.
charles starkweather’in cinayetleri de bruce springsteen’in nebraska’sında ve billy joel’in we didn’t start fire’ında anıldı. starkweather, sinemada natural born killers, badlands –ki filmin adı da springsteen’in darkness on the edge of town albümünden bir parçanın adıdır- ve sadist’e konu oldu. clint eastwood’lu dirty harry’deki sapık spider tiplemesi, san francisco’nun eli silahlı sapıklarından zodyak’ın eskizi idi. genellikle çiftleri katleden zodyak, ardında bıraktığı ölülerin gelecekte onun köleleri olacağına inanmış ve onları öldürürken eğlendiğini söylemişti. zodiac otuz cinayetlik kariyerinde ardında şifreli şiirler ve çizimler bıraktı. citizen x ve evilenko, 52 kurbanı olan ukraynalı seri katil andrei chikatilo’dan esinlendi. jane’s addiction’ın ted, just admit it adlı şarkısı da, lady killer lakaplı, yale mezunu, eğitimli ama kadınlara karşı öfkeyle dolu olan ted bundy hakkında idi. bundy’nin cinayetleri mark harmon’lu delibrate stranger’a, story of ted bundy’ye ve strange beside me’ye konu oldu.
police’in murder by numbers’ı da bir seri katil filmine ilham, diğerine de adını vermiştir: bir kere öldürmek istemişsen, önce yüreğini taşa çevirirsin -ellerini öldürmek arzusuyla birleştirmişsen, cinayeti sanata dönüştürebilirsin - kan dökmeye gerek yok, biraz ustalıkla yap yeter - bir fincan kahveye zehirli tablet at, etrafı kanla pisletmemen için yeter - işte sana sırayla işlenen cinayetler, bir, iki, üç - alfabe kadar kolay, öğrenmemen çok güç - sırayla işlenen cinayetler… copycat’te, katil polislere yukarıdaki şarkıyı içeren bir kaseti yollayarak yaptığı işin filozofisini anlatmaya çalışır; kusursuz cinayet… cinayet estetiği üzerine düşündüren gerilimli öykü, geçmişteki seri cinayet vakalarından yola çıkıp meşhur seri katillerin en ölümcül sahnelerinin kopyasını çıkararak, onların şöhretine ve korkutma gücüne sahip olmak isteyen birini anlatır. cinayetin öznesi her kim olursa olsun sanat ve öldürme hakkı konulu bir tez üzerine şekillenen, police’in şarkısıyla aynı adı taşıyan film ise murder by numbers’dır. 1924’te komşu çocuğu robert’ı zevk için öldürüp ailesinden fidye isteyen, sonuçta müebbet hapse mahkûm edilen eşcinsel sevgililer nathan leopold ve richard loeb’in davasından esinlenen hitchcock’un rope’u gibi, murders by numbers da ilhamını aldığı filmin izinden gider.
nihayetinde platon’nun “acılar içinde yaşayan insana tanrıların armağanı” olarak tanımladığı müzik, ilahi olanla ölümlü olan arasındaki bağı anlatmayı, dolayısıyla yaşamın özürleri kadar ölümü de anlatmayı seçer. ölümün imgesi peşindeki filmler ise hayatın gerçeği olan seri katilleri ve seri cinayetleri perdeye taşırken, hollywood’un peri masallarından çok daha yalın ve gerçekçi olarak tanımlanabilecek öyküleriyle izleyicileri buluşturur.
geçmişin melekler, şeytanlar eşliğinde ölmeye yüz tutmuş figürlerini üreten barok dönem ressamlarının, bugün yaşasalar ve film yapımıyla uğraşsalar seçeceği konular şüphesiz bu gerçek kanlı öyküler olacaktır. bu çağda artık ölümün moda haline geldiğini, medya aracılığıyla popülerleştiğini, müziğin de sinemanın da buna içtenlikle katkıda bulunduğunu söylemek mümkün. ademoğlunun gerekli ya da gereksiz öldürme biçimlerine duyduğu hayranlık ve merak ise hep bâki… sartre’ın dediği gibi yoksa cinayet işlemekle, cinayeti düşlemek aynı şey mi?.. ya da sahiden “yeryüzü cehennem” mi?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?