ayrılmaz ikili.
biri az olursa, diğeri de eksik kalır.
iman ile akil
(bkz: ibn rüsd)
(bkz: gel götüme takıl)
uyuşmaz ve birbirine zıt gibi hakikati olmayan zanlar olmasına rağmen ahmet f. yüksel aradaki ilişkiyi çok güzel açıklayan bir yazı yazmıştır:
imanda hassas nokta
ünlü alman filozofu kant, "imana yer bulmak için, aklı aradan çıkarmak zorunda kaldım" derken, umulur ki, soyut ile somut dengelerdeki başkalaşım nedeniyle bu kelimeler ağzından dökülmüştür.
gerçekte, aklı başında, uygun, tutarlı; şuurlu bir yaşam biçimi içinde olmak; hırs, kin, nefret gibi duyguları kontrol altına alabilmek, asgari düzeyde inanç için gereken şartlar arasında sayılmaktadır. kuran, bütün bu vasıflan göz önünde bulundurarak iman eden bireyler için ayrı bir ikaz yapmış. "ey iman edenler, allaha iman ediniz" (nisa/ 136; hitabında bulunmuştur.
bir bakıma kantın anlatmak istedigi gibi "imana ulaşmayan aklı" aradan çıkartmak ve tazelemek gereğine işaret etmiştir.
aslında kuran a göre iman ile akıl, aynı varlığın gerçekte tek ve bölünmez bir realiteye bakış aşamalarındaki değişik adlandır.
şöyle ki, ilim kesret boyutunda bir beşer adı altında zuhura çıktıgında "akıl" adını alır. çoğunluğun cüzi akıl olarak tanımladığı ve kabul ettigi bu olgu, külli aklın veya bir başka deyişle ilmin, boyutumuzdaki degerlendirilişidir.
mutlak varlığın ilmi, perdeli olarak zahir olduğunda almış olduğu isim olan "akıl"ın; üst boyutlarda yerini alabilmesi için aracı katına yani, imana ihtiyaç vardır. imanın çeşitli şartlan vardır; onlardan birisini benimseyip diğerlerini kabul etmemek, bireyi kendi oluşturduğu bir inanç kürsüsüne ulaşdırır ki, bu tasavvuf diliyle açık şirki, halk dilindeki ifadesiyle de "yedek ilahçılığı benimseme"y i getirir.
hiç şüphe yoktur ki, kuranın birbirinden değerli ayetlerinin herbiri, allaha iman etmeyi direkt, dolaylı veya uyarı mahiyetinde bildirirken, aklı kullanmayı, düşünmeyi, muhakeme ve tefekkür gücünü çalıştırmayı öngörüyor ve ilk âyet ile tüm insanlığı içine alabilecek şekilde hitap ederek orijinal bir kavramla bizlere yönleniyor:
ikra oku! okumanın dayanmak istediği hedefe ulaşmak da, işte belirtilen iman sırrı ile mümkündür.
yani, varlık ve oluşların hikmetini bilmek, mutlak yaratıcı ile aradaki perdeyi kaldırabilmek, bu sırrın şartlan arasinda bulunuyor.
ayını zamanda, edinilen bilgilerle kuransal kavram ve düşüncenin günümüze yansıyan oluşlarının mutlaka birliktelik taşıması gerekiyor.
bu perspektiften bakıldığında, varlık aleminde her hareketin belli prensipler neticesinde ortaya çıktığı saptanacaktır.
iman, bilinmeyene hitap ederken, basireti örtüp köreltmek anlamına gelmez. bu noktada karşılaşılacak olan en korkunç şey, ilimsizlik ve cehaletin eseri olan şirk halidir.
"bu dünyada amâ olan, ahiret hayatında da amâdır. en berbat sapık da odur." (isra 72) âyeti, değindigimiz noktaya açıklık getirmektedir.
şurası kesin ki, iman rast gele bir anlayışın ifadesi değil, ilmin ve bir değerlendirmenin göstergesidir. bu tür düşünce haricindeki her inanç, amel kapısının dışında, olaya şuursuzca yaklaşım saglamaktan başka bir şey getiremez. hz. resûlullah şuurlu olana işaretle;
"işte bu imanın en güzel şekli, kendisidir! demektedir."
inançta oluşabilen tereddüt, bir anlamda nedencilik, sorgulama, yapıcı bir ortam içinde geliştiginde faydalı; tabu haline dönüştüğünde ise, zanna tabi ve zararlı olur.
"zannın hak adına hiçbir degeri yoktur." (necm, 28) âyeti karamsarlığın çekişmeciligin, aynı zamanda şüpheciliğin imanla ayrılış sebebi olduğuna işarettir. imana dayalı anlayış biçimleri oldukça farklı düzeylerde görünür. genelde, allah ismiyle işaret edilene, meleklere, bunun yanında kitaplara, resûllere ve bazı soyut kavramlara inanç baskın olur, bu arada gayba iman da geçerliliğini korurken, mutlaka zorlanılan, hatta imkânsız hâle gelebilen nokta "hayrın ve şerrin allahtan" oldugunu benimseme durağıdır.
insan, nefsine şu soruyu sormalıdır:
"ben allaha inanç sahibi bir insan olarak, hayrı terkibiyetime uygun bir şekilde, memnuniyetle birinci sırada kabul ederken, şer denilen oluşları da aynı hassasiyetle kabul edebilir miyim?"
kesin olan şu ki, kişi artı beş ile eksi beşi nötr hale getirmedikçe bu şıkkın geçerliligini sağlayamaz ve hakiki mânâda iman sahibi olamaz.
hz. resulullahın bir hadisini ömek alalım;
"allah yolunda uhud dağı kadar altın harcamış olsan, başına gelebilecek olanların senden şaşmayacağına, gelmeyecek olanların da asla isabet etmeyeceğine inanmadıkça allaha iman etmiş olamazsın"
tasavvufun yakine, ikana ve mutlak şuura giden yol adını verdiği iman anlayışı, mistisizm yönünde yaşayan insanda temel yapı taşını teşkil etmiyorsa, üzerinde kurulacak
binanın herhangi bir depremde yerle bir olacağından kuşkunuz olmasın.
bu nedenlerle, imanda akıl ve denge fonksiyonları çok iyi değerlendirilmelidir.
ahmet f. yüksel
http://www.sufizmveinsan.com/aksam/iman.html
imanda hassas nokta
ünlü alman filozofu kant, "imana yer bulmak için, aklı aradan çıkarmak zorunda kaldım" derken, umulur ki, soyut ile somut dengelerdeki başkalaşım nedeniyle bu kelimeler ağzından dökülmüştür.
gerçekte, aklı başında, uygun, tutarlı; şuurlu bir yaşam biçimi içinde olmak; hırs, kin, nefret gibi duyguları kontrol altına alabilmek, asgari düzeyde inanç için gereken şartlar arasında sayılmaktadır. kuran, bütün bu vasıflan göz önünde bulundurarak iman eden bireyler için ayrı bir ikaz yapmış. "ey iman edenler, allaha iman ediniz" (nisa/ 136; hitabında bulunmuştur.
bir bakıma kantın anlatmak istedigi gibi "imana ulaşmayan aklı" aradan çıkartmak ve tazelemek gereğine işaret etmiştir.
aslında kuran a göre iman ile akıl, aynı varlığın gerçekte tek ve bölünmez bir realiteye bakış aşamalarındaki değişik adlandır.
şöyle ki, ilim kesret boyutunda bir beşer adı altında zuhura çıktıgında "akıl" adını alır. çoğunluğun cüzi akıl olarak tanımladığı ve kabul ettigi bu olgu, külli aklın veya bir başka deyişle ilmin, boyutumuzdaki degerlendirilişidir.
mutlak varlığın ilmi, perdeli olarak zahir olduğunda almış olduğu isim olan "akıl"ın; üst boyutlarda yerini alabilmesi için aracı katına yani, imana ihtiyaç vardır. imanın çeşitli şartlan vardır; onlardan birisini benimseyip diğerlerini kabul etmemek, bireyi kendi oluşturduğu bir inanç kürsüsüne ulaşdırır ki, bu tasavvuf diliyle açık şirki, halk dilindeki ifadesiyle de "yedek ilahçılığı benimseme"y i getirir.
hiç şüphe yoktur ki, kuranın birbirinden değerli ayetlerinin herbiri, allaha iman etmeyi direkt, dolaylı veya uyarı mahiyetinde bildirirken, aklı kullanmayı, düşünmeyi, muhakeme ve tefekkür gücünü çalıştırmayı öngörüyor ve ilk âyet ile tüm insanlığı içine alabilecek şekilde hitap ederek orijinal bir kavramla bizlere yönleniyor:
ikra oku! okumanın dayanmak istediği hedefe ulaşmak da, işte belirtilen iman sırrı ile mümkündür.
yani, varlık ve oluşların hikmetini bilmek, mutlak yaratıcı ile aradaki perdeyi kaldırabilmek, bu sırrın şartlan arasinda bulunuyor.
ayını zamanda, edinilen bilgilerle kuransal kavram ve düşüncenin günümüze yansıyan oluşlarının mutlaka birliktelik taşıması gerekiyor.
bu perspektiften bakıldığında, varlık aleminde her hareketin belli prensipler neticesinde ortaya çıktığı saptanacaktır.
iman, bilinmeyene hitap ederken, basireti örtüp köreltmek anlamına gelmez. bu noktada karşılaşılacak olan en korkunç şey, ilimsizlik ve cehaletin eseri olan şirk halidir.
"bu dünyada amâ olan, ahiret hayatında da amâdır. en berbat sapık da odur." (isra 72) âyeti, değindigimiz noktaya açıklık getirmektedir.
şurası kesin ki, iman rast gele bir anlayışın ifadesi değil, ilmin ve bir değerlendirmenin göstergesidir. bu tür düşünce haricindeki her inanç, amel kapısının dışında, olaya şuursuzca yaklaşım saglamaktan başka bir şey getiremez. hz. resûlullah şuurlu olana işaretle;
"işte bu imanın en güzel şekli, kendisidir! demektedir."
inançta oluşabilen tereddüt, bir anlamda nedencilik, sorgulama, yapıcı bir ortam içinde geliştiginde faydalı; tabu haline dönüştüğünde ise, zanna tabi ve zararlı olur.
"zannın hak adına hiçbir degeri yoktur." (necm, 28) âyeti karamsarlığın çekişmeciligin, aynı zamanda şüpheciliğin imanla ayrılış sebebi olduğuna işarettir. imana dayalı anlayış biçimleri oldukça farklı düzeylerde görünür. genelde, allah ismiyle işaret edilene, meleklere, bunun yanında kitaplara, resûllere ve bazı soyut kavramlara inanç baskın olur, bu arada gayba iman da geçerliliğini korurken, mutlaka zorlanılan, hatta imkânsız hâle gelebilen nokta "hayrın ve şerrin allahtan" oldugunu benimseme durağıdır.
insan, nefsine şu soruyu sormalıdır:
"ben allaha inanç sahibi bir insan olarak, hayrı terkibiyetime uygun bir şekilde, memnuniyetle birinci sırada kabul ederken, şer denilen oluşları da aynı hassasiyetle kabul edebilir miyim?"
kesin olan şu ki, kişi artı beş ile eksi beşi nötr hale getirmedikçe bu şıkkın geçerliligini sağlayamaz ve hakiki mânâda iman sahibi olamaz.
hz. resulullahın bir hadisini ömek alalım;
"allah yolunda uhud dağı kadar altın harcamış olsan, başına gelebilecek olanların senden şaşmayacağına, gelmeyecek olanların da asla isabet etmeyeceğine inanmadıkça allaha iman etmiş olamazsın"
tasavvufun yakine, ikana ve mutlak şuura giden yol adını verdiği iman anlayışı, mistisizm yönünde yaşayan insanda temel yapı taşını teşkil etmiyorsa, üzerinde kurulacak
binanın herhangi bir depremde yerle bir olacağından kuşkunuz olmasın.
bu nedenlerle, imanda akıl ve denge fonksiyonları çok iyi değerlendirilmelidir.
ahmet f. yüksel
http://www.sufizmveinsan.com/aksam/iman.html
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?