bilal askerde
5 eylül 2006 günkü birgün gazetesinde rıdvan akar tarafından kaleme alınan köşe yazısının başlığıdır.yazının tamamı aşağıdadır.
bilal askerde! 04/09/06
muhterem babacığım,
sıkıntılı bir yolculuktan sonra lübnana nail olduk. ata uçağı tirbülans yaptı, kustum. hosteslere ziyadesiyle ayıp oldu, yerler kirlendi. sen temizletirsin ama yerler biraz kokacak galiba.
neyse lübnana geldik. beni hariri ailesinden bir zevat karşıladı. telekomun imzalanması gereken evrakları varmış, onları getirmiş. kurye ile yolluyorum. ilgilenirsen burada beni rahat ettirirler. nitekim alıp beni doğruca hil-tondaki koğuşa götürdüler. buralar sıcak baba, çok sıcak. tamam, vatan sana canımız feda ama hiltondaki eğitim havuzumuz olmasa halimiz haraptı.
şimdilik bana hilton otelinin 11. katındaki gözcü süitini ayırmışlar. oradan bu israillilere dikiz atmamı istiyorlar. ben de sadece israil tarafına doğru bakıyorum. pek bir şey göremiyorum. gözlerim bozulabilir baba, tamam, "vatan sana canım feda" ama baba bakıyorum bakıyorum gözlerim bozulacak diye korkuyorum.
korku demişken, babacığım burada hiçbir şeyden korkmuyorum. geçen gün karavanada falafel getirmişler. hepsini yedim. ne getirirlerse yiyorum. hiç yemek ayrımı yapmıyorum. arap mutfağı aynen bizimkine benziyor. garsonlar biraz kirli ama ne gam! memleket hizmetinde gözümüz hiçbir şey görmüyor.
baba,
aslında şu bedelli işini bir kez daha düşünse miydik? tamam, "vatan uğruna canım feda" ama orada da işler aksıyor. yani, bir kanunluk işti. buradan çok telefon parası yazıyor. hariri ailesine de sitem ettim. bakalım cep telefonu hediye edecekler mi?
ha, aklıma gelmişken yepyeni bir proje geliştirdim: "sponsorlu askerlik." askere gidiyorsun, her türlü ihtiyacını sponsorlar karşılıyor. donuna kadar. nasıl ama! okul harcamalarını tekstilci ağabeyimiz karşılamıştı. askerliği de karşılayacak birilerini buluruz herhalde. böylece cebinden hiç para çıkmadan bedelli işini hallederiz. nasıl ama!
dün, israilin bombaladığı bölgelere gittim. bu mersedeslerin pencerelerini dar yapıyorlar, pek bir şey göremedim. şoför, "anneniz tembih etti, başını belaya sokmayacakmışsınız" dedi. camınım, siirt usulü dolmalı biberini nasıl da özledim.
tamam, "vatan uğruna canımız feda" ama babacığım burada yalnızım baba, çok yalnız. bize imam hatipte öğrettiklerinden bambaşka bir arapça konuşuyorlar, hiçbir şey anlamıyorum. allahtan garsonlardan biri türk. bizim oralı. seni de çok seviyor. imam hatibi bitirdikten sonra buralara gelmiş. çok okumuş, sana sormadan "gel seni zonguldaka il kültür müdürü yaparız" dedim. umarım kızmazsın.
baba,
"çıkarsa tezkere bilal gitsin askere" diyenlere inat lübnandayım. "işte geldim buradayım, ben bu işte ustayım" diyorum. ama akif abi hâlâ beni arayıp bu işi basına duyurmadı. aslına bakarsan geldiğimden komutanlarımın da haberi yok. yoklamada kaçak çıkmış olabilirim.
babacağım,
benim için yapsana bir kıyak.
yaparsan kıyak,
bilal sana minnettar!
(nasıl kafiye ama!)
bilal askerde! 04/09/06
muhterem babacığım,
sıkıntılı bir yolculuktan sonra lübnana nail olduk. ata uçağı tirbülans yaptı, kustum. hosteslere ziyadesiyle ayıp oldu, yerler kirlendi. sen temizletirsin ama yerler biraz kokacak galiba.
neyse lübnana geldik. beni hariri ailesinden bir zevat karşıladı. telekomun imzalanması gereken evrakları varmış, onları getirmiş. kurye ile yolluyorum. ilgilenirsen burada beni rahat ettirirler. nitekim alıp beni doğruca hil-tondaki koğuşa götürdüler. buralar sıcak baba, çok sıcak. tamam, vatan sana canımız feda ama hiltondaki eğitim havuzumuz olmasa halimiz haraptı.
şimdilik bana hilton otelinin 11. katındaki gözcü süitini ayırmışlar. oradan bu israillilere dikiz atmamı istiyorlar. ben de sadece israil tarafına doğru bakıyorum. pek bir şey göremiyorum. gözlerim bozulabilir baba, tamam, "vatan sana canım feda" ama baba bakıyorum bakıyorum gözlerim bozulacak diye korkuyorum.
korku demişken, babacığım burada hiçbir şeyden korkmuyorum. geçen gün karavanada falafel getirmişler. hepsini yedim. ne getirirlerse yiyorum. hiç yemek ayrımı yapmıyorum. arap mutfağı aynen bizimkine benziyor. garsonlar biraz kirli ama ne gam! memleket hizmetinde gözümüz hiçbir şey görmüyor.
baba,
aslında şu bedelli işini bir kez daha düşünse miydik? tamam, "vatan uğruna canım feda" ama orada da işler aksıyor. yani, bir kanunluk işti. buradan çok telefon parası yazıyor. hariri ailesine de sitem ettim. bakalım cep telefonu hediye edecekler mi?
ha, aklıma gelmişken yepyeni bir proje geliştirdim: "sponsorlu askerlik." askere gidiyorsun, her türlü ihtiyacını sponsorlar karşılıyor. donuna kadar. nasıl ama! okul harcamalarını tekstilci ağabeyimiz karşılamıştı. askerliği de karşılayacak birilerini buluruz herhalde. böylece cebinden hiç para çıkmadan bedelli işini hallederiz. nasıl ama!
dün, israilin bombaladığı bölgelere gittim. bu mersedeslerin pencerelerini dar yapıyorlar, pek bir şey göremedim. şoför, "anneniz tembih etti, başını belaya sokmayacakmışsınız" dedi. camınım, siirt usulü dolmalı biberini nasıl da özledim.
tamam, "vatan uğruna canımız feda" ama babacığım burada yalnızım baba, çok yalnız. bize imam hatipte öğrettiklerinden bambaşka bir arapça konuşuyorlar, hiçbir şey anlamıyorum. allahtan garsonlardan biri türk. bizim oralı. seni de çok seviyor. imam hatibi bitirdikten sonra buralara gelmiş. çok okumuş, sana sormadan "gel seni zonguldaka il kültür müdürü yaparız" dedim. umarım kızmazsın.
baba,
"çıkarsa tezkere bilal gitsin askere" diyenlere inat lübnandayım. "işte geldim buradayım, ben bu işte ustayım" diyorum. ama akif abi hâlâ beni arayıp bu işi basına duyurmadı. aslına bakarsan geldiğimden komutanlarımın da haberi yok. yoklamada kaçak çıkmış olabilirim.
babacağım,
benim için yapsana bir kıyak.
yaparsan kıyak,
bilal sana minnettar!
(nasıl kafiye ama!)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?