1969 yapimi turkan sorayin oynadigi filmdir.
selam ederim. filmkolik sevilesi ukdeci
yıllar öncesinde fırtınalı bir gece..ahşap evin fakir bir odasında hasta yatağında yatan güzel saçlı kadın, güçlükle duvara vurarak, leğende çamaşır yıkayan yaşlı komşusunu yardıma çağırır. "fenayım zehra teyze.", "nasıl fena olmayasın ayşe..oda sokaktan daha soğuk. ne sobada odun ne mangalda ateş var. açlık da cabası. bu halini bilseydim sana tarhana çorbası yapardım."
ayşenin "..çöpçülük, hamallık, lağımcılık..ne iş olsa razıyım. ama, yok." diyen kocası hüseyin, eve eli boş dönmemek için paltosunu ve ceketini eskiciye 100 liraya satar. durumu pencereden gören iki kişi onu öldürüp parasını alır. hüseyinden sonra ayşenin de ölümü ile yalnız kalan küçük kızları sokaklarda çiçek satmaya başlar. girişinde o dönemin bilinen sanatçısı handan karanın afişinin asılı olduğu tek tek meyhanesi..içki parasını ödeyemediği için yaka paça sokağa atılan zurna kazım, kendisine yardım eden küçük kızı evine götürür. (münir özkulu ve film afişleriyle dolu olan bu evi mavi boncuk (1974) filminde de göreceğiz.) "bakma böyle taşlıtarla otobüsü gibi çarpıklığıma. bir zamanların en kral çalgıcısıydım. etrafımda kızlar fırıldak ki, o biçim. sonra günün birinde tak, kapıldım bir kadına..aşkta mantara basınca sarıldım şaraba. çek baba çek. çek baba çek.
sonunda bir de baktım ki..bu haldeyim.", "sen benden daha şanslısın. hiç değilse evin var başını sokacak. içini ısıtacak çayın var. şimdi ben de varım. sana bakar, yemeğini pişirir, çamaşırını yıkarım. beraber çalışırız istersen. sen zurna çalarsın ben de şarkı söylerim." zurna kazım ona fosforlu adını verir. yıllar, çocuk bahçelerinde, meyhanelerde çalgıcılıkla geçer. onlara, bir gün darbukası (ve kardeşim dediği eşeği abdullah) ile hüdaverdi de katılır. bu yoksul müzisyenler ne denli mutluysalar, şöhretinin zirvesindeki ses sanatçısı kemal aşkın, uçarı karısı neriman ile o denli mutsuzdur. sanatçı, özel arabasıyla, konser için ankaraya giderken yoldan aldığı bir otostopçu parası için onu başına vurarak bayıltıp yoldan aşağı atar. daha sonra oluşan kazada kemalin arabasına aldığı bu kişi ölür. (tanınmaz durumda olduğu için de kemal zannedilir.) kemal ise belleğini yitirmiş ve gözleri görmez bir haldedir. bir aile tarafından kurtarılan kemal (adını anımsayamadığı için ona ömer adını verirler) aylar boyu körler okulunda kalır ve orada akordiyon çalmayı öğrenir. haftalar sonra rastladığı fosforlu, kazım abi ve hüdaverdi, ona yardım ederler.
(biraz da bremen mızıkacılarını andırıyorlar.) genç adam, hep, akordiyonu, bastonu (benzer bir bastonu feride filminde de (1971) kullanacaktır) ve fosforlu ile beraberdir. "kör olduğuma şimdiki kadar üzülmedim hiç..sıcacık, yumuşak bir el uyandırıyor beni. sonra kulaklarımda daha sıcak bir ses.."
fosforlu da ömer de sevgi ile yanıp tutuştukları halde bu durumu birbirlerine söyleyemezler. her şeyin farkında olan kazım abiyle fosforlu şöyle konuşurlar "karadenizde gemilerin mi battı kız? (sadri alışık böyle durumlarda sen yine midye çıkarıyorsun. der.) dalmışsın da. (-hiiç.) hiç dediğin de içerde aynı senin gibi. ne o kavga mı ettiniz yoksa?..dert dediğin konuşa konuşa tükenir..sevmek senin de hakkın..(-hem de nasıl. deliler gibi, ölesiye seviyorum.) aşk dediğin de ölesiye olur zaten..bakma feleğimiz morarmış, aşka meşke yan çizmişiz, ama çakarım gönül davalarından. inan..o da..seni seviyor fosforlu. çok seviyor. eşşekler gibi..işin aslı ne biliyor musun? gözleri kör ya. zavallı kendisini sana layık görmüyor." o andan sonra kahramanlarımızın tek amacı, ömerin ameliyatı için gerekli paranın buluınması olur. doktor "ameliyatı para almadan yapacağım. siz sadece hastane ve bakım ücretlerini temin edin yeter..3 bin lira kadar tutar." demişti. ama, ah bu 3 bin lira..uğruna neler yapılmaz ki.."durmadan, uyumadan çalışacağız..yalnız gazinoda çalışmak yetmez. dışarda da ne iş bulursak yapacağız." en döküntü meyhanelerde çalışılır..abdullah, boyanıp iki kez satılır..rüstem beyin evinde (sataşmalar ve el şakaları) hizmetçi olarak çalışılır. bunca gayrete karşın, son gün para denkleştirilemez. "hey güzel allahım. herkese çuvalla veriyorsun. bir gün de bizi gör. senin kararttığın bir çift göz için istiyoruz bu parayı." fosforlunun yapacağı şeyin benzerini, sığıntı (1974) filminde fatmanın (esen püsküllü) gözleri için kemal (kartal tibet) de yapacaktır. "keçilik etmez benim olursan bu yüzük senin olur." diyen rüstem beyi daha önce tersleyen fosforlu, para tamalanamayınca yüzüğü çalar. sonraları yargıça "namusumu feda edip evin beyine teslim olsaydım o yüzük benim olurdu. istemedim. cezası idam da olsa çalardım o yüzüğü. çünkü, hapishane kapıları yüzüme kapanıp beni karanlığa boğarken, sevdiğim bir çift göz aydınlığa kavuşacaktı. aslında ben bir yüzük çalmadım hakim bey, hürriyetimi sattım. söyleyin bana, suçlu muyum?" (şaka ile karışık (1965) filminde "bu da mı ofsayt? bu da mı gol değil be?" diyen osmana (sadri alışık) "gol." diyen) hakim selahattin içsel, fosforluya şöyle der "vicdanımın sesini dinlersem, seni yanıma çağırıp o temiz yanaklarından öperek şöyle derdim suçsuzsun yavrum suçsuzsun.. ama toplumun bana verdiği görevi yerine getirerek sana iki yıl ceza vermek zorundayım." hasretle geçen iki yıl..onları her yerde arayan ömer..ayrılmak için "senden fazla bir şey isteyecek değilim. bu villayı, arabayı bir de 500 bin lira." diyen neriman, sonraları sevgilisini, başka bir kadınla yakaladığı için öldürecektir. fosforlu, ömer, kazım abi, hüdaverdi ve abdullah..onların mutluluklarıyla mutlu olabilmemiz ne güzeldir. "az mı çileni çektim // sevmesem çeker miydim."
bana derler fosforlu
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?