1923’te ataturkun kurdugu ulus devlet modelini cokerten hadise... soylermisiniz.. bizim binlerce kilometre otedeki korelilerle ne alip veremedigimiz vardi.. bu savasa ne gerek vardi.. bu kadar insanin olmesine ve bu kadar insanin yaralanmasina ne gerek vardi. yazik olmus o savasta olenlere.. kusura bakmayyn sehit diyemiyorum.. eger gonullu gitmi?lerse harbiden salaklarmys.
kore savaşı
1950 yilinda kuzey korenin,guney koreye saldirmasi ile baslamistir.birlesmis milletlerin saldiriyi puskurtmek amaciyla uye ulkelere yaptigi cagriyi 53 devlet kabul etmis ancak sadece bunlardan 16si bolgeye asker gondermistir.bm uyelerinden turkiyede barisin devamina yardim amacli olarak 141. alaydan olusan tugayi tuggeneral tahsin yazici komutasinda bolgeye gondermistir.savas 1953te sona erene kadar turk tugayi 13 muharebeye katilmistir.bunlarin en onemlileri kunuri muharebesi,kumyangjang-ni muharebesi,seul savunmasi ve vegas muharebeleridir.kore savasinda 741 askerimiz sehit olmustur.bu savas turkiyenin 1952de natoya katilmasinda onemli rol oynamistir.
turkiyenin natoya katilmak icin girdigi savastir. bizim icin natoya giris bedeli olmustur ve bu bedeli yuzlerce sehit ile odemisizdir.
korede en cok saygi duyulan birlikler bizimkiler olmustur,bulunduklari bolgelerde cok iyi isler basarmislar halka cok iyi davranmislardir tabi bu bizim bu savasa neden katildigimiz sorusuna cevap teskil etmez. siyasi yanlis kararlar ve ugruna ziyankarca odenmis sehit canlari.
nato ya girmek icin yalakalandigimiz yillarda menderes’in abd’ye yaranmak icin asker gonderdigi ve literature gore 1-1 biten savas.turk askeri amerikan birliklerinin sayisiz kere kicini kurtarmis ve yerel halk ile butunlesmistir.bugun bile ey korede turkler sevilir,sayilir.korede pek cok asker sehit olmus bir o kadarida kaybolmustur.turkiye odul olarak nato’ya alinmistir.
kanimca bu savasa asker gondermek dogrudur.o donemdeki sovyet tehdidi ancak nato ile bertaraf edilebilirdi ve bunun yoluda koreye asker gondermekten geciyordu.giden askerlerimiz bir nevi ulkemizin cikarlari icin sehit oldular.
kanimca bu savasa asker gondermek dogrudur.o donemdeki sovyet tehdidi ancak nato ile bertaraf edilebilirdi ve bunun yoluda koreye asker gondermekten geciyordu.giden askerlerimiz bir nevi ulkemizin cikarlari icin sehit oldular.
mehmet kaplan’ın “nesillerin ruhu” kitabının bir yerinde, kore’ye asker gönderme bahsini okurken, aklıma yıllar önce istemeden tanık olduğum bir konuşma geldi. bu konuşmayı nakledeceğim ama az sonra… biraz gevezelik yapayım da…
mehmet kaplan, makalesinde kore’ye asker gönderilmesini “doğru” ve “haklı” buluyor. milliyetçi ve anti-komünist bir ilim adamının bu görüşü savunmasında şaşılacak bir şey yok. kore’ye asker gönderilmesini, herkes, mensup olduğu ideolojiye ya da dünya görüşüne göre, yani dünyadaki fikri duruşuna doğru ya da yanlış bulabilir. her görüş, mantıklı bir temel dayandığı müddetçe değerlidir de.
ikinci dünya savaşı’ndan sonra türkiye’nin önünde üç seçenek vardı. ya, batının liberal (ve kapitalist) dünya görüşüne bağlı bir devlet olacaktık. ya, sovyet rusya’nın güdümünde sosyalist bir devlet olacaktık. ya da iki dünyayı da kabul etmeyip, kendi içine kapalı, barışçı ama iddiasız ve pasif bir üçüncü dünya ülkesi olacaktık.
devlet olarak birinci yolu tercih ettik. tekrar edeyim bu tercihi devlet politikasının gereği olarak yaptık. tercihimizin olumlu ve olumsuz yönlerinin sadece dp iktidarına yıkılması, sonuçta sadece dp’nin övülmesi veya yerilmesi haksızlıktır. çok partili siyasi hayata geçiş bile bu tercihin sonucudur ve bu politika 1950’de değil, 1945’te başlamıştır, yani dp’nin henüz ortada olmadığı dönemde. 1950 yılında dp ve menderes iktidara gelmeseydi bile, liberal ve kapitalist batı yanlısı politikalar chp tarafından uygulanmaya devam edecekti. sözün kısası, 50 seçimleriyle karşı-devrim falan başlamış değildir. bu iddiamın dayanağı, 1946-1950 arasındaki chp politikalarıdır. 50-60 arasında yapılanlar, 46-50 arasında yapılanların uzantısıdır.
bu noktada bir “düşünme arası” vererek hep aklımda olan ve hiçbir zaman cevabını bulamayacağım bir soruyu nakledeyim. atatürk, ikinci dünya savaşı’nda başımızda olsaydı, muhtemelen inönü politikasının benzerini uygulayacak ve türkiye’yi savaş dışında tutmaya çabalayacaktı. bu hususta fazla bir şüphem yok. peki ya sonra? savaştan sonra, dünyanın iki kutba ayrıldığını gördüğünde, yukarıda bahsettiğim üç seçenekten hangisini seçerdi? kafamızdaki bağımsızlık düşkünü atatürk portresine en uygun seçeneğin “üçüncü yol” olduğu görünüyor. ben de, üçüncü yolu kabule şayan görmekle beraber, birinci ve ikinci yolu da hepten ihtimal dışı görmüyorum. elbette bunlar “teyzemin bıyıkları olsaydı dayım olurdu” kabilinden, yararsız gibi gözüken “düşünce egzersizleridir”. fakat, ihtimalleri hesaba katmadan gerçekleri anlamak kabil değil.
şimdi, yazımın başında zikrettiğim konuşmayı nakledebilirim.
iki yıl kadar önce, banliyö trenine binmiş, cebeci’den eve doğru gelmekteydim. karşı tarafımda ve iki sıra kadar önümde, yaşları yetmişi aştığı belli olan iki ihtiyar konuşmaktaydı. istemeden konuşmalarına tanık oldum. ismet paşa’dan, menderes’ten bahsettiklerini işitince daha bir can kulağıyla dinlemeye başladım. ateşli konuşmalarının bir yerinde, ihtiyarlardan biri bastonunu sertçe yere vurarak “kore’ye asker gönderilmesine ne gerek vardı? bize ne kore’den?” diye yüksek sesle bağırdı. diğer ihtiyar pek bir şey demedi ve ilk durakta banliyöden indi. fikri bir zafer kazanmış gibi gururlanan diğer ihtiyar da, derin düşüncelere dalmış devlet adamı ciddiyetiyle camdan dışarı gecekondulara baktı ve sonraki istasyon da banliyöden o da indi.
benim tuhafıma giden, ihtiyarların kore’ye asker gönderilmesini doğru ya da yanlış bulmaları değildi. önceden yazdığım gibi, herkes, dünya görüşüne göre, bu hususta bir şeyler söyleyebilir. burada bir fevkaladelik yok.
benim asıl tuhafıma giden, sanki dünkü olay hakkında yorum yapar gibi, çok taze bir olaymış gibi, elli küsur sene önce devletin yaptığı bir insiyatif hakkında, iki ihtiyarın ateşli ateşli tartışmalarıydı. ihtiyarlar arasında fikri münazaralara hele hele siyasi münazaralara pek tanık olmadığım için, halleri o gün bana pek acaip görünmüştü.
mehmet kaplan, makalesinde kore’ye asker gönderilmesini “doğru” ve “haklı” buluyor. milliyetçi ve anti-komünist bir ilim adamının bu görüşü savunmasında şaşılacak bir şey yok. kore’ye asker gönderilmesini, herkes, mensup olduğu ideolojiye ya da dünya görüşüne göre, yani dünyadaki fikri duruşuna doğru ya da yanlış bulabilir. her görüş, mantıklı bir temel dayandığı müddetçe değerlidir de.
ikinci dünya savaşı’ndan sonra türkiye’nin önünde üç seçenek vardı. ya, batının liberal (ve kapitalist) dünya görüşüne bağlı bir devlet olacaktık. ya, sovyet rusya’nın güdümünde sosyalist bir devlet olacaktık. ya da iki dünyayı da kabul etmeyip, kendi içine kapalı, barışçı ama iddiasız ve pasif bir üçüncü dünya ülkesi olacaktık.
devlet olarak birinci yolu tercih ettik. tekrar edeyim bu tercihi devlet politikasının gereği olarak yaptık. tercihimizin olumlu ve olumsuz yönlerinin sadece dp iktidarına yıkılması, sonuçta sadece dp’nin övülmesi veya yerilmesi haksızlıktır. çok partili siyasi hayata geçiş bile bu tercihin sonucudur ve bu politika 1950’de değil, 1945’te başlamıştır, yani dp’nin henüz ortada olmadığı dönemde. 1950 yılında dp ve menderes iktidara gelmeseydi bile, liberal ve kapitalist batı yanlısı politikalar chp tarafından uygulanmaya devam edecekti. sözün kısası, 50 seçimleriyle karşı-devrim falan başlamış değildir. bu iddiamın dayanağı, 1946-1950 arasındaki chp politikalarıdır. 50-60 arasında yapılanlar, 46-50 arasında yapılanların uzantısıdır.
bu noktada bir “düşünme arası” vererek hep aklımda olan ve hiçbir zaman cevabını bulamayacağım bir soruyu nakledeyim. atatürk, ikinci dünya savaşı’nda başımızda olsaydı, muhtemelen inönü politikasının benzerini uygulayacak ve türkiye’yi savaş dışında tutmaya çabalayacaktı. bu hususta fazla bir şüphem yok. peki ya sonra? savaştan sonra, dünyanın iki kutba ayrıldığını gördüğünde, yukarıda bahsettiğim üç seçenekten hangisini seçerdi? kafamızdaki bağımsızlık düşkünü atatürk portresine en uygun seçeneğin “üçüncü yol” olduğu görünüyor. ben de, üçüncü yolu kabule şayan görmekle beraber, birinci ve ikinci yolu da hepten ihtimal dışı görmüyorum. elbette bunlar “teyzemin bıyıkları olsaydı dayım olurdu” kabilinden, yararsız gibi gözüken “düşünce egzersizleridir”. fakat, ihtimalleri hesaba katmadan gerçekleri anlamak kabil değil.
şimdi, yazımın başında zikrettiğim konuşmayı nakledebilirim.
iki yıl kadar önce, banliyö trenine binmiş, cebeci’den eve doğru gelmekteydim. karşı tarafımda ve iki sıra kadar önümde, yaşları yetmişi aştığı belli olan iki ihtiyar konuşmaktaydı. istemeden konuşmalarına tanık oldum. ismet paşa’dan, menderes’ten bahsettiklerini işitince daha bir can kulağıyla dinlemeye başladım. ateşli konuşmalarının bir yerinde, ihtiyarlardan biri bastonunu sertçe yere vurarak “kore’ye asker gönderilmesine ne gerek vardı? bize ne kore’den?” diye yüksek sesle bağırdı. diğer ihtiyar pek bir şey demedi ve ilk durakta banliyöden indi. fikri bir zafer kazanmış gibi gururlanan diğer ihtiyar da, derin düşüncelere dalmış devlet adamı ciddiyetiyle camdan dışarı gecekondulara baktı ve sonraki istasyon da banliyöden o da indi.
benim tuhafıma giden, ihtiyarların kore’ye asker gönderilmesini doğru ya da yanlış bulmaları değildi. önceden yazdığım gibi, herkes, dünya görüşüne göre, bu hususta bir şeyler söyleyebilir. burada bir fevkaladelik yok.
benim asıl tuhafıma giden, sanki dünkü olay hakkında yorum yapar gibi, çok taze bir olaymış gibi, elli küsur sene önce devletin yaptığı bir insiyatif hakkında, iki ihtiyarın ateşli ateşli tartışmalarıydı. ihtiyarlar arasında fikri münazaralara hele hele siyasi münazaralara pek tanık olmadığım için, halleri o gün bana pek acaip görünmüştü.
13 mart 1950 de usaf'ın 91. istihbarat filosuna (ki 91. stratejik keşif filosu, nsa altında görev yapan 1917 yılında kurulmuş olan 694. istihbarat grubu altında çalışan bir birimdir) bağlı uzun menzilli keşif uçağı rb-29a, çin halk cumhuriyeti hava sahasına girmiş rutin casusluk görevini yapmaktaydı. tam o sırada yerde bir takım hareketlilikler fark etti. 10.000 metreden pentogon'a ispikleyeceği müthiş bir bilgi ele geçirmişti. neydi bu bilgi? küçük adamlar ve yanlarındaki sarı-kumral uzun adamlar, kızıl yıldız altında daha önce görülmemiş bir savaşçıyı boyuyorlardı. sarıya boyuyorlar ve bu arada şarkı söylüyorlardı.(böyle hayal etmek daha eğlenceli)
neyse, konu ciddi, geri dönelim ciddiyete. amerika'nın güney-doğu asyadaki ilk ve en önemli soğuk savaş istihbaratı da bu şekilde gerçekleşmişti. çin ve rusya arasındaki işbirliği şubat 20 den bu yana vardı ama bunu amerika ve batı hükümetleri bilmiyordu. bu ilk soğuk savaş istihbaratındaki bilgi şuydu:
"sovyetler çin'e 20 adet yeni nesil savaşçı jet konuçlandırdı."
evet istihbarat doğruydu, ve bunlar mig-15 lerdi. 30 temmuza gelinceye kadar sovyet 106. hava bölüğü pilotları çinli pilotları eğitti. sam amcanın filoları rüzgar ekip kabus biçerken, mig-15 ler halkın içinde kısa sürede sevilmişti. nasıl sevilmesinler? haziran 25 te kuzey-güney arasında gelişenlerden sonra amerika birleşik devletleri birleşmiş milletlere asker gönderilmesi kararı aldırmıştı. bu kararla koreye koşarak gidenler arasında kimler yoktu ki, usaf, kraliyet 7. hava birliği, avustralya kraliyet hava kuvvetleri ve saire. duyan gelmiş gibi oldu bir anda kore semaları. özellikle b-29 stratejik bombandıman uçakları kadın erkek, halk çocuk dinlemiyordu. getirdikleri demokrasiyi herkes ilk elden tatsın istiyorlardı. kuzey kore binlerce kayıp veriyor, gazeteler b-29 ların aydaki kraterler gibi delikler açtığını yazıyorlardı. hatta 1944-1945 yıllarında almanlarla savaşan ve sonra korede savaşan mig-15 pilotları eğiten albay e.pepelyaev bu manzara karşısında şöyle diyecekti:
"almanlar bile bunu yapmadı."
mig-15 ler b-29 ların önünü kesmek için planlanmıştı, kuzey kore halkı onları nasıl sevmesin! mig-15 lerin eşdeğeri f-86 ile kombat becerileri arasında büyük bir fark yoktu. ancak f-86 daha ağır tonajdaydı, bunu yüklenebilmesi için motoru mig-15 ten daha güçlüydü. buna karşılık f-86 alçak irtifada iyi yatay manevra yapabilirken, mig-15 yüksek iritfada ve dikey manevrası kuvvetliydi. yani bu şu demekti, eğer uzaktan düşük rakımda bir mig-15 görülürse onun peşinden yüksek irtifaya çıkamayacaktı f-86 lar. nitekim öylede oldu. bu hava muharebesini kazanmak için değil, muharabenin bilgi ve aktif savunması için öngörülmüş bir başarıdır.
sovyet pilotların eğittikleri koreli ve çinli subayların bir çoğu daha sonra uçan aslar olmuştur. ve o günlerde 25 li yaşlarında olan bu genç koreliler halk kahramanıdır artık. dostluk ve emperyalizme karşı vatan savunması-mücadele bir zamanlar daha anlamlıydı. yine bir başka eğitmen s. karamarenko koreli pilotların bir yudum su içmek için bile zaman harcamadan öğrenme isteklerini şaka yollu şöyle ifade eder:
"bizlerde votkayı azaltmıştık."
1951 ekim ayında e. pepelyeav it dalaşı sonrasında düşürdüğü f-86 nın acil incelenmesi için moskova'dan emir gelir, böylece daha yakından tetkik edilecektir f-86. muharebe sırasında mig-15 pilotları arasında yaygın bir şüphe vardı. sanki f-86 pilotları kuyruktan bir şekilde kendi hareketlerini görüyor hissine sahiplerdi. uçakta kuyruk koruma radar sistemi olabilir miydi? ama ele geçen f-86 incelendiğinde şunu gördüler. ortada f-86'nın kambur bir şekilde çıkıntısı vardı. bunun sebebi pilotun yükseliğini görmeyi engelleyici bir konum yaratılmasıydı. mig-15 pilotları kokpite oturduğunda yalnızca omuz ve baş görünürdeyken, f-86 pilotları neredeyse bellerine kadar görünürde ve herşeyi görebilir konumdalardı. bu bilgi bazı şeyleri değiştirecekti.
sonuçta 38. paralelin altında ve üstünde mig-15 lerin varlığı savaşın seyri değişmiştir. yankee'lerin abartılı kahramanlık hikayelerine kıyasla kore savaşında birçok rus, çinli ve koreli mig-15 pilotu gerçek anlamda kahramanlık hikayesi yazmıştır gezegen dünya tarihene. hepsine saygıyla...
neyse, konu ciddi, geri dönelim ciddiyete. amerika'nın güney-doğu asyadaki ilk ve en önemli soğuk savaş istihbaratı da bu şekilde gerçekleşmişti. çin ve rusya arasındaki işbirliği şubat 20 den bu yana vardı ama bunu amerika ve batı hükümetleri bilmiyordu. bu ilk soğuk savaş istihbaratındaki bilgi şuydu:
"sovyetler çin'e 20 adet yeni nesil savaşçı jet konuçlandırdı."
evet istihbarat doğruydu, ve bunlar mig-15 lerdi. 30 temmuza gelinceye kadar sovyet 106. hava bölüğü pilotları çinli pilotları eğitti. sam amcanın filoları rüzgar ekip kabus biçerken, mig-15 ler halkın içinde kısa sürede sevilmişti. nasıl sevilmesinler? haziran 25 te kuzey-güney arasında gelişenlerden sonra amerika birleşik devletleri birleşmiş milletlere asker gönderilmesi kararı aldırmıştı. bu kararla koreye koşarak gidenler arasında kimler yoktu ki, usaf, kraliyet 7. hava birliği, avustralya kraliyet hava kuvvetleri ve saire. duyan gelmiş gibi oldu bir anda kore semaları. özellikle b-29 stratejik bombandıman uçakları kadın erkek, halk çocuk dinlemiyordu. getirdikleri demokrasiyi herkes ilk elden tatsın istiyorlardı. kuzey kore binlerce kayıp veriyor, gazeteler b-29 ların aydaki kraterler gibi delikler açtığını yazıyorlardı. hatta 1944-1945 yıllarında almanlarla savaşan ve sonra korede savaşan mig-15 pilotları eğiten albay e.pepelyaev bu manzara karşısında şöyle diyecekti:
"almanlar bile bunu yapmadı."
mig-15 ler b-29 ların önünü kesmek için planlanmıştı, kuzey kore halkı onları nasıl sevmesin! mig-15 lerin eşdeğeri f-86 ile kombat becerileri arasında büyük bir fark yoktu. ancak f-86 daha ağır tonajdaydı, bunu yüklenebilmesi için motoru mig-15 ten daha güçlüydü. buna karşılık f-86 alçak irtifada iyi yatay manevra yapabilirken, mig-15 yüksek iritfada ve dikey manevrası kuvvetliydi. yani bu şu demekti, eğer uzaktan düşük rakımda bir mig-15 görülürse onun peşinden yüksek irtifaya çıkamayacaktı f-86 lar. nitekim öylede oldu. bu hava muharebesini kazanmak için değil, muharabenin bilgi ve aktif savunması için öngörülmüş bir başarıdır.
sovyet pilotların eğittikleri koreli ve çinli subayların bir çoğu daha sonra uçan aslar olmuştur. ve o günlerde 25 li yaşlarında olan bu genç koreliler halk kahramanıdır artık. dostluk ve emperyalizme karşı vatan savunması-mücadele bir zamanlar daha anlamlıydı. yine bir başka eğitmen s. karamarenko koreli pilotların bir yudum su içmek için bile zaman harcamadan öğrenme isteklerini şaka yollu şöyle ifade eder:
"bizlerde votkayı azaltmıştık."
1951 ekim ayında e. pepelyeav it dalaşı sonrasında düşürdüğü f-86 nın acil incelenmesi için moskova'dan emir gelir, böylece daha yakından tetkik edilecektir f-86. muharebe sırasında mig-15 pilotları arasında yaygın bir şüphe vardı. sanki f-86 pilotları kuyruktan bir şekilde kendi hareketlerini görüyor hissine sahiplerdi. uçakta kuyruk koruma radar sistemi olabilir miydi? ama ele geçen f-86 incelendiğinde şunu gördüler. ortada f-86'nın kambur bir şekilde çıkıntısı vardı. bunun sebebi pilotun yükseliğini görmeyi engelleyici bir konum yaratılmasıydı. mig-15 pilotları kokpite oturduğunda yalnızca omuz ve baş görünürdeyken, f-86 pilotları neredeyse bellerine kadar görünürde ve herşeyi görebilir konumdalardı. bu bilgi bazı şeyleri değiştirecekti.
sonuçta 38. paralelin altında ve üstünde mig-15 lerin varlığı savaşın seyri değişmiştir. yankee'lerin abartılı kahramanlık hikayelerine kıyasla kore savaşında birçok rus, çinli ve koreli mig-15 pilotu gerçek anlamda kahramanlık hikayesi yazmıştır gezegen dünya tarihene. hepsine saygıyla...
Amerikan Dışışleri Bakan John F. Dulles'in "Çok masrafsız, günlük masrafı 23 Centi aşmıyor!" diye Türk askerini öven demeç verdiği savaş.
robot süpürge
bebek maması
aptamil bebek maması
en ucuz klima fiyatları
klima fiyatları
dubai vize
sözlük scripti sütyenli atlet
bodrum escort şişli escort bursa escort görükle escort türkçe seks hikayeleri izmir escort hatay escort izmir escort ankara escort
çankaya escort maltepe escort buca escort denizli escort denizli escort çiğli escort şirinevler escort çekmeköy escort
Anadolu Yakası Escort istanbul escort
şişli escort
esenyurt escort
beylikdüzü escort
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?