ölüm nedeni ‘kuytuların intiharı’ olarak, ölüm anı ‘zamansızlık kayboluşu’ olarak geçti kayıtlara.
çok bildiklerini taşıyamamanın ağırlığı vardı ödem ödem yorgun gözlerinin renkli koyuluğunda. onca şeyi anlatmak isteyip de, aslında bir boşluk ya da çoğu zaman bir hiçlik ile konuşmanın sızısı, inceden inceye dökülüveren ahmak ıslatan yağmur tadında yayıldı vücuduna.
onu öldüren, beyninin ulaşılamayan ve el değişmemiş tozlu rafları oldu en çok da. nasıl isterdi anlaşılmayı oysa…
ölüm müydü ona en çok zor gelen, yoksa delilik mi, cılız bedeninde taşınamayan engerek zindan?
karanlık mıydı tutsaklığı yoksa fazlaca aydınlık mıydı onu körkütük sarhoş kılan. hep “böyle buyurmuyor muydu zerdüşt?” ya da ‘yedi ben’likte yedincisinin isyanı?
bir yerde miydi hata, yoksa her yerde mi bin bir parçasının tercümanları?
sorular çoktu, ama azdı yanıtları...
damlarda gezinen ışık huzmesine adadı deliliğini, topraktaki ölüme sundu ayin tadında bedenini. ne deliliği yok oldu, ne de ölümde vücudu;
bir toprağı çatlattı filiz, hüzünlü ışığını armağan etti güneş, ve zamansızlıkta bir çiçek açtı cılız beden. poleniyle vücut buldu başka toprakta ve çiftleştiği çiçekteki bedende.
delinin ölümü, bir başka deliliğin öyküsünü doğurdu zamanın esrikliğinde.
delinin ölümü
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?