birini bulup, kendini kaybetmek, kendini kaybettiğinin ardında "ben" yerine "biz" i bulmak..
aşık olmak
birini bulup sonra kaybetmek.
olmamak için çaba sarfettigim sey.
asik olmak benim için;
birini bulup, kendini kaybetmek, kendini kaybettiginin ardinda kocaman nah’i bulmaktir...
asik olmak benim için;
birini bulup, kendini kaybetmek, kendini kaybettiginin ardinda kocaman nah’i bulmaktir...
beynin yarattığı illüzyona kalbin kanmasıdır.
yeniden dogmuş gibi olmak, hayatı daha çok sevmek, ayaklarının yere basmaması demek, kısacası küçük dagları yaratmış gibi hissetmek.
yemek yiyilmiyor akla gelince o yüzden aşık olmadan önce kilo alın .zaten zamanla bol bol kilo verirsiniz tekrar her şey eski haline doner sonra ve sonrada başka birine aşık olursunuz. işte boyle.
mantığın bir ağaç arkasına saklanıp nanik yaptığı, midede kelebeklerin uçuştuğu, kalbin ağızdan fırlayacağından korkulduğu duygu öbeği...
onda kendini bulup, kendini onda kaybetmek.
(bkz: siki tutmak)
rakı içemeye benziyor sanırım.baştan güzel bir heyecan rakıyı alırken.sonra değişik bir sıcaklık.sırasıyla hayattan geçici olarak kopma durumu,garip bir mutluluk,en sonunda da şiddetli bir baş ağrısı ve takrar aynı durum.
- ben... sanırım sana aşık oluyorum..
+ nasıl yani?
- bildiğin.. emmek falan istiyorum senii
+ ha o şekil...
- evet
+ nasıl yani?
- bildiğin.. emmek falan istiyorum senii
+ ha o şekil...
- evet
- ben.. sanırım sana a$ık oluyorum
* o dolar işareti ne oluyor?
- zengin göstersin diye o; babamın hanları var
* yersen, demen gerekiyordu unuttun
- vercen mi?
( gülün lan, espri yaptı! )
* o dolar işareti ne oluyor?
- zengin göstersin diye o; babamın hanları var
* yersen, demen gerekiyordu unuttun
- vercen mi?
( gülün lan, espri yaptı! )
kalır bir masal perisinde, bir hasta odasında, bir gece yarısında,buruk bir gülüşte, dağılmış yürüyüşte...aşk biter mi hiç??? aşk hep vardır aslında işte doğru zaman,doğru mekan, doğru insan geyikleri döner hep etrafta...aşık olmak mantık ötesi, fizik ötesi, saçmalık ötesi bi şeydir...saçmalamanın içinde ne kadar doğruluk payı varsa aşkta da o kadar aranmalıdır ve aşık olmak kendini kaybedince anlamlanır.......
hayatın anlamını perdelerin arkasına gizleyip, ölümün herkesi bekleyen durağında aşkın ta kendisini beklemek; elden ayaktan kesilen, içinden yazmanın gelmediği dünya ile ilişkinizi kestiğiniz anda hayatla tek bağlantı noktanızın, sevginizin, aşkınızın olması..
böyle bir durumda, her türlü ilişkileriniz tıkanma noktasına gelir, hayatınızı beraber geçirdiğiniz insanlara bile kelime etmekten aciz olmanız bir yana, gulumsemeyi son kullanma tarihi geçmiş , kurtlu baklagillerin olduğu raflara atıverirsiniz..
kalbinizin beyninizden ayrı dünyalarda çalıması sağlayan duygunun aşk mı, önlenemez sevgi mi olduğunu da kestiremezsiniz.. hayatınız gecenin belirli saatlerinden sonra akmaya başlar. geceleri, ayaklarınızın sorgusuz sualsiz, amaçsız, bilinçsiz götürdüğü yerlere takriben 25-30 cm.lik adımlarla ayak basarsınız, bilmem kaç gün önce cemaline aşık olduğunuz kızın ayak bastığı yerleri bilmeden; kestiremeden..
yürürken hiçbir hissiyat kaplamaz içinizi. kanser gibi beyninizi kemiren düşünceler çaresizliğin kılavuzluğunda, sadece sevdiğiniz kızın beyninizdeki küçük masum gülümsemeleri ya da suretiyle yol gösterir size. belki de böyle bir olaydır asik olmak..
attığınız başlığın anlamı bile sizin anlamsızlığınıza çare olamıyor, göbek adınızın oldum olası lanetlenmiş biçimde platonik olarak kesildiği yeryüzünde hiçbir ışık yüzünüze parıldamıyorsa, hayat sizi eninde sonunda pası üzerinde, ince kesilmiş sakal artıkları bulunan dandirik bakkal jiletine, ya da iyi olasınız diye yuvarladığınız bir kutu hapa doğru yönlendirir. asik olmak, belki de anlamı ve de tarifi imkansız bir biçimde teselli olarak yolu, bu küçük ama günahı sonsuz yoldaşlardan geçer..
suratınızı yerden kaldırmadan, anlamsızca bilmediğiniz yerlere, bilmediğiniz asfaltlara ayaklarınızı bastıkça, hayatın berbatlığı, iğrençliği, insanların çirkefliği, gençlerin ya da daha yeni tüyü bitmiş delikanlıların sorumsuz aşk oyunları, gözünüzün önünden içerisinde bütün paradoksları bulunduran bir queen klibi gibi geçer gözlerinizin önünden. her ne kadar asik olmak yer geldi mi, hayatın tüm bağlantılarının kopması olup da, buna mukabil freddie mercury the show must go on dese de, acınızın tavan yaptığı saatlerde, beyninizin tarifsiz aşkınızdan dolayı salakları oynadığı gecenin karanlığında karanlık bir silüet gibi sokak lambaları sizi takip eder. belki de asik olmak olayının vermiş olduğu yılgınlık ile aşık olunan kişinin takip etmesinin isteği sizi böyle durumlara sevk eder..
belirli olmayan gününüzü uykusuz, susuz, lokmasız, kifayetsiz, insan sıfatından yoksun, lütufsuz, suratsız geçirdiğiniz yaşantınız, evinizin içinde muhtelif bir bakırköyün, ya da gugukkuşunun fırlama koğuşlarından farksızdır..
buna rağmen, bütün gün sabırla iftar vaktini bekleyen kişi, her nasıl bir yudum suya, bir kuru ekmeğe, ya da bir kaşık çorbaya dahi muhtaçsa; yazın insanı deli eden, insan kafasında çiğ yumurtayı pişirecek kıvamdaki sıcağın altında filizlenmeye çalışan tohum nasıl bir damla yağmura muhtaçsa, sizin karşılıksız sevginiz de, hayatın sizi boğduğu, üzerinize size hesap sormadan yürüdüğü dönemde, aşık olduğunuz kıza o kadar da muhtaçtır.. işte böyle bir olaydır aşık olmak; içerisinde paradokslar barındıran, edi ile büdüyü, iyi ile kötüyü, remus ile romulus gibidir, birbirine ihtiyacı olan; ya da ötekisi olmadan yarım olabilen...
her ne kadar yeri ve zamanı geldiğinde, cebinde beş kuruş parası olmayan, tipsiz, sıfatsız, insan ruhunun inceliğinden bihaber olan gönlünüz, her ne zaman sevdiğiniz kızla konuşmayı bırakın, göz göze gelmeye dahi bir gram gücünüzün olmadığını bilse de, konuşmaya geldiniz mi, cümlelerin sonu gelir. ağzınız alnınıza kaçarken, kolunuzla bacaklarınız yer değiştirir, evrim geçirirsiniz. suratınız domatesin en açık halinden en koyu haline doğru yol alır...
birkaç aylık kendinizi hırpalamanız sonucunda, biyerlerinizi parçalamaya gümrük izni vermediyse; halsizliğiniz, bulantılarınız, icine kapaniklığınız ve de bir iki kelime dahi edememenizin meyvesini, gribim diye gittiğiniz doktordan muhtelif bilmemne kanseri olarak kendinizi paklamak suretiyle bu haberi öğrenerekten ayrılırsınız...
efenim sonuç itibariyle her başa dert olabilen, ama kimi zaman ölümle kimi zaman da amansız, tarifi acı ve de sonu yine ölümle bitebilen hastalıklara gebe bir olaydır bu asik olmak... hele bir de, aşık olan kişi, öyle böyle değil, gerçekten de içine kapanık bir insansa, telekom denen belanın vermiş olduğu hizmetsizlikten kaynaklanıp hala internete bağlanmayı bekleyen bilgisayar gibi, tek taraflı düşüncelerinizle öteki tarafı ziyaret ediverirsiniz...
böyle bir durumda, her türlü ilişkileriniz tıkanma noktasına gelir, hayatınızı beraber geçirdiğiniz insanlara bile kelime etmekten aciz olmanız bir yana, gulumsemeyi son kullanma tarihi geçmiş , kurtlu baklagillerin olduğu raflara atıverirsiniz..
kalbinizin beyninizden ayrı dünyalarda çalıması sağlayan duygunun aşk mı, önlenemez sevgi mi olduğunu da kestiremezsiniz.. hayatınız gecenin belirli saatlerinden sonra akmaya başlar. geceleri, ayaklarınızın sorgusuz sualsiz, amaçsız, bilinçsiz götürdüğü yerlere takriben 25-30 cm.lik adımlarla ayak basarsınız, bilmem kaç gün önce cemaline aşık olduğunuz kızın ayak bastığı yerleri bilmeden; kestiremeden..
yürürken hiçbir hissiyat kaplamaz içinizi. kanser gibi beyninizi kemiren düşünceler çaresizliğin kılavuzluğunda, sadece sevdiğiniz kızın beyninizdeki küçük masum gülümsemeleri ya da suretiyle yol gösterir size. belki de böyle bir olaydır asik olmak..
attığınız başlığın anlamı bile sizin anlamsızlığınıza çare olamıyor, göbek adınızın oldum olası lanetlenmiş biçimde platonik olarak kesildiği yeryüzünde hiçbir ışık yüzünüze parıldamıyorsa, hayat sizi eninde sonunda pası üzerinde, ince kesilmiş sakal artıkları bulunan dandirik bakkal jiletine, ya da iyi olasınız diye yuvarladığınız bir kutu hapa doğru yönlendirir. asik olmak, belki de anlamı ve de tarifi imkansız bir biçimde teselli olarak yolu, bu küçük ama günahı sonsuz yoldaşlardan geçer..
suratınızı yerden kaldırmadan, anlamsızca bilmediğiniz yerlere, bilmediğiniz asfaltlara ayaklarınızı bastıkça, hayatın berbatlığı, iğrençliği, insanların çirkefliği, gençlerin ya da daha yeni tüyü bitmiş delikanlıların sorumsuz aşk oyunları, gözünüzün önünden içerisinde bütün paradoksları bulunduran bir queen klibi gibi geçer gözlerinizin önünden. her ne kadar asik olmak yer geldi mi, hayatın tüm bağlantılarının kopması olup da, buna mukabil freddie mercury the show must go on dese de, acınızın tavan yaptığı saatlerde, beyninizin tarifsiz aşkınızdan dolayı salakları oynadığı gecenin karanlığında karanlık bir silüet gibi sokak lambaları sizi takip eder. belki de asik olmak olayının vermiş olduğu yılgınlık ile aşık olunan kişinin takip etmesinin isteği sizi böyle durumlara sevk eder..
belirli olmayan gününüzü uykusuz, susuz, lokmasız, kifayetsiz, insan sıfatından yoksun, lütufsuz, suratsız geçirdiğiniz yaşantınız, evinizin içinde muhtelif bir bakırköyün, ya da gugukkuşunun fırlama koğuşlarından farksızdır..
buna rağmen, bütün gün sabırla iftar vaktini bekleyen kişi, her nasıl bir yudum suya, bir kuru ekmeğe, ya da bir kaşık çorbaya dahi muhtaçsa; yazın insanı deli eden, insan kafasında çiğ yumurtayı pişirecek kıvamdaki sıcağın altında filizlenmeye çalışan tohum nasıl bir damla yağmura muhtaçsa, sizin karşılıksız sevginiz de, hayatın sizi boğduğu, üzerinize size hesap sormadan yürüdüğü dönemde, aşık olduğunuz kıza o kadar da muhtaçtır.. işte böyle bir olaydır aşık olmak; içerisinde paradokslar barındıran, edi ile büdüyü, iyi ile kötüyü, remus ile romulus gibidir, birbirine ihtiyacı olan; ya da ötekisi olmadan yarım olabilen...
her ne kadar yeri ve zamanı geldiğinde, cebinde beş kuruş parası olmayan, tipsiz, sıfatsız, insan ruhunun inceliğinden bihaber olan gönlünüz, her ne zaman sevdiğiniz kızla konuşmayı bırakın, göz göze gelmeye dahi bir gram gücünüzün olmadığını bilse de, konuşmaya geldiniz mi, cümlelerin sonu gelir. ağzınız alnınıza kaçarken, kolunuzla bacaklarınız yer değiştirir, evrim geçirirsiniz. suratınız domatesin en açık halinden en koyu haline doğru yol alır...
birkaç aylık kendinizi hırpalamanız sonucunda, biyerlerinizi parçalamaya gümrük izni vermediyse; halsizliğiniz, bulantılarınız, icine kapaniklığınız ve de bir iki kelime dahi edememenizin meyvesini, gribim diye gittiğiniz doktordan muhtelif bilmemne kanseri olarak kendinizi paklamak suretiyle bu haberi öğrenerekten ayrılırsınız...
efenim sonuç itibariyle her başa dert olabilen, ama kimi zaman ölümle kimi zaman da amansız, tarifi acı ve de sonu yine ölümle bitebilen hastalıklara gebe bir olaydır bu asik olmak... hele bir de, aşık olan kişi, öyle böyle değil, gerçekten de içine kapanık bir insansa, telekom denen belanın vermiş olduğu hizmetsizlikten kaynaklanıp hala internete bağlanmayı bekleyen bilgisayar gibi, tek taraflı düşüncelerinizle öteki tarafı ziyaret ediverirsiniz...
(bkz: secici dikkat)
asik olmak iyi, guzel de; "ha" dedin mi de olmuyor bu yahu! aramakla bulunmuyor, beklesen gelmiyor, gelse "kimse yok mu"yu size duyuramiyor, "haaa yokmus" diyor, cekip gidiyor. artik "tamam" dersiniz "bitti" biraz da kendimi yontmaliyim; "iki guzel laf ediyim", "adamla is gorusmesine gelmis gibi konusmiyim", "iletisim kuriyim", "sicak kanli oliyim", "asabilesmiyim", "o onun bakis acisi kabul ediyim, dayatmiyim", "iceri davet ediyim uzerine de kahve, baktim olmuyor ’hadi nas nas’ ama kapidan da cevirmiyim"...hersey iyi gider becerirsiz, ama yine olmaz.ask yine olmaz. tohumlari bile dusmez topraga, cebinizi bir yoklarsiniz, hicbir sey yok cep delik, vapurla karsiya gecerken denize dusmusler yari belinize kadar sarkarken siz, nasil filizlenecekler? asik olmak istiyorum demekle asik olunmuyor. herkesin "yarim elma"si yuvarlanip ayaginin onune dusmuyor, ya da baska yarim elma kesilip bicilse kar etmiyor! bekleseniz gecikiyor, korku sariyor, yas ilerliyor, baski artiyor...kahrolsun sizi bekleten ask!
tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak. evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz. sokağa fırlayacaksınız, sokaklar da dar gelecek. tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi... ne denizin mavisi açacak içinizi, ne pırıl pırıl gökyüzü. kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksiniz...
birileri size bir şeyler anlatacak durmadan:" önemli olan sağlık." , "yaşamak güzel." , "boş ver, herşey unutulur." siz hiçbirini duymayacaksınız. göz yaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz. ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz. hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz. ölüme çare bulundu ya da yarın kıyamet kopacakmış deseler başınızı kaldırıp "ne dedin?" diye sormayacaksınız...
yalnız kalmak isteyeceksiniz. hem de kalabalıkların arasında kaybolmak. ikisi de yetmeyecek, geçmişi düşüneceksiniz. neredeyse dakika dakika. biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğinizi söylese, kaçacaksınız. aslında kurtulmak istediğiniz halde o acıyı yaşamak için direneceksiniz. hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz. aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz. herkesi ona benzetip kimseyi onun yerine koyamayacaksınız. hiçbirşey oyalamayacak sizi. ilaçlara sığınacaksınız. birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan... sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek. boğazınız düğümlenecek, dinleyemeyeceksiniz. uyumak zor, uyanmak kolay olacak. sabahı iple çekeceksiniz. bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksiniz. ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler. ölmeyi isteyip ölemeyeceksiniz. belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz. nafile, düşüncesi bile tahammül edilemez gelecek...
rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz. her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz. telefonun çalmasını bekleyeceksiniz, aramayacağını bile bile. her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek. ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla. yüreğiniz burkulacak canınız yanacak. bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz...
hayata dair hiçbirşey yapmak gelmeyecek içinizden... onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız... defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz... yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz... onunla hiç bir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... ama bir umut... onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu... bu umut sizi gitmekten alıkoyacak... gel gitler içinde yaşayacaksınız... buna yaşamak denirse...
razı mısınız bütün bunlara? hazır mısınız sonunda ölüp ölüp dirilmeye? o halde aşık olabilirsiniz...
alıntıdır.
birileri size bir şeyler anlatacak durmadan:" önemli olan sağlık." , "yaşamak güzel." , "boş ver, herşey unutulur." siz hiçbirini duymayacaksınız. göz yaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz. ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz. hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz. ölüme çare bulundu ya da yarın kıyamet kopacakmış deseler başınızı kaldırıp "ne dedin?" diye sormayacaksınız...
yalnız kalmak isteyeceksiniz. hem de kalabalıkların arasında kaybolmak. ikisi de yetmeyecek, geçmişi düşüneceksiniz. neredeyse dakika dakika. biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğinizi söylese, kaçacaksınız. aslında kurtulmak istediğiniz halde o acıyı yaşamak için direneceksiniz. hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz. aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz. herkesi ona benzetip kimseyi onun yerine koyamayacaksınız. hiçbirşey oyalamayacak sizi. ilaçlara sığınacaksınız. birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan... sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek. boğazınız düğümlenecek, dinleyemeyeceksiniz. uyumak zor, uyanmak kolay olacak. sabahı iple çekeceksiniz. bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksiniz. ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler. ölmeyi isteyip ölemeyeceksiniz. belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz. nafile, düşüncesi bile tahammül edilemez gelecek...
rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz. her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz. telefonun çalmasını bekleyeceksiniz, aramayacağını bile bile. her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek. ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla. yüreğiniz burkulacak canınız yanacak. bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz...
hayata dair hiçbirşey yapmak gelmeyecek içinizden... onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız... defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz... yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz... onunla hiç bir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... ama bir umut... onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu... bu umut sizi gitmekten alıkoyacak... gel gitler içinde yaşayacaksınız... buna yaşamak denirse...
razı mısınız bütün bunlara? hazır mısınız sonunda ölüp ölüp dirilmeye? o halde aşık olabilirsiniz...
alıntıdır.
yanılgıdır, en az iki hafta en fazla altı ayda farkedersiniz. daha uzun suruyor ise bu farkındalık yanılgı ıcınde yanılgı yasıyor olabılırsınız biraz dusunmek ise yarayabilir eger yardımcı organa sahip iseniz!
evveliyatında olduğumu zannettiğim zamanlarda aşık olmayı daha değişik tasvir edebilecek bir insandım.yok azizim ba$ka bir $eymi$..göz kapaklarımı taşıyamıyorum alı$kanlıklarım deği$iyor ba$ka bir ben oluyorum bu beni rahatsız mı ediyor? hayır hani bu midede uçuşan kelebekler var ya olayı abartmı$ durumdalar sanki birbirlerini düdüklüyorlar.onu dü$ününce iliklerime kadar gev$eme hissediyorum.yanındayken ise tarif edemeyeceğim bir hissiyat içerisine giriyorum.ulan manyak gibi kıskanır mı insan? vallahi kıskanıyorum ! bu zarar veriyor mu ? verdiği zararı aynı tempoda midemde hissediyorum ! hoop kelebekler yine i$ ba$ında...sabır denen kavram zaten yok ulan bir rahat bırak nefes alsın diyorum önce. sonra ulan onun nefesini yerim ben modunda boğazına çöküyorum.çocukluk mu bu diye bir serzenişte bulunuyorum kendime ..sonra içimdeki ses ’ böyle çocuk mu olur lan’ diye bu düşüncemi itiyor kafamdan..uzakta olması bir dert bundan eminim ama kısa süreli mecburi uzaklıkların verdiği sıkıntıları aşık olmak olayı yüzünden normalin 5 katı yaşıyorum. ah bir de telefonda bitmeyen konuşmalar susmalar sessizliği dinlemek bile bir huzur veriyor ulan diyorum sen önceleri neydin? bu his böyle değildi diyorum.. aklıma yüzü geliyo !!! sonra kelebekler iş başına.. sonra.. sonra.. sonra.. ben onu çok seviyorum....
kıskançlığın başka bir boyutunu tattıran duygudur.hani derler ya onun yanındayken ellerin ayakların tir tir titrer.işte o titreme sevginizin büyüklüğünü anlatan bir reflekstir.hele onu sevdiğinizi ona söyleyemiyorsanız daha bir heyecan yaşarsınız.onun yanındayken geçirdiğiniz bir saniyeyi dünyalara değişmezsiniz.maymuna çevirir adamı,daha önce hiç yapmadığınız şeyleri yaparsınız ve içinizden biri size"höst oğlum kendine gel"der.aslında kendinize gelmeyi hiç istemezsiniz onun yanında.aşk aşk aşk..sevginin felaketlere yol açabileceğini gösteren yegane duygu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?