cumartesi akşamı roberto carlos’un yarışıp kutuları da diğer tüm takım arkadaşlarının açacağı yarışma programı.
sokağınızda birileri çıkıp havaya ateş açarsa telaşa kapılmayın polat alemdarın düğününü kutluyorlardır.
(bkz: la bebe)
şaka gibi maçtır.
bilgi sözlükte ilginçlikler durmak bilmiyor efendim kayan yazılardan sonra şimdi de armour bir küfürbaz olmuştur. armourun olması yetmiyormuş gibi herkes kufurbaz armour olmuş.
hepimiz küfürbazız, hepimiz armouruz.
hepimiz küfürbazız, hepimiz armouruz.
an itibariyle baş döndürten bir akıcılığı var sağdan sola. noluyor yahu sana sol frame ?
yine kötü şakalara maruz kalacağımız bir gün daha işte.
aşkı tanımlayan bir can dündar yazısıdır.
o’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
o’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, o’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, o’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve o, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri o’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat o’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, o’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan o’ysa... her filmin kahramanı o... her roman o’ndan söz ediyor, her çiçek o’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire o’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi o’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
o’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep o’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"çok yaşayın" ve de "siz de görünüz".
o’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
o’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, o’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, o’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve o, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri o’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat o’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, o’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan o’ysa... her filmin kahramanı o... her roman o’ndan söz ediyor, her çiçek o’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire o’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi o’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
o’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep o’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"çok yaşayın" ve de "siz de görünüz".
bir de aynı isimde can yücelin yazdığı bir şiir vardır;
aslan yine zehirlenmiş yatıyor,
alkol kuyusunun başında
yeleleri mızrak mızrak hep,
kurumuş kusmuktan
öylesine kanlanmış ki gözlerinin akları,
taşların üstüne kaydı kayacak
karnına çekiyor bidüziye ayaklarını,
tırnaklarını kesmek isteyen biri var da sanki o istemiyor
dört yöne birden gitmekte yüzü,
gerilemeler seyirmeler...
ama bir şiir aslanı ne de olsa
kafasını kusmuklardan kaldırıp ikide bir
"ars gratia artis" diye inliyor
yani " sanat sanat içindir" diyor.
aslan yine zehirlenmiş yatıyor,
alkol kuyusunun başında
yeleleri mızrak mızrak hep,
kurumuş kusmuktan
öylesine kanlanmış ki gözlerinin akları,
taşların üstüne kaydı kayacak
karnına çekiyor bidüziye ayaklarını,
tırnaklarını kesmek isteyen biri var da sanki o istemiyor
dört yöne birden gitmekte yüzü,
gerilemeler seyirmeler...
ama bir şiir aslanı ne de olsa
kafasını kusmuklardan kaldırıp ikide bir
"ars gratia artis" diye inliyor
yani " sanat sanat içindir" diyor.
bir can yücel şiiridir şeyist.
biz talebeyken şeydik
iyi arkadaştık şeylen
biliyorsunuz şeylen şey olunmaz
ben şeyi bitirince babam
şey dedi şey partisine girdim
zaten şeyle evlenmiştim
şey şeye gidelim dedi gittik
şeysiz de olmuyor döndük
iki şeyim oldu büyüdüler
doktor sende bir şey var diyor şimdi
tabiy bende bir şey var: sayamadığım kadar
kimse dokunamaz benim şeyime
çünki ben bir şeyim
her şey de bir şeydir ama
ben başka bir şeyim
ben şeyim .
biz talebeyken şeydik
iyi arkadaştık şeylen
biliyorsunuz şeylen şey olunmaz
ben şeyi bitirince babam
şey dedi şey partisine girdim
zaten şeyle evlenmiştim
şey şeye gidelim dedi gittik
şeysiz de olmuyor döndük
iki şeyim oldu büyüdüler
doktor sende bir şey var diyor şimdi
tabiy bende bir şey var: sayamadığım kadar
kimse dokunamaz benim şeyime
çünki ben bir şeyim
her şey de bir şeydir ama
ben başka bir şeyim
ben şeyim .
bir can yücel şiiri.
çift atlı bir araba nefesimle kurbağa
gidiyoruz
çekmiş üstüne denizi yatmış kasaba
süngercisi tefecisi tuvaletçisi
uyku diye bir pinanın içinde
açılıp açılıp kapanıyorlar
belki de evde kaldığı için sevgiler
gökyüzü bir kenarda duruyor aynalı bir çeyiz sandığı gibi.
marmaris,
(körfez değil bu gece
suya çövmüş ağaçları
bükrü kayalarıyla
hantal bişey
kocaman bir kulak
bin birinci gecedeyiz sanki,
masal bitmiş,
ve öyle sessiz ki ortalık)
sağır oldum sanıyor kendini
derken,
(ölü dalgalar da böyle olur)
şıp dedi kesildi sessizlik.
bir kurbağa başladı ötmeye
karanlık yıkık bir kaleydi, sürmüş rodos seferinden
bir sarmaşığa tutunup
atladık üstünden duvarın
geride kaldı sabırlar
çift atlı bir araba nefesimle kurbağa
gidiyoruz
çift atlı bir araba nefesimle kurbağa
gidiyoruz
çekmiş üstüne denizi yatmış kasaba
süngercisi tefecisi tuvaletçisi
uyku diye bir pinanın içinde
açılıp açılıp kapanıyorlar
belki de evde kaldığı için sevgiler
gökyüzü bir kenarda duruyor aynalı bir çeyiz sandığı gibi.
marmaris,
(körfez değil bu gece
suya çövmüş ağaçları
bükrü kayalarıyla
hantal bişey
kocaman bir kulak
bin birinci gecedeyiz sanki,
masal bitmiş,
ve öyle sessiz ki ortalık)
sağır oldum sanıyor kendini
derken,
(ölü dalgalar da böyle olur)
şıp dedi kesildi sessizlik.
bir kurbağa başladı ötmeye
karanlık yıkık bir kaleydi, sürmüş rodos seferinden
bir sarmaşığa tutunup
atladık üstünden duvarın
geride kaldı sabırlar
çift atlı bir araba nefesimle kurbağa
gidiyoruz
can yücel şiiridir.
deniz öyle yakın ki korkun kalabalığıyla
dost yakamozları bile unutup
koşuyorum yengeçler gibi kendime doğru
kumun üstüde yazılarla ayak izlerim
belki de ben ömrümde ilk defa bu gece şairim
ne köy ne kent olurmuş yalnızlıktan öğrendim
şimdi çiy kuşu ötse de biliyorum gayri
poyrazın ergeç kumları dümdüz edeceğini.
"çiy kuşu bizim barometremizdir," dedi balıkçı hüseyin.
"o öttü mü hava hoş demektir."
deniz öyle yakın ki korkun kalabalığıyla
dost yakamozları bile unutup
koşuyorum yengeçler gibi kendime doğru
kumun üstüde yazılarla ayak izlerim
belki de ben ömrümde ilk defa bu gece şairim
ne köy ne kent olurmuş yalnızlıktan öğrendim
şimdi çiy kuşu ötse de biliyorum gayri
poyrazın ergeç kumları dümdüz edeceğini.
"çiy kuşu bizim barometremizdir," dedi balıkçı hüseyin.
"o öttü mü hava hoş demektir."
bir can yücel şiiridir gitmez-ayak.
ben bi kadın, kaçarsam, sen napan ?
zor bulun başka kadın !..
benden güzel yar bulaman,
çorbanı pişrecek,
söküklerini dikecek!..
kim serecek döşeğini
kim uvcak kulunçlarnı ?..
uçarsam gökovaya,
kalırsan sen ortada,
bulamayın beni, napan ?..
gittiğim yer cennetabat,
bulut melek, melek bulut...
ben uçarsam, sen napan ?..
ya seni bulamazsam orda,
ben erkeksiz,ben sensiz
ben cennetabatta napam ?..
ben bi kadın, kaçarsam, sen napan ?
zor bulun başka kadın !..
benden güzel yar bulaman,
çorbanı pişrecek,
söküklerini dikecek!..
kim serecek döşeğini
kim uvcak kulunçlarnı ?..
uçarsam gökovaya,
kalırsan sen ortada,
bulamayın beni, napan ?..
gittiğim yer cennetabat,
bulut melek, melek bulut...
ben uçarsam, sen napan ?..
ya seni bulamazsam orda,
ben erkeksiz,ben sensiz
ben cennetabatta napam ?..
sırılsıklam bir gökyüzü çıktı ağlardan
masmavi bütün balıkçılar. can yücel
masmavi bütün balıkçılar. can yücel
tadından yenmeyen bir can yücel şiiri ile daha karşı karşıyayız.
reis bey dedim reis bey
asın beni dedim dövün öldürün beni
suçluyum dedim kahpenin soysuzun biriyim ben
vatan hainiyim belki de
çalmadım öldürmedim ama
daha kötüsünü yaptım
na’aptım biliyormusunuz
halim beyin deposunda hammaldım geçen yıl
kaçıncı balye idi kim bilir
kaçırmışım keçileri birara
arabalar evler sokaklar alıp başını gitmiş
bi ova bi ben bi gökyüzü
sırtımda bir pamuk tarlası
çıkmış üstüne güneş ter ter tepinir
tek dur dedim güneşe
hayvanlığın lüzumu yok
baktım oralı değil
yıktım oracığa pamuk tarlasını
aldım ayağımın altına güneşi
yer misin yemez misin
neden sonra uyanmışım
karanlıklar basmış geceler olmuş
bir ayçiçeği açmış sağ elimde
solumda yediveren yedi amele
almışız denizi karşımıza
çıtır çıtır dişimizde ayçiçekleri
bi güzel ağlamışız
adamın gözleri resi bey adamın gözleri
bir koltuk meyhanesiydi
izmir’in meyhane boğazı’nda
dir dumandır uğruyor dışarı bir duman
dumanın yanısıra bir kerih türkü
gel dedi gel girdim içeri
koluma yapıştı birden
gördün mü dedi şu deyyusları
köşede üç herif oturuyordu
nedense çürük dişlerim geldi aklıma
o keçiler var ya dedi o namussuzlar
onlar yedi benim başımı
bi gün bile yaşatmam o itleri ama
şükretsinler gene kafakağıdımı kaybettim
ah bir kafakağıdım olsa
ben bilirim yapacağımı
adamın gözleri bir bursa bıçağıydı
çıkardım cebimden nüfus kağıdımı
tutuşturdum eline
sonra na’aptım biliyor musunuz reis bey
doğru keraneye gittim
kambur bir karı buldum evlerin birinde
belli sığıntı orda
eski terlikler gibi bakıyor insanın yüzüne
gel dedim çıkalım yukarı
ben müşteriye çıkmam dedi
olsun dedim olsun
çaça da geldi peşimizden
al takke ver külah üstesinden geldik işin
oturttum sonra karyolanın kenarına
saçlarını taradım dudaklarını boyadım
parayı verdim eline tam gideceğim artık
cıvıl cıvıldı gözleri
yeni dağılmış bir ilkokul gibi
işte böyle dedim reis bey
başınızı ağrıtmayayım
yoksa bunlara gelinceye dek daha ne haltlar karıştırmadım
biliyorum suçluyum razıyım cezama
çalmadım öldürmedim ama
daha kötüsünü yaptım
na’aptım biliyormusunuz reis bey
tuttum insanları sevdim.
reis bey dedim reis bey
asın beni dedim dövün öldürün beni
suçluyum dedim kahpenin soysuzun biriyim ben
vatan hainiyim belki de
çalmadım öldürmedim ama
daha kötüsünü yaptım
na’aptım biliyormusunuz
halim beyin deposunda hammaldım geçen yıl
kaçıncı balye idi kim bilir
kaçırmışım keçileri birara
arabalar evler sokaklar alıp başını gitmiş
bi ova bi ben bi gökyüzü
sırtımda bir pamuk tarlası
çıkmış üstüne güneş ter ter tepinir
tek dur dedim güneşe
hayvanlığın lüzumu yok
baktım oralı değil
yıktım oracığa pamuk tarlasını
aldım ayağımın altına güneşi
yer misin yemez misin
neden sonra uyanmışım
karanlıklar basmış geceler olmuş
bir ayçiçeği açmış sağ elimde
solumda yediveren yedi amele
almışız denizi karşımıza
çıtır çıtır dişimizde ayçiçekleri
bi güzel ağlamışız
adamın gözleri resi bey adamın gözleri
bir koltuk meyhanesiydi
izmir’in meyhane boğazı’nda
dir dumandır uğruyor dışarı bir duman
dumanın yanısıra bir kerih türkü
gel dedi gel girdim içeri
koluma yapıştı birden
gördün mü dedi şu deyyusları
köşede üç herif oturuyordu
nedense çürük dişlerim geldi aklıma
o keçiler var ya dedi o namussuzlar
onlar yedi benim başımı
bi gün bile yaşatmam o itleri ama
şükretsinler gene kafakağıdımı kaybettim
ah bir kafakağıdım olsa
ben bilirim yapacağımı
adamın gözleri bir bursa bıçağıydı
çıkardım cebimden nüfus kağıdımı
tutuşturdum eline
sonra na’aptım biliyor musunuz reis bey
doğru keraneye gittim
kambur bir karı buldum evlerin birinde
belli sığıntı orda
eski terlikler gibi bakıyor insanın yüzüne
gel dedim çıkalım yukarı
ben müşteriye çıkmam dedi
olsun dedim olsun
çaça da geldi peşimizden
al takke ver külah üstesinden geldik işin
oturttum sonra karyolanın kenarına
saçlarını taradım dudaklarını boyadım
parayı verdim eline tam gideceğim artık
cıvıl cıvıldı gözleri
yeni dağılmış bir ilkokul gibi
işte böyle dedim reis bey
başınızı ağrıtmayayım
yoksa bunlara gelinceye dek daha ne haltlar karıştırmadım
biliyorum suçluyum razıyım cezama
çalmadım öldürmedim ama
daha kötüsünü yaptım
na’aptım biliyormusunuz reis bey
tuttum insanları sevdim.
bir can yücel şiiri ;
selma diye bir kız vardı seyrimde
şen barda çalışırdı
geceleri zilzurna dönerdi
otel dediğim bir belalı herif
bırakıp selmayı kaçmış
düşünün bir top mavi patiska
demek bir top deniz
bir ucundan selma tuttu
bir ucundan ben
selma işte öylesine ağlıyordu
gecenin ikisinden sonra
sen mi kaldın dedim düzelticek dünyayı
vurup kapıyı çıktım
kordonboyu bir cam açıldı
cam değil bir günebakan
göründü derken selma
bir sevda başladı
selma yalın yapıldak yürüyordu
eteklerinde bir kekik kokusu
sevince çocuk oluyor insan
sol kolunu uzatıverdi
önümüzde silme yeşil bir ova
iki at gemi azıya almış
iyi bir haber gibi koşuyordu
selma diye bir kız vardı seyrimde
bir başka otele gitti
otel dediğim bahri babada
deliler koğuşu.
selma diye bir kız vardı seyrimde
şen barda çalışırdı
geceleri zilzurna dönerdi
otel dediğim bir belalı herif
bırakıp selmayı kaçmış
düşünün bir top mavi patiska
demek bir top deniz
bir ucundan selma tuttu
bir ucundan ben
selma işte öylesine ağlıyordu
gecenin ikisinden sonra
sen mi kaldın dedim düzelticek dünyayı
vurup kapıyı çıktım
kordonboyu bir cam açıldı
cam değil bir günebakan
göründü derken selma
bir sevda başladı
selma yalın yapıldak yürüyordu
eteklerinde bir kekik kokusu
sevince çocuk oluyor insan
sol kolunu uzatıverdi
önümüzde silme yeşil bir ova
iki at gemi azıya almış
iyi bir haber gibi koşuyordu
selma diye bir kız vardı seyrimde
bir başka otele gitti
otel dediğim bahri babada
deliler koğuşu.
bir can yücel şiiri.
fener balığı aldım çarşıdan
emekli fener bekçisini götürüyorum eve
hani şu kırçıl bıyıkları
rüzgarda uçan ağarmış saçlarıyla
yanımızdan motosikletle geçen ihtiyar.
su dolu tencereyi ateşe koydum
içine iki baş soğan iki diş sarmısak
iki defne yaprağı attım
balığı da kaydırdım aralarına,
kaynar suyun kabarcıklarını seyrederken düşündüm
kim bilir ne denizler ne denizler
ne lodoslar ne poyrazlar
görmüş geçirmiştir o emekdar
tekir burnundaki fenerden diye.
fener balığı aldım çarşıdan
emekli fener bekçisini götürüyorum eve
hani şu kırçıl bıyıkları
rüzgarda uçan ağarmış saçlarıyla
yanımızdan motosikletle geçen ihtiyar.
su dolu tencereyi ateşe koydum
içine iki baş soğan iki diş sarmısak
iki defne yaprağı attım
balığı da kaydırdım aralarına,
kaynar suyun kabarcıklarını seyrederken düşündüm
kim bilir ne denizler ne denizler
ne lodoslar ne poyrazlar
görmüş geçirmiştir o emekdar
tekir burnundaki fenerden diye.
can yücel şiiridir.
güneşi fethedeceğine
güneşe teslim ol !
bak, iki çocuk da öyle yapmış !
marsık gibi bedenleri
kıçlarında kara bir don
salatalık yiyorlar otobüste ayakta,
güneşin çocukları...
rüzgar desen o da öyle,
güneş güneş esiyor...
kuran kursu değil bu, güneş kursu !
güneşi fethedeceğine
güneşe teslim ol !
bak, iki çocuk da öyle yapmış !
marsık gibi bedenleri
kıçlarında kara bir don
salatalık yiyorlar otobüste ayakta,
güneşin çocukları...
rüzgar desen o da öyle,
güneş güneş esiyor...
kuran kursu değil bu, güneş kursu !
can yücel şiiridir.
körmen koyunda
-alium victoialis-
kavuşmak üzereydi akşam,
güneş birdirbir oynamıştı
sırtımda bütün gün,
koştum laci dalgalara
mayomu da çıkartıp attım
sırtüstü uzandım derin sulara,
-jack london-
içim geçmiş uyumuşum,
denizin parçasıyım gayrı
-polanskinin sudaki hançeri gibi
ölümün parçasıyım.
körmen koyunda
-alium victoialis-
kavuşmak üzereydi akşam,
güneş birdirbir oynamıştı
sırtımda bütün gün,
koştum laci dalgalara
mayomu da çıkartıp attım
sırtüstü uzandım derin sulara,
-jack london-
içim geçmiş uyumuşum,
denizin parçasıyım gayrı
-polanskinin sudaki hançeri gibi
ölümün parçasıyım.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?