sahip olamadığım şey.
(bkz: tek çocuk olmak)
bir cips markası.
çerezza sinema, tv ve muhabbet olmak üzere 3 farklı çeşidi var.
çerezza sinema, tv ve muhabbet olmak üzere 3 farklı çeşidi var.
(bkz: 72. koğuş)
kadınların en büyük çilesi özellikle de yaz aylarında. zaten hava sıcakken bir de ütünün buharı ile saunaya girmiş gibi olursunuz wallahi.
bi de zor bişidir pantolanlarda çift çizgi yapmamak.
bi de zor bişidir pantolanlarda çift çizgi yapmamak.
gözlüklerin gözündeyken gözlüklerini aramak.bol gözlü bir entry oldu ama anladınız siz beni.
(bkz: ay ışığı)
şu an disco kralı nda mor yazma şarkısını canli seslendiren şarkıcı.
birlikte sanat tarihi dersi aldığımız bi italyan exchange vardı adını unutmuşum ama allah ım o nasıl bi şirinliktir, o nasıl karizmatik sestir. nerelerdedir acep şimdi?
bu gece kendi ellerimle yaptığım ve birazdan afiyetle yiyeceğim börek çeşidi.
evet hem de gecenin bu saatinde yiyeceğim.aş erme durumu yok ama.yanlış anlaşılmasın.
evet hem de gecenin bu saatinde yiyeceğim.aş erme durumu yok ama.yanlış anlaşılmasın.
yılmaz erdoğan şiyiri:
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililiği!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat’ın büyük elleri
ararat’ın kız yelleri
cilo’nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okumaya
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara’ ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar)
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara’da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacak mı duygusu çöker bütün bozkıra.
kimse keman çalmaz belki
belki bu film hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat urfa’da hatta
ama hiçbirinde
o kadar aç oturmadım sofraya
ankara’ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme ankara’yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara’yı sevdiğini anlamadan
ankara’da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için değil
çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş’ ı hem bülent ersoy’ u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı bir kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitleyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara’ yı
o’nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim, nazlıdır ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o, en netameli aydır bence.
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara’ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililiği!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat’ın büyük elleri
ararat’ın kız yelleri
cilo’nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okumaya
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara’ ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar)
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara’da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacak mı duygusu çöker bütün bozkıra.
kimse keman çalmaz belki
belki bu film hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat urfa’da hatta
ama hiçbirinde
o kadar aç oturmadım sofraya
ankara’ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme ankara’yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara’yı sevdiğini anlamadan
ankara’da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için değil
çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş’ ı hem bülent ersoy’ u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı bir kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitleyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara’ yı
o’nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim, nazlıdır ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o, en netameli aydır bence.
ankara’ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara’ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.
zeki olduğunu hukuk fakületesi mezunu olduğu gerçeğiyle vurgulayan ama canlı yayında okuduğu kitaplardan ve yazarlardan örnek verebileceğini bir türlü anlayamayan güzide şarkıcı.
lisedeyken almanca hocamızın cevre unitesine 1 ay ayırması sonucunda her ders tekrar tekrar karsımıza cıkan kelimeydi. bunca zaman geçmiş, unutmamışım. alkışlar gülfer hocam için.
(bkz: gender roles)
bir w.h.auden şiiri:
stop all the clocks, cut off the telephone,
prevent the dog from barking with a juicy bone,
silence the pianos and with muffled drum
bring out the coffin, let the mourners come.
let aeroplanes circle moaning overhead
scribbling on the sky the message he is dead.
put crepe bows round the white necks of the public doves,
let the traffic policemen wear black cotton gloves.
he was my north, my south, my east and west,
my working week and my sunday rest,
my noon, my midnight, my talk, my song;
i thought that love would last forever: i was wrong.
the stars are not wanted now; put out every one,
pack up the moon and dismantle the sun,
pour away the ocean and sweep up the woods;
for nothing now can ever come to any good.
stop all the clocks, cut off the telephone,
prevent the dog from barking with a juicy bone,
silence the pianos and with muffled drum
bring out the coffin, let the mourners come.
let aeroplanes circle moaning overhead
scribbling on the sky the message he is dead.
put crepe bows round the white necks of the public doves,
let the traffic policemen wear black cotton gloves.
he was my north, my south, my east and west,
my working week and my sunday rest,
my noon, my midnight, my talk, my song;
i thought that love would last forever: i was wrong.
the stars are not wanted now; put out every one,
pack up the moon and dismantle the sun,
pour away the ocean and sweep up the woods;
for nothing now can ever come to any good.
kadıköy de gezerkene bir t-shirt üzerinde gördüğüm kısaltma ve altında açıklaması:
pazarlama ve nakliyat.
pazarlama ve nakliyat.
ing. tür, ceşit veya kibar, nazik.
ingiliz şair john keats şiiri:
i
ah, what can ail thee, wretched wight,
alone and palely loitering?
the sedge is witherd from the lake,
and no birds sing.
ii
ah, what can ail thee, wretched wight,
so haggard and so woe-begone?
the squirrels granary is full,
and the harvests done.
iii
i see a lily on thy brow,
with anguish moist and fever dew;
and on thy cheek a fading rose
fast withereth too.
iv
i met a lady in the meads,
full beautiful - a faerys child;
her hair was long, her foot was light,
and her eyes were wild.
v
i set her on my pacing steed,
and nothing else saw all day long,
for sideways would she lean, and sing
a faerys song.
vi
i made a garland for her head,
and bracelets too, and fragrant zone;
she lookd at me as she did love,
and made sweet moan.
vii
she found me roots of relish sweet,
and honey wild, and manna dew;
and sure in language strange she said -
i love thee true.
viii
she took me to her elfin grot,
and there she gazed, and sighed deep,
and there i shut her wild wild eyes
so kissd to sleep.
ix
and there we slumberd on the moss,
and there i dreamd - ah! woe betide!
the latest dream i ever dreamd
on the cold hill side.
x
i saw pale kings, and princes too,
pale warriors, death-pale were they all;
they cried - la belle dame sans merci
hath thee in thrall!
xi
i saw their starved lips in the gloam,
with horrid warning gaped wide,
and i awoke, and found me here
on the cold hill side.
xii
and this is why i sojourn here,
alone and palely loitering,
though the sedge is witherd from the lake,
and no birds sing.
i
ah, what can ail thee, wretched wight,
alone and palely loitering?
the sedge is witherd from the lake,
and no birds sing.
ii
ah, what can ail thee, wretched wight,
so haggard and so woe-begone?
the squirrels granary is full,
and the harvests done.
iii
i see a lily on thy brow,
with anguish moist and fever dew;
and on thy cheek a fading rose
fast withereth too.
iv
i met a lady in the meads,
full beautiful - a faerys child;
her hair was long, her foot was light,
and her eyes were wild.
v
i set her on my pacing steed,
and nothing else saw all day long,
for sideways would she lean, and sing
a faerys song.
vi
i made a garland for her head,
and bracelets too, and fragrant zone;
she lookd at me as she did love,
and made sweet moan.
vii
she found me roots of relish sweet,
and honey wild, and manna dew;
and sure in language strange she said -
i love thee true.
viii
she took me to her elfin grot,
and there she gazed, and sighed deep,
and there i shut her wild wild eyes
so kissd to sleep.
ix
and there we slumberd on the moss,
and there i dreamd - ah! woe betide!
the latest dream i ever dreamd
on the cold hill side.
x
i saw pale kings, and princes too,
pale warriors, death-pale were they all;
they cried - la belle dame sans merci
hath thee in thrall!
xi
i saw their starved lips in the gloam,
with horrid warning gaped wide,
and i awoke, and found me here
on the cold hill side.
xii
and this is why i sojourn here,
alone and palely loitering,
though the sedge is witherd from the lake,
and no birds sing.
(bkz: la belle dame sans merci)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?