sevdiğim bir triggerfinger şarkısı olur.
oh i beg you: can i follow?
oh i ask you: why not always?
be the ocean, where i unravel,
be my only, be the water where im wading.
youre my river running high,
run deep, run wild.
i-i follow, i follow you
deep sea baby, i follow you
i-i follow, i follow you
dark doom honey, i follow you
he’s a message; i’m the runner.
he the rebel; i’m the daughter waiting for you.
youre my river running high
run deep, run wild.
i-i follow, i follow you,
deep sea baby, i follow you
i-i follow, i follow you
dark doom honey, i follow you
youre my river running high,
run deep, run wild.
i-i follow, i follow you,
deep sea baby, i follow you
i-i follow, i follow you
dark doom honey, i follow you
dün ankaradan staja gelen meslektaşımın sahip olduğu talih çeşididir. adamın geldiği ilk gecede 5.8 deprem oldu arkadaşım.çocuk da çok cool, türkiyede epey deprem geçirmiş.
merkez üssü bulgaristanda sofya yakınlarında pernik diye bir yermiş, 5.6 ya da 5.8 şiddetinde. ben türkiyede oldu da biz de hissettik derken meğer bizmişiz kaynağı, way arkadaş. nasıl bir tırstıysam bir daha uyumadım. bir ara sanki 4:20 sularında artçı gibi bir şey de oldu gibi hissettim. ya da benim paranoyam da olabilir.
hayatımda ilk defa bir depremi hissettim. mışıl mışıl uyurken birden gardroptan ve yataktan gelen gıcırtı seslerine uyandım. baştan olayın deprem olduğunu idrak edemedim. acaba üst kattan mı gelio gıcırtı sesleri diye düşündüm, evet içim fesat. sonra anladım tabi deprem olduğunu ve aklıma ilk gelen şey ailemdi. filibe’de tek başına yaşayan bi insan olarak yalnız ölmekten korktum.
sallanırken ne yapsam, ne kadar sürer ki diye de düşünmedim değil. şu hayat kurtaran pozisyon vardı ya adını hatırlamıyorum işte onu bile düşündüm.
çok uzun sürmedi allah’tan. kalktım şaşkınlıkla ve ilk televizyonu açtım. ardından pc’yi. online olan independence’a yazdım deprem oldu burada galiba diye.sanırım teyit bekledim, o her şeyi bilir diyerekten. o biliyorsa kesin ben rüya ya da halüsülasyon görmedim demek olacaktı zira. bu şehirde benden başka deprem olduğunu hisseden olmamış sanki.
sallanırken ne yapsam, ne kadar sürer ki diye de düşünmedim değil. şu hayat kurtaran pozisyon vardı ya adını hatırlamıyorum işte onu bile düşündüm.
çok uzun sürmedi allah’tan. kalktım şaşkınlıkla ve ilk televizyonu açtım. ardından pc’yi. online olan independence’a yazdım deprem oldu burada galiba diye.sanırım teyit bekledim, o her şeyi bilir diyerekten. o biliyorsa kesin ben rüya ya da halüsülasyon görmedim demek olacaktı zira. bu şehirde benden başka deprem olduğunu hisseden olmamış sanki.
90lı senelerde çocuk olan bizim kuşak için bizimkiler gecesiydi.
2012 bahar dönemi sınavı bugün gerçekleşmiştir. hayırlara vesile olsun,amin.
aynı zamanda bir deniz seki şarkısı.
bulgaristanda pek yaygın olan bir durum. gerçi türkiyede de var. ama bence gereksiz.
şimdi ben orada manikürümü yaptırırken niye elin yakışıklı herifinin saç sakal traşı oluşunu izliyorum.
ya da aynı şekilde adamcağız niye kim gelmiş ağdaya, kim gelmiş saç yaptırmaya görüyor.
ayrı olsun şekerim bu işler.herkes mutlu mesut ne yaptıracaksa yaptırsın rahat rahat.
şimdi ben orada manikürümü yaptırırken niye elin yakışıklı herifinin saç sakal traşı oluşunu izliyorum.
ya da aynı şekilde adamcağız niye kim gelmiş ağdaya, kim gelmiş saç yaptırmaya görüyor.
ayrı olsun şekerim bu işler.herkes mutlu mesut ne yaptıracaksa yaptırsın rahat rahat.
bugün keşfettiğim izel şarkısı.sözleri yazan arkadaş herhalde bu son dönemde tutan vampir hikayelerinden etkilendi ve "bizde niye yok böyle eserler" diye düşünüp aldı kalemi kağıdı eline. nasılsa beyin bedava.
sevgili izel de çocukluğumun sanatçısıydı yani, izel çelik ercan 3lüsü olaraktan. keşke bu dahiyane şarkıyı icra etmeseymiş yaff. dumur oldum.
sevgili izel de çocukluğumun sanatçısıydı yani, izel çelik ercan 3lüsü olaraktan. keşke bu dahiyane şarkıyı icra etmeseymiş yaff. dumur oldum.
avusturyalı yazar thomas bernhard ın kitabı olur kendisi aynı zamanda.
sabah 8:45te uyanan bu bünye "eyvah uyuyakalmışım, geç kaldım işe" diye anlık bir paniğin ardından günlerden cumartesi olduğunu hatırlayarak "lanet olsun, cumartesi uyuyacaktım ki ben oglene kadar" şeklinde bir karmasa yaşadı, kendini bi sorguladı. neyseki hafif bir güneş vardı ve yagmur yağmıyordu..
bir salaklık öyküm daha geldi aklıma,işte başlıyoruz.
annemin dediğine göre 3,5-4 yaşındaymışım. edirne’deki bir akrabamızın düğününe mi nişanına mı gidiyoruz annem, babam ve ben. o zaman arabamız yok, otobüsle yolculuk, hani şu sigaranın otobüslerde bile serbest olduğu dönemlerdeyiz.
efendim yolda uyumuşumdur ben kesin;öyle sessiz, sakin bi çocuktum.edirne’ye gelip de artık nerede indiysek otobüsten, muhtemelen gözümü açıp gördüğüm ilk şey o salıncak olmalı ki ipini koparmış gibi koştum, koştum, koştum ve salıncağa kavuştum. ama ne kavuşmak?
salıncağımız saçtan yapılmış, güneşte bir güzel kızmış. benim üzerimde minik bir etek. hevesle koştuğum o sıcacık salıncağa bir oturdum bir kalktım. saniyelik bu oturuşta bile tombik bacaklarım ve popomun belli bir kısmı bi güzel yandı.o anlık acı, o salıncakla kavuşma anında gelen beklenmedik yanma hissi hala beynimde.
neyseki bişey olmadı fiziksel manada, psikolojik etkileri kalmışsa da bilemeyeceğim.
bu olay bile benim salıncak sevdamı bitirmeye yetmemiş. annemler her yaz bahçeye kurardı bir salıncak. bütün gün oturur, "tren gelir hoş gelir, bodaları boş gelir" diye şakırdım. annem pencereden bağırır "yavrum boda değil oda " derdi. ilkinde oda deyip sonra gene bildiğimi okurdum..hey gidi kızanlık..
bak bu yaşıma geldim,hani yaşıtlarımın çoğu parklarda kendi veletlerini sallar, bense bi parkta sığabildiğim bir boş salıncak bulsam kendim sallanırım.ilerde çocuğum olsa da yavrucuğuma kesin benden sıra gelmez.
annemin dediğine göre 3,5-4 yaşındaymışım. edirne’deki bir akrabamızın düğününe mi nişanına mı gidiyoruz annem, babam ve ben. o zaman arabamız yok, otobüsle yolculuk, hani şu sigaranın otobüslerde bile serbest olduğu dönemlerdeyiz.
efendim yolda uyumuşumdur ben kesin;öyle sessiz, sakin bi çocuktum.edirne’ye gelip de artık nerede indiysek otobüsten, muhtemelen gözümü açıp gördüğüm ilk şey o salıncak olmalı ki ipini koparmış gibi koştum, koştum, koştum ve salıncağa kavuştum. ama ne kavuşmak?
salıncağımız saçtan yapılmış, güneşte bir güzel kızmış. benim üzerimde minik bir etek. hevesle koştuğum o sıcacık salıncağa bir oturdum bir kalktım. saniyelik bu oturuşta bile tombik bacaklarım ve popomun belli bir kısmı bi güzel yandı.o anlık acı, o salıncakla kavuşma anında gelen beklenmedik yanma hissi hala beynimde.
neyseki bişey olmadı fiziksel manada, psikolojik etkileri kalmışsa da bilemeyeceğim.
bu olay bile benim salıncak sevdamı bitirmeye yetmemiş. annemler her yaz bahçeye kurardı bir salıncak. bütün gün oturur, "tren gelir hoş gelir, bodaları boş gelir" diye şakırdım. annem pencereden bağırır "yavrum boda değil oda " derdi. ilkinde oda deyip sonra gene bildiğimi okurdum..hey gidi kızanlık..
bak bu yaşıma geldim,hani yaşıtlarımın çoğu parklarda kendi veletlerini sallar, bense bi parkta sığabildiğim bir boş salıncak bulsam kendim sallanırım.ilerde çocuğum olsa da yavrucuğuma kesin benden sıra gelmez.
elimizde bir çift olsun. kadın her neyse diyor ise kaçınız. önemsemezlik, dikkata almamak, kaydadeğer bulmamak gibi bir anlamı varmış gibi görünse de bu "her neyse"nin yeri ve zamanı gelecektir.kadın asla unutmaz, unuturmuş gibi yapar bir süreliğine.
erkek kullanırsa hakikaten önemsemediği bir durum vardır. kadın buna da takabilir. way efendim sen nasıl önemsemezsin benim fikrimi, hissimi gibisinden.
çözüm önerim:kullanmayın efendim bu kelimeyi, kullanılmasına da izin vermeyin.yakar.
erkek kullanırsa hakikaten önemsemediği bir durum vardır. kadın buna da takabilir. way efendim sen nasıl önemsemezsin benim fikrimi, hissimi gibisinden.
çözüm önerim:kullanmayın efendim bu kelimeyi, kullanılmasına da izin vermeyin.yakar.
(bkz: adet sancısı)
kıllı bacaklarla şortlu gezmenin rahatlığı/normalliği.
hikayeye gelin şimdi sevgili okur/yazar :
takriben 5-6 yaşlarında olmalıyım. sarışın, küt saçlı hafif tombik diye adlandırabileceğimiz bir saf çocuk. yaz günü olmalı, gökyüzünde parlayan güneşi hatırlıyorum çünkü.annem badana yapıyordu, köy yerinde kadınların görevidir.mutfağımızda ahşap bir dolap vardı o zamanlar. badana yapılırken usuldendir eşyalar havalandırılmak üzere dışarı çıkartılır. bu dolap da o gün dışarı çıkarılmıştı, hikayemizin ana unsuru olmak üzere belki de.
ben hakikaten salak bi çocukmuşum, hatırlıyorum çok canım sıkılırdı. hele yaz günleri daha da sıkılırdı çünkü herkes -ailem ve tüm arkadaşlarım- öğle uykusuna yatardı.ben hiç sevmedim çocukken öğle uykusunu. sıcakta allahın güneşinin altında bisiklet sürdüm, sokakta koşturdum, civciv sevdim, çamurdan kapkacak yaptım, pasta yaptım. tek çocuk olmanın da verdiği bir sıkıntıydı belki de. neyse hikayeye dönelim.
bahsekonu dolap evin önünde dışarda kapakları açık havalanır vaziyette duruyorken, enerji patlamasıyla beraber sıkıntı patlaması da yaşayan benim aklıma dahiyane bir fikir geldi. dolabın alt kısmında raf yok, tam benim sığabileceğim ebatlarda bir bölüm var. ee girerim ben buraya canım diye girdim, üstüme de kapakları kapadım ama nasıl becerdim bak orasını kestiremeyeceğim.
allahım nasıl sıcak, sıkış tepiş yer. bayılmadan kapakları açıp çıkayım diye debeleniyordum ki açamadım kapakları ve çok kıpırdamış olmalıyım, tombik bir çocuktum da dedim zaten, dolap yere yıkıldı. murphyi falan bilmezdim tabi o yaşta ama o zamandan peşime düşeceği belliymiş. dolabın kapaklarının olduğu yüzü altta kalacak şekilde yıkıldı dolap, içinde salak ben. neyse bağırdım çağırdım da annem zar zor duydu. babamla dolabı kaldırıp beni çıkardılar içinden.
hani duymasalar 3. sayfa haberi olacak mışız yarabbim.
sonradan nasıl oldu da biraz akıllandım bilemiyorum şimdi.ama hakikaten çocukken salakmışım.
takriben 5-6 yaşlarında olmalıyım. sarışın, küt saçlı hafif tombik diye adlandırabileceğimiz bir saf çocuk. yaz günü olmalı, gökyüzünde parlayan güneşi hatırlıyorum çünkü.annem badana yapıyordu, köy yerinde kadınların görevidir.mutfağımızda ahşap bir dolap vardı o zamanlar. badana yapılırken usuldendir eşyalar havalandırılmak üzere dışarı çıkartılır. bu dolap da o gün dışarı çıkarılmıştı, hikayemizin ana unsuru olmak üzere belki de.
ben hakikaten salak bi çocukmuşum, hatırlıyorum çok canım sıkılırdı. hele yaz günleri daha da sıkılırdı çünkü herkes -ailem ve tüm arkadaşlarım- öğle uykusuna yatardı.ben hiç sevmedim çocukken öğle uykusunu. sıcakta allahın güneşinin altında bisiklet sürdüm, sokakta koşturdum, civciv sevdim, çamurdan kapkacak yaptım, pasta yaptım. tek çocuk olmanın da verdiği bir sıkıntıydı belki de. neyse hikayeye dönelim.
bahsekonu dolap evin önünde dışarda kapakları açık havalanır vaziyette duruyorken, enerji patlamasıyla beraber sıkıntı patlaması da yaşayan benim aklıma dahiyane bir fikir geldi. dolabın alt kısmında raf yok, tam benim sığabileceğim ebatlarda bir bölüm var. ee girerim ben buraya canım diye girdim, üstüme de kapakları kapadım ama nasıl becerdim bak orasını kestiremeyeceğim.
allahım nasıl sıcak, sıkış tepiş yer. bayılmadan kapakları açıp çıkayım diye debeleniyordum ki açamadım kapakları ve çok kıpırdamış olmalıyım, tombik bir çocuktum da dedim zaten, dolap yere yıkıldı. murphyi falan bilmezdim tabi o yaşta ama o zamandan peşime düşeceği belliymiş. dolabın kapaklarının olduğu yüzü altta kalacak şekilde yıkıldı dolap, içinde salak ben. neyse bağırdım çağırdım da annem zar zor duydu. babamla dolabı kaldırıp beni çıkardılar içinden.
hani duymasalar 3. sayfa haberi olacak mışız yarabbim.
sonradan nasıl oldu da biraz akıllandım bilemiyorum şimdi.ama hakikaten çocukken salakmışım.
özlenir hem de ne biçim özlenir o eski sevgili denen şey. çünkü kafanda eskimemiştir henüz. çünkü hala seviyorsundur. belki o da seviyordur hatta, ya da düşünüyordur. ama ayrısınızdır, görüşmeme kararı almışsınızdır.
peki sen naparsın bu karara rağmen? her an onu düşünür, şimdi napıyordur, şimdi nerededir gibi gereksiz bir merak içerisinde yasarsın.mesajlarınızı, wahatsapp konusmalarınızı harfi harfine kafaya kazırsın. ona ulasabildiğin her sosyal platformu didik didik edersin: napmıs, nasılmıs, ne yermıs, ne ıcermiş, ne yazarmıs..
bu da yetmez, herkese onu anlatırsın, anlattıkça duyduğun özlem çoğalır. özlem çoğaldıkça yakılan sigara ve boşalan bira şişesi sayısı alır başını gider. şeytan sürekli dürter arasana, msj atsana diye. gurur ve özlem arasında mekik dokursun. bi süre daha ertelersin iletişime geçmeyi ama nereye kadar dayanacağını sen de bilemezsin.
beraber yaptığınız seyleri, üzerine konustugunuz mevzuları, gittiğiniz mekanları dusunur gecmişte yasarsın.bilirsin ki yerine birini koymak lazımdır, ama yapamazsın. o biri onun gibi güldürmez seni, onun gibi derin düşünmez, onun gibi içini dökmez, onun gibi dikkat etmez türkçeye, imlaya; sana batar muhabbeti, kısacası dolmaz işte yeri.
fenadır özlemek. özledikçe anlarsın senin bile düşündüğünden daha fazla yer ettiğini kalbinde, beyninde, hayatında.sonrası mazoşistliğe gider işin. ya onu düşünmekten uyuyamazsın, ya da uyursun rüyanda hep o olur gördüğün.
şarkılar dinlersin, bi sürü. en eğlencelisinden en damarına. ve hepsinde gene o gelir aklına. kısacası kurtuluş yok kardeşim. geçmiş olsun.
peki sen naparsın bu karara rağmen? her an onu düşünür, şimdi napıyordur, şimdi nerededir gibi gereksiz bir merak içerisinde yasarsın.mesajlarınızı, wahatsapp konusmalarınızı harfi harfine kafaya kazırsın. ona ulasabildiğin her sosyal platformu didik didik edersin: napmıs, nasılmıs, ne yermıs, ne ıcermiş, ne yazarmıs..
bu da yetmez, herkese onu anlatırsın, anlattıkça duyduğun özlem çoğalır. özlem çoğaldıkça yakılan sigara ve boşalan bira şişesi sayısı alır başını gider. şeytan sürekli dürter arasana, msj atsana diye. gurur ve özlem arasında mekik dokursun. bi süre daha ertelersin iletişime geçmeyi ama nereye kadar dayanacağını sen de bilemezsin.
beraber yaptığınız seyleri, üzerine konustugunuz mevzuları, gittiğiniz mekanları dusunur gecmişte yasarsın.bilirsin ki yerine birini koymak lazımdır, ama yapamazsın. o biri onun gibi güldürmez seni, onun gibi derin düşünmez, onun gibi içini dökmez, onun gibi dikkat etmez türkçeye, imlaya; sana batar muhabbeti, kısacası dolmaz işte yeri.
fenadır özlemek. özledikçe anlarsın senin bile düşündüğünden daha fazla yer ettiğini kalbinde, beyninde, hayatında.sonrası mazoşistliğe gider işin. ya onu düşünmekten uyuyamazsın, ya da uyursun rüyanda hep o olur gördüğün.
şarkılar dinlersin, bi sürü. en eğlencelisinden en damarına. ve hepsinde gene o gelir aklına. kısacası kurtuluş yok kardeşim. geçmiş olsun.
(bkz: adieu sarkozy)
fr. elveda sarkozy
beraberlikle sonuçlanan bir maç.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?