bir çeşit yengeç yürümesine sebep olan, yanındakine her an kaçacakmış, birisi elinden kapıverecekmiş hissi ile sarılan çiflerdir. "ya sarıl, ya yürü" demek isterim ben hep, nitekim sarılırken bir yandan da yürüyünce ikisini de tam yapamaz insan evladı.
bu çiftler aslında yürürken birbirine sarılan çiftlerin yürüyen merdivene binmiş haline tekabül eder.
(bkz: sık yapılan hatalar)
fotoğraf makinalarında yarı otomatik çekim yapmaya yarayan modlardan biridir. enstantane süresi manuel ayarlanırken, diyafram açıklığı makina tarafından otomatik ayarlanır. hareketli çekimlerde gereken moddur.
fotoğraf makinalarında yarı otomatik çekim yapmaya yarayan tuşlardan biri. diyafram öncelikli modu ifade eder. enstantane süresi makina tarafından ayarlanırken, diyafram açıklığı kullanıcı tarafından ayarlanır.
obtüratör perdesinin açık kaldığı süreyi ifade eder. enstantane süresi ne kadar uzun olursa filme ulaşan ışık miktarı da diyafram açıklığı ne olursa olsun daha fazla olur.
fotoğraf makinasında, objektifin diyaframındaki deliğin boyutunu ifade eder. diyafram açıklığı ne kadar büyükse, enstantane süresince düşen ışık miktarı okadar fazladır. diyafram açıklığı "f" değeri ile gösterilir ve rakam küçüldükçe ışık miktarının girişi artar.
diyafram ne kadar açıksa okadar az süre (hızlı bir çekim hızı) gerekir.
geniş diyafram / kısa enstantane süresi ile alan derinliği azalır ve hareket dondurulur. bu da şu demektir, hızla geçmekte olan bir arabanın fotoğrafını çekmek için diyafram açıklığının da hızında fazla olması gerekir.
diyafram ne kadar açıksa okadar az süre (hızlı bir çekim hızı) gerekir.
geniş diyafram / kısa enstantane süresi ile alan derinliği azalır ve hareket dondurulur. bu da şu demektir, hızla geçmekte olan bir arabanın fotoğrafını çekmek için diyafram açıklığının da hızında fazla olması gerekir.
(bkz: diyafram açıklığı)
fotoğraf için kullanılan filmin hızını gösterir. ıso arttıkça filmin hızı da artar. örneğin 1600 isoluk bir film doğru pozlama için çok az ışığa ihtiyaç duyar bu da şu demektir kapalı ve karanlık ya da loş alanda yapılacak çekimlerde yüksek isolu film kullanmak gerekir.
başlığından anlaşılabileceği üzere yokluk içerisinde kalmış pamuk prensesdir. sunay akının semaver külü isimli şiirinde geçmektedir.
cezmi ersöz abinin her yazısı bir sevgiliye olduğundan, genelde de iç paralayıcı, en duygusalından cümleler ile bezenmiş, yazanı "zeki olduğu kadar da duygusal da" gösterecek türde olduğundan , şizofren aşka mektup vb. yazılar tam da sevgiliye mektup diye verilebilecek türdedir.
lakin bunu yaparken o sevgilinin eskiden cezmi ersöz okuyup okumadığı bir şekilde öğrenilmelidir.
nitekim başıma geldi, aynen bahsettiğim yazı bana mektup diye geldi. çok uzun zamandır cezmi ersöz okumadığım ve içime gir ama sigaranı söndürme’den beri hiç bir kitabını da elime almadığım için başta anlamadım ve çok etkilendim. "vay be dedim, yazar olsa olur yani ne yetenek varmış herifte".. sonra bir kere daha okudum, altında eski sevgilinin imzası olan yazıyı ve cümleler, yazılış tarzı fena tanıdık geldi.. "cezmi ersöz gibi yazmışsın" dedim, nitekim bendeniz cezmi ersöz gibi yazabilme rehberi hazırlayabilecek kadar konuya vakıf bir insandım, o da bana "buaralar çok okudum, etkisinde kalmışımdır" dedi. buna da inanacaktım ama onun yerine google’a girdim ve ayazda iki yürek yazdım.. çat diye çıktı cezmi ersöz diye.
insan bilemiyor gururlansın mı "ulan yine tanıdım" diye, sinirlensin mi "pezevenk kendi yazım diye gitti başkasının yazısını verdi" diye.. ben de bilemedim. kendisine cezmi’nin internetteki yazısını gönderip tebrik etmekle yetindim.
velhasıl, cezmi ersöz yazısını sevgiliye mektup diye vermek;
1. tehlikelidir
2. hoş değildir
lakin bunu yaparken o sevgilinin eskiden cezmi ersöz okuyup okumadığı bir şekilde öğrenilmelidir.
nitekim başıma geldi, aynen bahsettiğim yazı bana mektup diye geldi. çok uzun zamandır cezmi ersöz okumadığım ve içime gir ama sigaranı söndürme’den beri hiç bir kitabını da elime almadığım için başta anlamadım ve çok etkilendim. "vay be dedim, yazar olsa olur yani ne yetenek varmış herifte".. sonra bir kere daha okudum, altında eski sevgilinin imzası olan yazıyı ve cümleler, yazılış tarzı fena tanıdık geldi.. "cezmi ersöz gibi yazmışsın" dedim, nitekim bendeniz cezmi ersöz gibi yazabilme rehberi hazırlayabilecek kadar konuya vakıf bir insandım, o da bana "buaralar çok okudum, etkisinde kalmışımdır" dedi. buna da inanacaktım ama onun yerine google’a girdim ve ayazda iki yürek yazdım.. çat diye çıktı cezmi ersöz diye.
insan bilemiyor gururlansın mı "ulan yine tanıdım" diye, sinirlensin mi "pezevenk kendi yazım diye gitti başkasının yazısını verdi" diye.. ben de bilemedim. kendisine cezmi’nin internetteki yazısını gönderip tebrik etmekle yetindim.
velhasıl, cezmi ersöz yazısını sevgiliye mektup diye vermek;
1. tehlikelidir
2. hoş değildir
şimdilerde dizi yaşamına bir de binbir gece’yi eklemiş ve bence hem rolüne çok uymuş hem de daha da bir çekici bir insan olmuş.. bunun yanı sıra "ilk aşk" isimli filmde de bir boka yaramaz, baltaya sap olamaz erkek tiplemesi ile karşımızda..
ilk aşk isimli türk filminin, yıllardır sevdiği adamı beklemiş, sevmekten hiç vazgeçmemiş nevini, hırsız polis isimli dizinin pavyondan kurtulmuş, evinin hanımı olmuş, mavinin fulya ablası, anlat istanbulun hürremi ve bir istanbul masalının "suzan kozan"ı. çok başarılı bir oyuncu, çok güzel bir kadın ama hep bir hüzün var sanki üzerinde, mutluyken bile..
ilk aşk filminin yönetmeni.
diğer film ve dizileri de şöyle;
ödünç hayat 2005
kasırga insanları 2004
çaylak 2003
istanbul’da bir malatyalı (tv) 2000
köstebek 1999
yılan hikayesi 1999
yaban 1996
hayat bazen tatlıdır 1996
diğer film ve dizileri de şöyle;
ödünç hayat 2005
kasırga insanları 2004
çaylak 2003
istanbul’da bir malatyalı (tv) 2000
köstebek 1999
yılan hikayesi 1999
yaban 1996
hayat bazen tatlıdır 1996
yönetmenliğini nihat durakın yaptığı, çetin tekindor, vahide gördüm, halit ergenç, ayşen gruda, erol günaydın gibi oyuncuları da bünyesinde barındıran, vizyonda yer alan ege hikayelerinden bir diğeri. (öteki için (bkz: dondurmam gaymak))
bu oyuncu kadrosu ile tabiki çok başarılı bir oyunculuk izleme fırsatımız oluyor ama 350bin versiyonunu izlemiş olduğumuz bir "ilk aşk" konusunun etrafında dönüyor olmasaymış keşke. "aşık olduk, kavuşamadık, yıllar sonra birbirimizi bulduk ama çok geç kalmıştık" konusu çevresine örülen olaylardan oluşuyor. buradan da şu çıkıyor; senaryoda iş yok ama oyuncular çok iyi olduğu için film kurtuluyor.
bu oyuncu kadrosu ile tabiki çok başarılı bir oyunculuk izleme fırsatımız oluyor ama 350bin versiyonunu izlemiş olduğumuz bir "ilk aşk" konusunun etrafında dönüyor olmasaymış keşke. "aşık olduk, kavuşamadık, yıllar sonra birbirimizi bulduk ama çok geç kalmıştık" konusu çevresine örülen olaylardan oluşuyor. buradan da şu çıkıyor; senaryoda iş yok ama oyuncular çok iyi olduğu için film kurtuluyor.
oyuncu kadrosu çok iyi olmasına rağmen bende bir "eh işte" hissi bıraktı. .leonardo di caprio,matt damon,jack nicholson üzerine bir de alec baldwin bile var mesela ve insanda o kadroyu görünce fazla bir beklenti uyandırıyor doğal olarak.
filmin sonlarına doğru salonda kendi arasında konuşan insanlar vardı yani.. evde dvd olarak kiralanıp izlenmesine doyum olmaz ama sinema için değil gibi geldi bana. yine de elbette bu kadro izlenmeye değer, senaryo sıkıntılı da olsa..
mevzu da şöyle; jack nicholson "kötü adam" ve ufaktan yetiştirip oğlum dediği bir adamı(matt damon) polis teşkilatına köstebek sokuyor buarada kendi adamları arasına karışan da bir köstebek var(leonardo di caprio).. ve onların bilmediği daha pek çok köstebek.. işte okadar çok köstebek var ki "yok artık" bir hisse sebep oluyor.
filmin sonlarına doğru salonda kendi arasında konuşan insanlar vardı yani.. evde dvd olarak kiralanıp izlenmesine doyum olmaz ama sinema için değil gibi geldi bana. yine de elbette bu kadro izlenmeye değer, senaryo sıkıntılı da olsa..
mevzu da şöyle; jack nicholson "kötü adam" ve ufaktan yetiştirip oğlum dediği bir adamı(matt damon) polis teşkilatına köstebek sokuyor buarada kendi adamları arasına karışan da bir köstebek var(leonardo di caprio).. ve onların bilmediği daha pek çok köstebek.. işte okadar çok köstebek var ki "yok artık" bir hisse sebep oluyor.
en bilindik örneklerinden bir tanesi de merhum turgut özaldır.
barbara woodun yurt yayınları tarafından çıkrılmış, orjinal adı "watch gods" olan romanı. tarihi macera romanı sevenler için eğlenceli bir kitap.
kitabın konusu şöyle: egyptologist mark efendi, kazı alanlarında gezmek yerine nişanlısı nancynin dizinin dibinde bir yaşam sürmek için akademik kariyer yapma çabası içerisindeyken doçentliği alamaz ve kendisini yağmurlu bir akşamda şömine önünde viski şişesine gömmeye karar verir kahrından. o karanlık gecede kapısı çalar ve elinde kendisini çok ilgilendireceğini düşündüğü bir şey olduğunu idda eden sanford halstead içeri girmek ister, mark morali bozuk olduğu için adama bok gibi davranır, adam da elindeki paketi incelesin diye marka bırakır ve yarın akşam tekrar geleceğim, kararınızı söylersiniz der. mark tabiki paketini açar ve içerisinden ramsgate isimli merhum bir başka mısır kazı adamının günlüğü çıkar. enteresan olan kısmı bu adamın ölüm sebebi hiç bir zaman tam bilinememiştir. akhanaton isimli bir firavunun mezarının kazı çalışmasında ramsgate ve 7 kişilik ekibi ölmüş, devletin resmi tutanaklarına "çiçek hastalığı" diye yazılmıştır. ancak enteresan olan günlükte bu yedi kişinin kazı çalışmaları esnasında başlarına gelen kıl kıl olaylardır. bir tanesini akrepler kovalar, bir tanesi uyur gezer olur, birini böcekler sarar gibi.. netice de mark kazıyı yapmayı kabul eder, onun da 7 kişilik bir ekibi vardır ve mısıra gider. tahmin edebileceğiniz gibi aynı 7 lanet markın ekibini de bulur (belasını bulmak dediğimiz hadise) ve aradıkları akhanatonun mezarını korumakla görevlendirilmiş 7 ifritin lanetiyle baş etmeye çalışırlar.
çabuk okunan, hiç düşünmeye ihtiyaç duymadan bitiveren, sürükleyici bir roman okumak isteyenler için..
kitabın konusu şöyle: egyptologist mark efendi, kazı alanlarında gezmek yerine nişanlısı nancynin dizinin dibinde bir yaşam sürmek için akademik kariyer yapma çabası içerisindeyken doçentliği alamaz ve kendisini yağmurlu bir akşamda şömine önünde viski şişesine gömmeye karar verir kahrından. o karanlık gecede kapısı çalar ve elinde kendisini çok ilgilendireceğini düşündüğü bir şey olduğunu idda eden sanford halstead içeri girmek ister, mark morali bozuk olduğu için adama bok gibi davranır, adam da elindeki paketi incelesin diye marka bırakır ve yarın akşam tekrar geleceğim, kararınızı söylersiniz der. mark tabiki paketini açar ve içerisinden ramsgate isimli merhum bir başka mısır kazı adamının günlüğü çıkar. enteresan olan kısmı bu adamın ölüm sebebi hiç bir zaman tam bilinememiştir. akhanaton isimli bir firavunun mezarının kazı çalışmasında ramsgate ve 7 kişilik ekibi ölmüş, devletin resmi tutanaklarına "çiçek hastalığı" diye yazılmıştır. ancak enteresan olan günlükte bu yedi kişinin kazı çalışmaları esnasında başlarına gelen kıl kıl olaylardır. bir tanesini akrepler kovalar, bir tanesi uyur gezer olur, birini böcekler sarar gibi.. netice de mark kazıyı yapmayı kabul eder, onun da 7 kişilik bir ekibi vardır ve mısıra gider. tahmin edebileceğiniz gibi aynı 7 lanet markın ekibini de bulur (belasını bulmak dediğimiz hadise) ve aradıkları akhanatonun mezarını korumakla görevlendirilmiş 7 ifritin lanetiyle baş etmeye çalışırlar.
çabuk okunan, hiç düşünmeye ihtiyaç duymadan bitiveren, sürükleyici bir roman okumak isteyenler için..
izledikten sonra bu ve benzeri filmlerden ne kadar çok yöre için çekilebileceği geldi aklımıza. nitekim her tarafı bir başka acayip olan şu memlekette bunca temel fıkramız vardır ama bir temel filmimiz yoktur mesela..
çok güzel bir geyik olmuş bu "ege geyiği".. memleketimden insan manzaraları olmuş, salondan çıkan herkesin yüzünde bir gülümseme vardı..
rakı içerken ezan okunmaya başlayınca ellerindeki sazları bırakıp rakılarını masanın altına saklayan ekip, grup içerisinden komunist olan arkadaşın "bir kere de o bize saygı göstersin, eğleniyor adamlar desin, okumayı versin, zaten camiye giden 3-5 adam var onları da cepten arayıp çağırsın" şeklindeki söylemi, motorunu kaybeden alinin bunun üzerine "senin yüzünden hiç bulamaycem moturu" şeklindeki isyanı ve karşılığında "cenabı allah kayıp eşya bürosu mu lan" diye yediği cevabı bence filmin en güzel yeriydi.. nitekim ezberemişim..
ayrıca, altından dişleri olan ve "cenabet deyyuuus" şeklinde bağıran teyzenin de ellerinden öpmek lazım, gerçek bir muğlalıymış kendisi. dakikada 330bin küfür ve beddua sayabilen kapasitesine de helal olsun..
nitekim inşallah devamı gelir demek ve “oscar ödülü” için büyük bir basamak sayılan, new york queens film festivali’nde, en iyi komedi ve en iyi yönetmen ödülünü kapan yüksel aksuya da oscar yolunda başarılar dilemek lazım..
çok güzel bir geyik olmuş bu "ege geyiği".. memleketimden insan manzaraları olmuş, salondan çıkan herkesin yüzünde bir gülümseme vardı..
rakı içerken ezan okunmaya başlayınca ellerindeki sazları bırakıp rakılarını masanın altına saklayan ekip, grup içerisinden komunist olan arkadaşın "bir kere de o bize saygı göstersin, eğleniyor adamlar desin, okumayı versin, zaten camiye giden 3-5 adam var onları da cepten arayıp çağırsın" şeklindeki söylemi, motorunu kaybeden alinin bunun üzerine "senin yüzünden hiç bulamaycem moturu" şeklindeki isyanı ve karşılığında "cenabı allah kayıp eşya bürosu mu lan" diye yediği cevabı bence filmin en güzel yeriydi.. nitekim ezberemişim..
ayrıca, altından dişleri olan ve "cenabet deyyuuus" şeklinde bağıran teyzenin de ellerinden öpmek lazım, gerçek bir muğlalıymış kendisi. dakikada 330bin küfür ve beddua sayabilen kapasitesine de helal olsun..
nitekim inşallah devamı gelir demek ve “oscar ödülü” için büyük bir basamak sayılan, new york queens film festivali’nde, en iyi komedi ve en iyi yönetmen ödülünü kapan yüksel aksuya da oscar yolunda başarılar dilemek lazım..
eski türkçede deniz tanrısı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?