şeriat devleti

kirlisakal
bir ahmed hulusi yazısıdır :

bana ulaştırılan samimî ve önemli bir mektuptaki “şeriat devleti” konusu dolayısıyla düşüncemi sizlerle paylaşmak istedim. zira bu konu dolayısıyla insanlar, allah’ın kendilerine vermiş olduğu sınırlı enerjiyi hakkıyla değerlendirememenin acısını çok fazla çekeceklerdir geleceklerinde!.

mektup şöyle:

“selam üzerinize olsun üstad! yazım biraz uzun ama lütfen okuyun. yazılarınızı devamlı olarak takip eden ve sizin sayenizde bazı gerçekleri idrak etmeye çalışan bir gencim. ama bazı konularda kararsız kalıyorum. şu yazınız hakkında bir soru sormak istiyorum.

www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/insan/insan105.htm

üstadım, burada islâm devletine gerek yok demişsiniz. allah aşkına dünyada şu an dahi onlarca müslüman öldürülmekte olduğu ve güçlü bir islâm devleti olmadığı halde bunun sebebini anlamış değilim. bizim gayemiz tâbi ki allah yolunda savaşmak olmalıdır diye düşünüyorum. islâm devlete gelmiş değil insanlara gelmiş bir düzendir diyorsunuz ama eğer insanın içinde yaşadığı devlet allah’ın kurallarını uygulamıyorsa nasıl islâm’dan söz edebiliriz? tâbi ki asıl önemli olan imanımızdır. ama islâm’ı daha fazla yaşamak varken niye sadece imanımızla yetinelim. ben mesela islâm’ı anlatamıyorum. gerici damgası yiyorum, şeriatçı diyorlar. şeriatçıyım yalan değil. şer’i olanları uygulamakla mükellefim. ama bunu bilmeyenlerin de öğrenmesini istiyorum. şimdi sizin bu yazınız, “din allah’ın oluncaya kadar savaşın” emrine uyanları bir parça da olsa kararsızlığa itmez mi? eğer islâm devletine gerek yoksa niçin rasûlullah (s.a.v) islâm devleti kurdu? onlar da kurulu düzen içinde islâm’ı yaşayabilirlerdi. ayrıca allah da islâm kanunlarını indirmezdi. bunun çok önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. beni bilgilendirmenizi rica ediyorum. benim yazımı okuduğunuz için de teşekkür ederim. allah’ın selamı üzerinize olsun. hayırlı günler...”

şeriât devleti kurulmalı mı?..

şeriât devleti nasıl olur?..

yeryüzünde bir örneği var mı?..

şeriat devletini kimler yönetecek?..

bakın geçmişe dair bir devremi anlatayım size...

henüz 18 yaşındayım; bu konulara yeni girmişim... yalın olarak kelime çeviri bazında hadisleri ve kurân’ı okumuşum... büyük bir aşk ve enerji taşması hâli... alabora olmuş duygu ve düşünceler!. kadın eli tutmak bir yana, kafamı kaldırıp kadına bakmıyorum bile!.. o heyecanla, pencereden komşu hanımlara bağırıyorum başlarını örtmeleri için!. sakal bıraktım, bere giyiyorum, şapka giyenlere ters gözle bakıyorum!

o heyecanla, o zaman çıkmakta olan “yeni istiklâl” dergisine şeriatçı yazılar yazıyorum değişik isimlerle... şeriat uygulanmalı falan gibi konularda.

bu arada imam gazâlî, abdulkadir geylanî, ibrahim hakkı, erzurumî, imam caferi sadık, hacı bektaş veli gibi “tasavvuf”, yani islâm’ın düşünsel yanını irdeleyen kişileri okumaya başladım. konunun ezberci değil akılcı bir şekilde ele alınması gerekliliğini gördüm. islâm’ın bambaşka bir yüzünü fark ettim tasavvuf ehli sayesinde!. gerçek amacını keşfettim islâm’ın!. uygulamalarım, çalışmalarım değişti... hayli açılımlar oldu... bakış açım tümüyle farklılaştı ve 20 yaşındayken “tecelliyat” isimli kitabımı yazdım, o günkü anlayışımı anlatan.... o günden bugüne de bu bakış açım hiç değişmedi!.

o bakış açısı ve açılımlar olduğu zaman, yaşadığımız müslüman toplumların “şeriat” tepsisinde önümüze getirdiği ile, “orijin şeriatın” birbirinden hayli farklı olduğunu tespit ettim.

orijin islâm’da, bugünkü lâik uygulamaların vermediği ölçüde insan hakları mevcuttur!. başkalarına bilfiîl zarar verme söz konusu olmadıkça, islâm kişiyi inancıyla başbaşa bırakır ve zorlamaz; cezalandırmaz!.

allah rasûlü ve nebisi muhammed aleyhisselâmın yaşadığı süreçte uygulanan kurallar ile, daha sonraki süreçte uygulanan müslümanlık anlayışının çok çok farklı olduğu apaçık ortada idi...

hadsiz hesapsız kişisel yorumlardan oluşan fetvalarla; kar topu gibi olan şeriat, günümüze ulaştığında bir çığ olmuştu!.

geçmişte, tek bir islâm devleti olmamıştır hazreti âli’nin dünyadan ayrılışından sonra!. hep saltanatlar veya diktatörlükler vardır!. ondan önce ise zaten devlet kavramı yoktu... kabile yaşamı, bir tür devlet yaşamına döndürülmeye çalışıldı!. bugünkü devlet anlayışı ile o günkü devlet anlayışı arasında sadece isim benzerliği vardır!.

kulaktan dolma dedikodu din bilgisiyle ancak hüsrana varılır!.

kişiler kendi anladıkları islâm’ı, ele geçirdikleri güç ile insanlara “orijin islâm’mış” gibi kabul ettirerek saltanatlarını sürdürmüşlerdir yüzyıllardır.

“orijin islâm” kurân ve hadis’tir!.

bugünkü yanlış kabul ise, “kurân + hadis + kıyası fukuha + ümmetin ortak kararı”dır!.

işte yanlış bu noktada başlamaktadır!.

kurân veya hadiste olmayan her şey, “kişisel yorumdur”, yani “fetva”dir ve kimseyi bağlamaz din adina!.

hele hele, kurân’da veya hadiste olmayan bir konuya ilişkin kişisel yorumunun(fetva) din hükmüymüş gibi uygulatılmaya kalkışılması, insanlara en büyük zulümdür!.

bırakalım geçmişi bir yana...

bugün dünya üzerinde, yalnızca kurân ve hadis temeline dayalı tek bir islâm devleti var mıdır?.. yoktur!.

kişinin imanı veya islâm anlayışı, “islam devleti” veya “şeriât devleti” kapsamına bağlı olsaydı, bugün yeryüzünde imanlı veya islâmı kabul etmiş tek kişi olmazdı!. oysa bugün binlerle evliyâullah, “islâmî olmayan rejimlerle” yönetilen ülkelerde yaşıyor yeryüzünde!.

mezheb, tarîkat, cemâat anlayışları dolayısıyla, bölgesel müslümanlık anlayışları ihtiva eden; kendi anlayışları dışındaki tüm inananları “kâfir” gören dar ve sınırlı bakış sahiplerinin oluşturduğu devletleri nasıl islâm’a bağlayıp, islâm’ı küçültebilir, o yüzden islâm’a laf getirtebiliriz?..

islam’ın yüceliği beşeri yanlışlar yüzünden karalanmaktan münezzehtir!

kendi cemâatlerinden olmayanı, kendi târikatlarından olmayanı, müslüman kabul etmeyen; başı örtülü olmayan hanımı dinsiz, kâfir kabul edip, kendilerinden saymayan zihniyetler mi şeriât devleti kuracak da toplumları yönetecek elinde sopa ve satır ile?!

hangi mezheb ya da tarikat veya cemâat anlayışına göre şeriat devleti kurulacak?... böylece de, kaç kişi, kaç kişiye hükmedecek allah ve din adina; diyerek!. düşünebiliyor musunuz bunun sonucunu!.

bugün müslümanlar, böylesine birbirini dışlayan veya arkasından kuyusunu kazan anlayış farklılıkları içinde kümelenmişken; kendi görüşünde olmayanların kitaplarını yasaklayan bir kafa yapısına sahipken, nasıl bir birlikten ve o birliğin yönetiminden söz edilebilir ki!.

gerçekçi olalım ve kendimizi aldatmaktan vazgeçelim. köyümüz sınırları içinde düşünmekten arınıp, global bakmayı ve değerlendirmeyi öğrenelim!.

kesin olarak bilin ki, “mehdî” lakabıyla bildirilen yenileyici, eğer olağanüstü kuvvelerle donanmış bir ordu beraberinde, beyaz atlı komutan olarak gelmezse, “şeriat devleti” beklentisi, insanların enerjisini yanlış yolda harcatan ham hayal olmaktan öteye gitmeyecektir!.

hayal edildiği şekilde bir mehdi’nin, ortaya çıkmayacağını 1985’te yazdım. yenileyici’nin, ta o tarihlerde (1400-1410), işlevini yerine getirmeye başlamış olabileceğini yazdım... yıllardır her sene hacda mehdi çıkacağını bekleyenler hep boşa çıktılar!. suudî saltanatı sürdüğü sürece de o zât’ın açığa çıkacağını sanmıyorum! bu benim kişisel düşüncemdir. bundan sonra da ömrü olanlar haklılık derecemi bu konuda da göreceklerdir inşâallah!.

yenileyici, diyelim 1980 ya da 1985 ten beri görevine başlamış, işlevini yerine getiriyorsa, bu kadar zamandır acaba neyle meşgul? ne yapıyor?

yaşadığınız günün gerçeklerini iyi görün!.

islâm yeryüzünde, dar kafalı, şekilci anlayışlı, robot beyinli, ezberlediğini tekrardan öteye gidemeyen din âlimleriyle(!?) değil, işin hakikatini görüp yaşayan gönül ehliyle yayılmıştır!.

devleti değil, gönülleri fethetmeye çalışalım!.

allah yolunda savaşmak demek, din hakkında bilgi sahibi olup, insanları rasûlullah yolundan uyarmak demektir!. insanların neye, neden, nasıl iman etmeleri gereklerini onların anlayabileceği lisanla anlatmak, açıklamak; onları sürü olarak görüp gütmeye kalkışmamak, demektir!.

yaşadığımız devir, insanların imanlarının kurtulmasına hizmet vermek devridir! onlara anladıkları dilden anladıkları tarzda hitap etmek devridir! ehlinin anlamakta zorlandığı lisanla yazılmış kitap veya hitaplarla topluma hiç bir mesaj verilemez!.

rasûlullah, devrinde "kılık-kıyafet müslümanlığı" yapmamıştır! “gardıropçuluk” ilkel kafalara mahsus bir haslettir!. ilkel insanlar birbirlerinin kıyafetlerine ambargo koymaya kalkarlar!. rasûlullah, din gerçekleriyle ilgili olmayan konularda, yaşadığı putperest toplumun örf ve âdetlerine saygı göstermiştir!. bu bize açık örnektir!

mevcut yönetimlerin yanlış, haksız ve belki de inançsızlığı doğrultusunda amaçlı uygulamalarını, yerinde bulmamak ve karşı çıkmak ayrı şeydir; onun yerine bir başka yanlışı uygulamak uğruna ömrü hebâ etmek ayrı şeydir!.

yıllardır, kapkaç olaylarını “gasp” kapsamında değerlendirecek tek bir kanun maddesi çıkartamayıp, toplumu rahatlatamayan kişilerden, daha büyük sorunların çözümünü nasıl beklersiniz?..

yaşadığınız dünyanın gerçeklerini görün!. kendinizi aldatmayın!. bunun faturası en ağır fatura olacaktır!

yıllardır, türkiye’de perde arkasından “solcuları” veya “şeriât isteklilerini” dar kalıplı söylemlerle itekleyen aynı merkezin; ve bu süreçte de amaçlarına ulaşanların, kimler olduğunu iyi araştırın!. o söylemlere kanan devrimcilerin bugün hangi çizgide olduklarına bakın!.

yıllar içinde, çeşitli sebeplerden dolayı, “din” anlayışı türkiye’de yozlaşmış; gizli kuran kurslarında, cemaat evlerinde, yetersiz ve kalıpsal bilgiyle bloke olmuş,kendi doğrusundan başka birşey bilmeyen beyinler, topluma din adına yön veren noktalara yerleşmiştir!.

ölüp yok olup, kıyamette topraktan biteceğini düşünen din bilginleri(!) yetiştiren bu kurslar ve cemaatler, islâm’ın önündeki en büyük perdelerdir esasta, devlet değil!.

insanlar kendi iyilikleri için, âcilen, bizzât yeni baştan din’i araştırmak ve sorgulamak zorundadır!.

ömür geçiyor ve hızla tükeniyor!. süre hızla azalıyor!. yalnızca dünya yaşamında kazanabilecekseniz ebedi hayatı, bu sizin son ve tek şansınız!.

türkiye’de sorun, “şeriat devleti” değil, gerçek islâm dini bilgisinin kasıtlı olarak örtülmesidir!.

tek bir anlayış, tek bir yorum insanlara ezberletilerek din öğretilmiş olmaz!.

ne devletin işine gelmektedir gerçek islâm dini’nin dillendirilmesi; ne de tarîkat veya cemâat ehlinin!.

neden acaba?...

bunu iyi sorgulamak ve düşünmek gerekir kanaatimce.

hiç bir dinî işlev, para karşılığı yapılmaz!. yapılırsa, ticâret olur adı, din’e hizmet değil!.

din, meslek değildir!. meslek olmaz!.

mesleği din olanın, işi de ticârettir!.

din, para kazanmak veya dünyevi başka çıkarlar için kullanılabilir, ama bunun sonucu hüsrandan başka bir şey olmayacaktır!.

kafasında “tanrı” yaratan, kendi anlayışına göre herşeyi mubah görebilir istekleri doğrultusunda... ancak hazreti muhammed’in açıkladığı allah’ı ve o’nun getirdiklerini anlayanların dünyası bambaşka bir dünyadır!.

dünya geçicidir!.

hazreti isa, kendisini siyâset için kullanmak isteyen barabbas’ın oyununa gelmedi!.

çünkü o “allah” ehli idi... biliyordu ki insanlar için önemli olan, “sonsuz olan ölümötesi yaşam”dır!.

bıraktı onları kendi yaratılış şekilleri üzere dünyevi faaliyetlerle kulluklarını yapmaya!.

yaşamlarında, şeriâtın ne olduğunu farketmemiş insanların, devlete şeriat isteme duyguları ne kadar enteresandır!.

bütün bu konularda yanlış anlamanın gerçekte tek bir sebebi vardır:

kurân işaretleri ve uyarıları ile rasûlullah uygulamasının bir bütün olarak ele alınmayıp; içinden seçilen tek bir âyet veya hadisin doğrultusunda meseleye bakılması!. gizli kurslarda veya evlerde ezberletilen yorumların gerçek orijin din sanılması!.

devlet müsaade etse de, herkes görüşünü açıkça tv’lerde söyleyebilse, toplum gerçekleri anlayıp herşeyi değerlendirebilecek; telekomik ilahiyatçıları fark ettiği gibi!.. ne var ki buna bile izin yoktur! çünkü düşündüğünü dile getirme özgürlüğü yoktur ülkelerin çoğunda!.

gerçek özgürlük, düşündüğünü özgürce dillendirebilme özgürlüğüdür! uygar ve gelişmiş toplumlarda yaşanan bir özgürlüktür!. bütün özgürlüklerin de başıdır!.

yol uzun... ömür kısa... şiddetli depremler ve çöküntüler, meteorlar yolda!. üçüncü dünya harbi kapıda... deccal sırada!.. yenileyici kendi işlevini yapmakta ortaya çıkmadan!..

hakikata eremeden, allah’ı bilemeden, allah sistem ve düzenini kavrayamadan ve buna göre hazırlanamadan dünyadan ayrılmak her an söz konusu!

dünya’da yaşamaktan amaç, özündeki allah’a ait kuvveleri keşfedip onları uygulamaya sokarak sonsuz yolculuğa çıkmaktır!. bunu başaramazsak, diri diri gireceğimiz mezarda başlayacak sonsuz yolculukta hâlimiz perişan olacak!..

kâbirdeki üç soru, “rabbin”, “nebin”, “kitabın” sorularıdır sana; şeriat devleti kurup sopayla insanları hidayete eriştirip eriştirmediğin değil!.

“biz isteseydik tüm insanlara hidayet ederdik” veya “... sen onlar üzere zorlayıcı değilsin” âyetlerini iyi düşünmek gerek!..

konu çok daha geniş, ama sıkmamak için kısa kesmek lazım...

prensibimizi rasûlullah koymuş:

“kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin!..”

allah kolaylaştıra...

ahmed hulûsi
21 ocak 2006
north carolina, usa
http://www.ahmedhulusi.org/
comengineer
allah resulu " benim nam-ı celilim güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır" diyor.öyleyse biz bunu oldurmaya çalışmalıyız ,islamı insanlara anlatmaya çalışmalıyız ; çeşitli kavramlarda takılıp kalmamalıyız.
tabii bunun içinde önce kendi iç dünyamızı aydınlatmamız gerekiyor.
sevmiyorum seni gaye
türkiye’de olması en azından kısa ve orta vadede mümkün olmayan hadisedir. marksist bir bakış açısıyla, eğer devlet burjuvazinin siyasal iktidarı ise, şeriat düzeniyle yönetilen bir devlet günümüz koşullarında sömürü için bu denli uygun olmayacaktır. liberalizmin tayyip erdoğan gibi islamcı bir insan evladı aracılığıyla temsili ise burjuva sınıfının kalitesizliğinin de kanıtlarından olabilir

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol