bu başlığı görüpte "sıctı cafer bez getir" moduna giren yazar.
yeni nesil sinek ilacı arabalarında o beyaz hava kütlesi oluşmadığı için günümüz çocukluğunun mahrum kaldığı eğlencedir. halbuki ne güzeldi o öyle. şimdi olsa yine koşarım.
istanbul devlet tiyatrosu 2005-2006 sezonu oyunlarından...
yazan: martin crimp
türkçesi: roza hakmen
reji: işıl kasapoğlu
dekor: hakan dündar
kostüm: serpil tezcan
işık: enver başar
müzik: joel simon
oyuncular:
ülkü duru
celal kadri kınoğlu
almıla uluer
dünya tiyatrosunun yeni dâhi çocuğu martin crimp’in son eseri, ülkemizde ilk kez sahne ışıklarına çıkıyor. dil cambazı crimp, insanlar arasındaki ‘bağımlı ilişkileri’ bir örümcek ağına benzetiyor. aşk, cinsellik ve para, crimp’in insanlarına ölümcül darbeler indiriyor. doğaya kavuşmak, dinginlik, aşk ve mutluluğu bulmak için kır’a taşınan insanlar, istediklerine erişebilecekler mi?
berlin, zürih, milano, lizbon ve paris’te büyük ilgi gören ve üç sezondan beri sahnelenen kır, tiyatro severlere yepyeni bir dil ve alışılmadık bir metin sunuyor.
2004 "tiyatro dergisi" ödülleri
yılın işık tasarımcısı (enver başar)
http://www.istdt.gov.tr/turkce/oyunlar/oyun.asp?lngtype=0&lngplayid=210
yazan: martin crimp
türkçesi: roza hakmen
reji: işıl kasapoğlu
dekor: hakan dündar
kostüm: serpil tezcan
işık: enver başar
müzik: joel simon
oyuncular:
ülkü duru
celal kadri kınoğlu
almıla uluer
dünya tiyatrosunun yeni dâhi çocuğu martin crimp’in son eseri, ülkemizde ilk kez sahne ışıklarına çıkıyor. dil cambazı crimp, insanlar arasındaki ‘bağımlı ilişkileri’ bir örümcek ağına benzetiyor. aşk, cinsellik ve para, crimp’in insanlarına ölümcül darbeler indiriyor. doğaya kavuşmak, dinginlik, aşk ve mutluluğu bulmak için kır’a taşınan insanlar, istediklerine erişebilecekler mi?
berlin, zürih, milano, lizbon ve paris’te büyük ilgi gören ve üç sezondan beri sahnelenen kır, tiyatro severlere yepyeni bir dil ve alışılmadık bir metin sunuyor.
2004 "tiyatro dergisi" ödülleri
yılın işık tasarımcısı (enver başar)
http://www.istdt.gov.tr/turkce/oyunlar/oyun.asp?lngtype=0&lngplayid=210
yeni reklam kampanyasında ic ic ise repligini kullanması beklenilen kurum.
(bkz: dok dok ye tat ketcap ye)
(bkz: dok dok ye tat ketcap ye)
(bkz: mahpeyker valide sultan)
öncesi hoş, sonrası boş olan duygu yoğunluğu.
oss 2008de kaybedip tekrarlamak isteyenler için yeni bir umut kapısı.belki de kalkar o zamana kadar.
(bkz: ba$lik parselliyorum mutluyum)
(bkz: ba$lik parselliyorum mutluyum)
onu tanıdıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
m. s. 5.-6. yüzyıllarda, batı sibirya ile kafkasların kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tespit edilebilen türk topluluğu.
bizans tarihlerinde, sabar, sabir, savir; ermeni, süryanî, islam kaynaklarında, sırasıyla savır, sabr, s(a)bir, sibir vb. olarak adlandırılmaktadır. sabarların islav veya moğol yahut fin-ugor menşeli olduklarına dair iddialar eskimiş ve bugün, onların türk olduğu, gerek taşıdıkları ad, gerekse tarihî ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır.
çeşitli dillerdeki ses değişmeleri neticesinde, farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak türkçe ile açıklanabilen sabar kelimesi "sab+ar"dan (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. başka örnekler: kazar, bulgar, kabar vb.) meydana gelmiş olup "sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve türklerde ad verme usulüne uygundur. ayrıca, sabarlara ait şahıs adları da türkçedir: balak, ilig-er, bo-arık = buğ-arık vb.
sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen tanrı dağlarının batısı - ili nehri sahasında iken, asya büyük hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder. sabarlara ait ilk kesin bilgi, 461-465 yıllarında batı sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, bizans tarihçisi priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir.
doğudan gelen avar baskısı karşısında sabarlar, yerlerini terk edip batıya yönelmişler, altaylar-ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan ogur-türk boylarını yurtlarından atarak, tobol ve içim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. sabarlar, bu bölgede, yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca süren, derin tesirler bırakmışlardır: tobolsk dolaylarında, ob, tura ve irtiş boylarında sabar, saber (tapar), soper, savri, sabrei, sıbır (sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. ay-sabar, kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. tobolsk ahalisi, buranın en eski sakinlerini sybyr, syvyr diye anmaktadır.
ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde, sabarlar, geniş yer tutar. sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden ostiyaklar yanında, vogulların da, sonraları tabiiyetine girdikleri ruslara "sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazarında eski sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. aynı sahada kurulduğu bilinen sibir hanlığının (16. asır) başkenti de, sibir adını taşıyordu. bu kelime, zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (sibirya). rusların, önce sibir (isker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, rus harekâtı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş, böylece sabar türklerinin hatırası, günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir.
daha 503 yılında, doğu avrupaya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım bulgar gruplarını idarelerine alan sabarlardan, kalabalık bir kütlenin, 515 sonlarında itil (volga) - don nehirleri arasında ve kafkasların kuzeyindeki kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya bizans ve sasanî imparatorlukları ile temas kurması, sabarların, doğu avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı.
iran-bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren, hükümdar balak (belek?) idaresinde, büyük çapta askerî faaliyet gösteren sabarların, sasanîlerle anlaşarak, bizansa karşı savaştıkları (516), ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından anadoluya girerek kayseri, ankara, konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir. bu münasebetle, sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği, bizansta hayret uyandırmış görünmektedir. prokopios’un ifadeleri ilginçtir:
"sabarlar, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri, ne iranlılardan, ne romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler. öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar, bu "barbar"larınkine benzer bir buluş, ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. bu, şüphesiz, insan dehasının bir eseridir".
balaktan (ölm. 520ler) sonra, onun yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu bo(ğ)arık, savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir türk kraliçesi idi ve "100 bin" kişilik sabar ordusuna kumanda ediyordu. bizans imparatoru justinianos (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında, boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). bizans, yıllardan beri sürüp gelmekte olan sasanîler savaşında, sabarları, kendine dost ve müttefik yapmayı, daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi.
531 yılına kadar bizans ile işbirliği halinde görülen sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir kayda rastlanmamakla beraber, onların şehinşah anûşirvan (adil) zamanında, sasanîlerin kafkaslardaki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557ye doğru avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir.
sabar sahası, az sonra, karadenize ulaşan göktürk idaresine girmiştir. 576da, güney kafkaslardaki hakimiyetleri, bizans tarafından yıkıldıktan sonra, bir kısmı kür nehrinin güneyine yerleştirilen sabarların adlarına, 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde, aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan hazarların esas kütlesini teşkil ettikleri, hazar kabileleri olarak görülen belencer ve semenderin, aslında, iki büyük sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.
bizans tarihlerinde, sabar, sabir, savir; ermeni, süryanî, islam kaynaklarında, sırasıyla savır, sabr, s(a)bir, sibir vb. olarak adlandırılmaktadır. sabarların islav veya moğol yahut fin-ugor menşeli olduklarına dair iddialar eskimiş ve bugün, onların türk olduğu, gerek taşıdıkları ad, gerekse tarihî ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır.
çeşitli dillerdeki ses değişmeleri neticesinde, farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak türkçe ile açıklanabilen sabar kelimesi "sab+ar"dan (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. başka örnekler: kazar, bulgar, kabar vb.) meydana gelmiş olup "sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve türklerde ad verme usulüne uygundur. ayrıca, sabarlara ait şahıs adları da türkçedir: balak, ilig-er, bo-arık = buğ-arık vb.
sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen tanrı dağlarının batısı - ili nehri sahasında iken, asya büyük hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder. sabarlara ait ilk kesin bilgi, 461-465 yıllarında batı sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, bizans tarihçisi priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir.
doğudan gelen avar baskısı karşısında sabarlar, yerlerini terk edip batıya yönelmişler, altaylar-ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan ogur-türk boylarını yurtlarından atarak, tobol ve içim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. sabarlar, bu bölgede, yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca süren, derin tesirler bırakmışlardır: tobolsk dolaylarında, ob, tura ve irtiş boylarında sabar, saber (tapar), soper, savri, sabrei, sıbır (sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. ay-sabar, kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. tobolsk ahalisi, buranın en eski sakinlerini sybyr, syvyr diye anmaktadır.
ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde, sabarlar, geniş yer tutar. sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden ostiyaklar yanında, vogulların da, sonraları tabiiyetine girdikleri ruslara "sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazarında eski sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. aynı sahada kurulduğu bilinen sibir hanlığının (16. asır) başkenti de, sibir adını taşıyordu. bu kelime, zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (sibirya). rusların, önce sibir (isker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, rus harekâtı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş, böylece sabar türklerinin hatırası, günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir.
daha 503 yılında, doğu avrupaya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım bulgar gruplarını idarelerine alan sabarlardan, kalabalık bir kütlenin, 515 sonlarında itil (volga) - don nehirleri arasında ve kafkasların kuzeyindeki kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya bizans ve sasanî imparatorlukları ile temas kurması, sabarların, doğu avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı.
iran-bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren, hükümdar balak (belek?) idaresinde, büyük çapta askerî faaliyet gösteren sabarların, sasanîlerle anlaşarak, bizansa karşı savaştıkları (516), ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından anadoluya girerek kayseri, ankara, konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir. bu münasebetle, sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği, bizansta hayret uyandırmış görünmektedir. prokopios’un ifadeleri ilginçtir:
"sabarlar, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri, ne iranlılardan, ne romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler. öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar, bu "barbar"larınkine benzer bir buluş, ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. bu, şüphesiz, insan dehasının bir eseridir".
balaktan (ölm. 520ler) sonra, onun yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu bo(ğ)arık, savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir türk kraliçesi idi ve "100 bin" kişilik sabar ordusuna kumanda ediyordu. bizans imparatoru justinianos (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında, boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). bizans, yıllardan beri sürüp gelmekte olan sasanîler savaşında, sabarları, kendine dost ve müttefik yapmayı, daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi.
531 yılına kadar bizans ile işbirliği halinde görülen sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir kayda rastlanmamakla beraber, onların şehinşah anûşirvan (adil) zamanında, sasanîlerin kafkaslardaki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557ye doğru avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir.
sabar sahası, az sonra, karadenize ulaşan göktürk idaresine girmiştir. 576da, güney kafkaslardaki hakimiyetleri, bizans tarafından yıkıldıktan sonra, bir kısmı kür nehrinin güneyine yerleştirilen sabarların adlarına, 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde, aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan hazarların esas kütlesini teşkil ettikleri, hazar kabileleri olarak görülen belencer ve semenderin, aslında, iki büyük sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.
gene arayuz degi$tirmi$, gene begenmedim.
zekası ve ürettiği yeni fikirlerle türk siyasi tarihinde önemli bir yeri bulunan adnan kahveci, 1949 yılında trabzonun sürmene ilçesinde dünyaya geldi. hayatı hep birincilikle geçen kahveci, milliyet gazetesinin açtığı ilkokullar arası bilgi yarışmasının ilk birincisidir. 1966 yılında kabataş lisesini dönem birincisi olarak bitiren kahveci, aynı yıl üniversite sınavlarında da türkiye birincisi oldu. istanbul üniversitesi burs sınavında yine en yüksek puanı alarak birinci olan kahveci, daha sonra abdde indianada purdue üniversitesine girdi. buradan elektrik mühendisi olarak mezun olan kahveci, mezuniyetinin ardından missouri üniversitesi nde doktora yaptı. ardından da aynı üniversitede asistan profesör olarak çalıştı.
kahveci, türkiyeye döndükten sonra boğaziçi üniversitesinde öğretim üyeliği yaptı. ardından da içişleri bakanlığı teknik danışmanlığında bulundu. 12 eylül döneminde başbakanlık danışmanlığına atandı ve o sıralarda turgut özalla tanıştı. 1983 yılında anapın kurucuları arasında yer alan kahveci, askeri yönetim tarafından veto edildiği için milletvekili olamadı. daha sonra 1987 yılında istanbuldan milletvekili seçildi ve devlet bakanı oldu. bir süre sonra da maliye bakanlığı görevine getirildi.kızıni ve oğlunu kolejden alarak normal okullara kaydettirdi.türkiyede 1 dakikada okuduğu bin 400 kelimeyle en hızlı okuyan kişiydi.
5 şubat 1993 tarihinde eşi ve iki çocuğu ile birlikte 34 ak 162 plakalı toyota marka otomobiliyle ankaradan istanbula giderken bolu gerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. adnan kahveci ve eşi füsun kahveci olay anında hayatlarını kaybederken, çocukları cihan kahveci yaralı olarak kurtuldu,aslihan kahveci bitkisel hayata girdi ve 10 gün sonra vefat etti. kamuoyunda dürüstlüğü ile tanınan ve çok sevilen adnan kahvecinin yeni yapılan otobanda ters yola girerek kaza yapması, çeşitli şüphelerin ortaya atılmasına sebep oldu.
oğlu cihan, babası adnan kahvecinin en tipik özelliğini almış. özel separatörlü çöp kutusu, akıllı mini yazar kasa ve elektronik oy verme makinesinin patentini alan kahvecinin küçük oğlu cihan, bilgisayarının içine yerleştirdiği fanlar sayesinde bilgisayarın daha hızlı soğumasını sağlayarak işlem hızını arttırmış. ‘‘arkadaşların sana mucit diyorlar mı?’’ sorusuna, ‘‘evet, tüm arkadaşlarıma bilgisayar konusunda yardım ediyorum. bugüne dek çok arkadaşıma web sayfası düzenledim. bilgisayarımı sökerim takarım. sanal dünyadan çok arkadaşım var chat sayesinde. programlar yazıyorum’’ diye cevap veriyor.
babalarından kalan maaş ve diğer yardımlarla devletten 200er milyon lira alan kahveci kardeşler teyzeleri fulya bekpınarın yanında kalıyorlar. ‘‘amca ve halamız aramıyor. zaten onlardan bir talebimiz yok.’’ diyen kahveciler, babalarının akrabalarıyla görüşmüyorlar.
kazadan sonra ‘‘çocukların sigortası benim’’ diyen turgut özalın iki ay sonra vefat etmesinin ardından, özal ailesi ve anaptan kimsenin kapılarını çalmadığı iki kardeş, ‘‘semra hanım hiç aramadı. karşımızda anap ilçe binası var (gülüyorlar) bir kez bile kapımızı çalmadılar. mesut bey kazadan sonra bize bakacağına dair sözler söylemiş. ama o da aramadı, tabii işi başından aşkın’’ diyorlar.
kimseye kırgın olmadıklarını, bunun böyle olacağını zaten bildiklerini belirten cihan, ‘‘bunun doğal olduğunu düşünüyorum. o zamanlar herkes babamdan menfaat sağlamak için çevresindeydi. şimdi arayanımız soranımız en çok 2-3 kişi. bu ayıp onlara yeter’’ diyor. kardeşler kazadan sonra kendilerini aramaya devam edenlerin sadece devlet bakanı işın çelebi ve politik danışman erhan göksel, bir de istanbul belediyesi eski başkanı bedrettin dalan olduğunu söylüyorlar.
kaynaklar:
kimkimdir gen tr
hürriyetim com tr arşivi
kahveci, türkiyeye döndükten sonra boğaziçi üniversitesinde öğretim üyeliği yaptı. ardından da içişleri bakanlığı teknik danışmanlığında bulundu. 12 eylül döneminde başbakanlık danışmanlığına atandı ve o sıralarda turgut özalla tanıştı. 1983 yılında anapın kurucuları arasında yer alan kahveci, askeri yönetim tarafından veto edildiği için milletvekili olamadı. daha sonra 1987 yılında istanbuldan milletvekili seçildi ve devlet bakanı oldu. bir süre sonra da maliye bakanlığı görevine getirildi.kızıni ve oğlunu kolejden alarak normal okullara kaydettirdi.türkiyede 1 dakikada okuduğu bin 400 kelimeyle en hızlı okuyan kişiydi.
5 şubat 1993 tarihinde eşi ve iki çocuğu ile birlikte 34 ak 162 plakalı toyota marka otomobiliyle ankaradan istanbula giderken bolu gerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. adnan kahveci ve eşi füsun kahveci olay anında hayatlarını kaybederken, çocukları cihan kahveci yaralı olarak kurtuldu,aslihan kahveci bitkisel hayata girdi ve 10 gün sonra vefat etti. kamuoyunda dürüstlüğü ile tanınan ve çok sevilen adnan kahvecinin yeni yapılan otobanda ters yola girerek kaza yapması, çeşitli şüphelerin ortaya atılmasına sebep oldu.
oğlu cihan, babası adnan kahvecinin en tipik özelliğini almış. özel separatörlü çöp kutusu, akıllı mini yazar kasa ve elektronik oy verme makinesinin patentini alan kahvecinin küçük oğlu cihan, bilgisayarının içine yerleştirdiği fanlar sayesinde bilgisayarın daha hızlı soğumasını sağlayarak işlem hızını arttırmış. ‘‘arkadaşların sana mucit diyorlar mı?’’ sorusuna, ‘‘evet, tüm arkadaşlarıma bilgisayar konusunda yardım ediyorum. bugüne dek çok arkadaşıma web sayfası düzenledim. bilgisayarımı sökerim takarım. sanal dünyadan çok arkadaşım var chat sayesinde. programlar yazıyorum’’ diye cevap veriyor.
babalarından kalan maaş ve diğer yardımlarla devletten 200er milyon lira alan kahveci kardeşler teyzeleri fulya bekpınarın yanında kalıyorlar. ‘‘amca ve halamız aramıyor. zaten onlardan bir talebimiz yok.’’ diyen kahveciler, babalarının akrabalarıyla görüşmüyorlar.
kazadan sonra ‘‘çocukların sigortası benim’’ diyen turgut özalın iki ay sonra vefat etmesinin ardından, özal ailesi ve anaptan kimsenin kapılarını çalmadığı iki kardeş, ‘‘semra hanım hiç aramadı. karşımızda anap ilçe binası var (gülüyorlar) bir kez bile kapımızı çalmadılar. mesut bey kazadan sonra bize bakacağına dair sözler söylemiş. ama o da aramadı, tabii işi başından aşkın’’ diyorlar.
kimseye kırgın olmadıklarını, bunun böyle olacağını zaten bildiklerini belirten cihan, ‘‘bunun doğal olduğunu düşünüyorum. o zamanlar herkes babamdan menfaat sağlamak için çevresindeydi. şimdi arayanımız soranımız en çok 2-3 kişi. bu ayıp onlara yeter’’ diyor. kardeşler kazadan sonra kendilerini aramaya devam edenlerin sadece devlet bakanı işın çelebi ve politik danışman erhan göksel, bir de istanbul belediyesi eski başkanı bedrettin dalan olduğunu söylüyorlar.
kaynaklar:
kimkimdir gen tr
hürriyetim com tr arşivi
geçenlerde bu bayanın oynadığı house of wax adlı kötü filmin set arkasını gösteriyor idi bir kanal, işte oyuncular filmden, rollerinden filan bahsediyorlardı, paris hilton hanımefendi kendi rolü için şöyle dedi; filmin seksi sarışın bombası .. önce bir bakakaldım bu duruma nasıldı yani?bir insan oynadığı rolden, hadi rolü geç kendisinden nasıl bu şekilde bahsedebilirdi? hayır yani o hiç de hoşuma gitmeyen görüntüsü başkalarına elbet seksi gelebilir, ama kendisi nasıl der?allahım kafayı yiyecektim..sonra birden kafamda bir ampul yandı, e bu kızın çok bi sahnesi yok, bir tane iç çamaşırlı sahne var o kadar, bir de kafası kopuyo, zaten kafası kopuk bir insan nasıl seksi bomba olabilir?sordum kendime acaba kafası koparak mı ölüyordu gerçekten?kafasına bir darbe yiyerek öldüğünü çok iyi hatırlıyordum çünkü o sahneyi özellikle izlemiştim, acaba, acaba ağzı açık, kendince seksi bir bakış atarak mı ölücek diye..
bu şoktan sonra filmi bir kere daha izledim hala çok kötüydü ve parisin kafası kopmuyordu da, yarılıyordu evet..
not:aslında filmden kesitler sunsa da bu entry, asıl anlatmak istediğim paris hiltonun..neyse hakaret yok.. onun için bu entry filmin adına değil de bu bayanın başlığına yazılmıştır..
bu şoktan sonra filmi bir kere daha izledim hala çok kötüydü ve parisin kafası kopmuyordu da, yarılıyordu evet..
not:aslında filmden kesitler sunsa da bu entry, asıl anlatmak istediğim paris hiltonun..neyse hakaret yok.. onun için bu entry filmin adına değil de bu bayanın başlığına yazılmıştır..
su çiçeği varisella zoster adı verilen bir virüs tarafından meydana getirilen ateşli bir enfeksiyon hastalığıdır.
kişiden kişiye daha çok hapşırma, öksürme ile havaya dağılan virüsün solunum yoluyla alınması veya göz ile teması sonucunda bulaşır. ciltteki su çiçeği döküntüleri ile temas yoluyla da bulaşmaktadır. su çiçeğinin kuluçka süresi yaklaşık 14-16 gündür.
döküntüler kaşıntılı ve farklı boylardadır ve içinde sıvı bulunur ve 5-6 günlük bir süre içinde kabuklanarak kurur ve bulaştırıcılığını kaybeder. gözlerde ve ağız içinde de döküntüler ortaya çıkabilir. 2-3 hafta devam eder ve hastalığı geçirmek kişide hastalığa karşı ömür boyu bağışıklık sağlar. ancak nadirende olsa ikinci kez su çiçeği çıkaran vakalar görülebilmektedir.
tüm vakaların yarısı 5-9 yaş arası çocuklarda görülür. 15 yaş üzeri nüfusun sadece %10’unun su çiçeği hastalığı geçirmediği tahmin edilmektedir. su çiçeği vakalarının sadece %5’i erişkinlerde olmasına rağmen su çiçeğine bağlı ölümlerin %35’ini erişkinler oluşturmakta, yani hastalık ileri yaşta daha ağır seyretmektedir.
http://www.sucicegi.net
kişiden kişiye daha çok hapşırma, öksürme ile havaya dağılan virüsün solunum yoluyla alınması veya göz ile teması sonucunda bulaşır. ciltteki su çiçeği döküntüleri ile temas yoluyla da bulaşmaktadır. su çiçeğinin kuluçka süresi yaklaşık 14-16 gündür.
döküntüler kaşıntılı ve farklı boylardadır ve içinde sıvı bulunur ve 5-6 günlük bir süre içinde kabuklanarak kurur ve bulaştırıcılığını kaybeder. gözlerde ve ağız içinde de döküntüler ortaya çıkabilir. 2-3 hafta devam eder ve hastalığı geçirmek kişide hastalığa karşı ömür boyu bağışıklık sağlar. ancak nadirende olsa ikinci kez su çiçeği çıkaran vakalar görülebilmektedir.
tüm vakaların yarısı 5-9 yaş arası çocuklarda görülür. 15 yaş üzeri nüfusun sadece %10’unun su çiçeği hastalığı geçirmediği tahmin edilmektedir. su çiçeği vakalarının sadece %5’i erişkinlerde olmasına rağmen su çiçeğine bağlı ölümlerin %35’ini erişkinler oluşturmakta, yani hastalık ileri yaşta daha ağır seyretmektedir.
http://www.sucicegi.net
sırtımda çıplak
islak nefesin
bi gidip bi geliyor
biz senlen yatmıyoruz ki
yaşamıyoruz da
hep yarışıyoruz
sen mi ben mi
önce kim
ölümü öldürecek diye
.
can yücel
.
islak nefesin
bi gidip bi geliyor
biz senlen yatmıyoruz ki
yaşamıyoruz da
hep yarışıyoruz
sen mi ben mi
önce kim
ölümü öldürecek diye
.
can yücel
.
(bkz: aa bu benim lan)
olay aynen purkinjenin sözylediği gibi gerçekleştiğinden pek bir gönül rahatlığı vardır . hatta çalışmalar sürdürülüp yakında mantı, içliköfte de gönderilecektir.
olay aynen purkinjenin sözylediği gibi gerçekleştiğinden pek bir gönül rahatlığı vardır . hatta çalışmalar sürdürülüp yakında mantı, içliköfte de gönderilecektir.
yavas gelirim ama darbem buyuk olur manasinda bir soz.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?