bir nazim hikmet kitabi.
memleketimden insan manzaraları
(bkz: nazim hikmet)
herkesin okuması gereken bir şaheser..
tiyatroya da uyarlanmıştır.
bir nazım hikmet eseridir
atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim,
atlantiğin dibinde
dirseğime dayanmış.
bakıyorum yukarıya:
bir denizaltı gemisi görüyorum,
yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde,
yüzüyor elli metre derinde,
balık gibi, efendim,
zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum.
orası camgöbeği aydınlık.
orda, efendim,
orda yeşil, yeşil,
orda ışıl ışıl,
orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum.
orda, ey demir çarıklı ruhum,
orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum,
orda dünyamızın ilk kımıldanan eti,
orda bir hamam tasının mahrem şehveti,
mahrem şehveti efendim,
gümüş kuşlu bir hamam tasının
ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları.
orda rengarenk otları, köksüz ağaçları
kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının,
orda hayat, tuz, iyot,
orda başlangıcımız, hacıbaba,
orda başlangıcımız
ve orda hain, çelik ve sinsi
bir denizaltı gemisi.
400 metroya kadar sızıyor ışık.
sonra alabildiğine derin
alabildiğine derin karanlık.
yanlız ara sıra
acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde
ışık saçarak.
sonra onlar da yok.
artık dibe kadar inen
kat kat kalın sular kati ve mutlak
ve en dipte ben.
ben, upuzun yatıyorum, hacıbaba,
upuzun yatıyorum dibinde atlantiğin
dirseğime dayanmış,
bakıyorum yukarlara.
avrupa amerika dan atlantiğin yüzünde ayrıdır
dibinde değil.
gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra.
omurgalarının altını görüyorum,
omurgalarının altını.
dönüyor keyifili keyifli pervaneleri.
dümenleri ne tuhaf suyun içinde
insanın tutup tutup kıvırası geliyor.
köpekbalıkları geçti gemilerin altından,
karınlarını gördüm
ağızları da orda.
gemiler şaşırdılar birdenbire,
herhalde köpekbalıklarından değil.
denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim
bir torpil.
gemilerin dümenlerine baktım:
telaşlı ve korkaktılar.
gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı,
gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini
karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı.
denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz.
gazgemileri düşmana ateş açarak
insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak
batmaya başladılar.
mazot, gaz, benzin,
tutuştu yüzü denizin.
bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan,
yağlı ve yapışkan
bir alev deryası efendim.
kıpkızıl, gömgök, kapkara,
arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara.
ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak.
köpürüp, dağılıp parçalanmalar.
yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak.
gece uykuda gezenler gibi bir hali var:
lunatik.
geçti kargaşalığı,
girdi deniz dünyasının cennetine.
fakat durmadan iniyor.
kayboldu ıslak karanlıkta.
artık baskıya dayanamaz, parçalanır.
ve direği, efendim, bacası yahut
nerdeyse yanıma düşer.
yukarda insanla dolu denizin içi.
bir tortu gibi dibe çöküyorlar
tortu gibi çöküyorlar, hacıbaba.
baş aşağı, baş yukarı,
uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları.
ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan
onlarda iniyorlar dibe doğru.
birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma.
parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası
ve münihli hans müller dışarı çıkıverdi.
39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce
münihli hans müller
hitler hücum kıtası altıncı tabur
birinci bölük
dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi.
münihli hans müller
üç şey severdi:
1-altın köpüklü arpa suyu
2-şarki prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli anna.
3-kırmızı lahana.
münihli hans müller için
vazife üçtü:
1-çakan bir şimşek
gibi mafevke selam vermek.
2-yemin etmek tabancanın üzerine.
3-günde asgari üç çıfıt çevirip
sövmek silsilelerine.
münihli hans müllerin
kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı:
1-der führer.
2-der führer.
3.der führer.
münihli hans müller
sevgisi, vazifesi ve korkusuyla
39 ilkbaharına kadar
bahtiyar
yaşıyordu.
ve vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli
şarki prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli
annanın
tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine
şaşıyordu.
diyordu ki ona:
-bir düşün anna,
yepyeni bir manevra kayışı takacağım,
pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben.
sen beyaz ve uzun entari giyeceksin,
balmumundan çiçekler takacaksın başına.
tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz.
ve mutlak
hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.
bir düşün anna,
tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye
top, tüfek yapmazsak eğer
yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder?
münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler
çünkü doğamadılar,
çünkü henüz, efendim, annayla zifaf vaki olmadan önce
bizzat harbe girdi hans müller.
ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında
dibinde atlantiğin
benim karşımda durmaktadır.
seyrek sarı saçları ıslak,
kırmızı sivri burnunda esef,
ve ince dudaklarının kıyılarında keder.
yanı başımda durduğu halde
yüzüme çok uzaklardan bakıyor,
insanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler.
ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek annayı,
ve artık bir daha arpa suyu içip
yiyemeyecek kırmızı lahanayı.
ben bütün bunları biliyorum, efendim,
ama o bütün bunları bilmiyor.
gözü bir parça yaşlı,
silmiyor.
cebinde parası var,
çoğalıp eksilmiyor.
ve işin tuhafı
artık ne kimseyi öldürebilir
ne de kendisi ölebilir bir daha.
şimdi şişecek birazdan,
yükselecek yukarıya,
sular sallayacak onu
ve balıklar yiyecek sivri burnunu.
ben
hans müllere bakıp, hacıbaba, bunları düşünürken
yanımızda peyda oluverdi
liverpul limanından harri tomson.
gazgemilerinden birinde serdümendi.
kaşları ve kirpikleri yanmıştı.
gözleri sımsıkı kapalıydı.
şişman ve matruştu.
bir karısı vardı tomsonun:
tavan süpürgesi gibi bir kadın,
tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz
ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz.
bir oğlu vardı tomsonun:
altı yaşında bir oğlan, hacıbaba,
tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa.
tuttum tomsonun elinden.
açmadı gözlerini.
"-vefat ettiniz" dedim.
"-evet " dedi, "ingiliz imparatorluğu ve hürriyeti için:
canım isterse, harp içinde bile çörçile sövmek hürriyeti
ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna.
fakat değişecek hürriyette bu son bahis,
harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz.
planı hazırlıyor lordlarımızdan biri.
adalet: ihtilalsiz.
ben ingiliz imparatorluğunu dağıtmaya gelmedim, dedi çörçil.
ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim:
buna kenterburi başpiskoposu
bizim tredünyonun reisi
ve karım razı değil.
ay bek yur pardın.
işte bu kadar,
nokta, son."
sustu tomson.
ve ağzını açmadı bir daha.
ingilizler fazla konuşmayı sevmezler,
hele hümoru seven ölü ingilizler.
tomson la mülleri yanyana yatırdım.
şiştiler yan yana,
yan yana yükseldiler yukarı doğru.
balıklar tomsonu afiyetle yediler,
fakat dokunmadılar ötekisine,
hansın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan.
hayvan deyip geçme, hacıbaba,
sen de hayvansın ama
akıllı bir hayvan...
nazım hikmet (1902 - 1963)
atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim,
atlantiğin dibinde
dirseğime dayanmış.
bakıyorum yukarıya:
bir denizaltı gemisi görüyorum,
yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde,
yüzüyor elli metre derinde,
balık gibi, efendim,
zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum.
orası camgöbeği aydınlık.
orda, efendim,
orda yeşil, yeşil,
orda ışıl ışıl,
orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum.
orda, ey demir çarıklı ruhum,
orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum,
orda dünyamızın ilk kımıldanan eti,
orda bir hamam tasının mahrem şehveti,
mahrem şehveti efendim,
gümüş kuşlu bir hamam tasının
ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları.
orda rengarenk otları, köksüz ağaçları
kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının,
orda hayat, tuz, iyot,
orda başlangıcımız, hacıbaba,
orda başlangıcımız
ve orda hain, çelik ve sinsi
bir denizaltı gemisi.
400 metroya kadar sızıyor ışık.
sonra alabildiğine derin
alabildiğine derin karanlık.
yanlız ara sıra
acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde
ışık saçarak.
sonra onlar da yok.
artık dibe kadar inen
kat kat kalın sular kati ve mutlak
ve en dipte ben.
ben, upuzun yatıyorum, hacıbaba,
upuzun yatıyorum dibinde atlantiğin
dirseğime dayanmış,
bakıyorum yukarlara.
avrupa amerika dan atlantiğin yüzünde ayrıdır
dibinde değil.
gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra.
omurgalarının altını görüyorum,
omurgalarının altını.
dönüyor keyifili keyifli pervaneleri.
dümenleri ne tuhaf suyun içinde
insanın tutup tutup kıvırası geliyor.
köpekbalıkları geçti gemilerin altından,
karınlarını gördüm
ağızları da orda.
gemiler şaşırdılar birdenbire,
herhalde köpekbalıklarından değil.
denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim
bir torpil.
gemilerin dümenlerine baktım:
telaşlı ve korkaktılar.
gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı,
gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini
karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı.
denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz.
gazgemileri düşmana ateş açarak
insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak
batmaya başladılar.
mazot, gaz, benzin,
tutuştu yüzü denizin.
bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan,
yağlı ve yapışkan
bir alev deryası efendim.
kıpkızıl, gömgök, kapkara,
arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara.
ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak.
köpürüp, dağılıp parçalanmalar.
yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak.
gece uykuda gezenler gibi bir hali var:
lunatik.
geçti kargaşalığı,
girdi deniz dünyasının cennetine.
fakat durmadan iniyor.
kayboldu ıslak karanlıkta.
artık baskıya dayanamaz, parçalanır.
ve direği, efendim, bacası yahut
nerdeyse yanıma düşer.
yukarda insanla dolu denizin içi.
bir tortu gibi dibe çöküyorlar
tortu gibi çöküyorlar, hacıbaba.
baş aşağı, baş yukarı,
uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları.
ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan
onlarda iniyorlar dibe doğru.
birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma.
parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası
ve münihli hans müller dışarı çıkıverdi.
39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce
münihli hans müller
hitler hücum kıtası altıncı tabur
birinci bölük
dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi.
münihli hans müller
üç şey severdi:
1-altın köpüklü arpa suyu
2-şarki prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli anna.
3-kırmızı lahana.
münihli hans müller için
vazife üçtü:
1-çakan bir şimşek
gibi mafevke selam vermek.
2-yemin etmek tabancanın üzerine.
3-günde asgari üç çıfıt çevirip
sövmek silsilelerine.
münihli hans müllerin
kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı:
1-der führer.
2-der führer.
3.der führer.
münihli hans müller
sevgisi, vazifesi ve korkusuyla
39 ilkbaharına kadar
bahtiyar
yaşıyordu.
ve vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli
şarki prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli
annanın
tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine
şaşıyordu.
diyordu ki ona:
-bir düşün anna,
yepyeni bir manevra kayışı takacağım,
pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben.
sen beyaz ve uzun entari giyeceksin,
balmumundan çiçekler takacaksın başına.
tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz.
ve mutlak
hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.
bir düşün anna,
tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye
top, tüfek yapmazsak eğer
yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder?
münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler
çünkü doğamadılar,
çünkü henüz, efendim, annayla zifaf vaki olmadan önce
bizzat harbe girdi hans müller.
ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında
dibinde atlantiğin
benim karşımda durmaktadır.
seyrek sarı saçları ıslak,
kırmızı sivri burnunda esef,
ve ince dudaklarının kıyılarında keder.
yanı başımda durduğu halde
yüzüme çok uzaklardan bakıyor,
insanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler.
ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek annayı,
ve artık bir daha arpa suyu içip
yiyemeyecek kırmızı lahanayı.
ben bütün bunları biliyorum, efendim,
ama o bütün bunları bilmiyor.
gözü bir parça yaşlı,
silmiyor.
cebinde parası var,
çoğalıp eksilmiyor.
ve işin tuhafı
artık ne kimseyi öldürebilir
ne de kendisi ölebilir bir daha.
şimdi şişecek birazdan,
yükselecek yukarıya,
sular sallayacak onu
ve balıklar yiyecek sivri burnunu.
ben
hans müllere bakıp, hacıbaba, bunları düşünürken
yanımızda peyda oluverdi
liverpul limanından harri tomson.
gazgemilerinden birinde serdümendi.
kaşları ve kirpikleri yanmıştı.
gözleri sımsıkı kapalıydı.
şişman ve matruştu.
bir karısı vardı tomsonun:
tavan süpürgesi gibi bir kadın,
tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz
ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz.
bir oğlu vardı tomsonun:
altı yaşında bir oğlan, hacıbaba,
tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa.
tuttum tomsonun elinden.
açmadı gözlerini.
"-vefat ettiniz" dedim.
"-evet " dedi, "ingiliz imparatorluğu ve hürriyeti için:
canım isterse, harp içinde bile çörçile sövmek hürriyeti
ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna.
fakat değişecek hürriyette bu son bahis,
harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz.
planı hazırlıyor lordlarımızdan biri.
adalet: ihtilalsiz.
ben ingiliz imparatorluğunu dağıtmaya gelmedim, dedi çörçil.
ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim:
buna kenterburi başpiskoposu
bizim tredünyonun reisi
ve karım razı değil.
ay bek yur pardın.
işte bu kadar,
nokta, son."
sustu tomson.
ve ağzını açmadı bir daha.
ingilizler fazla konuşmayı sevmezler,
hele hümoru seven ölü ingilizler.
tomson la mülleri yanyana yatırdım.
şiştiler yan yana,
yan yana yükseldiler yukarı doğru.
balıklar tomsonu afiyetle yediler,
fakat dokunmadılar ötekisine,
hansın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan.
hayvan deyip geçme, hacıbaba,
sen de hayvansın ama
akıllı bir hayvan...
nazım hikmet (1902 - 1963)
devlet tiyatrosu^nda rustu asyali ve cem idiz^in muhtesem performanslari ile seyredip iyi ki nazim benim dilimde yazmis dedigim destan.
nazım hikmetin muhteşem eseri.tiyatroya da uyarlanmış olup izleyenleri oldukça etkileyen bir şaheserdir.
robot süpürge
bebek maması
aptamil bebek maması
en ucuz klima fiyatları
klima fiyatları
dubai vize
sözlük scripti sütyenli atlet
şişli escort bursa escort görükle escort türkçe seks hikayeleri izmir escort hatay escort izmir escort ankara escort
çankaya escort maltepe escort buca escort denizli escort denizli escort çiğli escort şirinevler escort çekmeköy escort
Anadolu Yakası Escort istanbul escort
şişli escort
esenyurt escort
beylikdüzü escort
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?