bugün, “özgür, eşit, demokratik bir türkiye’de birarada yaşama savunma” seferberliği başlatıyor. çünkü biz türk-kürt ya da laik-dindar gerilimi yoluyla yurttaşlarımızın birlikte yaşama duygusu zayıflamasın istiyoruz. doğduğumuz topraklarda barış, hoşgörü, karşılıklı anlayış içerisinde birlikte yaşamayı arzuluyoruz.
türkiye’nin sorunlarının ancak daha fazla demokrasiyle, daha fazla özgürlükle çözüleceğine inanıyoruz. kürt sorununda milliyetçi şiddete başvurulması, linç kültürünün yaygınlaşması karşısında “ barıştan, hoşgörüden” yana bir seçenek oluşturmak için harekete geçiyoruz. izmir kemalpaşa’daki örneklerin yaygınlaşmasından, ortak yaşam pratiğinin zedelenmesinden kaygı duyuyoruz.
devletin artık bu sorunu bir asayiş sorunu görmekten vazgeçmesini, başbakan’ın “hepiniz eşit haklara sahip yurttaşlarsınız “ sözlerine sahip çıkmasını; hükümetin bir “sıfır nokta” ilan ederek herkesin demokratik, toplumsal yaşama katılmasının önünü açmasını; artık kimsenin bombadan, kurşundan, şiddetten, silahlı eylemden medet ummamasını istiyoruz.
isteyenin kendi kimliğini, kültürünü öne çıkararak, isteyenin de sade yurttaş olarak özgürce yaşadığı bir türkiye amaçlıyoruz.hiçbir kimliğin başka kimlikleri ezmediği, her kimliğe saygı duyulduğu bir ülkede yaşamayı arzuluyoruz.siyasal ve emek- sermaye ekseninde toplumsal aidiyetlerin öne çıktığı bir ortamın da ancak böyle şekilleneceğine inanıyoruz.
özgürlükçü laiklik anlayışıyla, her insanın inanma ya da inanmama özgürlüğünü, devletin tüm din,inanç ve mezheplere eşit mesafede durmasını; kamu kaynaklarıyla, bizlerin vergileriyle hiçbir mezhebe teşvikte bulunmamasını; devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrı tutulmasını; herkesin bir diğerinin yaşam tarzına, kılık kıyafet tercihine saygı göstermesini savunuyoruz.
devlet içinde gizli kapaklı hiçbir ilişki kalmasın; susurluktan,şemdinli’ye, danıştay saldırısına kadar tüm çete ilişkileri derin devlet bağlantıları aydınlatılsın istiyoruz.
ergenekon anayasası değil, daha sivil, daha özgürlükçü yeni bir anayasa istiyoruz.terörle mücadele yasası gibi baskı yasalarıyla değil, seçim barajlarının kalkmasıyla, temsilde adaletin sağlanmasıyla bu ülkenin önünün açılacağına inanıyoruz.
gazeteler bombalanırken “ bize de atıyorlar” diyebilen, yargı bağımsızlığını hiçe sayan, bürokrasi atamalarında kişi kafasının içine değil de eşinin kafasının dışına bakmayı adet edinen başbakanlarla; susurluk’un “ fasa fiso” lafıyla üstünü örten zihniyeti “ geçin bunları ıvır zıvır “ diyerek hortlatan, adeta çete ilişkilerinin üzerine gidilmesinden rahatsızlık duyan muhalefet liderleriyle; vatanı kurtarıyorum bahanesiyle cukka doğrultan, her türlü kirli işe bulaşan rambo özentileri, çete kalıntıları, mafya bozuntularıyla bu ülke bir yere gidemez.
zaten jeolojik fay hatlarının üzerinde bulunan bu ülke, bir de toplumsal fay hatlarını kaldıramaz. “ biz bize mecburuz”, barış, kardeşlik, hoşgörü, dayanışma içersinde birarada yaşamaktan başka seçeneğimiz bulunmuyor. ne suudi arabistan’a, ne de kuzey irak’a postalanacak yurttaşımız yok bizim. işsizliğe, yoksulluğa, gelir dağılımı adaletsizliğine, bunları yaratan neo-liberal politikalara karşı güçlü bir direniş de, birarada yaşama iradesini güçlendirmekten geçiyor.
ödp 25 haziran’da istanbul kadıköy’de, “ özgür, eşit, demokratik bir türkiye’de birarada yaşamı savunanlarla “ bir buluşma gerçekleştirecek: bu sadece bir parti etkinliği olarak kalmayıp, ancak tüm “demokratik kamuoyunun” sendikaların, meslek kuruluşlarının, yurttaş inisiyatiflerinin, aydınların, sanatçıların, tek tek bireylerin katılımını sağlayabilirse amacına ulaşır, toplumu parçalayan milliyetçik, ayrımcılık hak ettiği cevabı alır.herkesin desteğine, katkısına, el ve omuz vermesine ihtiyacımız var.
özgür, eşit, demokratik bir türkiye’yi yaratmak için birarada yaşamı savunmaya kararlıyız; başka çaremiz yok.
hayri kozanoğlu
birarada yaşami savunalim
(bkz: bir arada yaşamı savunalım).
ödp’nin kampanyasıdır.kampanya 25 haziran 2006 pazar günü istanbul kadıköy’de yapılacak miting ile devam edecektir; ancak bu istek ve dilek hiç bir zaman bitmeyecektir, ne türkiye’de ne de dünyada...
18 haziran 2006 günlü birgün gazetesinde ödp genel başkanı hayri kozanoğlunun kampanya hakkındaki yazısı şu şekildedir:
birarada yaşama birlikte mücadele
ortadoğuda kriz derinleşerek sürüyor. yeni yüzler ve yeni dinamikler ortaya çıkıyor. irakta mukteda el sadrdan, lübnanda hizbullah lideri nasrallaha, filistinde ha-masın haniyasına, en son da iran devlet başkanı mahmut ahmedinejada kadar daha düne kadar adlarını duymadığımız liderlerin arkasında yerelde örgütlenmiş şehir yoksullarının desteği var. bağdattan basraya, gazzeden jenine, beyruttan sidona, tahrandan şiraza gecekondulardan, bakımsız mahallelerden yükselen bir isyanın sadece bilinen yüzü onlar. kapitalizmi aşmaya, düzeni değiştirmeye uzanan bir ufukları bulunmasa da, yardım ve uhrevi değil, dayanışmaya yönelik dünyevi çözümlerin ezilenlerin, dışlananların yaşamda bir ferahlama yarattığı ortada (tarık alinin bu konuda nefis bir analizi için bkz. new left revievvun mart/nisan 2006 sayısı).
gelelim latin amerikaya. venezüellada chavezin taban desteğinin yoksul mahalle-lerdeki halk komiteleri olduğunu herkes biliyor. nisan 2002deki abd destekli darbenin caracasın gecekondularından şehir merkezine akın eden milyonlar tarafından püskürtül-düğünü kimse unutmuyor. bolivyada ise, imf ve dünya bankası kaynaklı "şok terapi" sıradan insanın yaşamına bir kabus gibi çökmüş. örneğin, su özelleştirilerek, irak işgalini de bir kâr kapısı haline getiren bus tayfasının gözde şirketi bechtele verilmiş. su faturalari gariban ailelerin gelirlerinin üçte birini yutar hale gelmiş. el alto denilen tamamen yoksullardan oluşan bir kent ortaya çikmiş zamanla. işte önceki başkan lozzadayı alaşağı eden, mesayı taleplerini kabule zorlayan, en son da moralesi iktidara taşiyan onlar. belki de bolivyadaki en önemli toplumsal güç el alto mahalle komiteleri federasyonu. bu arada kendisi de aymara yerlisi olan mo-ralesin halkın bölüşüm talepleri yanında, kimlik ve tanınma taleplerinin de sözcüsü olduğunu unutmayalım.
türkiyede ise solun, gerek iktisadi, gerekse de kültürel anlamda "ötekileştirilen" geniş kesimlerin yaşadığı "öteki türkiye"ye nüfuz edemediği ortada. oralarda şeriatçılar, milliyetçiler, mezhepçiler pusulasız kalan, umutsuzluğa kapılan, kendine sığınacak bir dal arayan çaresiz insanları mühimmat deposu gibi kullanıyor. bölen, parçalayan, varlığı düşman yaratmaya dayanan zihniyetler yoksulları göğüs göğüse getirmekten kaygılanmıyor. gazi olaylarından, bazı 1 mayıslardan, yılbaşlarında taksimden, en son diyarbakırdan yoksulların gazabının potansiyel gücünü herkes biliyor. ama en tehlikelisi, yoksulların birbirinin kurdu haline gelmesi, birbirlerini kırması olur.
işte, "birarada yaşamayi savunma" çağrısı varoşların, yoksul mahallelerin patlamaya hazır bir barut fıçısına döndüğünü farketme, son anda "imdat" frenini çekme gayretidir aynı zamanda. bu çağrı belki ilk anda okumuşlardan, orta sınıflardan, belleğinde corumlar, maraşlar yer edenlerden karşılık bulacak. 25 haziranda kadıköy meydanında öncelikle sosyalistler, barışseverler, kamu çalışanları, sendikalı işçiler, demokrat mühendisler bulunacak. eğer bu inisiyatif o günden sonra mahallelere, sokaklar, gerginliğin diyalogsuzluğun hüküm sürdüğü yaşam alanlarına ulaşamazsa iyi niyetli bir aydın çabasının ötesine gidemez. yaklaşan tehlikeyi önceden görüp, tarihe kayıt düşmenin ötesinde bir anlam taşımaz.
"birarada yaşama" tabii ki hoşgörüyü, farklılıkları sindirmeyi, hatta zenginlik sayma-yi, karşısındakini anlama, dinleme iradesini içermeli. ama bununla yetinmemeli, uzun vadede haksızlıklara, eşitsizliklere, neoliberal politikalara karşı "birlikte mücadeleye" de uzanan bir ufku bulunmalı. sadece orta sınıfın yaşam tarzını koruma kaygılarına yaslanmanın değil, aslen yoksulların yaşam standardını yükseltmeyi önüne koyan bir anlayışın sol olduğunu herkese anlatabilmen.
not: daha fazla bilgi için www.biraradayasam.net e bakılabilir.
birarada yaşama birlikte mücadele
ortadoğuda kriz derinleşerek sürüyor. yeni yüzler ve yeni dinamikler ortaya çıkıyor. irakta mukteda el sadrdan, lübnanda hizbullah lideri nasrallaha, filistinde ha-masın haniyasına, en son da iran devlet başkanı mahmut ahmedinejada kadar daha düne kadar adlarını duymadığımız liderlerin arkasında yerelde örgütlenmiş şehir yoksullarının desteği var. bağdattan basraya, gazzeden jenine, beyruttan sidona, tahrandan şiraza gecekondulardan, bakımsız mahallelerden yükselen bir isyanın sadece bilinen yüzü onlar. kapitalizmi aşmaya, düzeni değiştirmeye uzanan bir ufukları bulunmasa da, yardım ve uhrevi değil, dayanışmaya yönelik dünyevi çözümlerin ezilenlerin, dışlananların yaşamda bir ferahlama yarattığı ortada (tarık alinin bu konuda nefis bir analizi için bkz. new left revievvun mart/nisan 2006 sayısı).
gelelim latin amerikaya. venezüellada chavezin taban desteğinin yoksul mahalle-lerdeki halk komiteleri olduğunu herkes biliyor. nisan 2002deki abd destekli darbenin caracasın gecekondularından şehir merkezine akın eden milyonlar tarafından püskürtül-düğünü kimse unutmuyor. bolivyada ise, imf ve dünya bankası kaynaklı "şok terapi" sıradan insanın yaşamına bir kabus gibi çökmüş. örneğin, su özelleştirilerek, irak işgalini de bir kâr kapısı haline getiren bus tayfasının gözde şirketi bechtele verilmiş. su faturalari gariban ailelerin gelirlerinin üçte birini yutar hale gelmiş. el alto denilen tamamen yoksullardan oluşan bir kent ortaya çikmiş zamanla. işte önceki başkan lozzadayı alaşağı eden, mesayı taleplerini kabule zorlayan, en son da moralesi iktidara taşiyan onlar. belki de bolivyadaki en önemli toplumsal güç el alto mahalle komiteleri federasyonu. bu arada kendisi de aymara yerlisi olan mo-ralesin halkın bölüşüm talepleri yanında, kimlik ve tanınma taleplerinin de sözcüsü olduğunu unutmayalım.
türkiyede ise solun, gerek iktisadi, gerekse de kültürel anlamda "ötekileştirilen" geniş kesimlerin yaşadığı "öteki türkiye"ye nüfuz edemediği ortada. oralarda şeriatçılar, milliyetçiler, mezhepçiler pusulasız kalan, umutsuzluğa kapılan, kendine sığınacak bir dal arayan çaresiz insanları mühimmat deposu gibi kullanıyor. bölen, parçalayan, varlığı düşman yaratmaya dayanan zihniyetler yoksulları göğüs göğüse getirmekten kaygılanmıyor. gazi olaylarından, bazı 1 mayıslardan, yılbaşlarında taksimden, en son diyarbakırdan yoksulların gazabının potansiyel gücünü herkes biliyor. ama en tehlikelisi, yoksulların birbirinin kurdu haline gelmesi, birbirlerini kırması olur.
işte, "birarada yaşamayi savunma" çağrısı varoşların, yoksul mahallelerin patlamaya hazır bir barut fıçısına döndüğünü farketme, son anda "imdat" frenini çekme gayretidir aynı zamanda. bu çağrı belki ilk anda okumuşlardan, orta sınıflardan, belleğinde corumlar, maraşlar yer edenlerden karşılık bulacak. 25 haziranda kadıköy meydanında öncelikle sosyalistler, barışseverler, kamu çalışanları, sendikalı işçiler, demokrat mühendisler bulunacak. eğer bu inisiyatif o günden sonra mahallelere, sokaklar, gerginliğin diyalogsuzluğun hüküm sürdüğü yaşam alanlarına ulaşamazsa iyi niyetli bir aydın çabasının ötesine gidemez. yaklaşan tehlikeyi önceden görüp, tarihe kayıt düşmenin ötesinde bir anlam taşımaz.
"birarada yaşama" tabii ki hoşgörüyü, farklılıkları sindirmeyi, hatta zenginlik sayma-yi, karşısındakini anlama, dinleme iradesini içermeli. ama bununla yetinmemeli, uzun vadede haksızlıklara, eşitsizliklere, neoliberal politikalara karşı "birlikte mücadeleye" de uzanan bir ufku bulunmalı. sadece orta sınıfın yaşam tarzını koruma kaygılarına yaslanmanın değil, aslen yoksulların yaşam standardını yükseltmeyi önüne koyan bir anlayışın sol olduğunu herkese anlatabilmen.
not: daha fazla bilgi için www.biraradayasam.net e bakılabilir.
(bkz: mutalist yasam)
(ara: yaşam)
istanbul kadıköy iskele meydanında saat 12de başlayacak olan mitingin kampanyasının adıdır.mitinge yeni türküde şarkılarıyla destek verecektir.bizler de türkiyenin dörtbir yanından bu isteği haykırmak için kadıköye akacağızdır.
ödpnin onuncu yılındaki yeni sloganıdır.
25 haziran 2006 günü kadıköy iskele meydanında yaklaşık onbin lişinin katıldığı bir miting ile çalışmalarını devam ettirmiş ödpnin kampanyasıdır.miting sıcaktan erimiş ama birarada yaşama isteği bitmemiş binlerin haykırışı olmuştur.türkü, kürdü, lazı, çerkezi, romanı, arabı, ermenisi, rumu ; alevisi, sünnisi, dinsizi, dindarı hep beraber kol kola yürümüşlerdir.
eylemde emniyetin her zamanki baskı politikası olan kafes olayı devam etmiştir.
eylemde emniyetin her zamanki baskı politikası olan kafes olayı devam etmiştir.
(bkz: birada yaşamı savunalım)
nihat gençin yorumuyla katıla katıla güldüğüm kampanya.
-kardeşim siz 20 sene 4 kişi yan yana gelemediniz,içki masasında en fazla 3 kişi oldunuz,okeye dördüncü bulamadınız şimdi birarada yaşayalım diyorsunuz.
not:birarada değil bir arada olacak o.böyle bir arada olunacaksa yanlış yoldasınız.
-kardeşim siz 20 sene 4 kişi yan yana gelemediniz,içki masasında en fazla 3 kişi oldunuz,okeye dördüncü bulamadınız şimdi birarada yaşayalım diyorsunuz.
not:birarada değil bir arada olacak o.böyle bir arada olunacaksa yanlış yoldasınız.
ufuk urasın konuyla ilgili 25.06.06 tarihli birgün gazetesindeki yazısı şu şekildedir.
birarada yaşamak 25/06/06
birarada yaşamak, iki arada bir derede yaşamaya tercih edilebilir. herkesin kendi tercihi doğrultusunda memleketi tektipleştirmeye çalıştığı bir hakim politik kültür karşısında, çeşitlilikten ve çoğulculuktan yana bir tutumun hayati önemi bulunuyor. toplumları bir renge boyama, tek bir kalıba sokma gayretleri her yerde gerilimi ve kutuplaşmayı artırıyor. herkesin bize benzediği bir toplum herhalde çok sıkıcı olurdu.
üniversitelerde yapılan araştırma sonuçlarına baktığınızda, sokağa çıktığınızda görüyorsunuz, toplumumuz hızla sağa doğru kaymış vaziyette. solda olduğu varsayılan %20’ye yakın bir kesimin de ne kadar sol değerlere sahip olduğunu bilmiyoruz. bu durumdan bu ortamı yaratanların da artık hoşnut olmadığı söylenebilir.
bu akıldışı gidişata son vermek, linç kültürünü utanç konusu haline getirmek için vicdanlara seslenmemiz gerekiyor. vicdan batı dillerinde olduğu gibi “gewissen, conscious” bilince, zihne indirgenecek bir şey de değil. sol bu ülkenin vicdanı olmak durumunda. (her solcu vicdan sahibi, her vicdan sahibi solcu olmasa da) belki de toplum vicdanını yitirdiği için sol bu denli zayıf kalabiliyor.
siyasi elitlerimiz varolan sorunlarımızı çözüm getirmek yerine inkar, gerilim ve devekuşu politikalarıyla her sorunu halının altına süpürmeyi tercih edebiliyorlar.
11 eylülden beri dünyada abd’nin yarattığı korku imparatorluğu, güvenlik ve asayiş adına özgürlüklerin ve hukukun askıya alınması esasına dayanıyor ve toplulukları birbirinden kuşkuya düşürmek, tahrik etmek, kışkırtmak için düğmeye basanlar karşında, bizler de ötekileştirmeye, egemenin keyfiliğine karşı, başkasına saygı ve yaşam hakkı temelinde bir tutum belirlememiz gerekiyor. bunu da kendimizden başkalarına güvenerek, sırtımızı dayayarak, ortak bir yaşam kültürü geliştirerek sağlayabiliriz.
ab’nin çok kimlikli, kültürlü, dinli ve dilli bir yapı hedefine karşın, belçika’da hollanda’da yaşanan ırkçı saldırıların boyutu, bu mücadelenin ekseninin genişlemesi ve ortaklaştırılması gerektiğini ortaya koyuyor. etnik/dini sorunlarını şiddet ve yasakla çözen (erteleyen olabilir) tek bir ülke yok. sovyet deneyiminin acı sonuçlarını yaşadık.
küresel bak’ın abd’den davet ettiği irak savaşında ölen askerin annesi savaş karşıtı bir tutum alıp bush’u eleştirirken, ülkemizde de küçük bir şehit anası grubu dışında, çığlığını yüreğine gömen ve çoğunluğu oluşturan şehit anaları “yeter artık bu kan dursun, başka ocaklar yanmasın, çocuklarımız ölmesin” diyebiliyor. bu sesin adı belli mahfillerce yönlendirilen siyasi holiganların yerini alması gerekiyor. eşit koşullarda bir arada yaşamayı isteyen bizler, şiddet temelinde hiçbir sorunun çözülemediğini görüyoruz.
türkiye, önümüzdeki süreçte kulvar değiştirmek istiyorsa, somut adım atacak bir siyasi iradeye ihtiyaç bulunuyor. çetelerin üstüne gidecek, otoriter laiklik karşısında demokratik bir laikliği tercih ederek gerilimleri ve kutuplaşmaları azaltacak, farklı kimliklerin özgürce yaşamasını sağlayacak, emeğin hakkını savunacak bir siyasi iradeye ihtiyaç var. teller bir kez koptu mu, istediğiniz kadar düğüm atın, aynı sesi bulmanız mümkün olmuyor. bugün psikolojik kopuşları önleyecek bu çağrı, bu ülkenin sosyalistlerinden geliyor.
solun bölücülüğü üzerine yapılan propagandalara karşı, milliyetçilerin, dincilerin liberallerin tarumar ettikleri bu topraklarda biraradalığı savunan bizler, bu yükü tek başımıza kaldıramayacağımızı biliyoruz.
bu oyunu bozup, toplumu parçalayan siyasetlere geçit vermeyebiliriz. kardeş kavgasını körükleyenlere fırsat vermeyebiliriz. kutsiyet atfedilen değerlerin siyasetin mezesi yapılmasını önleyebilir, toplumsal çatışmaların önüne geçebiliriz. demokratik siyaset zeminini gözümüzün nuru gibi korumak üzere birlikte inşa edebiliriz. toplumsal tahribatları engelleyebilir, karşılıklı önyargıları giderebilir, provokatörlere pabuç bırakmayabiliriz. artık herkes bağnazlıkla arasına mesafe koymak durumunda. ülkemizi sevmemizin tek ölçüsü, insanlığa sunduğumuz katkıdır; başka bir ölçümetre bilmiyorum.
işimiz kolay değil; trt’de “barış” sözcüğüne bile tahammül edemeyen müdürlerin olduğu, diyarbakır halkına karşı “kadın, çocuk tanımam” diyen bir başbakanın olduğu, gerilimleri körükleyerek yelkenini şişirebileceğini düşünen, kuzey irak’a asker yollanmasını savunan, mecliste başkalarıyla birarada olmaya bile tahammül edemeyen baykal gibileri karşısında işimiz zor. (oğlum, baykal için,’ solcu mu sağcı mı bilmem, ama çok sıkıcı,’diyor)
baykal, mevlana’dan yola çıkarak “ne olursan ol gel” diyor ama aynı mevlana, “ önce kendine gel” de diyor. sen kendinde değilsen, gelenin de gidenin de bir faydası olmuyor.
barışın, adaletin, eşitliğin dini, milliyeti yok. fikri gettolaşmalar karşısında bir fikri aşılama ihtiyacı bulunuyor. çatışma kültürü karşısında bir uzlaşma kültürü geliştirmek gerekiyor. unutmayalım ki ermeni kartpostalları sergisine yapılan saldırıdan sonra hiçbir ilimizde serginin açılmasına cesaret edilemedi. herhalde bir tek bu utanç bile hepimize yeter.
“ ne ekersek, onu biçeriz” ilkesi çiftçilik kadar, siyaset için de geçerli. iyi şeyler ekelim ki, hiç değilse çocuklarımız güzel şeyler biçsin.
birarada yaşamak 25/06/06
birarada yaşamak, iki arada bir derede yaşamaya tercih edilebilir. herkesin kendi tercihi doğrultusunda memleketi tektipleştirmeye çalıştığı bir hakim politik kültür karşısında, çeşitlilikten ve çoğulculuktan yana bir tutumun hayati önemi bulunuyor. toplumları bir renge boyama, tek bir kalıba sokma gayretleri her yerde gerilimi ve kutuplaşmayı artırıyor. herkesin bize benzediği bir toplum herhalde çok sıkıcı olurdu.
üniversitelerde yapılan araştırma sonuçlarına baktığınızda, sokağa çıktığınızda görüyorsunuz, toplumumuz hızla sağa doğru kaymış vaziyette. solda olduğu varsayılan %20’ye yakın bir kesimin de ne kadar sol değerlere sahip olduğunu bilmiyoruz. bu durumdan bu ortamı yaratanların da artık hoşnut olmadığı söylenebilir.
bu akıldışı gidişata son vermek, linç kültürünü utanç konusu haline getirmek için vicdanlara seslenmemiz gerekiyor. vicdan batı dillerinde olduğu gibi “gewissen, conscious” bilince, zihne indirgenecek bir şey de değil. sol bu ülkenin vicdanı olmak durumunda. (her solcu vicdan sahibi, her vicdan sahibi solcu olmasa da) belki de toplum vicdanını yitirdiği için sol bu denli zayıf kalabiliyor.
siyasi elitlerimiz varolan sorunlarımızı çözüm getirmek yerine inkar, gerilim ve devekuşu politikalarıyla her sorunu halının altına süpürmeyi tercih edebiliyorlar.
11 eylülden beri dünyada abd’nin yarattığı korku imparatorluğu, güvenlik ve asayiş adına özgürlüklerin ve hukukun askıya alınması esasına dayanıyor ve toplulukları birbirinden kuşkuya düşürmek, tahrik etmek, kışkırtmak için düğmeye basanlar karşında, bizler de ötekileştirmeye, egemenin keyfiliğine karşı, başkasına saygı ve yaşam hakkı temelinde bir tutum belirlememiz gerekiyor. bunu da kendimizden başkalarına güvenerek, sırtımızı dayayarak, ortak bir yaşam kültürü geliştirerek sağlayabiliriz.
ab’nin çok kimlikli, kültürlü, dinli ve dilli bir yapı hedefine karşın, belçika’da hollanda’da yaşanan ırkçı saldırıların boyutu, bu mücadelenin ekseninin genişlemesi ve ortaklaştırılması gerektiğini ortaya koyuyor. etnik/dini sorunlarını şiddet ve yasakla çözen (erteleyen olabilir) tek bir ülke yok. sovyet deneyiminin acı sonuçlarını yaşadık.
küresel bak’ın abd’den davet ettiği irak savaşında ölen askerin annesi savaş karşıtı bir tutum alıp bush’u eleştirirken, ülkemizde de küçük bir şehit anası grubu dışında, çığlığını yüreğine gömen ve çoğunluğu oluşturan şehit anaları “yeter artık bu kan dursun, başka ocaklar yanmasın, çocuklarımız ölmesin” diyebiliyor. bu sesin adı belli mahfillerce yönlendirilen siyasi holiganların yerini alması gerekiyor. eşit koşullarda bir arada yaşamayı isteyen bizler, şiddet temelinde hiçbir sorunun çözülemediğini görüyoruz.
türkiye, önümüzdeki süreçte kulvar değiştirmek istiyorsa, somut adım atacak bir siyasi iradeye ihtiyaç bulunuyor. çetelerin üstüne gidecek, otoriter laiklik karşısında demokratik bir laikliği tercih ederek gerilimleri ve kutuplaşmaları azaltacak, farklı kimliklerin özgürce yaşamasını sağlayacak, emeğin hakkını savunacak bir siyasi iradeye ihtiyaç var. teller bir kez koptu mu, istediğiniz kadar düğüm atın, aynı sesi bulmanız mümkün olmuyor. bugün psikolojik kopuşları önleyecek bu çağrı, bu ülkenin sosyalistlerinden geliyor.
solun bölücülüğü üzerine yapılan propagandalara karşı, milliyetçilerin, dincilerin liberallerin tarumar ettikleri bu topraklarda biraradalığı savunan bizler, bu yükü tek başımıza kaldıramayacağımızı biliyoruz.
bu oyunu bozup, toplumu parçalayan siyasetlere geçit vermeyebiliriz. kardeş kavgasını körükleyenlere fırsat vermeyebiliriz. kutsiyet atfedilen değerlerin siyasetin mezesi yapılmasını önleyebilir, toplumsal çatışmaların önüne geçebiliriz. demokratik siyaset zeminini gözümüzün nuru gibi korumak üzere birlikte inşa edebiliriz. toplumsal tahribatları engelleyebilir, karşılıklı önyargıları giderebilir, provokatörlere pabuç bırakmayabiliriz. artık herkes bağnazlıkla arasına mesafe koymak durumunda. ülkemizi sevmemizin tek ölçüsü, insanlığa sunduğumuz katkıdır; başka bir ölçümetre bilmiyorum.
işimiz kolay değil; trt’de “barış” sözcüğüne bile tahammül edemeyen müdürlerin olduğu, diyarbakır halkına karşı “kadın, çocuk tanımam” diyen bir başbakanın olduğu, gerilimleri körükleyerek yelkenini şişirebileceğini düşünen, kuzey irak’a asker yollanmasını savunan, mecliste başkalarıyla birarada olmaya bile tahammül edemeyen baykal gibileri karşısında işimiz zor. (oğlum, baykal için,’ solcu mu sağcı mı bilmem, ama çok sıkıcı,’diyor)
baykal, mevlana’dan yola çıkarak “ne olursan ol gel” diyor ama aynı mevlana, “ önce kendine gel” de diyor. sen kendinde değilsen, gelenin de gidenin de bir faydası olmuyor.
barışın, adaletin, eşitliğin dini, milliyeti yok. fikri gettolaşmalar karşısında bir fikri aşılama ihtiyacı bulunuyor. çatışma kültürü karşısında bir uzlaşma kültürü geliştirmek gerekiyor. unutmayalım ki ermeni kartpostalları sergisine yapılan saldırıdan sonra hiçbir ilimizde serginin açılmasına cesaret edilemedi. herhalde bir tek bu utanç bile hepimize yeter.
“ ne ekersek, onu biçeriz” ilkesi çiftçilik kadar, siyaset için de geçerli. iyi şeyler ekelim ki, hiç değilse çocuklarımız güzel şeyler biçsin.
robot süpürge
bebek maması
aptamil bebek maması
en ucuz klima fiyatları
klima fiyatları
dubai vize
sözlük scripti sütyenli atlet
şişli escort bursa escort görükle escort türkçe seks hikayeleri izmir escort hatay escort izmir escort ankara escort
çankaya escort maltepe escort buca escort denizli escort denizli escort çiğli escort şirinevler escort çekmeköy escort
Anadolu Yakası Escort istanbul escort
şişli escort
esenyurt escort
beylikdüzü escort
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?