(bkz: seçkin kitabevi)
merkezi ankara sıhhıiyede sağlık 1 sokakta bulunan ve yayınlarının %90ı hukuk kaynakları olan kitapevidir.ufak şekilde basılan cepte taşınabilen kanunları piyasanın geneline hakimdir.ayrıca ankara adalet sarayının alt zemininde de ufak bir yerleri vardır.
adliyelerde dava açtığınız yere verilen addır.buradan aldığınız kağıt ile vezneye ücreti yatırır, kimi yerlerde tebligat zarfı ve posta pullarını da ekleyerek kimi yerlerde doğrudan dosya ve dava dilekçeniz ile yeniden makbuzumuzu vererek geldiğimiz ve görevli mahkemeyi tayin eden yerdir.
1 haziran 2005 tarihi itibariyle yürürlükten kalkmış kanundur.
doğrusu için ceza muhakemesi kanunu (cmk).
1 haziran 2005te tck ile birlikte yürürlüğe giren eski adı cmuk olan kanunumuzdur.ilk başta daha insan haklarına duyarlı ve iyi bir tasarı iken çeşitli devlet kurumlarının baskılarıyla kötü bir hal almıştır. cmuktan iyi olsa da henüz yeterli değildir.
(bkz: cmk)
ceza muhakemesi kanununun 309. maddesinde yer alan kanun yoludur.adalet bakanlığına gönderilen dilekçe ile yapılmaktadır.
sözlüğe giriş yapılamadığında doğal olan durum.o tek bir kişi nasıl becermiştir girmeyi o da ayrı konu.
2 saat içinde hangi entrysi varsa okunmadan eksi verilerek puanları negatiflere indirilmiş yazardır.kendisine bu kadar düşmanca emek harcayanların emeğinin de değerli olduğunun farkındadır.sözlük tosuncuklarına selam etmektedir.
at gözlüğü takanlar değil öküz gözlüğüne sarılmış olanların mantığıdır.
saçmalama maksatlı açılmış başlıktır.
revizyonizm bataklığına düşerek, tarihsel ya da siyasal gerçeklikleri saptıran kişi.
tarihsel gerçekleri ve siyasal görüşleri çarpıtmaya verilen ad.sol literatür içinde sıkça kullanılan bir terimdir.
(bkz: revizyonist)
(bkz: revizyonist)
#386642 nolu entry örnek olarak sunulabilir.demek ki ırkçılar kendilerini gizlemeye de yanaşmıyor, bundan utanmıyor.allah akıl fikir dağıtırken bunların nerde olduğunu merak etmekteyim.
tüm şehitler gibi birilerinin çıkarları uğruna hayatlarını feda eden ve şehit mertebesine yükseltilen kişilerden türk askeri için açılmış olan başlık.
edit:başlık büyük ihtimal ile türkiyeli askerler için açılmış, fakat türk denmiştir.
edit:başlık büyük ihtimal ile türkiyeli askerler için açılmış, fakat türk denmiştir.
26 ekim 2006 günkü birgün gazetesinde ibrahim kaboğlu tarafından kaleme alınan hangi soykırım başlıklı yazının bu konuda öğretici olduğu düşünülerek aşağıya alınmıştır.
hangi soykırım? 25/10/06
" istanbuldan gelen koca profesör, ermeni soykırımı için, bu bir ayrıntıdır diyor". bir meslektaş, öğrencilerine, amfide, bu şekilde çarpıtıcı bir beyanda bulunduğu zaman, inkâr yasağı öngören bir yasa olmasa da, "cadı kazanı" kurulmuş demektir (2004, limoges). gelelim yasaya:
"1915 ermeni soykırımını tanıma" yasasının (29.oı.oı) yapım tekniğine aykırı olduğu ve yerindesizliği, fransa hukukçularınca da kabul ediliyordu. 13 ekimde ulusal mecliste oylanan yasa önerisi, ikinci bir madde ile ilk yasayı tamamlıyor: 1915 ermeni soykırımının varlığını, basın yasasının 23. maddesinde belirtilen araçlarla inkâr edenler, aynı yasanın 24. maddesine göre cezalandırılır. bu madde ise, 8.8.1945 tarihli "uluslararası askeri mahkeme statüsünün 6. maddesinin tanımlamış olduğu şekliyle insanlığa karşı suçların varlığını yadsıyanlar ... cezalandırılacaktır" diyor. 6. maddenin c paragrafı ise, "insanlığa karşı suçlar"ı geniş bir yelpazeye yayıyor. fakat bu maddede "soykırım", sözcük olarak geçmiyor.
12.01.1951de yürürlüğe giren, bm soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması sözleşmesi (9.12.1948) ise, geniş bir soykırım tanımı yapıyor (m.2).
kısacası, meclisin oyladığı metin, yasa yapma ve hukuk tekniği bakımından boşluk ve zorlamalar yönüyle sakat. hatta, ermenilerle yakın bağlarına karşın, fransanın bu konuda düzenleme yapması, yetki açısından da tartışma götürür. yine, böyle bir yasanın "kamu yararı" ereği ciddi bir biçimde sorgulanabilir.
bu olumsuzluklar ışığında, ifade özgürlüğünü yaptırıma bağlayan bu düzenlemenin, avrupa yaptırım testinden geçirilmesi önerilmektedir. bu mümkün, gerekli de. ancak, bu yolu denerken ihtiyatlı olmalı, iki nedenle: "insanlığa karşı bir suçu inkâr"ın, "tarihsel bir gerçeği çarpıtma" (revizyonizm) anlamında yorumlanma ihtimali yok değil. öte yandan, soykırım sözleşmesini hazırlayan organ olarak, bm yolunu şu ya da bu şekilde açma zemini de oluşabilir.
peki ne yapmalı? eğer konu tartışma platformuna çekilebilirse, "aynaya bakma" yolu açılabilir. araştırma ve bilim özgürlüğünün hedefi belli: "tarihi özgürleştirmek" (e. aydın, cumhuriyet hafta sonu, 2i.ıo.o6). aksi halde, tarihi "yasa ile noktalayan" (fr.) ve "korku ile bastıran" (tr.) yaklaşımlar arasındaki çelişki aşılamaz.
özgürlük tezi, uluslararası hukuk yollarının işletilmesi için de önemli. çünkü orada, kanaatler değil, belgeler ve olgular esas alınır. bu nedenle, tarafların görmek istediğini değil, "olanı ortaya koyma"ya çaba göstermeli. ancak böyle bir çaba, "günah çizelgesi"ni uzatırsa, geriye, bu topraklarda yaşanan acıların paylaşımı kalıyor. böyle bir paylaşım, günahlar hanesinde payı bulunan başka bir ülkenin "yasaklayıcı bir yasayla dolaşması"na seyirci kalmaya yeğ tutulmalı. osmanlıyı olumsuz miras olarak görmemiz, "acıyı paylaşma"mızı; lozan antlaşması ise, "korkudan arınma"mızı kolaylaştırabilir. bu tanıma yolu, dışa karşı da etkili bir silah olarak kullanılabilir.
"tartışma ve araştırma özgürlüğü" tezinde inandırıcılık, bu bağlamda "mutfağı temizle-mek"le doğru orantılı. zira, 2006 türkiyesinde sanık sandalyesine oturmak için, ifade özgürlüğünün sınırlarını zorlamak değil, farklı düşünce ve görüşte olmak yeterli. ön sorun şu: ermeni sorununa varmadan, ülke sorunlarını ne ölçüde tartışabiliyoruz? eğer perdeyi kaldırabilirsek, özeleştiri yetisi ve nesnel yaklaşım yeteneği üzerine inandırıcı olabiliriz.
gösterilen tepkiye gelince; "öl, söz verme; öl, sözünden dönme!" sözü uyarınca, ya yapamayacağınızı söylemeyeceksiniz ya da söylediğinizi yapacaksınız. yoksa, gülünç duruma düşürürsünüz kendinizi, tıpkı şimdi olduğu gibi. şu örnek ise hepsine bedel: başbakanlıktan mütercimli bir heyet, iki ay kadar önce, fransa insan hakları ulusal danışma komisyonuna gidiyor. "biz de aynen sizinki gibi bir insan hakları birimi oluşturacağız, tüzüğünüzü aynen uygulamaya koyacak şekilde" diyor. kendilerine mevcudu ima ediliyor; ama hiç oralı olunmuyor. kısacası, canına kıyılan kurulun ankarada cenaze namazı kılınmadan, benzeri için paristen vaftiz isteniyor...
ankara eğer, 2005 gerçeğini 1 yıl sonra paris kapısında "inkâr"a kalkışırsa, 1915 olaylarını 91 yıl sonra anlatmada nasıl inandırıcı olabilir? kuşkusuz, türkiye ankaradan ibaret değil, fransa da paristen...
ne var ki, birinde henüz kimse hapse konmamış, öbüründe ise yasa yürürlüğe girmemiş olsa da, aynı görüşü paylaşmayanlar için, sanık sandalyeleri eksilmeyeceğe; "cadı kazanları" ise artacağa benziyor. bu durumda, 1915teki olaylara bakıştaki tezattık, yerini "düşünce soykırımı" (!) ortak paydasına bırakmıyor mu? hatta, bazen mağdurları bile aynı değil mi?
hangi soykırım? 25/10/06
" istanbuldan gelen koca profesör, ermeni soykırımı için, bu bir ayrıntıdır diyor". bir meslektaş, öğrencilerine, amfide, bu şekilde çarpıtıcı bir beyanda bulunduğu zaman, inkâr yasağı öngören bir yasa olmasa da, "cadı kazanı" kurulmuş demektir (2004, limoges). gelelim yasaya:
"1915 ermeni soykırımını tanıma" yasasının (29.oı.oı) yapım tekniğine aykırı olduğu ve yerindesizliği, fransa hukukçularınca da kabul ediliyordu. 13 ekimde ulusal mecliste oylanan yasa önerisi, ikinci bir madde ile ilk yasayı tamamlıyor: 1915 ermeni soykırımının varlığını, basın yasasının 23. maddesinde belirtilen araçlarla inkâr edenler, aynı yasanın 24. maddesine göre cezalandırılır. bu madde ise, 8.8.1945 tarihli "uluslararası askeri mahkeme statüsünün 6. maddesinin tanımlamış olduğu şekliyle insanlığa karşı suçların varlığını yadsıyanlar ... cezalandırılacaktır" diyor. 6. maddenin c paragrafı ise, "insanlığa karşı suçlar"ı geniş bir yelpazeye yayıyor. fakat bu maddede "soykırım", sözcük olarak geçmiyor.
12.01.1951de yürürlüğe giren, bm soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması sözleşmesi (9.12.1948) ise, geniş bir soykırım tanımı yapıyor (m.2).
kısacası, meclisin oyladığı metin, yasa yapma ve hukuk tekniği bakımından boşluk ve zorlamalar yönüyle sakat. hatta, ermenilerle yakın bağlarına karşın, fransanın bu konuda düzenleme yapması, yetki açısından da tartışma götürür. yine, böyle bir yasanın "kamu yararı" ereği ciddi bir biçimde sorgulanabilir.
bu olumsuzluklar ışığında, ifade özgürlüğünü yaptırıma bağlayan bu düzenlemenin, avrupa yaptırım testinden geçirilmesi önerilmektedir. bu mümkün, gerekli de. ancak, bu yolu denerken ihtiyatlı olmalı, iki nedenle: "insanlığa karşı bir suçu inkâr"ın, "tarihsel bir gerçeği çarpıtma" (revizyonizm) anlamında yorumlanma ihtimali yok değil. öte yandan, soykırım sözleşmesini hazırlayan organ olarak, bm yolunu şu ya da bu şekilde açma zemini de oluşabilir.
peki ne yapmalı? eğer konu tartışma platformuna çekilebilirse, "aynaya bakma" yolu açılabilir. araştırma ve bilim özgürlüğünün hedefi belli: "tarihi özgürleştirmek" (e. aydın, cumhuriyet hafta sonu, 2i.ıo.o6). aksi halde, tarihi "yasa ile noktalayan" (fr.) ve "korku ile bastıran" (tr.) yaklaşımlar arasındaki çelişki aşılamaz.
özgürlük tezi, uluslararası hukuk yollarının işletilmesi için de önemli. çünkü orada, kanaatler değil, belgeler ve olgular esas alınır. bu nedenle, tarafların görmek istediğini değil, "olanı ortaya koyma"ya çaba göstermeli. ancak böyle bir çaba, "günah çizelgesi"ni uzatırsa, geriye, bu topraklarda yaşanan acıların paylaşımı kalıyor. böyle bir paylaşım, günahlar hanesinde payı bulunan başka bir ülkenin "yasaklayıcı bir yasayla dolaşması"na seyirci kalmaya yeğ tutulmalı. osmanlıyı olumsuz miras olarak görmemiz, "acıyı paylaşma"mızı; lozan antlaşması ise, "korkudan arınma"mızı kolaylaştırabilir. bu tanıma yolu, dışa karşı da etkili bir silah olarak kullanılabilir.
"tartışma ve araştırma özgürlüğü" tezinde inandırıcılık, bu bağlamda "mutfağı temizle-mek"le doğru orantılı. zira, 2006 türkiyesinde sanık sandalyesine oturmak için, ifade özgürlüğünün sınırlarını zorlamak değil, farklı düşünce ve görüşte olmak yeterli. ön sorun şu: ermeni sorununa varmadan, ülke sorunlarını ne ölçüde tartışabiliyoruz? eğer perdeyi kaldırabilirsek, özeleştiri yetisi ve nesnel yaklaşım yeteneği üzerine inandırıcı olabiliriz.
gösterilen tepkiye gelince; "öl, söz verme; öl, sözünden dönme!" sözü uyarınca, ya yapamayacağınızı söylemeyeceksiniz ya da söylediğinizi yapacaksınız. yoksa, gülünç duruma düşürürsünüz kendinizi, tıpkı şimdi olduğu gibi. şu örnek ise hepsine bedel: başbakanlıktan mütercimli bir heyet, iki ay kadar önce, fransa insan hakları ulusal danışma komisyonuna gidiyor. "biz de aynen sizinki gibi bir insan hakları birimi oluşturacağız, tüzüğünüzü aynen uygulamaya koyacak şekilde" diyor. kendilerine mevcudu ima ediliyor; ama hiç oralı olunmuyor. kısacası, canına kıyılan kurulun ankarada cenaze namazı kılınmadan, benzeri için paristen vaftiz isteniyor...
ankara eğer, 2005 gerçeğini 1 yıl sonra paris kapısında "inkâr"a kalkışırsa, 1915 olaylarını 91 yıl sonra anlatmada nasıl inandırıcı olabilir? kuşkusuz, türkiye ankaradan ibaret değil, fransa da paristen...
ne var ki, birinde henüz kimse hapse konmamış, öbüründe ise yasa yürürlüğe girmemiş olsa da, aynı görüşü paylaşmayanlar için, sanık sandalyeleri eksilmeyeceğe; "cadı kazanları" ise artacağa benziyor. bu durumda, 1915teki olaylara bakıştaki tezattık, yerini "düşünce soykırımı" (!) ortak paydasına bırakmıyor mu? hatta, bazen mağdurları bile aynı değil mi?
ırkçı faşist zihniyetlerin kendisini belli etmesi sonucu oluşan başlık.
(bkz: rosa lüksemburg)
21 ekim 2006 günü birgün gaztesinde ufuk urasın hem kendimizi eleştirmek, dediklerimizi biraz daha düşünmek ve bu soykırım üzerine yazdığı yazı aşağıdadır.
"tarihi hurafelerle açıkladılar, biz hurafeleri tarihle açıklayacağız."
k. h. marx
fransız parlamentosunda "ermeni soykırımı" konusu görüşülürken, türkiyede geliştirilen bazı itirazlardaki tuhaflık, üstünde durmayı gerektiriyor. aradan belli bir zaman geçince, belki konuya daha soğukkanlı bakmak mümkün olabilir. eksik bilgiye dayalı, yanlış bir zeminden yapılan itirazların kimseye pek bir faydası olmuyor. hiç şüphesiz söz konusu yasanın geçmesi, başta fransa ve türkiye olmak üzere milliyetçi histeriyi tetiklemekten başka bir işe yaramıyor. milliyetçilik mi insanı aptallaştırıyor, aptallar mı milliyetçi oluyor bilemiyorum, ama bu bulaşıcı hastalığa karşı, fransadan türkiyeye, her yerde mücadeleyi yükseltmek öncelikli görevimiz olmalıdır.
hatırlarsanız başbakan erdoğanın "fransa kendine baksın, tarihine baksın, cezayire baksın" gibisinden çıkışlarıyla doruk noktasına varan itiraza biraz yakından bakmak gerekiyor.
bu cümleden ne anlamak lazım? çeşitli ihtimaller var:
1. fransa kendisiyle yüzleşemiyor.
2. senin benden farkın yok.
3. sen benden de betersin.
4. hiçbiri.
ne anlarsak anlayalım, bu tür cümleler sarfederken, olgusal bir bilgiye dayanmamız gerekmiyor mu?
cezayir meselesi
konu başbakanla da sınırlı değil. geçenlerde mehmet ali aybar sempozyumunda da bir izleyici, "demokrasi havarisi kesilen batının hiç mi tabusu yok?" diye soranca, orada da, "evet, fransa, cezayir meselesiyle yüzleşemiyor" dendi.
başbakanın oğlu abdde okuduğu için bilmeyebilir, çevresi de belki kendisini bilgilendirmemiş olabilir, ama böylesi önemli bir konuda resmi bir itirazda bulunurken biraz kitap karıştırmak gerekmez mi?
biz de öyle yapalım. fransada devlet liselerinde okutulan tarih kitabına baktığımızda, karşımıza hemen, fransanın cezayirde yaptığı baskı ve katliamlarla ilgili fotoğraflarla ve mağdur tanıkhklanyla zenginleştirilmiş çok güzel bir eleştirel değerlendirme çıkıyor. (bak. ortaokul 3. sınıflar için yazılmış histoire, geographie, collection martin luernel, hatier, 2004, s. 140).
orta öğrenim öğrencileri için o kadar ilginç bir kitap hazırlanmış ki diyelim, devrimler tarihini anlatırken, lenin, troçki, rosa luxemburg, spartakistler üstüne detaylı bilgiler ve stalinin başta troçki olmak üzere muhaliflerini nasıl fotoğraflardan bile sildirdiğine değin ilginç görsel malzeme ile sunulmuş bu kitapta, ele alınan temalara bakarken, kendi ülkemde okutulan tarih kitapları aklıma geliyor ve doğrusu çok hayıflanıyorum. ne diyelim, darısı bizim de başımıza.
ne zaman?
ilk ve ortaöğrenimde tarihten soğutulan, ilkel tarih kitaplarıyla bilgilenme hakkından mahrum edilen ülkemizin gençleri, ne zaman çağdaş bir eğitimin karşılığı olan ders kitaplarına kavuşacak, doğrusu merak ediyorum.
kendi tarihimiz konusunda bilgilenme hakkımızın elimizden alındığı bir gerçekken, başkaları ne yaparsa yapsın, biz ne zaman tarihimize kavuşabileceğiz, bilemiyorum?
bizim ülkemizin siyasetçileri, köşe yazarları, başbakanları bir konuda kanaat beyan ederken, ne zaman basma kalıp lafların dışına çıkıp gerçekte ne olduğuna dair bilgilenme ihtiyacı ve merakı duyacaklar? şimdi değilse, soruyorum, ne zaman?
"tarihi hurafelerle açıkladılar, biz hurafeleri tarihle açıklayacağız."
k. h. marx
fransız parlamentosunda "ermeni soykırımı" konusu görüşülürken, türkiyede geliştirilen bazı itirazlardaki tuhaflık, üstünde durmayı gerektiriyor. aradan belli bir zaman geçince, belki konuya daha soğukkanlı bakmak mümkün olabilir. eksik bilgiye dayalı, yanlış bir zeminden yapılan itirazların kimseye pek bir faydası olmuyor. hiç şüphesiz söz konusu yasanın geçmesi, başta fransa ve türkiye olmak üzere milliyetçi histeriyi tetiklemekten başka bir işe yaramıyor. milliyetçilik mi insanı aptallaştırıyor, aptallar mı milliyetçi oluyor bilemiyorum, ama bu bulaşıcı hastalığa karşı, fransadan türkiyeye, her yerde mücadeleyi yükseltmek öncelikli görevimiz olmalıdır.
hatırlarsanız başbakan erdoğanın "fransa kendine baksın, tarihine baksın, cezayire baksın" gibisinden çıkışlarıyla doruk noktasına varan itiraza biraz yakından bakmak gerekiyor.
bu cümleden ne anlamak lazım? çeşitli ihtimaller var:
1. fransa kendisiyle yüzleşemiyor.
2. senin benden farkın yok.
3. sen benden de betersin.
4. hiçbiri.
ne anlarsak anlayalım, bu tür cümleler sarfederken, olgusal bir bilgiye dayanmamız gerekmiyor mu?
cezayir meselesi
konu başbakanla da sınırlı değil. geçenlerde mehmet ali aybar sempozyumunda da bir izleyici, "demokrasi havarisi kesilen batının hiç mi tabusu yok?" diye soranca, orada da, "evet, fransa, cezayir meselesiyle yüzleşemiyor" dendi.
başbakanın oğlu abdde okuduğu için bilmeyebilir, çevresi de belki kendisini bilgilendirmemiş olabilir, ama böylesi önemli bir konuda resmi bir itirazda bulunurken biraz kitap karıştırmak gerekmez mi?
biz de öyle yapalım. fransada devlet liselerinde okutulan tarih kitabına baktığımızda, karşımıza hemen, fransanın cezayirde yaptığı baskı ve katliamlarla ilgili fotoğraflarla ve mağdur tanıkhklanyla zenginleştirilmiş çok güzel bir eleştirel değerlendirme çıkıyor. (bak. ortaokul 3. sınıflar için yazılmış histoire, geographie, collection martin luernel, hatier, 2004, s. 140).
orta öğrenim öğrencileri için o kadar ilginç bir kitap hazırlanmış ki diyelim, devrimler tarihini anlatırken, lenin, troçki, rosa luxemburg, spartakistler üstüne detaylı bilgiler ve stalinin başta troçki olmak üzere muhaliflerini nasıl fotoğraflardan bile sildirdiğine değin ilginç görsel malzeme ile sunulmuş bu kitapta, ele alınan temalara bakarken, kendi ülkemde okutulan tarih kitapları aklıma geliyor ve doğrusu çok hayıflanıyorum. ne diyelim, darısı bizim de başımıza.
ne zaman?
ilk ve ortaöğrenimde tarihten soğutulan, ilkel tarih kitaplarıyla bilgilenme hakkından mahrum edilen ülkemizin gençleri, ne zaman çağdaş bir eğitimin karşılığı olan ders kitaplarına kavuşacak, doğrusu merak ediyorum.
kendi tarihimiz konusunda bilgilenme hakkımızın elimizden alındığı bir gerçekken, başkaları ne yaparsa yapsın, biz ne zaman tarihimize kavuşabileceğiz, bilemiyorum?
bizim ülkemizin siyasetçileri, köşe yazarları, başbakanları bir konuda kanaat beyan ederken, ne zaman basma kalıp lafların dışına çıkıp gerçekte ne olduğuna dair bilgilenme ihtiyacı ve merakı duyacaklar? şimdi değilse, soruyorum, ne zaman?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?