confessions
  1. toplam entry 3003
  2. takipçi 1
  3. puan 77953

seckin kitabevi

ya basta viva zapatista
merkezi ankara sıhhıiye’de sağlık 1 sokak’ta bulunan ve yayınlarının %90’ı hukuk kaynakları olan kitapevidir.ufak şekilde basılan cepte taşınabilen kanunları piyasanın geneline hakimdir.ayrıca ankara adalet sarayı’nın alt zemininde de ufak bir yerleri vardır.

tevzi bürosu

ya basta viva zapatista
adliyelerde dava açtığınız yere verilen addır.buradan aldığınız kağıt ile vezneye ücreti yatırır, kimi yerlerde tebligat zarfı ve posta pullarını da ekleyerek kimi yerlerde doğrudan dosya ve dava dilekçeniz ile yeniden makbuzumuzu vererek geldiğimiz ve görevli mahkemeyi tayin eden yerdir.

cmk

ya basta viva zapatista
1 haziran 2005’te tck ile birlikte yürürlüğe giren eski adı cmuk olan kanunumuzdur.ilk başta daha insan haklarına duyarlı ve iyi bir tasarı iken çeşitli devlet kurumlarının baskılarıyla kötü bir hal almıştır. cmuk’tan iyi olsa da henüz yeterli değildir.

ermeni soykırımı vardır diyen hapse girsin

ya basta viva zapatista
26 ekim 2006 günkü birgün gazetesinde ibrahim kaboğlu tarafından kaleme alınan ’’hangi soykırım’’ başlıklı yazının bu konuda öğretici olduğu düşünülerek aşağıya alınmıştır.

hangi soykırım? 25/10/06
" istanbul’dan gelen koca profesör, ermeni soykırımı için, ’bu bir ayrıntıdır’ diyor". bir meslektaş, öğrencilerine, amfide, bu şekilde çarpıtıcı bir beyanda bulunduğu zaman, inkâr yasağı öngören bir yasa olmasa da, "cadı kazanı" kurulmuş demektir (2004, limoges). gelelim yasaya:

"1915 ermeni soykırımını tanıma" yasasının (29.oı.’oı) yapım tekniğine aykırı olduğu ve yerindesizliği, fransa hukukçularınca da kabul ediliyordu. 13 ekim’de ulusal meclis’te oylanan yasa önerisi, ikinci bir madde ile ilk yasayı tamamlıyor: 1915 ermeni soykırımının varlığını, basın yasasının 23. maddesinde belirtilen araçlarla inkâr edenler, aynı yasanın 24. maddesine göre cezalandırılır. bu madde ise, 8.8.1945 tarihli "uluslararası askeri mahkeme statüsü’nün 6. maddesinin tanımlamış olduğu şekliyle insanlığa karşı suçların varlığını yadsıyanlar ... cezalandırılacaktır" diyor. 6. maddenin c paragrafı ise, "insanlığa karşı suçlar"ı geniş bir yelpazeye yayıyor. fakat bu maddede "soykırım", sözcük olarak geçmiyor.

12.01.1951’de yürürlüğe giren, bm soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması sözleşmesi (9.12.1948) ise, geniş bir soykırım tanımı yapıyor (m.2).

kısacası, meclis’in oyladığı metin, yasa yapma ve hukuk tekniği bakımından boşluk ve zorlamalar yönüyle sakat. hatta, ermenilerle yakın bağlarına karşın, fransa’nın bu konuda düzenleme yapması, yetki açısından da tartışma götürür. yine, böyle bir yasanın "kamu yararı" ereği ciddi bir biçimde sorgulanabilir.

bu olumsuzluklar ışığında, ifade özgürlüğünü yaptırıma bağlayan bu düzenlemenin, avrupa yaptırım testinden geçirilmesi önerilmektedir. bu mümkün, gerekli de. ancak, bu yolu denerken ihtiyatlı olmalı, iki nedenle: "insanlığa karşı bir suçu inkâr"ın, "tarihsel bir gerçeği çarpıtma" (revizyonizm) anlamında yorumlanma ihtimali yok değil. öte yandan, soykırım sözleşmesi’ni hazırlayan organ olarak, bm yolunu şu ya da bu şekilde açma zemini de oluşabilir.

peki ne yapmalı? eğer konu tartışma platformuna çekilebilirse, "aynaya bakma" yolu açılabilir. araştırma ve bilim özgürlüğünün hedefi belli: "tarihi özgürleştirmek" (e. aydın, cumhuriyet hafta sonu, 2i.ıo.’o6). aksi halde, tarihi "yasa ile noktalayan" (fr.) ve "korku ile bastıran" (tr.) yaklaşımlar arasındaki çelişki aşılamaz.

özgürlük tezi, uluslararası hukuk yollarının işletilmesi için de önemli. çünkü orada, kanaatler değil, belgeler ve olgular esas alınır. bu nedenle, tarafların görmek istediğini değil, "olanı ortaya koyma"ya çaba göstermeli. ancak böyle bir çaba, "günah çizelgesi"ni uzatırsa, geriye, bu topraklarda yaşanan acıların paylaşımı kalıyor. böyle bir paylaşım, günahlar hanesinde payı bulunan başka bir ülkenin "yasaklayıcı bir yasayla dolaşması"na seyirci kalmaya yeğ tutulmalı. osmanlı’yı olumsuz miras olarak görmemiz, "acıyı paylaşma"mızı; lozan antlaşması ise, "korkudan arınma"mızı kolaylaştırabilir. bu tanıma yolu, dışa karşı da etkili bir silah olarak kullanılabilir.

"tartışma ve araştırma özgürlüğü" tezinde inandırıcılık, bu bağlamda "mutfağı temizle-mek"le doğru orantılı. zira, 2006 türkiye’sinde sanık sandalyesine oturmak için, ifade özgürlüğünün sınırlarını zorlamak değil, farklı düşünce ve görüşte olmak yeterli. ön sorun şu: ermeni sorununa varmadan, ülke sorunlarını ne ölçüde tartışabiliyoruz? eğer perdeyi kaldırabilirsek, özeleştiri yetisi ve nesnel yaklaşım yeteneği üzerine inandırıcı olabiliriz.

gösterilen tepkiye gelince; "öl, söz verme; öl, sözünden dönme!" sözü uyarınca, ya yapamayacağınızı söylemeyeceksiniz ya da söylediğinizi yapacaksınız. yoksa, gülünç duruma düşürürsünüz kendinizi, tıpkı şimdi olduğu gibi. şu örnek ise hepsine bedel: başbakanlıktan mütercimli bir heyet, iki ay kadar önce, fransa insan hakları ulusal danışma komisyonu’na gidiyor. "biz de aynen sizinki gibi bir insan hakları birimi oluşturacağız, tüzüğünüzü aynen uygulamaya koyacak şekilde" diyor. kendilerine mevcudu ima ediliyor; ama hiç oralı olunmuyor. kısacası, canına kıyılan kurul’un ankara’da cenaze namazı kılınmadan, benzeri için paris’ten vaftiz isteniyor...

ankara eğer, 2005 gerçeğini 1 yıl sonra paris kapısında "inkâr"a kalkışırsa, 1915 olaylarını 91 yıl sonra anlatmada nasıl inandırıcı olabilir? kuşkusuz, türkiye ankara’dan ibaret değil, fransa da paris’ten...

ne var ki, birinde henüz kimse hapse konmamış, öbüründe ise yasa yürürlüğe girmemiş olsa da, aynı görüşü paylaşmayanlar için, sanık sandalyeleri eksilmeyeceğe; "cadı kazanları" ise artacağa benziyor. bu durumda, 1915’teki olaylara bakıştaki tezattık, yerini "düşünce soykırımı" (!) ortak paydasına bırakmıyor mu? hatta, bazen mağdurları bile aynı değil mi?

cezayir soykırımı

ya basta viva zapatista
21 ekim 2006 günü birgün gaztesinde ufuk uras’ın hem kendimizi eleştirmek, dediklerimizi biraz daha düşünmek ve bu soykırım üzerine yazdığı yazı aşağıdadır.


"tarihi hurafelerle açıkladılar, biz hurafeleri tarihle açıklayacağız."
k. h. marx

fransız parlamentosu’nda "ermeni soykırımı" konusu görüşülürken, türkiye’de geliştirilen bazı itirazlardaki tuhaflık, üstünde durmayı gerektiriyor. aradan belli bir zaman geçince, belki konuya daha soğukkanlı bakmak mümkün olabilir. eksik bilgiye dayalı, yanlış bir zeminden yapılan itirazların kimseye pek bir faydası olmuyor. hiç şüphesiz söz konusu yasanın geçmesi, başta fransa ve türkiye olmak üzere milliyetçi histeriyi tetiklemekten başka bir işe yaramıyor. milliyetçilik mi insanı aptallaştırıyor, aptallar mı milliyetçi oluyor bilemiyorum, ama bu bulaşıcı hastalığa karşı, fransa’dan türkiye’ye, her yerde mücadeleyi yükseltmek öncelikli görevimiz olmalıdır.

hatırlarsanız başbakan erdoğan’ın "fransa kendine baksın, tarihine baksın, cezayir’e baksın" gibisinden çıkışlarıyla doruk noktasına varan itiraza biraz yakından bakmak gerekiyor.

bu cümleden ne anlamak lazım? çeşitli ihtimaller var:

1. fransa kendisiyle yüzleşemiyor.

2. senin benden farkın yok.

3. sen benden de betersin.

4. hiçbiri.

ne anlarsak anlayalım, bu tür cümleler sarfederken, olgusal bir bilgiye dayanmamız gerekmiyor mu?

cezayir meselesi
konu başbakanla da sınırlı değil. geçenlerde mehmet ali aybar sempozyumunda da bir izleyici, "demokrasi havarisi kesilen batı’nın hiç mi tabusu yok?" diye soranca, orada da, "evet, fransa, cezayir meselesiyle yüzleşemiyor" dendi.

başbakanın oğlu abd’de okuduğu için bilmeyebilir, çevresi de belki kendisini bilgilendirmemiş olabilir, ama böylesi önemli bir konuda resmi bir itirazda bulunurken biraz kitap karıştırmak gerekmez mi?

biz de öyle yapalım. fransa’da devlet liselerinde okutulan tarih kitabına baktığımızda, karşımıza hemen, fransa’nın cezayir’de yaptığı baskı ve katliamlarla ilgili fotoğraflarla ve mağdur tanıkhklanyla zenginleştirilmiş çok güzel bir eleştirel değerlendirme çıkıyor. (bak. ortaokul 3. sınıflar için yazılmış histoire, geographie, collection martin luernel, hatier, 2004, s. 140).

orta öğrenim öğrencileri için o kadar ilginç bir kitap hazırlanmış ki diyelim, devrimler tarihini anlatırken, lenin, troçki, rosa luxemburg, spartakistler üstüne detaylı bilgiler ve stalin’in başta troçki olmak üzere muhaliflerini nasıl fotoğraflardan bile sildirdiğine değin ilginç görsel malzeme ile sunulmuş bu kitapta, ele alınan temalara bakarken, kendi ülkemde okutulan tarih kitapları aklıma geliyor ve doğrusu çok hayıflanıyorum. ne diyelim, darısı bizim de başımıza.

ne zaman?
ilk ve ortaöğrenimde tarihten soğutulan, ilkel tarih kitaplarıyla bilgilenme hakkından mahrum edilen ülkemizin gençleri, ne zaman çağdaş bir eğitimin karşılığı olan ders kitaplarına kavuşacak, doğrusu merak ediyorum.

kendi tarihimiz konusunda bilgilenme hakkımızın elimizden alındığı bir gerçekken, başkaları ne yaparsa yapsın, biz ne zaman tarihimize kavuşabileceğiz, bilemiyorum?

bizim ülkemizin siyasetçileri, köşe yazarları, başbakanları bir konuda kanaat beyan ederken, ne zaman basma kalıp lafların dışına çıkıp gerçekte ne olduğuna dair bilgilenme ihtiyacı ve merakı duyacaklar? şimdi değilse, soruyorum, ne zaman?


74 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol