vahhabilik 18. yuzyilda bir ingiliz ajaninin katkilariyla ortaya cikmistir. islamda tabii olunabilecek en sapkin mezheplerden biridir.
vahhabilik anlayisi gelenegi reddetti
vahhabiliğin kurucusu muhammed bin abdül-vahhab, dini yaşayışta ortaya çıkan tüm gelenekleri küfür saydı. imanın amelde gizli olduğunu, iman sahibi olmak için kelime-i şehadet getirmenin yetmeyeceğini, imanını ameli ile ispatlamayanın canı ve malının helal olduğunu ileri sürüyordu.
şu yaşadığımız günlerden iki asır doksan dokuz yıl önce, 1703ün baharında arab yarımadasının ortasındaki necid bölgesinde, bugünkü riyada 70 kilometre uzaklıkta, uyayne kasabasında, bir erkek çocuk doğdu. yüzyıllar boyu bu yörede yaşayan beni teym kabilesinden süleyman bin abdülvahhabın oğlu olarak dünyaya gözlerini açan bu çocuğa muhammed adını koydular.
muammed bin abdülvahhab (abdülvahhabın oğlu muhammed) olgunluk çağında mekkeye gitti. medinede iki yıl kaldı. bu sırada ibni teymiyyenin (1263-1328) eserlerini okudu ve tesirine girdi. muhammed bin abdülvahhab ailece hanbeli mezhebindendi. bu yolda bilgilerini ilerletti ve hanbelî hukuk ve dünya görüşü ile hayat tarzı konusunda mertebe kazandı.
abdülvahhab dört yıl basrada kaldı. daha sonra hureymileye geldi. burada kitab-el tevhid isimli eserini yazdı. abdülvahhab bu eserde kuran ve hadis dışındaki herşeyi reddetti. dine sonradan sokulan tüm gelenekleri tartışmasız küfür saydı. bunların er veya geç yıkılacağını ilan etti. dinin emirlerine uymayanı, bidatlere sapanı, ibadette kusur edeni müslüman saymayacağını ileri sürerek gereğinde bu gibilere karşı silah kullanacağını açıkça belirtti. imanın amelde gizli olduğunu, iman sahibi olmak için kelime-i şehadet getirmenin yetmeyeceğini ve ameli ile imanını ispatlamayanın, canı ve malının helâl olduğunu açıkladı. böylece ibadet etmeyen ve ameli zayıf olan kişinin dinden çıkmış sayılamayacağını, sadece kusurlu olduğunu öne süren ehli sünnet anlayışına ters düştü.
"melekle şeytanı ayıramıyorlardı"
muhammed bin abdülvahhab bir necidliydi. arabistanın ortasında medinenin kuzeyinden bahreyne uzanan bu bölge tarih boyunca doğudan batıya pek çok kavmin gelip geçtiği yerdi. yörede eski yeni pek çok gelenek birbirine karışmış, birbirini etkileyip çökertmiş ve anlamsız kılmıştı. sahte ve yalancı peygamberlerin kaynaştığı, sahte kurtarıcıların rahatça cirit attığı bu yerde insanlar abid ile mabudu karıştırmış, mabud mabede dönmüştü. insanoğlu bu ülkede melekle şeytanı ayıramıyor, imanla küfrü birbirinden farkedemiyordu. madde ile mânâ çelişkisini bilmez olmuşlardı. iyiliği kötülük, kötülüğü iyilik zannediyorlardı. yaşamda en büyük felaketin içine düşmüşlerdi.
muhammed bin abdülvahhab ve onun yolu, böyle bir cenderenin içinden çıktı. o bütün bunları reddetti. öncelikle, ibadet yeri iken yanlışlıkla puta dönüşen mezarların ve türbelerin yıkılmasını istiyordu.
ilk yıkılan türbe
muhammed bin abdülvahhab hureymilede tanındı, az zamanda etrafına pek çok mürid toplandı, ancak kendisine bir fenalık yapılabileceğından kuşku duyan yakınları onu doğduğu şehir uyayneye götürdüler. muhammed bin abdülvahhab burada bölgenin emiri osman bin hamr bin muammerin himayesine girdi. bu sırada kadılık yapıyor, fetvalar veriyor, davet işine devam ediyordu. bir süre sonra emiri, halife ömer bin hattabın 634te yemame harbinde şehit düşen kardeşi zeydin, deriyye ile uyayna arasındaki el-cabila isimli köyde bulunan türbesini yıkmak için ikna etti. zeydin türbesi yanında bulunan diğer şehitlerin mezarları ile birlikte yıkıldı, ağaçlar kesildi. yakınlarda bulunan bir mağaranın girişi tahrip edildi.
islam dünyasında vahhabilerin ilk yıktıkları türbe ve mezarlık budur. emire sözünü geçiren abdülvahhabın şöhreti artmıştı. ancak verdiği sert fetvaları ve aldığı katı kararlarıyle korku ve kuşku uyandırmaya başladı. halk necidin güçlü kabilelerinden beni halidin emirine şikayette bulununca bu kabilenin emiri yardımda bulunduğu uyayna emiri osmandan abdülvahhabı hemen bölgesinden uzaklaştırmasını istedi.
muhammed bin abdülvahhab uyaynadan ayrılarak deriyyeye geldi. burada emir muhammed bin suudla tanışarak onun himayesine girdi. bu karşılaşma ve tanışma daha sonra krallığa dönüşerek ikiyüz elli yıl sürecek ve günümüze kadar ulaşacak vahhabî-suudî emirliğinin başlangıcıdır.
bu tanışma ile muhammed bin abdülvahhab fikirlerine, amacına ve siyasi savaşına askeri destek bulmuş, yüzyıllardır çölde yaşayan bir necid kabilesinin emiri olan muhammed bin suudta abdülvahhabın desteğiyle pek çok kanlı iç mücadeleler, dalgalanmalar ve kesintiler arasında devamlı şekil değiştirerek iki buçuk asır sonra dünya siyasetinde denge unsuru olacak bir devlet görüşünün temelini atmıştı.
suudi devleti kuruluyor
abdülvahhab, ibni suudla 1744 yılında bir araya gelmişti. araştırmacılar bu tarihi suudî ailesinin siyaset sahnesine çıkışı sayarlar. nitekim aynı yıl sözkonusu beraberlik aile bağları ile de güçlenmiş ve ibni suud, abdülvahhabın kızı ile evlenerek ona damat olmuştur. bir başka rivayete göre de abdülvahhab, ibni suudun kızkardeşiyle evlenmiştir. muhammed bin abdülvahhab deriyyeden necid bölgesi emirlerine, din bilginlerine ve medine ileri gelenlerine davet mektupları gönderiyor ve mezhebini savunan kitaplar yazmaya devam ediyordu. bu arada osmanlı sultan iii. selime de bir mektup gönderdi. o çağda iç meselelerle uğraşan osmanlılar buna pek aldırmadılar. abdülvahhab mısırı ele geçiren napolyon bonaparta da yazmıştı. bonapartın akka savaşı sırasında vahhabîlerle ilişki kurduğu söylenir. ancak bu konu fransız ordu arşivi dosyaları arasında kaybolup gitmiştir.
bir tepki hareketi
"osmanlı imparatorluğu-nun uzak eyaletlerinde ve hindistanda görülen dini ahlaki gevşeklik ve çürüme karşısında sürekli gelişen bir ihya hareketinin varlığını gösteren delillerin sayısı oldukça çoktur. bu hareket 18 ve 19. yüzyıllarda açıkça görülmeye başlandı. en şiddetli patlama tarihte "vahhabi hareketi" diye bilinen ve 18. yüzyılda bizzat arabistanda ortaya çıkan hareketti... bu hareket genellikle islam dünyasını hayrete düşüren ani bir olay olarak gösterilmektedir. fakat az önce söylediğimiz gibi sünni islamın yeniden dirilişiyle ilgili genel bir manevi birikim daima faaliyet halindeydi. vahhabiliğin patlaması bu dirilişin çarpıcı bir görünümünden ibarettir. vahhabilik islam ümmetinin basamak basamak içine düştüğü ahlaki çöküntüye karşı ortaya çıkan şiddetli bir tepki hareketiydi. vahabiliğin ilk musamahasız ve dar görüşlü günleri geride kaldıktan sonra bile bu ahlaki saik vahhabi isyanının genel bir mirası olarak yaşamaya devam etti."
prof. dr. fazlurrahman, islam, istanbul 1980, shf. 246
tenkidin olmayışı şiddeti doğurdu
"sunni islam genel prensipler üzerinde gelişmesini devam ettirirken gerekli islahat hareketleri için yeterli olabilecek bir sistem ortaya koymadı. nitekim ortaçağ boyunca geliştirdiği ve faaliyet gösterdiği şekliyle, sunni islam elde edilmiş olan dengeyi sürdürebilmek için hemen-hemen bütün ağırlığını koydu.yani korumayı ön plana alırken toplumda tenkidi ve gelişmeyi sağlayan hususlar için yeterli imkan ve şartlar hazırlamadı... böylece ilerleme ancak şiddet usüllerine baş vurmakla mümkün olabilirdi."
prof.dr. fazlul rahman, islam, istanbul 1980, shf. 250-252
abdülvahhaba kardeşi karşı çıktı
vahhabiliğin kurucusu abdülvahhabın kardeşi süleyman bin abdülvahhab bilgin bir adamdı. bir gün kardeşine sordu: erkânı islam kaçtır? o da beştir, cevabını verdi. o da, sen bunlara altıncısını ilave ediyorsun, sana tabî olmayı din erkânından sayıyorsun dedi. bir diğeri ona, islamın şartı müslümanları tekfir etmek değildir demişti"
ziya yörükan, vahhabilik, istanbul 1953, shf. 61-63
dedeleriniz imansiz öldü
vahhabî-suudî isyanı osmanlı devletine karşı yapılmıştı. kutsal topraklarda yapılan bu başkaldırı hem devlet otorisine hem de müslümanların halifesine karşı idi. buna istanbulun sessiz kalması düşünülemezdi. ama yine de sultan i.mahmut öncelikle nasihat edilmesini istedi. arabistanın necid bölgesinde vahhabi isyanı patlak verdiğinde bu yörenin bağlı olduğu osmanlı imparatorluğu bir dünya devleti olarak rakipleri olan rusya, avusturya, fransa, ingiltere gibi buyük devletlerle boğuşuyor, o çağa kadar görülmemiş bir hız kazanan küresel değişimin yeni fırtınaları içinde kendine yarar dengeler arıyordu. arap çöllerinde alışılmış biçimde baş kaldıran bir emir, imparatorluğun önemli bir konusu değildi. o nasıl olsa altedilirdi. ayrıca altı asırlık mağrur osmanlı siyasi yapısı, teolojik devlet sisteminin merkezi olan haremeyn-i şerifeyne herhangi bir yerli saldırısına ihtimal vermiyordu. osmanlı dört asır kutsal yerlere hizmet etmiş, kanı ve canıyle bu toprakla bütünleşmişti. kim onu bu yerlerden sökebilirdi ki... bu yüzden işi hafife aldı. ancak bedelini çok ağır ödedi.
sultan i. mahmudun vahhabîleri sindirmesi için cidde valisi osman paşaya gönderdiği ferman hiçbir işe yaramamıştı. valinin elinde yeterli askeri gücü yoktu. başarısız kalan osmanlılar eski bir devlet geleneğine baş vurarak işi nasihatle halletmeyi düşündüler. müderris adem efendi 23 kasım 1802de kudüs kadısı tayin edilip sadrazamın mektubuyla necide gönderildi. abdülaziz ibni suud, adem efendiyi mekkede kabul etti. başlangıçta ona saygı gösterdi, ancak 6 mayıs 1803 günü aralarında geçen sert münakaşalardan sonra ibni suud eline hediyeler vererek adem efendiyi istanbula geri gönderdi. vahhabi-suudi devletini resmen tanımayarak ona bir diplomat yerine bir müderris gönderen osmanlı devletinin barış girişimi neticesiz kalmıştı. suudîler artık "idare-i maslahat" cinsinden sözlerle yola gelecek gibi değillerdi.
osmanlı sertleşiyor
aradan üç yıl daha geçti. o sırada istanbulda ii. mahmut tahta çıkmış, devlet yenilenmeye yüz tutmuştu. mahmut sert bir hükümdardı. imparatorluğun geniş toprakları üzerinde halkın güvenliği, yunan isyanları döneminden beri devletin en önemli konusuydu. devlet, vahhabî meselesinin hallini 1805te mısır valisi kavalalı mehmet ali paşaya ısmarladı. paşa, bu nazik görevi oğlu ahmet tosuna verdi. tosunun kumandasındaki mısır ordusu 1 mart 1811de gemilerle yanbu limanına vardı.
mısırlılar 2 kasım 1812de medineye, 23 şubat 1813te mekkeye girdiler. kavalalı paşa suudîlerden geri aldığı kâbenin anahtarlarını 2 mayıs 1813te istanbula gönderdi. o sırada vahhabî-suudî emirliğinin başında bulunan ibni suud 1814te öldü. yerine oğlu abdullah ibni suud geçti.
darağacında bir emir
suudîlerin yeni lideri abdullah sakin bir adamdı. savaş ve cidâl onu fazla ilgilendirmiyordu. aciz ve silik bir kişiliğe sahipti. ancak mısırlıların hışmından kurtulamadı. savaşta ölen kavalalı mehmet paşanın büyük oğlu tosunun yerine kumandayı ele alan küçük oğul ibrahim paşa, abdullah ibni suudu eylül 1818de yakalayarak dört gün mekkede halka teşhir ettikten sonra istanbula gönderdi. suud bütün ailesi ve yakınlarıyle birlikte osmanlı başkentinde görüldü.
devlet-i aliyyeye baş kaldırmış bir emir, zaptiyelerin arasında, mevkufen, tüm kalabalığı ile birlikte yollardan geçiyordu. abdullah istanbulda zamanın şeyhülislamı mekkizade mustafa asım efendinin fetvasıyle idam edildi.
isyanı kavalalı bastırdı
vahhabî-suudî isyanı osmanlı devletine karşı yapılmıştı. kutsal topraklarda yapılan bu başkaldırı hem devlet otorisine hem de müslümanların halifesine karşı idi. buna istanbulun sessiz kalması düşünülemezdi. ama yine de sultan i.mahmut öncelikle nasihat edilmesini istedi. arabistanın necid bölgesinde vahhabi isyanı patlak verdiğinde bu yörenin bağlı olduğu osmanlı imparatorluğu bir dünya devleti olarak rakipleri olan rusya, avusturya, fransa, ingiltere gibi buyük devletlerle boğuşuyor, o çağa kadar görülmemiş bir hız kazanan küresel değişimin yeni fırtınaları içinde kendine yarar dengeler arıyordu. arap çöllerinde alışılmış biçimde baş kaldıran bir emir, imparatorluğun önemli bir konusu değildi. o nasıl olsa altedilirdi. ayrıca altı asırlık mağrur osmanlı siyasi yapısı, teolojik devlet sisteminin merkezi olan haremeyn-i şerifeyne herhangi bir yerli saldırısına ihtimal vermiyordu. osmanlı dört asır kutsal yerlere hizmet etmiş, kanı ve canıyle bu toprakla bütünleşmişti. kim onu bu yerlerden sökebilirdi ki... bu yüzden işi hafife aldı. ancak bedelini çok ağır ödedi.
sultan i. mahmudun vahhabîleri sindirmesi için cidde valisi osman paşaya gönderdiği ferman hiçbir işe yaramamıştı. valinin elinde yeterli askeri gücü yoktu. başarısız kalan osmanlılar eski bir devlet geleneğine baş vurarak işi nasihatle halletmeyi düşündüler. müderris adem efendi 23 kasım 1802de kudüs kadısı tayin edilip sadrazamın mektubuyla necide gönderildi. abdülaziz ibni suud, adem efendiyi mekkede kabul etti. başlangıçta ona saygı gösterdi, ancak 6 mayıs 1803 günü aralarında geçen sert münakaşalardan sonra ibni suud eline hediyeler vererek adem efendiyi istanbula geri gönderdi. vahhabi-suudi devletini resmen tanımayarak ona bir diplomat yerine bir müderris gönderen osmanlı devletinin barış girişimi neticesiz kalmıştı. suudîler artık "idare-i maslahat" cinsinden sözlerle yola gelecek gibi değillerdi.
osmanlı sertleşiyor
aradan üç yıl daha geçti. o sırada istanbulda ii. mahmut tahta çıkmış, devlet yenilenmeye yüz tutmuştu. mahmut sert bir hükümdardı. imparatorluğun geniş toprakları üzerinde halkın güvenliği, yunan isyanları döneminden beri devletin en önemli konusuydu. devlet, vahhabî meselesinin hallini 1805te mısır valisi kavalalı mehmet ali paşaya ısmarladı. paşa, bu nazik görevi oğlu ahmet tosuna verdi. tosunun kumandasındaki mısır ordusu 1 mart 1811de gemilerle yanbu limanına vardı.
mısırlılar 2 kasım 1812de medineye, 23 şubat 1813te mekkeye girdiler. kavalalı paşa suudîlerden geri aldığı kâbenin anahtarlarını 2 mayıs 1813te istanbula gönderdi. o sırada vahhabî-suudî emirliğinin başında bulunan ibni suud 1814te öldü. yerine oğlu abdullah ibni suud geçti.
darağacında bir emir
suudîlerin yeni lideri abdullah sakin bir adamdı. savaş ve cidâl onu fazla ilgilendirmiyordu. aciz ve silik bir kişiliğe sahipti. ancak mısırlıların hışmından kurtulamadı. savaşta ölen kavalalı mehmet paşanın büyük oğlu tosunun yerine kumandayı ele alan küçük oğul ibrahim paşa, abdullah ibni suudu eylül 1818de yakalayarak dört gün mekkede halka teşhir ettikten sonra istanbula gönderdi. suud bütün ailesi ve yakınlarıyle birlikte osmanlı başkentinde görüldü.
devlet-i aliyyeye baş kaldırmış bir emir, zaptiyelerin arasında, mevkufen, tüm kalabalığı ile birlikte yollardan geçiyordu. abdullah istanbulda zamanın şeyhülislamı mekkizade mustafa asım efendinin fetvasıyle idam edildi.
abdullah ibni suudun ölümüyle 1744te arap yarımadasının necid bölgesinde kurulan vahhabî-suudî devletinin ilk bölümü sona ermektedir. osmanlı sultanı ii. mahmudun mısır paşası kavalalı ile bozuşmasından sonra mısırlılar, hicazdan çekilecekler ve arabistan yeniden suudîlerin eline düşecektir. o sırada mısırlılardan ve babasıyle birlikte istanbula postalanmaktan kendini kurtarıp kayıplara karışan abdullahın küçük oğlu turkî ortaya çıkacak, 1820-34 arasında aileyi toplayacak ve suudî devletini ikinci defa yeniden kuracaktır.
ikinci ve üçüncü suudî devletleri
muhammed ibni abdülvahhab ve muhammed ibni suudun 1744te kurdukları ilk suudî devleti 74 yıl sürmüştü. o sırada devlet merkezi derîyye kasabasıydı. bu devleti yeniden şekillendiren turkî ibni suud, riyadı merkez yaptı. suudilerin ikinci devleti 1891e kadar 61 yıl devam etti. bu tarihten sonra geçen on yıl karışıktır.
suudî-vahhabî devletinin son ve bugüne kadar devam eden siyasi birliği turkînin torunlarından abdülaziz bin abdurrahman bin faysal bin türkî tarafından kuruldu. 1902den sonra ailenin başına geçen abdülazizi, sultan ii. abdülhamid necid valisi yapmıştı. 1918de osmanlı devleti mondros mütarekesiyle hicazdan çekilince vahhabîler 1924te mekke ve taife son defa girdiler.
abdülaziz bin abdurrahman bin faysal bin türkî, hicaz kralı oldu, 18 eylül 1932de necid meliki olarak bugünkü suudî arabistan krallığının başına geçti.
islam kültürüne bedevi başkaldırısı
miladın 18. yüzyılında arap yarımadasının necid çölünde ortaya çıkan vahhabî direniş hareketi, o sırada dünyanın orta kuşağında, atlas okyanusundan pasifik adalarına kadar uzanan ve eski yeni pekçok yerel kültürden etkilenen islam dünyasında bir bedevi başkaldırışıydı. bedeviler kendi içlerinde doğan bu dinin temsilciliğini başkalarına bırakmak istemiyorlardı... vahhabîler bu ilkel ve gizli duygunun açık tetikçisi oldular. ilk çatışma alanı osmanlı toplumu ve onun idaresiydi. osmanlılar yavuz sultan selim zamanı 1517de mısırı fethetmişler ve hilafet makamını istanbula taşımışlardı. o tarihten sonra islamın manevi merkezi mekke, siyasi merkezi istanbuldu. bu geo-politik denge türkiye büyük millet meclisinin 3 mart 1924te hilafeti kaldırışına kadar 372 yıl sürdü. bu zaman içinde, asyalı müslüman bir ulus olan türkler, geniş bir imparatorluk kurarak, özünü bozmadan, islam dinine bir horasan neşesi kattılar. yüzyıllar boyu çinin aklı ve hindistanın mistiği ile yoğrulmuş yeşil asya gizemini, ortadoğunun çöllerine taşıdılar...
vahhabiler ne dediler neler yaptilar?
"vahhabîlerin ana muhalifi osmanlı hükümetiydi. çünkü onlar bu hükümetin yetkisine meydan okumuş ve onu bir tarafa itmişlerdi. nitekim vahhabi isyanında islamın ilk yıllarındaki harici isyanını hatırlatan, izlere rastlanmaktadır. bir başka deyişle onlar da bir idealizmin zorlayıcı etkisiyle kaba ve dar görüşlü usullere baş vurarak islahat yapmak istemişlerdi. fakat alışılagelmiş olan islam geleneği daha önceleri haricilerin usûllerine nasıl karşı koymuşsa vahhabi usüllerine de öylece karşı koydu. islam tarihinde görülen birçok aşırı muhafazakar ıslahat hareketlerinin yol açtığı ilginç ve sık görülen bir garabet vardır. onlar ıslahatçı bir gaye için bütün ümmeti birleştirmek amacında yola çıktıkları halde, çok geçmeden mevcut birliği bile bozmaya ve ona karşı silaha sarılmaya yönelmişlerdir. mesela abdülvahhab önemli tenkitlerinden birinde islam öncesi arap toplumunun-zımnen de kendi yaşadığı devirdeki islam toplumunun- yeteri kadar birlik içinde olmadığını ve baştaki yöneticiye itaat edilmediğini ifade etmektedir. buna rağmen kendi başlattığı hareket daha ilk safhalarında bile silahlı başkaldırmalara yöneldi ve toplumun birliğini daha çok bozdu..." prof. dr. fazlul rahman, islam, istanbul 1980, shf. 252
ingilizler şerif hüseyini nasıl kandırdı?
arap dünyasını osmanlıdan koparmak isteyen ingiltere, önce vahhabi akımını teşvik etti. daha sonra, mekke şerifi hüseyine ortadoğuda kurulacak büyük arap devletinin liderliğini vaadederek kandırdı. şerif hüseyinin ingilizlerle pazarlıklarını, oğlu emir faysal yürütüyordu. sonunda, şerif hüseyin hiç bir şey elde edemedi. kıbrısta sürgünde öldü. büyük arap devleti de kurulmadı. şerif hüseyin, hatıratında, ingilizlerle işbirliği yapmaktan pişman olduğunu yazdı. ingiliz yetkililer mazeret olarak, şerif hüseyinle temas kuran görevlilerin, yetkilerini aşan vaadlerde bulunduğunu söylediler.
katip çelebi: halk adetlerini birakmaz
"halk alışıp adet edindiği işi, eğer sünnet eğer bidatir bırakmaz. meğer elinde kılıç biri çıkıp da hepsini kılıçtan geçirsin. mesela itikatta olan bidatlar için sünni padişahlar nice vuruş-kırış ettiler, fayda vermedi. amel işlerinde olan bidatlar hakkında da her çağda şeriatı bilen ve başta olan dindarlar ve vaizler nice yıllar kendini verip halkı bir bidatten döndüremediler. imdi halk adetini bırakmaz, her ne ise allahın istediğine göre sürülür gider, ancak başta bulunanlara islamın düzenini korumak ve islamlığın şartlarını esaslarını halk arasında korumak lazımdır. vaizler genel olarak halkın sünnete rağbetini artırmak ve onları bidatten uzaklaştırmak yolunda yumuşaklıkla vaaz ve nasihatle yetinince üzerine düşen vazifeyi yapmış olurlar..."
katip çelebi (17. yy.) "mizanül hak" hazırlayan
o. ş. gökyay, istanbul 1993, shf. 62
abdnin petrol kuyusu
global ekonominin gereğine uyan suudi arabistan petrol çıkarma hariç tüm yan sanayiini dünyaya açarak 100 milyar $ sermayeyi ülkesine çekti. onsekizinci yüzyılın son yarısında gelişerek teorik açıdan şu yaşadığımız devirlere kadar ulaşan vahhabî mezhebinin yaşam şansını değişkenliğine borçlu olduğu artık anlaşılmaktadır. bu mezhebin ilham kaynağı muhammed abdülvahhab başlangıçta "her yenilik küfürdür" demişti. ancak kendisinden sonra gelen ve arap çölüne iki buçuk asır bayrağını diken torunları, bu konuda aynı görüşleri taşımadılar. vahhabî-suudî devleti üç büyük ve farklı değişim geçirdi. kuruluş dönemini teşkil eden birinci devlet, abdülvahhabın deriyye emiri ibni suudla birleşmesinden osmanlı idaresindeki mısırlı- ların 1818de vahhabîleri hicaz ve necidde yenilgiye uğratılmalarına kadar 74 yıl sürmüştü. bu dönemde vahhabîler, pirlerinin yolunda "her yeniliği küfür" her yabancı geleneği "bidat"saydılar. mezarlara ve halkın sevip saydığı değerli kişilere saygı göstermeyi "kula tapınma" ile eşdeğerde ve "putperestlikle" bir tuttular.
vahhabî-suudî devleti ikinci defa, abdullah bin suudun oğlu türkî tarafından 1821de kuruldu ve 1891e kadar 70 yıl sürdü. bu sırada dünyaya ve yaşanan çevresel siyasi tabloya daha yatkın davranmak zorunda kalan vahhabîler mezar ziyaretine ve caferî mezhebi mensuplarının hac etmesine izin verdiler.
son vahhabîler
vahhabî-suudî devleti, üçüncü ve son defa dünya sahnesine, 1902den sonra abdülaziz bin abdurrahman bin faysal bin türkînin gayretiyle çıkmıştır. suudîlerin bu üçüncü cülûsu yeni ve modern bir devletin temellerini atmıştır. osmanlılar abdülaziz ibni suudu necid kaymakamı yapmışlardı. osmanlı devleti 1918 mondros mütarekesiyle hicazdan çekilince vahhabîler 1924te mekke ve taifi aldılar. abdülaziz, hicaz kralı oldu. 18 eylül 1932 günü necid meliki olarak bugünkü suudî arabistan krallığının başına geçti.
petrolün henüz söz konusu olmadığı o yıllarda yeni suudî hükümdarı asırlardan beri değişmeyen şartlarda yaşayan çöl halklarını yeni ve düzenli bir hayata alıştırmaya çalışıyordu. onlara ziraat öğretti. kabileler, suçlulara uygun cezayı, sadece merkezi hükümetin vereceğini o zaman öğrendiler... bu kavramın yerleşmesi için bir iç savaş gerekmişti.
petrol denizinde kapışma
suudîlerin üçüncü döneminin en çarpıcı görüntüsü petroldür.
bu ülkenin bir petrol denizinin üzerinde yer aldığı anlaşıldığında vahhabî-suudî devletinin yeni zamanlardaki kaderi de çizilmiş oluyordu. yapılan hesaplara göre bu toprağın altındaki petrol rezervi, dünya petrolünün dörtte biridir. mısır için "nil nehrinin hediyesidir" derler. arap yarımadası için de "arabistan petrol denizinin hediyesidir.." demek gerekir. bu gerçek birinci dünya harbinin başlangıç yıllarında anlaşıldığında harbin genel stratejisi değişmiş ve başta ingiltere olmak üzere ortadoğuda güç dengeleri oluşturmaya çalışan her savaşan millet, sadece petrolü düşünür olmuştu. bu açıdan "bir sömürgeciler kapışması" şeklinde başlayan "harb-i umumî in bir anda şekil değiştirerek kanlı bir "petrol savaşına" dönüştüğü izlenmiştir. bu savaş bu gün de değişik şekillerde sürüp gitmektedir.
ve vahhabîler küreselleşiyor
"küreselleşme bilimsel ve teknik güçleriyle kapımızda, ekonomik ve sosyal sistemimizi modernize etmek için var gücümüzle çalışmalıyız. ancak toplumumuzun muhafazakâr karakterini aklımızdan çıkaramayız." bu sözler suudî arabistan krallığı veliaht prensi abdullaha aittir. krallık küreselleşmenin en ileri boyutlarda örneğini vermiş ve petrolün çıkarılması hariç tüm yan sanayiini dünyaya açmıştır. eylül 1998de başta aramco, chevron, mobil, exxon, texaco olmak üzere yedi dev petrol şirketinin temsilcileriyle washingtonda akşam yemeği yiyen prens abdullah, o gün yerinde tesbit, tanımlama, taşıma, dağıtım ve rafinaj gibi petrolün tüm yan sanayiini dünya yatırımcılarına açacaklarını müjdelemişti. o güne kadar arap petrolünün tek ismi olan aramcoyu gerileten bu karar, bir "devrim" niteliği taşıyordu. 2000 yılının mart ayı başında prens abdullah, bu alanda riyad hükümetine ulaşan tasarıların 100 milyar dolara ulaştığını açıklamıştı.
450 milyar dolar
arabistan petrollerinin tek ve yegane sözcüsü uzun yıllar dev amerikan şirketi aramcoydu. 1930da kurulan şirketin bölgede çıkarlarını savunması için bir devlete ihtiyacı vardı. iki yıl sonra necid meliki sıfatiyle bu günkü suudî devletinin başına geçen abdülaziz bin abdurrahman bu ihtiyacı karşıladı. kısacası, işin sonunda suudîler petrolü değil, petrol suudîleri çıkarmıştı. suudî arabistanın günümüzde dünyaya yatırım şeklinde dağılmış 450 milyar doları vardır.
250 yıllık resmî mezhep
"18. yüzyılda arabistanda muhammed bin abdülvahhabın etkisiyle oluşan dinsel ve siyasal akım. vahhabîlik adı akımın karşıtlarınca kullanılır. akımın üyeleri kendilerini muvahhidin olarak adlandırır. günümüzde suudî arabistanın resmî mezhebidir... muhammed bin abdülvahhabla 1744de karşılaşan deriyye emiri muhammed bin suud onun düşüncelerinde kendisini arabistana egemen kılacak dinsel bir dayanak bulmuş oldu. abdülvahhab şirk içindeki insanlara tevhidi benimsetmek için kılıç kullanmanın zorunlu olduğunu, can ve mallarının helal sayıldığını, öne sürüyor, böylece yağmacılık ve yayılmacılığa cihad adına kutsallık kazandırıyordu.... vahhabîlike göre kuran ve sünnet, metinlerin sözel anlamına bağlı kalınarak anlaşılmalı, kesinlikle yorumlanmamalıdır. kıyas dinin dayanaklarından biri değildir. buna karşılık içtihat kapısı açıktır. herkes içtihatla yükümlüdür. iman kalple tasdik, söz ile ikrar ve ameldir. bu nedenle islamın öngördüğü görevleri yerine getirmeyen kişiler mümin sayılamaz." ana britannica, vahhabîlik maddesi, istanbul 1986 shf. 159
amerikan istekleri ve halk baskısı arasında
"günümüzde amerikan basını -kendini kuvvetle savunan- riyadı, özellikle finansman açısından terörizme hoşgörü gösterme ve 11 eylül new york ve washington saldırılarını soruşturmada yeterince işbirliği yapmamakla suçlamaktadır. dünyada kayıtlı petrol rezervinin % 25ine ve opec üretiminin üçte birine sahip bu ülkenin yöneticilerinin içine düştüğü zor durumu farkeden bush yönetimi ise bu suçlamalara katılmamaktadır.." mouva naim, le monde, 22 ekim 2001
veliahd abdullah ve yol ayrimindaki suud
mekke şerifi hüseyin 1916da osmanlıya başkaldırıp kendisini arap ülkelerinin kralı ilan etmişti. 1919da batılı ülkelerin, suriye, ürdün ve irakta kurdukları manda yönetimlere karşı çıkarak buraların kendilerine verileceği konusunda söz aldıklarını belirtip versailles anlaşmasını tanımadı. mart 1924te kendisini halife ilan etti. bu arada arabistanın ikinci gücü konumundaki vahhabî-suud kabileleriyle savaş halında idi. suud ii.abdülaziz, eylül 1924te ingilterenin yardımıyla şerif hüseyini hicazdan kovdu. londra, şerif-suud çekişmesinde suud tarafını tutmuştu. böylece bölgedeki petrol çıkarma ve işleme konularında önemli gelirler elde edecekti. ii. dünya savaşı sonunda abdnin tüm dünyada etkinliğini artırmasıyla beraber suud yönetimi ingiltere himayesinden abd taraftarlığına geçerek iktidarını kuvvetlendirdi. 1990da irakın kuveyti işgal etmesi sonrasında abd silahlı kuvvetlerinin suudi silahlı kuvvetlerini desteklemek amacıyla ülkeye konuşlanmalarına izin verildi. ancak bir süredir veliahd prens abdullahın şahsi özellikleri ve daha dindar ve milliyetçi çıkışları abd-suudi arabistan ilişkilerini yeni bir yol ayrımına getirdiği şeklinde yorumlanıyor. 11 eylül terör olayından sonra veliahd abdullahın abdyi eleştiren açıklamaları olmuş ve bu abd tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmıştı. kral fahdın yerine geçecek olan veliahd abdullahın bu tür çıkışları önemli sinyaller olarak değerlendiriliyor.
adetlerle uğraşma
"halkın arasında mezarlara kandiller konur, mezara yüz göz sürülür ve kandil yağı ile yağlamak adet edinilmiştir.mezar bekçileri ve kandilciler de onunla geçinirler. bu konuda kavga ve tartışma ahmaklıktır. onlar bildiklerinden geri kalmazlar.islamda hacerül esvedden başka taşı ve ağacı yüceltip ululamak yoktur. onda da nice sır ve hikmet vardır."
katip çelebi
kaynak:http://www.yenisafak.com/diziler/vahhabi/
http://mitglied.lycos.de/somuru/kaynakca/vahhabilik/index.html
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?