günlük hayatta türk denilerek neyin kastedildiğini üç maymunu oynamayan her samimi insan rahatlıkla anlayabilir. bu nedenle atatürk ün, ne mutlu türküm diyene demesi insanların da bunu böyle algılamasına yetmiyor ne yazık ki. buna karşılık türkiyeli tanımı ülkeselliğe özgü olduğu için daha kapsayıcıdır. kestirmeden, öğretici olması için şu yazıyı okumanın önemli olduğunu düşünüyorum:
“türklük” ve “türkiyelilik”
baskın oran
yemekten sonra, her geceki durumumuz. ben yan dönmüş vaziyette bilgisayarın başındayım, feyhan televizyonun. tam kulaklığı takacak ki dikkatim dağılmasın, son bir cümle duydum: “türkiye’yi bir türk’ün temsil etmesi gerektiğine inanıyorum!”. bu cümle, değişik isimli bir kadın yarışmacıya yöneltiliyor.
yönelten, “bizi biri gözetliyor”un kesintisiz devamı niteliğindeki “popstar” yarışmasının, sonradan öğrendiğim kadarıyla, “yarışmacılardan daha popüler” bir jüri üyesi. adı: armağan çağlayan. erkek. 22 kasım tarihli milliyet’deki röportajından okuduğum kadarıyla hukuk mezunu, kibariye ve mahsun kırmızıgül dinliyor, muazzez tahsin berkant ve kerime nadir okuyor. uzun sarı saçlı fotoğrafı sempatik. “televizyonun gücünü görüyorsunuz. hiçbir şey değildim, bir gecede çok şey oldum” diyor.
bana, rahmetli hocamız prof. mıhçıoğlu’nun bir dipnotunu hatırlattı: “negatif statü, statüsüzlükten iyidir”. ama konumuza dönelim; işimiz uzun. “türklük ve türkiyelilik”, 3-5 aralık 2003’te yapılan 8. ulusal sosyal bilimler kongresinde verdiğim bildirinin adı. k.nadir okuduğuna göre, armağan kardeşim agos da okuyordur; kendisi için özetliyorum.
* * *
önce, kullanacağım terimlerin tanımı. üst kimlik: devletin vatandaşına biçtiği kimlik. alt kimlik: bireyin içinde doğduğu (objektif) veya kendine biçtiği (sübjektif) kimlik. asimilasyon: alt kimliğin sıfırlanarak bireyin üst kimlik içinde erimesi/eritilmesi. millet’in teritoryal (topraksal) tanımı: aynı sınırlar içindeki yurttaşlar. millet’in kan’sal tanımı: “aynı kandan” (etnik gruptan) gelen yurttaşlar.
üst-alt kimlik ilişkisi açısından, devlet ile yurttaş arasında üç temel ilişki düşünülebilir:
1) yurttaş, objektif alt kimliğini terk edip, sübjektif kimlik olarak üst kimliği benimseyebilir. bunun adı “gönüllü asimilasyon”dur. sonuç: devletle sorun çıkmaz. devlet bu durumu sever.
2) yurttaş, alt kimliğini koruyup, üst kimliği ret edebilir. sonuç: çatışma çıkar. devlet katliama kadar, yurttaş ise teröre başvurmaktan bağımsız devlet kurmaya kadar gidebilir.
3) yurttaş, kendi alt kimliğini koruyup, üst kimliği kabul edebilir. sonuç: çatışma çıkıp çıkmayacağı devletin tutumuna bağlıdır. eğer devlet, milletini teritoryal olarak tanımlıyorsa sorun çıkmaz. kan (etnik) olarak tanımlıyorsa, çıkabilir.
* * *
osmanlı imparatorluğunda 72,5 alt kimlik vardı: türk, kürt, gürcü, rum, ermeni, laz, musevi, çerkez, vb. bunların üst kimliği, herbirinin alt kimliğinden farklı idi: osmanlılık. türkiye cumhuriyeti de aynı etnik ve dinsel tabloyu miras aldı. bunların üst kimliği ise, içlerinden en güçlüsünün alt kimliğiyle aynı oldu: türklük.
bu durum, bu haliyle, sorun çıkarmaya çok uygundu, çünkü diğer alt kimlikleri dışlamaya çok müsaitti. ama, kesin durum, “türk”ün hangi anlama geldiğine bağlı olacaktı.
1982 anayasasının 66. maddesi “türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes türktür” diyor. ama türk en azından iki çok farklı anlam taşıyor: 1) vatandaşlık bağıyla bağlı herkes; 2) orta asya kökenli bir soy. birincide yurttaşın hangi etnik/dinsel kökenden geldiği tamamen önemsiz (ve sorun çıkmaz), ikincide fevkalade önemli (ve sorun çıkar). hangisinin geçerli olduğunu, konferansta verdiğim örneklerden bazılarıyla anlatayım.
hiçbirimiz, “sünni müslüman” olmayana “türk” demiyoruz. hürriyet gazetesi, sol üst köşesinde hâlâ “türkiye türklerindir” diye ilan ediyor. ama önemli olan, devletin ne dediğidir:
1940’lara kadar bu ülkede gayrimüslimler normal nüfus kütüğüne değil, “ecanip [ecnebiler] defteri”ne kaydedildiler. 1950’lere kadar askerî okullara girmenin şartı “öz türk irkından olmak”tı ve çerkesler vb. alınmadılar. 1991’e kadar uygulanan 1988 tarihli sabotajlara karşı koruma yönetmeliği, “memleket içindeki yerli yabancılar (türk tebalı) ve yabancı ırktan olanlar”ı potansiyel terörcü sayıyordu. halen yürürlükte olan 625 sayılı özel öğretim kurumları kanununun 24/1 maddesi, azınlık okullarındaki müdür başyardımcısının “türk asıllı ve tc uyruklu” olmasını öngörüyor. gayrimüslim vakıflarının mal edinmesini önleyen 1936 beyannamesi uygulaması 03.08.2002’de üçüncü uyum paketiyle kaldırıldı ama, şubat 2003’te maliye bakanlığı bir gayrimüslim vakfının tapusunu iptal ettirmek isterken, devlet şemasında olmayan “azınlık tali komisyonu” kararını mahkemeye gerekçe diye sunuyor.
bir de, bağımsız türk mahkemelerinin kararlarına bakalım: yargıtay hukuk genel kurulu, 08.05.1974 tarihli kararında istanbul balıklı rum hastanesi vakfı yöneticilerini “türk olmayan” saydı. istanbul 2 numaralı idare mahkemesi, 17.04.1996 tarihli kararında bir rum vatandaş için “yabancı uyruklu tc vatandaşı” terimini kullandı. danıştay 12. dairesi, bu kararı 24.12.1997’de oybirliğiyle onayladı.
demek ki, armağan kardeşimin dedikleri türkiye devletiyle ahenk halinde. demek ki, “türklük” biçimindeki üst kimlik etnik ve dinsel olarak “türk” olmayanları içine almıyor. bu durumda, bütün yurttaşları kucaklayacak bir üst kimlik yerine “türklük” üst kimliğini kullanmaya devam etmek, bu ülkede etnik ve dinsel bölücülük değil mi? teritoryal tanıma gidip “türkiyelilik” üst kimliğini devreye sokmadıkça, çok tehlikeli bir yanlışlık içinde yuvarlanmıyor muyuz? kürtlerle çıkan sorunun felsefi kökeni burada değil mi?
bırakın felsefeyi, pratik olarak söyleyin: buradan gitmiş ve fransa’da yaşamakta olan bir tc vatandaşı alt kimliğini kürt olarak hissediyorsa, siz onu tanıştırırken ne diyeceksiniz? kürt mü, türk mü, türkiyeli mi? hangisi uygun geldi?
yerim olsaydı, tartışmaları da yazardım. “ne mutlu türk’üm diyene”nin o dönem (1933) için çok ileri olduğunu, bugün ise çok geri kaldığını söylediğimi aktarırdım. mustafa kemal’in “türkiyeli” yerine “türk” demesinin a) jön türk geleneği, b) 1930’ların uluslararası ortamı, c) türk’ün yüzyıllık iç ve dış aşağılanmışlığını gidermek gibi üç çok önemli etkenden kaynaklandığını anlatırdım. bir soruya verdiğim cevapta, fransa’da frank diye bir alt kimliğin olmadığını, bu nedenle “fransız” teriminin teritoryal üst kimlik olduğunu izah ettiğimi aktarırdım. iran’ı, belçika’yı, abd’yi, ispanya’yı örnek verirdim. yersizliğin gözü kör olsun. eğer isterseniz bir münasip tarihte gelir size de anlatırım. nasılsa bedava.
kaynak:http://www.baskinoran.com/
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?