ölüm mü?
peki ya sonrası?
ötesi?
ama ben öncesini yaşadım, gördüm; nasıl olur da isterim ölümü? nasıl ararım ölümü? nasıl vazgeçerim nefes almaktan? aşık olmaktan? öpüşmekten? adem olmaktan? havva kalmaktan? kuş olup uçabilmekten? sema olup mavi kalmaktan? böcek olup doğa ile bütünleşmekten? esrik olmanın deminden ve dahi deliliğinden? var olmaktan? nihilist olup yok olmaktan? bunca gel-git hayhuy ve hislerden?
bilmediği şeyi nasıl sever? nasıl ister? nasıl tapınır insan?
tanrı’yı karıştırma.
“ hiçbir sözcüğün, hiçbir kavramın dokunamadığı bir kutsallık vardır. zihin onu kavrayamaz; sadece kurgular üretir. ama kelimelerin, sembollerin, kavramların ötesinde, kendi içinde bütünüyle tutarlı bir kutsallık vardır.
dile getirilemez. bir olgudur.”
ama peki ya ölüm?
bayım fena halde yanılıyorsunuz! bir canlı pekâla kendinden güçlü olana inanır, sığınır, onu bilinci ile şekle sokar; pekala deneyimlenmiş olanda bir tanrı yaratır, aslında hiçbir şeyde olmayanı bir forma sokmanın gafleti ile. ancak ölüm böyle değildir. o bilincin deneyimlemiş olduğu şey olmamasına rağmen tüketendir, sona erdirendir, sahip olduğun her şeyi elinden alandır ve seni bilmediğin yere götürendir.
bir düşünsene; kayıplara razı gelmeyen, kafa tutan adem, ölmeyi nasıl hazemeder?
ölüm denen eline koca bir ‘hiç’ koyacak durumu nasıl kabul eder?
kapı içerisine buyur eder?
yok olacağını seçimsiz, telaşsız ve korkusuz nasıl betimler ve sahip olduğu her şeyden feragat eder?
bir ‘hiçe’ mesela, ‘bir boşluğa’ pekâla, bir ‘bilinmezliğe’ en âlâsıyla, korkularıyla, savunmasızlığıyla…
insan hep kazancı için didinir. inancı kazancı içindir, aşkı kazancı uğrunadır, ebeveyn olması, zaruriyetleri; her şeyi ama baştan aşağısı, tepeden tırnağı; kazancı namına, güç istenci namınadır. varoluş kodları sanki kişiyi alaya alır gibi buna eşitlemiştir adeta. cerbezeli tanrı kelamları dahi bunun için kullanır insan aklı kurnazlığınca…
“ inanıyorsunuz. kendinizi inandırıyorsunuz. çok zeki grularınız, tapınaklarınız, sembolleriniz var. çatıştıkça para kazanıyorsunuz. para kazandıkça daha çok tapınak yapıyorsunuz. gülmeyin. sadece kazanmaya çalışıyorsunuz, hepsi bu.”
tüm kazandıklarını, yıllardır toplayıp biriktirdiklerini nasıl terk eder insan? hem de bilmediği bir ‘şeye’? ölüme? ve yok olmaya? ve elindekilerini kaybetmeye?
ölerek yaşacağını bilmek nasıl bir kader? nasıl bir akıl kavramıdır? bunu bilerek yaşamanın bedeli belki de bunca bencillik, namussuzluk, tüketim, çatışma, iki yüzlülüktür.
belki de yüzyıllardır ademoğluna ve havvakızına gereksiz haksızlık ve anlayışsız suçlamalar yaptık. ve belki de biz ölümlü canlıyı bu yüzden anlamadık. ölümden korkmasını anlamlandıramadık. sanırım sahip olmayı, hayatta kalacağına inandığı için biriktirmeyi ve çoğaltmayı bunun için istedi. ne kadar çok kazanırsa, o kadar çok ölümden kaçacaktı. ölümden kaçtıkça daha çok yaşayacaktı. daha çok yaşadıkça, daha çok ölümsüzleşecekti; ve kısırdöngüsünü yineleyecekti. ve belki de bilinçaltının hain oyunu ile sona yaklaşmayı erteleyecekti…
hep bilecekti oysa:
öleceğini;
ölümlü olduğunu…
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?