ve monna rosa
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
sana ne olmuş rosa, bir derde tutulmuşsun.
bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
ve kediler her gece sürünür yastıklara.
denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
sana da, monna rosa, taş bebeği bıraktık,
ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
senin hatıran kadar allah ve şeytan işi...
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
asılmış bir adamın iki eli yağmura.
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
ve bir şehir yaratmak, ruhundan gülce diye.
parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
sana tavuskuşunun içime girdiğini
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
bana da bir çift ak kanat kaldığını
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
1952, kış
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?