uzun bir masal, keşke okusanız.
günlerden bir gün, parmak çocuk, babasıyla pazara gelmiş. ihtiyar babası, oğluna iki bakır kuruş vermiş. ah, ne sevinmiş çocuk, bu paralarla kim bilir ne kadar kurabiye satın alabilirim, diye düşünerek babasının arkasından küçük bir oğlak gibi hoplaya zıplaya koşuşturuyormuş.
ah, pazara ne kadar halk toplanmış! ne kadar çok . mal varmış!
parmak çocuk, ipek kumaş satan tezgahlara gelmiş; tüccarlar, gökkuşağı gibi renkli, çeşitli ipek kumaşları satıyorlarmış. halıcılara gelmiş; top top renkli çiçeklerle süslenmiş birçok halı varmış bakır satanlara gelmiş; her şey güneş gibi parlıyor; güğümler, fincanlar...
küçük dükkanların önünde kadınlar bakır kazanların, tabak ve fincanların seyrine doyamıyorlarmış. çocuklar ise toplaşıp ağızlarının suyu akarak meyvelere, sıcak sıcak pidelere, çeşit çeşit tatlılara bakıyorlarmış. ne kadar çok karpuz ve kavun, elma ve üzüm varmış pazar yerinde! bir günde hepsine ayrı ayrı bakmamak mümkün değilmiş. ayrıca her şeyi satın almaya da kimsenin gücü yetmezmiş. hele, iki bakır kuruşa bir şey almak mümkün değilmiş.
tezgah tezgah dolaşmış, fiyatları öğrenmiş, pazarlık etmiş, ama bir şey satın alamamış. bu arada babasını da kaybetmiş.
- babacığım, babacığım! nerdesin! diye bağırmış çocuk.
pazar, çok gürültülü, çok kalabalıkmış burada birisini bulmak, çölde iğneyi bulmaktan daha zormuş. böylece, babası hiç duymamış parmak çocuk`u.
parmak çocuk, üzüntüsünden neredeyse ağlayacakmış, ama bir süre sonra kendine gelmiş; ``yiğide ağlamak yakışmaz, yalnız da yolu bulabilirim. `` diye düşünmüş. kendini toparlamış, şapkasını düzelterek, nereye gideceğini bilmeden yolu aramaya başlamış. birden, az ötede kalabalık üstünden inanılmaz bir şey görmüş!.. uzun bir fildişi tünekte harika bir mavi kuş oturuyormuş. kuşun gagası altınmış. kanatları, gökyüzü gibi masmavi, sanki elmas kıvılcımları dökülmüş yıldızlar gibiymiş. kuş, büyük tüneğinde, kanatlarını açıp kapatıyormuş.
oy! demiş çocuk, bu kuşa yakından bakayım. bu ne harika şey. bütün paralarımı vermeye hazırım, hatta şapkamı bile vereceğim.
yandaki elma yığınından yuvarlanarak . harika kuşun yanına gelmiş. ama bu hiç de kolay olmamış. önünü yayalar, yüklü eşek ve develer engelliyormuş. çocuk, az kalsın, atların altında kalacakmış. eninde sonunda parmak çocuk, harika kuşa ulaşmış. büyük bir heyecan ve umutla gelip ulaştığı bu yerde üzücü şeylerle karşılaşmış... güzel kuşun oturduğu tüneğin yanında üç kişi oturuyormuş, birisinin gömleği boyalara bulaşmış, öbürünün bütün sakalı odun tozuyla kaplanmış, üçüncünün ise öküz derisi önlüğü kazan karasıymış. bular, boyacı, oymacı ve demirci çok hüzünlüymüşler. başları eğik, yerde oturuyormuşlar. yanlarında ise ihtiyar, kadın ve çocuklar toplanmış ağlıyorlarmış.
- burada neler oldu? bu insanlar neden ağlıyor? diye sivrisinek gibi yapışmış parmak çocuk, kaynayan suyu satan satıcıya. satıcı da şöyle demiş:
- eh! küçük insan, bakıyorum, sen çok uzaklardan gelmiş olmalısın. o yüzden, bunların başına neler geldiğini bilmiyorsun.
- tabi ki bilmiyorum, diye fısıldamış parmak çocuk.
ve sucu, bu çok hüzünlü hikayeyi anlatmaya başlamış :
- bizim han`ımız, kendini çok beğenmiş, acımasız, adaletsiz bir handır. o, şehrimizin en usta oymacısını yanına çağırmış, ağaçtan büyülü bir bülbül yapmasını emretmiş. bu kuş hakkında, halk içinde pek çok efsane ve masal söylenirmiş. yılda bir kere yere inen güneş gibi harika bir kuşmuş. harika şarkılarını söylediği zaman, insanlara mutluluk veriyormuş. ama insan, kaba elleriyle böyle mucizevi bir kuş yaratabilir mi? çok düşünmüş. ama o, hüner sahibi bir usta olduğundan han`ın emrini yerine getirmiş.
süresi dolduğunda, yaptığı harika kuşu han`ın sarayına getirmiş. onu görenlerin hepsi hayran kalmışlar. ama han`ın yüzü asık olduğu halde şöyle demiş :
- kuş iyi, ama aptal usta, görmüyor musun? hiç rengi yok. eğer, yarın sabaha kadar, bu kuş güneş gibi parlamazsa seni cellata vereceğim.
usta, çok üzülmüş. hiçbir şey demeden, kuşunu alarak ünlü bir boyacı olan arkadaşını götürmüş. o boyacı usta ile bütün şehir gurur duyuyormuş. ve işte bir gecede kuşu, güneş gibi parlatıvermiş. kuşu önce, altın ile kaplamış, sonra gök mavisi, kanatlarına da harika elmas tozlarından serpmiş.
sabah erkenden iki usta, han`ın sarayına harika kuşu götürmüşler. şehrin sokaklarında giderken onları görenler hayranlıktan coşkuyla alkışlamışlar. ama ne var ki , buna çok kızmış :
- aptallar, neden seviniyorlar? bu bir bülbül değil ki, sadece boyanmış bir ağaç parçası... ey ustalar! eğer, yarın sabah, sizin bu aptal kuşunuz kafasını kıpırdatıp kanatlarını çırpmazsa şehrin bütün oymacı ve boyacılarının kafasını keseceğim, diye bağırmış...
buna, ustalar daha çok üzülmüşler. hiçbir şey söylemeden, kuşu, demirci ustaya götürmüşler. bütün gece çalışmış ve sabah olup da arkadaşları geldiğinde harika kuş, kanatlarını çırpmış, kafasını oynatmış ve altın gagasını açıp kapatmaya başlamış. çok sevinen oymacı, boyacı ve demirci sabah erkenden saraya gelmişler. , güneş gibi parlıyor, tıpkı canlı gibi, kanatlarını çırpıp kafasını oynatıyormuş. onlar, mükafat beklerken, acımasız han, kuşu görür görmez, bağırıp çağırmaya başlamış :
- tembeller, demiş, sizin yaptığınız hiçbir işe yaramaz! büyülü kuş dediğin bu mu? bu, konuşmaz, şarkı söylemez! bu, insanlara mutluluk getiren bir bülbül değildir.
ustalar, birkaç gün çalışsalar da kuşa şarkı söyletememişler. işte şimdi han`ın ları gelecek ve bu bahtsız insanları zindana götürecekler. herkes biliyor ki şimdiye kadar oradan sağ çıkan olmamıştır. işte bu insanların hanımları ve çocukları ağlıyor.
sonra, sucu da ağlamaya başlamış, ustalara... biraz sonra bir büyük bir gürültü kopmuş.
- çekilin yoldan! dağılın! sesleri duyulmuş. parmak çocuk bakmış ki ellerinde kılıçlarıyla han`ın muhafızları ustalarının üzerine geliyorlarmış. en önde, yaban domuzu gibi şişman ve ağzından köpükler saçan komutanları varmış.
- saman kafalılar! diye bağırmış, ustalara siz, han`ın emrini yere getirmediniz. yaptığınız kuş susuyor. bu kalabalık için acımasızca ceza göreceksiniz.
ustalar sus pus kalmışlar. bunu duyan kadın, çocuk ve ihtiyarlar daha çok ağlamaya başlamışlar.
- ee, ağlamakla hiçbir şey değişmez, demiş kendi kendine parmak çocuk. ağlamaktansa şunlara bir ders vereyim.
parmak çocuk, elinin tersiyle gözyaşlarını silerek kuşun tüneğine çıkmış. ve bir anda kuşun sırtına oturmuş. kimse bunu farkına varamamış...
- tutuklayın şu hayinleri! diye bağırıp çağırmaya . başlamış komutan.
muhafızlar ustalarının yanına ulaştığında kuşun gagası açılmış ve yüksek sesle şöyle demiş :
asıl hayin sensin. bu insanlar, ödüllere layıktır. onlar bütütn insanların ustasıdır.
bütün kalabalık şaşırmış. muhafızlar oldukları yerde donmuşlar. komutanın şaşkınlıktan ağzı açık kalmış. kuş, kanatlarını çırpmış, kafasını oynatarak şarkı söylemiş.
`` üzülmeyin ustalar
hana gitmek zamanı
han`ı mutlu ederek
şarkı söylemek zamanı ``
kalabalıktan sevinçli haykırışlar gelmiş :
- ah harika bülbül; sen bize acıdın, derdimizi anlayarak bizi kurtardın. kuşu hemen saraya götürün, han`a şarkı söylesin ve han . da suçsuz insanların peşini bıraksın!
gözlerine inanamayan ustalar, kuşu saraya götürmüşler. arkasından halk ser gibi toplanmış. acımasız han, altın tahtında siyah sakallarını sıvazlayarak oturuyormuş. ve üç ustanın idam edildiği haberini bekliyormuş. halk, sarayın önünde toplanmaya başlamış. kapılar açılmış ve boyacı, oymacı ve demirci içeri girmişler. yanlarında kuş da varmış tabi.
- ne işniz var burada! diye bağırmış han.
tam o esnada kuş, kanatlarını sallamış, başını oynatmış ve şakımaya başlamış :
`hepsinden akıllı bizim han!`
han`ın yüzü gülmüş. kuş ise devam etmiş :
`` o, akıllıların akıllısı
o, kahramanların kahramanı
en büyük han bizim han! ``
han salağı, şarkıya bayılmış. sakallarını sıvazlayıp kafasını hoşnutlukla sallamış.
`` seni neye benzeteyim ey han
ve çiçek han!
güneşin kardeşi ve ayın babası
ülkemizin hayırlısı!
en . büyük han bizim han! ``
kuşun bu şarkısına han, neşe ile gülmüş.
ey vezirler! demiş, han. ustalara ödül olrak bir çuval yumurta kabuğu ve kuyruksuz bir eşek verin. işlerini iyi yapmışlar.
bu fikrini de çok beğenmiş han ve kıkırdayarak eklemiş :
- şimdi ise bu harika kuşu halk önüne, meydana çıkaracağız. bütün insanlar, nasıl öttüğünü duysunlar!
herkes, sarayın önüne çıkmış. önde, altın sırmalı kaftanıyla han, arkasında vezirleri, büyük bir tünekte konuşan kuşu halka göstermişler.
han, çeşitli halılarla döşenmiş meydana çıkarak tören kıtasına işaret etmiş. tören kıtası, halkı sakinleştirmek için trampet çalmış. meydandakiler iyice sakinleşmiş ve han`ın sesi duyulmuş.
- eyy harika bülbül! bize hiç duymadığımız şarkılar söyle! bizi sevindir! hiç korkmadan söyle, ama sadece gerçekleri söyle!
kuş, kanatlarını çırpmış, başını oynatmış ve bütün halk, susup beklemiş. kuş bütün gücüyle şöyle demiş :
`` hepsinden acımasız bizim han!
hepsinden kurnaz bizim han! ``
han, çok bozulmuş, ama bütün halkın önünde, `hiçbir şeyden korkmadan gerçekleri söyle!` dedikten sonra, kuşu susturamamış. kuş ise daha yüksek sesle devam etmiş :
`` o zaman o işkenceci
halkını kırıp geçiren
en büyük han bizim han!
kalpsiz ve yıkıcı
insanlara kasteden
en büyük han bizim han! ``
bu şarkıyı duyar duymaz, saraydakiler kulaklarını kapamışlar, askerler ise kılıçlarını sıyırmışlar. han, çığlık atarak bütün meydana bağırmış :
- kapatın şunun gagasını!..
meydanda bir ölüm sessizliği olmuş ve birden arka sıralardan birileri gülmeye başlamışlar.
han, öfkelenerek bağırmış :
- kim gülüyor? hepinizi idam edeceğim, keseceğim!
- sinirlenme han`ım! diye neşeyle seslenmiş kuş, buna, bütün halk destek vererek gülmüş. öyle bir gülmüşler ki evlerin çatılarındaki güvercinler bile . gökyüzüne fırlamışlar.
çok sinirlenen han, koşarak kuşu yakalamış ve bir hışımla yere çarpmış. bir çatırtı duyulmuş ve harika kuş binlerce parçaya bölünerek dağılmış. ama bu parçaların içinden minicik bir çocuğun fırladığını hiç kimse farkedememiş.
küçük çocuk yuvarlanarak farenin deliğine girmiş. zalim askerler, sopalarla halkı kovalamaya başlamış. vezirler ise han`ın elinden tutarak zar zor götürürken parmak çocuk oralardan çoktan uzaklaşmış. çocuk da zıplaya zıplaya bülbülün şarkısını söylemeye başlamış :
`` o zalim, o işkenceci
halkını kırıp geçiren
en büyük han bizim han! ``
o günden başlayarak, bütün bahçelerde, meydanlarda, . çayırlarda, kervansaray ve pazarlarda bu şarkı söylenmeye başlamış :
`` kalpsiz ve yıkıcı
insanlara kasteden
en büyük han bizim han! ``
askerler, yalın kılıç halkı susturmak için sokaklara dökülmüşler. bir taraf sussa öbür taraf başlıyormuş :
- şarkı söyleyen kuşu öldürebilir ama şarkı söyleyen bütün bir halka ne yapabilirler?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?