gitmek

yokoylebisevgili
kahramanlıktır, geriye dönülmeyecekse...

ne diyordu atsız:
kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir.

gitmek böyle bi şeydir işte... dönmemek. gidivermek. her şeyi ve herkesi bırakıp. neticede kendi savaşınızı verdiğinize göre, gitmek kahramanlıktır işte.

ben güzel giderim mesela. "giderim ve arkama bakmam bile." söz konusu gitmek, ayrılığı da içinde barındırıyorsa, daha da güzel giderim. kaçmak değildir bu, küçümsemeyin...

en son ne zaman gittiniz birilerinin hayatından? ne zaman kırmızı çizgiler çektiniz birilerinin üzerine? ve belki de sorulması gereken asıl soru, hiç kendi hayatınızdan gidebildiniz mi?

bak işte, şimdi başlıyor...

nasıl da güzel bakardı. herkes bakar ama "o" başka bakardı be. hakikaten yani. hani yılmaz erdoğan diyordu ya kirpiklerine sığınmak istediğim diye, ben istedim işte. arada saçmalarım, aşktı - meşkti diye ama, aşk değildi o, şehadet ederim.

birini sevmek, sanmıyorum ki planlı bi iş olsun. olmamalı. zira bu kadar can acıtan insanı sevmememiz gerekirdi o zaman. heyhaaaat, hayat bazen güzel oyunlar yapıyor. yukarıdan gülümseyen tanrı, bir kulunu seçip(bunu buket uzuner yazmıştı seçilmiş diye, birileri deli dese de inanmayın.) hayatınızı en altüst edecek kişiyi sevmeniz konusunda ön ayak olur. ön ayak olur diyorum, zira tanrı o kadar zalim değildir(rafiniert ist der herr gott, aber boshaft er is nicht). siz de olası tüm tesadüflere işaret gözüyle bakarak, kafanızda milyon tane tilki ve elbette midenizde yüzbinlerce kelebek, seviverirsiniz.

ben öyle olduydum. valla bakın. insan bunu cidden hissediyor. kelebeklerden kayıtsız şartsız nefret ediyor bile olsam, hoşuma gittiydi. neyse...

sonra işler rayından çıktı. hep çıkar zaten, bilirsiniz... bende de öyle oldu. murathan mungan’ı sırf yüksek topuklar’ı yazması sebebiyle seviyor oluşum da buna işaret eder; ne diyordu nermin: "beni seviyor, ayrılamıyor ama beraber de olamıyordu. kısacası benimle ne yapacağını bilemiyordu."

hah işte, ondan oldu bize de. aklımın almadığı, bi insanı ne yapacağını bilememekti. zannımca o biliyor olmalıydı ki, "seni ne yapacağımı bilemiyorum." dedi. hayır, o kitabı okumadığına da şehadet ederim.

atilla atalay kahramanı gibiydim. gittim ben bi kaç kez. döndüm sonra. "geldim mi yine gelirim" dedim.

sonra...

bi gün, "o"na ait her şey acı vermeye başladığında gittim. gitmek kelimesi bende böyle anlam kazandı. aklımca kahramanlık yaptım kendime, hayata bi kılark çektim, en janti olduğuna inandığım şekilde giyinip gittim ben.

gittim.

en çok kendi hayatımdan gittim ama... o da öyle... bitti mi peki? hayır, yeni başlıyor.

ben, yine, onu deli gibi özliycem işte. karşımdaki salak duvara bakıp konuşucam, anlatıcam.
"insan en çok kendi hayatından gider", dicem. "zaten diğerleri gibi sen de bi figürandın hayatımda. bırakırım seni ya da birilerini, şehirleri, işleri, yeni bir yere giderim... gitmeliyim de zaten. bir dönemin bitip, bir dönemin başlaması için gitmek elzemdir."

ciddi ciddi anlatıcam bunları, öncelikle kendimi inandırmaya çalışarak. inanıcam da sonra. hangi yalana defalarca söylenince inanmadık ki?

...

- hadi azad et beni.
+ :) tamam, bi gerizekalı da olsan sevicem seni.
- biliyorum.
- iyi uykular.
+ uyuzsun ayrıca.:) uyu şimdi...

...

gitmek kendi hayatımızın son kahramanlığıdır. ve bedeli tüm kahramanlar gibi yalnız ölmektir...

ne demiş atilla atalay, en güzel sesiyle, "lazımsa yani, uyu şimdi, ondan anlattım ben bunları..."

bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol