bilinmeyen bir kadının mektubu / stefan zweig
.. benim için her şey, ancak seninle ilintili olduğu ölçüde vardı, hayatımdakilerin hepsi ancak seninle bağıntılı olduğu ölçüde anlamlıydı. bütün hayatımı değiştirmiştin. o güne kadar okulda kayıtsız ve sıradan bir öğrenci iken, ansızın birinci oldum, gecenin geç saatlerine kadar pek çok kitap okuyordum, zira senin kitapları sevdiğini biliyordum, senin müziği sevdiğine inandığım için birdenbire, neredeyse inatçı bir ısrarla ve annemi hayretler içerisinde bırakarak piyano çalmaya başladım. hoşuna gidebilmek ve sana layık görünebilmek için giysilerimi temiz tutuyor ve söküklerini dikiyordum, ve eski okul önlüğümle -annemin eski bir ev elbisesinden bozmaydı- sol tarafındaki eski ve dört köşe lekeden dolayı kendimi korkunç hissediyordum. onu farkedip beni aşağı görmenden korkuyordum; bu yüzden ne zaman korkudan titreyerek merdivenlerden yukarıya koşsam okul çantamı lekenin üstüne bastırıyordum. oysa bu, son derece aptalcaydı: çünkü sen beni asla, neredeyse hiçbir zaman görmedin.
ama ben buna rağmen aslında bütün gün seni beklemekten ve sana pusu kurmaktan başka bir şey yapmıyordum. kapımızda pirinçten yapılma küçük bir göz deliği vardı ve bu yuvarlak delikten senin kapın görülebiliyordu. işte o göz deliği -hayır, gülme sevgilim, çünkü ben bugün bile, evet, bugün bile orada geçirdiğim saatlerden utanç duyuyorum! – benim dünyaya açılan gözümdü, o aylarda ve yıllarda orada, o buz gibi holde, annemi kuşkulandırmaktan çekinerek, elimde bir kitap bütün öğlenden sonraları boyunca pusuya yatıyordum, bir tel gibi gergindim ve varlığının ona her dokunuşuyla tınlıyordum. hep senin etrafındaydım, hep gergin ve hareketliydim; ama sen beni ancak cebinde taşıdığın ve karanlıkta sabırla senin saatlerini sayıp ölçen, yollarında sana duyulmayan nabız atışlarıyla eşlik eden ve senin acele bakışlarının saniyelerin tik taklarının ancak milyonda birinde yöneldiği saatin yayının gerginliğini hissettiğin kadar hissedebiliyordun.
senin hakkında her şeyi biliyordum, her alışkanlığını, her kravatını ve her elbiseni tanıyordum, tanıdıklarının kimler olduğunu kısa zamanda öğrenmiş ve aralarında ayrım yapmaya başlamıştım, onları hoşlandıklarım ve bana itici gelenler diye sınıflandırıyordum: on üç yaşımdan on altı yaşıma kadar her saat sende yaşadım. ah, ne delilikler yaptım bir bilsen! elinin değdiği kapı tokmağını öptüm, dairene girmezden önce fırlatıp attığın bir puro izmaritini çaldım ve onu, dudakların değmiş olduğu için, artık kutsal bir nesne saydım. akşamları belki yüz kez bir bahane icat ederek, odalarından hangisinde ışık yandığını görmek, böylece de senin varlığını, o görünmeyen varlığını daha bir bilerek hissetmek için aşağıya, sokağa koşardım.. ve senin yolculukta olduğun haftalarda -sevimli johann'ın yolculuklarında kullandığın sarı bavulu aşağıya taşıdığını ne zaman görsem kalbim korkudan duracak gibi olurdu-, evet, o haftalarda hayatım sanki söner ve anlamsızlaşırdı. asık suratla, canım sıkkın ve etrafa kötü kötü bakarak dolanıp dururdum ve annem ağladığımı belli eden gözlerimden üzüntümü anlamasın diye sürekli dikkat etmek zorunda kalırdım..
..