elinde değnek, yürüyordu. yürürken arkasından çıkan ince toz bulutu, yere sürttüğü değneğinin marifetiydi ki, onun da bir hedefi vardı; yolda yürürken işeyerek oluşturduğu çizgiye paralel bir çizgi tutturmak. kendince bir kamu düzeni yaratıyordu, ağzından çıkan "vuuıır vrrr mmmmhhhh iiiiııığğ " sesleriyle çalışan arabalarının seyahat edebildiği. köyde herkes ona deli diyordu. akıllı da sayılmazdı. ama her deli gibi tutarlı yaşıyordu; arabalarına ve değneğine hiç ihanet etmemişti. tam da, uzunluğunu sidik deposunun hacminin belirlediği yolun sonuna yaklaşırken (ki yol, kavşakları, üst geçitleri, köprüleri ve garlarıyla çok da güzel olmuştu ve ufaktan trafik akmaya başlamıştı) ağanın ortanca oğlu ahmet, haince bir kahkahayla, sırtı dönük yürümekte olan karayolu müdürünün canını aldı: çıt. değnek kırıldı; gerekince sidikle burun buruna gelen, gerekince pis kulak kirlerini temizlemeye yarayan, can yoldaşı değnek. kırılmıştı. değnekçi, insanlarla tartışamazdı. o, kendine göreydi. ve attı kendini giderek kalabalıklaşmaya başlayan caddenin ortasına. kimse inanmak istemiyordu ama;
"değnekçi" ölmüştü.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?