cezmi ersoz’un sizofren aska mektuplar kitabindan alinti olan satirlar..
biz seninle hep bayagiliktan kactik... siradan, basit, gundelik olandan. kucuk mutluluklari, hayatin icindeki o kanaatkar doyumlari degil, hep trajediyi aradik. mukemmeli... biz seninle hep kusursuzlugu aradik.
bizi birbirimize yakinlastiran ne varsa hep kutsaldi, ozeldi, ayricalikliydi. iliskimizden aslinda ikimize de ait olmayan, kutsal ve kusursuz bir imge yarattik. hayatimizda eksik kalmis ne varsa, o yarim kalmis tutkularimizi o yarali arzularimizi, eksik cocuklugumuza ait ve ictenlikle koruyamadigimiz butun duygularimizi bu imgeye odunc verdik. artik yasayan gercek kisiliklerimiz degil, sanki bu kutsal, bu kusursuz imgeydi.
bu imge lekelenmesin, bu dus bozulmasin diye oyle cok sey gizlerdim ki senden. icim urperirdi boyle anlarda, kendimden cok uzak bir yere cekilirdim sanki, bilinmezlige... aramizda oyle cok tanimlanmamis anlar, oyle kopuk, oyle basibos duygular, bana o denli ait oldugu halde nasil anlatacagimi bilemedigim oylesine derin savruluslarim vardi ki...
yarattigimiz ve ask adini verdigimiz bu kutsal imgeye sadik kalabilmek icin kendime karsi sadakatsiz davraniyordum.
seninle yanyana uzanirdik, dunyanin disindaki yaz bahcelerinde, o gercekdisi mevsimlerin kiyilarinda... uzuntulerimiz, icimizdeki yaralar yanyana dururdu oyle. bizden cok bu yaralar ozlerdi birbirini, o kimsesiz uzuntulerimiz...
icimdeki yaram senin yarani ozledikce ruhumun gurbetlerinde daha cok hissederdim kendimi... asil cektigim aci buydu aslinda, yanindayken kendimi yine de senden cok uzaklarda hissetmemdi.
farkederdin suruklenis suskunluklarimi. boyle anlarda zamani durdurmak isterdin. zamani dondurdukca icimizdeki bosluklarin kapanacagini, o gizli urpertilerin dinecegini, tanimlanmamis anlarin ve o kopuk, o basibos duygularin tanimlanacagini, savrulmalarin bitecegini dusunurdun. zamani dondurunca hep iyi ve mukemmel insanlar olarak kalacagimizi sanirdin. hayata bu donmus zamandan, bu magrur ve korunakli kristalin ardindan bakinca hic kirlenmeden ve ebedi bir saflik halinde yasayacagimizi hayal ederdin.
oysa ne zamandan kopabiliyor, ne de hayattan gizlenebiliyorduk. biz zamandan kopmak istedikce zaman bizi daha cok acitiyor; hayattan gizlendikce o kendisini daha cok hatirlatiyordu. hayattan ve kendimizden korktukca kendimizi askin kutsal acisina kapatiyorduk. hayat aci verdikce biz o kutsal, o ayricalikli kildigimiz acimiza daha bir sariliyorduk. bu kutsal istirap bizi hayattan korurken baskalarindan ustun kiliyordu.
oysa kutsallik hic saf degildir sevgili; gucunu zayiflarin kanindan alir. mukemmellik, kaybedeni cok, anlamsiz ve haksiz bir yaristir. safligin icinde bircok gunah gizlidir. ben bu kutsal askin kan kaybeden zayifiydim iste. bu kotu yarista hep kaybedendim. saflikti benden istedigin, ama saklayamazdim kendimden, icimde bircok gunah gizliydi. ben kaybettikce yarattigimiz o kutsal imge sana ait oldu. ben gunahi kabullendikce kusursuz ve mukemmel olan sen oldun. oysa kendisini diger insanlardan biraz olsun farkli ve ozel sayan her insana zor gelir hayatin o basit, o siradan dertleri, dogal acilari, lekelenmis tutkulari. boyle insanlar ya kutsal olmaya soyunurlar, ya da kutsal birine adarlar kendilerini. hayatin icinde cirilciplak varolmak gururunu incitir boyle insanlarin. gercek bayagi gelir. mukemmelin kolesi olmak, hayatin siradanligini yasamaktan daha gozalicidir cogu kez. kendi siradanligindan tiksinince hayallerinde yarattiklari gercekdisi bir trajediye siginirlar.
basta bende boyleydim. o dokunulmaz guzelligini, o ulasilmaz kutsalligini gordukce siradanligimdan tiksiniyordum ve yasadigim gercek giderek daha cok bayagi geliyordu bana. siradan biri olmaktansa, mukemmelin kolesi olmak istiyordum. bildigim ve bilmedigim butun zaaflarimi gizleyip, bu trajedinin cesur ve olumsuz kahramani olmak istiyordum.
oysa gercek hic boyle degildi. sadece seni yitirmekten korkuyordum. cunku sen ozledigim herseydin. mukemmeldin, kusursuzdun, siradanligi asmistin, en onemlisi kutsaldin. sana ulasmam, seni etkilemem icin yasadigim herseyi inkar etmem gerekti bu yuzden. hic olmadigim kadar iyi, hic olmadigim kadar ince, hic olmadigim kadar derin gozukmem gerekiyordu. hissetmedigim seyleri hissediyormus gibi gozukmem gerekiyordu.
o kutsal guzelligin benden herseyimi istiyordu. oysa ben o herseyim neydi bilmiyordum ki... tamamlanmamis, eksik bir varliktim. tipki hayat gibiydim. istedigin seyleri verebilmem icin hissetmedigim seyleri hissediyor gibi soylemem gerekiyordu.
o kutsal ask icin sana yalan da soyledim. seni yitirmemek icinde hepsi. en zor, en gizli, en iflah olmaz yaralarimi gizleyerek anlattim sana kendimi. seni kazanirsam bu yaralarimdan kurtulurum saniyordum. oysa sen o dokunulmaz guzelligine, o ulasilmaz kutsalligina sigindikca hayattan gizlenirken, ben sana ulasmaya calistikca kendi hayatimdan, kendi gercekligimden daha geriye, daha asagiya dusuyordum. ikimiz de kendi gurbetimizde yasiyorduk oysa. ne yapsak, ne etsek kendimizi ozluyorduk. yasadigimiz aci hayatlarimiz gibi gercekdisiydi. ama aciydi sonucta...
sen hayatin bayagiligindan kaciyordun, bense kendimden. ama bulustugumuz yer ayni aciydi. bizi hayattan kopartan, bizi hic ummadigimiz kadar bencil kilan bir aciydi bu. ve hayatla sinanmayan bu ice donuk aci bizi hep yuzeyde tutuyordu. cunku en derinde yatan gercegimize insek ne olacagimizi bilmiyorduk. oysa belki cildiracak, belki de gercekten degisecektik. tabiatimiz degisecekti. oysa biz kendimizi kutsala adadikca, mukemmelin, kusursuzlugun pesinden kostukca,hayat bize dokunmadan, icimize hic sizmadan gecip gidiyordu uzaklara. tipki bize dokunmadan gecip giden hayat gibi. aslinda biz de birbirimize dokunmadan gecip gidiyorduk.
sana taptigimi soyluyordum, ama seni gercekten tanimiyordum. sen beni hayatin bayagiligindan, siradanligindan yanina cagiriyordun, ama aslinda beni pek tanimiyordun. bu yuzden inanmiyordum yasadigimiz hicbir seye. bizi baskalarindan ustun kildigini sandigimiz bu acinin hayatta bir karsiligi yoktu, inan...
seni unutmam mumkun degil, ama ben geldigim yere geri donuyorum. bu kusursuzluk senin olsun. birgun kendimi inkar etmeye karar verirsem bunu sadece kendim icin yapmaliyim: mukemmellik senin olsun. sana herseyimi vermemi istiyorsun. oysa ne seni, ne de kendimi taniyorum: kutsallik senin olsun. bu ask beni tutuk, ezik, korkak biri yapti. seni biraz olsun etkileyebilmek icin yaptigim butun fedakarliklarin, hayatimin en buyuk bencillikleri oldugunu anladigim an kendimden kacip kurtulmak istedim.
o an anladim ki, firindan aldigim ekmegin sicakligi bu asktan daha kutsaldi. yuzumu isitan mutevazi gunes, evlerine ekmek goturdugum cocuklarin sevinci, cay bardaklarindaki kasik sesi daha kutsaldi. o kucuk mutluluklar, o eksik, o kanaatkar doyumlar daha kutsaldi...
evet, hayat karanlik, bayagi, acimasiz, kirli, siradan, incitici; ama gercek sevgili... ona dokunabiliyorsun. ama ben senin kutsal ve mukemmel saydigin hicbir seye ulasamadim. sana ulasamadigim icin duydugum kaygi ve pismanliklar da bana ait degildi. cektigim aciysa yillardir sakladigim yaralari biraz daha gizlemeye yariyordu. oysa hayat cok basit sevgili... bunu bir anlayabilsek hersey cok farkli olacak. ve hayatin o basitligi icinde sakli derinligi, vazgecilmezligi...
artik kutsal olan hicbir seye inanmadigim icin daha berrak ve acik goruyorum carsidan eli bos donenleri... sehirleri hizla saran aclar ordusunu... dunyayla aramdaki o sahte acilari ortadan kaldirdigim icin tanik oluyorum herseye: iste dun gece tem karayolunda bir travestiyi daha ezip gecti; surucusu karanlik ve sarhos bir araba... izmir’de bir kafeteryada garsonluk yapan dersim’li gokhan bugun, tipki dun ve onceki gunlerde oldugu gibi tam onbes saat ayakta servis yapacak musterilere ve onca yorgunluktan sonra evine dondugunde, jack london gibi sabah dek ezilen insanlarin oykusunu yazacak. eskiden olsa cok romantik gelirdi bu gencin hali bana. ama degil, cok sert, cok acimasiz bir hayati var; ama yine de gozlerinden o simsicak gulumsemesi hic eksik olmuyor.
yillardir gormedigim universiteden bir arkadasimin matbaasina ugradim gecenlerde. devrimci bir belediye baskaninin afisiyle ayni makinede bastigi porno dergileri kurusunlar diye birlikte ipe asiyordu. bunu yaparken de butun ictenligiyle, bu duzeni degistirmeliyiz arkadas, diyordu.
cezaevindeki cocuklari icin direnis yaptiklarindan karakola goturulup gozaltina aldiklari yasli anneleri polis gecenin bir yarisi sokaga birakiyor. ceplerinde neredeyse hic para olmadigindan sehrin cok uzaginda olan evlerine gitmek icin yurumekten baska careleri yok bu cilekes kadinlarin. neredeyse sabaha dek yuruyecek olan bu yasli kadinlarin cektiklerini mutlaka icimizde hissetmezsek yasadigimiz hayatin hicbir anlami olmaz. cunku cogu kez biz farketmesek de bu hayatta aci tek... istirap tek... ask ve iyilik tek bir yerden akiyor kalplerimize...
ayni saatlerde baska bir yerde, yasli ve escinsel bir tiyatrocu iki kimsesiz sokak cocugunu zorla evine goturmek istiyor; onunla birlikte olurlarsa cok para verecegini iddia ediyor. evet, hayat hic romantik degil; ama yargilamadan once onu anlamaliyiz sonuna dek... belki de tam bu sirada lekesiz bir aski ozleyen ve yalnizligin o korkunc kaderiyle bogusan serpil ogretmeni calistigi kasabada, cocuklarini okuttugu adamlar telefonla arayip, yanina gelelim mi, bos musun, diye taciz ediyorlardir.
asil trajedi hayatin ta kendisi sevgili...
hayat karanlik, acimasiz, bayagi ve kirli; ama bizim erdem sayip abarttigimiz duygusalliklardan, kendimizi baskalarindan ustun kilmak icin sigindigimiz kutsalliklardan daha gercek, daha sahici.
yillardir ruhumun gurbetinde yasamaktan tukendim. kendi yarami gorup, ona sarilamadigim icin, ondan akan kanla yillardir zehirleniyorum. yillardir senin yaninda, ama senden cok uzakta kalmaktan sevgim aciyor. birlikte yarattigimiz bu hayattan kopuk imgeyi birakip, kendime dogru yuruyorum.
hayati ve seni buradan seyrediyorum. odandasin ve tek basina dans ediyorsun....
iyilik ve sevgiyle gulumsuyorum; seni sevip hissetmem icin seni sahiplenmem gerekmiyor. oradasin ve varsin iste. nereye gitsem icimde hissediyorum seni...
hayatin butun renkleri yuzunde...
odanda tek basina dans ediyorsun...
ilk kez aci cekmeden ozluyorum seni...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?