bahçemdeki erik ağacı

spho
bahçemdeki erik ağacı


ben her bahar pişman olurum
güneşe kanar baharlarım
orospu bir gülüşün gamzelerine
yaprak yaprak teslim olurum...
y. cumhur gürbüz

hiçbir yere doğru düzgün uğramadan, uğrasa bile kendini törpületecek, nasırını kalınlaştıracak pişmanlıklar ve an’ı uzatacak sevinçler toplamak için az biraz duraksayan ve sonra stabilize yolda seyrine devam eden bir ömür geçip gitti sandım bu sabah...
çok uzak bir dağkentte başlayan, sonra anadolu’nun ortasında, bazen sebepsiz görünen ama dünya nın en sevgili sonbaharlarını yaşatan o büyük başkentte yeşeren ve ardından dünyanın en dolambaçlı, en sahtekar ve en güzel şehrinde sürüp giden bir ömrün sonuna yöneldiğimi düşündüm bu sabah. henüz otuzlu yaşların başında ama davetsiz gelmiş bir baharın tam ortasında..
bahçeme nisan gelmiş, hiç haberim olmadı. her nisana hazırlıklı olamıyor insan. ne bir sevda hazırlığı mız var, ne de umut veren bir girişim... bilsek bir yerlerden bir şeyler uydururduk. hakiki bir aşk değilse de nisanı idare edecek bir didişme ayarlardık belki, ama olmadı.
yine yeni ve aşksız bir baharın kapısında buldum kendimi.her yerden hayat fışkırıyordu ve ben yalnızdım... içimdeki filizlerde tuhaf bir sonbahar yorgunlu ğu varken bu sabah ve durup dururken dedemin bahçesiyle buluştum.
toprağın rutubetini koklayıp içimin en gizli yerleri ne ulaştırdım. gökyüzüne bakıp yeşil bir yaşamak için uzun uzun gerindim.
onca beton yılın ve sentetik serüvenin ardından yalansız toprakla karşılaştım bu sabah.. çıplak ayakla yürüdüm nemli toprağın ve uzak geçmişimin üstün de..
dalları suyun üstünde (yani bir öpüşmenin en güzel yerinde) dururdu erik ağacının. havuzun suyunda cilveleşirdi dalından zamansız düşen, sırasını şaşırmış, yeşil, ekşi ve çocukluğumun en iyi arkadaşı erikler. nereden bilebilirdim o zaman bütün aşkların o erik tadının yeniden anımsanması olduğunu? o yıllar da bilemezdim elbet dedemin bahçesinde geçirdiğim günlerin hayatımın en uzak hasretine dönüşeceğini...
yaz sonu, okulun açıldığı ilk günlerde, ankara’nın ayva zamanlarında yani, ‘yazı nasıl geçirdiniz, yazınız” ödevlerinde anlattığın tek öyküydü dedemin bahçesindeki yeşil yaşamaklar. yerelmasını dalından, yaprağından tanıdığımız günlerdi. ciddiye alın, kolay iş değildir yerelmasını toprağın yüzünde tanımak. zaten ben de çok sonradan anlayacaktım bunun humuslu bir maharet olduğunu... ve çok yenilgi sonra anlayacaktım en gerçek sevdanın insanla toprak arasında yaşandığını. ölüm gibi bir kavuşma başka nasıl ve kiminle yaşanabilirdi ki?
ölüm dışındaki tüm kavuşmalarda belli belirsiz bir ayrılık tadı vardı çünkü. baharın hem sevda hem ayrılık tadı taşıması gibi. her sevinç uzak bir hüznü hatırlatır ya, öyle işte. biz o hüzünden kurtulduğumuza, onu geçmişte bıraktığımıza seviniriz aslında. oysa hiçbir acı bıraktığımız yerde kalmaz; onu yanımızda taşır, yeni baharlara ekleriz. erken açan filizlere soğuk vurur birden. güneşe güven olmaz çünkü, zamansız doğar bazen ve dolandırır yüreğimizdeki tomurcukları...
yalınayak ve kent yorgunu bir yürekle toprağa bastım bu sabah. etrafta bahar... içimde nedensiz bir yaprak dökümü. hep yanlış hesaplıyorum yaşımı... bir nisan ayı cıvıltısı için yaşlı mı sayılırım artık? herkeste bir kır gezintisi telaşı varken ben saçıma düşen kırları sayıyorum. henüz otuzlu yaşların başında ama habersiz gelmiş bir baharın tam ortasındayken...
oysa temiz bir aşk için her şey hazırmış gibi görünüyor: güneş en samimi ikliminde, ağaçlarda sevgili filizleri, deniz en yosma maviliğine kuşanmış ve kuşlar her sevda anma şahitlik yapmaya teşne...
dışarıda sevgili bahar... liseli defterlerde şiir izdi hami... ilk bakışmalarda güzelim kalp spazmları... ağaçlı yollarda yürürken ipe sapa gelmez sözler yüzünden boşluğa savrulan genç kahkahalar... bazen bir belediye otobüsünde gürültülü kahkahalar atan bir gruba rastlarsınız ve muhtemelen kızarsınız onlara. oysa onlar otobüsün içindeki bahan temsil etmektedir geri kalanlarda bir kış suskunluğu vardır.
baharın gürültüsü rahatsız eder bütün kışları.
bu sabah bahçeye çıkıp yeşil yaşamaklar için gerinmeden önce içime kırağı düşmüştü benim de. hiç hesapta yoktu bu gürültülü nisan günü. aklımda sebep siz yaprak dökümü... ama çıplak ayakta toprağa basınca, birden dedemin bahçesinde buldum kendi mi... o havuz, o ekşi erik tadı.
ne dedemin bahçesindeyim şimdi, ne de dalları değiyor erik ağacının suya. öksüz kalalı çok oldu dedemin bahçesi. kimse su vermiyor çocukluğumun havuzuna. dedemler beton ve cadde üstü bir hayata taşındı. şeftali ağaçlarının hüzünlü şarkısını söyleyen de dinleyen de kalmadı artık.
ama ben bu sabah aradan bir gençlik geçtikten sonra çıplak ayakla toprağa bastım. tepemde dalları yüklü, tepemde dalları güler yüzlü bir erik ağacı... işte o zaman hala toprakla dost olmak mümkün diye düşündüm. sanki ben hep aynı yerde durmuştum da bütün yaşamaklar yanımdan geçip gitmişti. ben hala dedemin bahçesindeydim ve hala erik ağacının dalları suya düşüyordu bir sevgilinin saçları gibi.
bu sabah, tepemde dalları hayat yüklü bir erik ağacı, nemli toprağa çıplak ayakla basarak ve geçmiş pişmanlıkları yeni korkulara ulayarak dedim ki; haydi yüreğim! işte yeniden toprağa ve hayata aşık olma zamanı!..

(bkz: yılmaz erdoğan)
(bkz: hijyenik aşklar)
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol