nami deger kazikli voyvoda ya da daha bilinen adiyla drakuladir.
vlad tepes
tarihçilere göre tuhaf fantezilerinin yanında , aşırı milliyetçi bir kumandandır
nam ı diğer vlad dracul olan şahıstır. eflak-boğdan voyvadasıdır. babası 2. vlad nam ı diğer şeytan anlamına gelen draculadır-. dracul küçük şeytan anlamına gelmektedir ki draculanın oğlu olmasından mütevellit bu mahlasa sahiptir. tüm resmi yazışmalarda bu ismi kullanmıştır. işkence konusunda engin bir tecrübeye sahiptir. milleti kazığa oturtarak canlı canlı günlerce acı çekmesine sebebiyet vermiştir. osmanlı ile ilk zamanlar şahane olan ilişkileri zaman içerisinde fatih sultan mehmet e artislik yapması sonucu bozulmuş, ilerleyen yıllarda ise sonu çok bildiği kazık yönetemi ile gelmiştir buzatın.
osmanlı nın gönderdiği elçilerin sarıklarını kafalarına çiviletmesi sonucu ilişkiler gerilmiştir. osmanlı vlad ı ciddeye almayarak küçük bir ordu sayılabilecek 40 bin yeniçeri yollar. günler geçer seferden haber gelmez, daha sonra görülür ki vlad bu 40 bin kişiyle kazıktan bir orman yapmıştır.
"şeytan’ın oğlu" saraya gidiyor
türkler, 1431 yılında orta romanya’daki sighişoara kasabasında dünyaya gelen vlad’ın hayatında, henüz küçücük bir çocuk olduğu günlerden, savaş meydanında son nefesini verdiği ana dek daima en belirleyici unsur oldular. buna belki de "alınyazısı" demek daha doğru olur.
macar kralı vladislav’ın seçkin birliklerinde yer alan babası vlad dracul cengaverliği ve acımasızlığıyla ünlenmiş bir şovalyeydi. soyadı olarak kullandığı lakabı "dracul"un romencede "şeytan" anlamına gelmesi de ona yönelik kitlesel korkunun somut bir ifadesiydi aslında.
vladislav’a bağlı diğer bütün seçkin şovalyeler gibi, kılıcında ve zırhında bir ejderha figürü bulunan baba vlad, giriştiği savaşlarda uçurduğu yüzlerce kafaya rağmen, oğlu doğduğunda bütün babalar gibi pamuk kalpli bir adama dönüştü ve sevinçten bayram etti. evladını el bebek gül bebek büyütebilmek için de bütün imkanlarını seferber edecekti namlı cengaver...
romenlerin "wallachia" olarak andıkları bu topraklar sultan 2’nci murat’ın amansız akınlarının ardından eflak ve boğdan adlarıyla osmanlı’ya bağlanınca, baba vlad da türklerin o dönemdeki başkenti bursa’ya ister istemez bağlılığını iletmek zorunda kalıyordu.
osmanlıların fetih politikasında, kazanılan yeni topraklara, merkezden o yöreye yabancı yöneticiler atamak pek sıklıkla başvurulan bir yöntem değildi. devlet, bunun yerine daha akıllıca bir yola başvuruyor ve ele geçirdiği her yeni diyara yine o bölgelerde doğup büyümüş sadık yerel liderler tayin etmeyi tercih ediyordu. bu doğrultuda wallachia’nın sözü geçen soylularının geniş bir istihbaratını yaptıran sultan murat han, onlar arasından vlad dracul’un adının ön plana çıktığını görecekti. bunun üzerine şovalyenin küçük oğlu ile kızı, bizzat babalarının rızasıyla, yetiştirilmek üzere başkent edirne’ye getirildi. ablası sarayda "prenses" statüsünde ağırlanırken, gelecekte eflak ve boğdan voyvodası (osmanlı’da geniş yetkilerle donatılmış, bir çeşit genel valilik rütbesi) olması planlanan küçük kardeş vlad da seçkin çocuklara verilen özel bir eğitim programına alınıyordu.
"ölünceye dek kardeşiz"
küçük vlad, edirne’yi ve osmanlı saray hayatını kısa sürede benimser. murat han da sarayının koridorlarında ablasıyla birlikte koşturup duran bu küçük konuğun üzerine titremektedir. gelecekte osmanlı’nın balkanlardaki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına sadakatle yönetecek olan bu zeki romen çocuğunun her açıdan kusursuz bir eğitim almasını arzulamaktadır sultan. türkleri sevmesi için çok geçmeden onun yanına bir de arkadaş verir. bu kişi, sonradan "cihan fatihi" olarak anılacak olan sevgili oğlu mehmet’tir.
şehzade mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan romen arkadaşıyla yıllar boyunca omuz omuza çok sıkı bir eğitimden geçer. birlikte en seçkin hocalardan yabancı dil dersleri alır, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve devlet yönetiminin türlü inceliklerini öğrenirler. zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşecektir iki çocuğun. büyüdüklerinde birbirlerini hiç unutmayacakları ve kanlarının son damlasına kadar destek olacaklarına dair karşılıklı yeminleşir, ardından da kesik parmaklarını birleştirerek "kan kardeşi" olurlar.
yıllar geçecek ve yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki arkadaşın yolları zorunlu olarak ayrılacaktır. vlad seçkin bir yönetici adayı olarak anavatanına geri gönderilir. babasının 1451 yılındaki ölümü üzerine genç yaşında tahta geçen sultan mehmet ise 1453 yılında, islam aleminin öteden beri en büyük hayali olan istanbul’un fethini gerçekleştirerek yüce peygamberimizin hadis-i şerifindeki övgülere mazhar olur.
onun bu büyük askeri başarısını, yıllar sonra geri döndüğü ülkesinden hayranlıkla izleyen vlad da yeni başkent istanbul’a siyasi bağlılığını bildirir. genç lider bunun üzerine 1456’da sultan mehmet han tarafından eflak ve boğdan’a resmen "voyvoda" olarak atanacaktır.
başlangıçta herşey yolunda gitmektedir. bölgeyi büyük bir başarıyla yöneten vlad, osmanlı’nın çıkarlarını içtenlikle korumakta ve devletin vergi gelirlerini düzenli olarak tahsil edip merkeze yollamaktadır. bunun karşılığında saray da ona her voyvoda’ya tanınmayan düzeyde çok geniş bir özerklik alanı sunmuştur.
ancak, zaman geçtikçe vlad’a bir haller olmaya başlar. romen soyluları arasında esen miliyetçilik rüzgarları, istanbul’a bağlılığı kuşku götürmeyen onu da adım adım etkilemeye başlamıştır. bölge bağımsızlık hareketleriyle için için kaynarken, herkes voyvoda’dan bu yeni dalgaya önderlik etmesini beklemektedir. bu noktada babasının efsanevã® savaşçılık kariyeri de sık sık önüne konulur ve aklını başına toplaması istenir. bir tarafta gönülden bağlı olduğu fatih, öte tarafta ise bağımsız wallachia’ya kral olma hayali...
vlad giderek öylesine büyük bir açmaz içinde kalacaktır ki bu durum onu kısa sürede alkole düşkün biri haline getirir. sabah akşam içmekte ve emirlerine uymayanlara akıl almaz işkenceler yapmaktadır. bu arada voyvoda babasının bölgede efsaneleşmiş olan soyadı "dracul"u da "draculea" (eski romencede "şeytanın oğlu") şeklinde kullanmaya başlar. eflak ve boğdan’a egemen olan huzurlu ortam bir kaç yıl içinde yerini tam bir cinnet atmosferine bırakacaktır.
adalet duygusunu tamamen yitirmiş vaziyetteki vlad, kendisine zalimane bir de meşgale bulmuştur: "kazığa oturtma işkencesi... sarayının çevresini binlerce sivri kazıkla donatan voyvoda, suçlu olarak gördüğü kişileri canlı canlı bu kazıklara oturtmakta ve kurbanlarının bazen günler süren can çekişmelerini büyük bir keyifle izlemektedir. bu arada, halkı arasında, onun şeytanã® bir güç kazanmak amacıyla düşmanlarının kanını içtiğine dair söylentiler de yayılmıştır.
eflak ve boğdan’da bunlar olup biterken, voyvoda’nın sapkın davranışları istanbul’a, fatih’in kulağına dek ulaşır. bölgede yaşanan kargaşanın merkezinde çocukluk arkadaşı vlad’ın olduğunu öğrenen sultan, duyduğu bu korkunç haberlere ilk anda inanmak istemez. ancak, hem vergileri toplamak hem de olup bitenleri araştırmak üzere gönderdiği diplomatik temsilcilerinin başına gelen korkunç bir olay, cihan hükümdarını radikal bir karar almaya sevkedecektir.
ruhsal dengesini tümüyle yitirmiş durumdaki vlad, istanbul’dan gelen elçiler sarayına ulaştığında hayatının hatası sayılabilecek bir adım atar. konuklarını tutuklatır, onlara bizzat kendi elleriyle işkence yapar ve sonunda da -ellerinde fatih’in mührünün bulunduğu ültimatom mektupları taşıyan- bu kişilerin hepsini kazığa oturtur.
fatih, elçilerinin akıbetini duyduğunda uzun uzun ne yapacağını düşünür. başka hiç kimseye göstermeyeceği bir tahammülle vlad’a son bir mektup daha gönderir. cihan fatihi, çocukluk arkadaşına aklını başına toplamasını ve bu tür vahşet gösterilerinden vazgeçerek saray’a bağlılığını yinelemesini emretmektedir. vlad’ın bu son uyarıya verdiği karşılık ise onu geri dönülmez bir yola sokacaktır. voyvoda artık istanbul’un otoritesini tanımadığını bildirerek bağımsızlığını ilan eder. kardeşlik yemini artık sona ermiştir.
"geliyorum deyyus vlad!"
1462 yılı ilkbaharında emrindeki büyük bir ordu ile balkan seferine çıkan fatih için artık tek bir hedef vardır. ibret-i alem için vlad’ı yok etmek. isyana destek olan bütün yerel yöneticileri etkisiz hale getirerek eflak ve boğdan’ın içlerine doğru ilerleyen kızgın komutan, en büyük hedefi durumundaki vlad’ı ise poeinari kalesi’nde kıstırır. 900 metre yükseklikteki sarp bir dağın zirvesine kurulmuş bulunan poeinari kalesi, erişilmezliğiyle tam bir kartal yuvası görünümündedir. bu haliyle de aşağıdan bir saldırıyla düşürülmesi bir hayli güçtür. ancak, hiddetinden yanına yanaşılamayan fatih’i hiç bir zorluk durduramaz. birlikleriyle kalenin çevresini kuşatan sultan, vlad’a son mesajını gönderir: "artık işin bitti! geliyorum deyyus vlad!"
her iki komutan da birbirlerinin huyunu suyunu çok iyi bilmektedirler. vlad bu avantajını kullanarak, kıstırıldığı yüksek kalede aylarca direnmeyi başarır. buna karşılık, lojistik desteği tam olan osmanlı ordusu da hiç acele etmemekte ve kalenin dibinde sinir bozucu bir sabır içinde kamp yapmayı sürdürmektedir. öyle ki sırf kaledekilerin direniş gücünü yıkabilmek için zaman zaman askerã® bandonun kılıçların şakırdadığı gösteriler düzenleyip gürültülü savaş marşları çaldığı bile olur. fatih, kendisine karşı sergilenen bu büyük ihaneti muhatabını aşağılayarak cezalandırmaktadır. inatçı bir adam olan vlad fatih’in taktiklerine direnir direnmesine, ancak kalede kendisiyle birlikte mahsur kalan sevgili eşi elizabetha ise onun kadar güçlü değildir. genç kadın bu sinir savaşına daha fazla dayanamaz ve kuşatmanın ilerleyen haftalarında kendisini kalenin burçlarından aşağı bırakarak intihar eder.
wallachia, istanbul fatihi’nin bağımsızlık peşindeki prense verdiği bu ağır dersi anlatan öykülerle kaynamaya başlamıştır. vlad’ı kendi egemenlik bölgesinde siyasã® olarak bitiren fatih, isyancı bir voyvoda için istanbul’u bu kadar uzun süre sahipsiz bırakmanın riskli olacağına karar verir ve hasmının yakalanmasını beklemeksizin birliklerinden bir kısmını yanına alarak merkeze geri döner. giderken eflak’a yeni ve sadık bir voyvoda atamayı da ihmal etmeyecektir. eşinin intiharıyla psikolojik olarak çökmüş olan vlad, kurtulmak için son bir hamle daha yapar. fatih’in yokluğunda bir ölçüde gevşemiş olan kuşatmayı yarmayı başaran devrik voyvoda, kendisine yardım eden bazı rumen köylülerinin de yardımlarıyla bir gece komşu macaristan’a kaçar. romen tarihçiler, vlad’ın kaçışını haber alan fatih’in buna çok da fazla öfkelenmediğini söylüyorlar. bugün için büyük sultan’ın o anda neler düşündüğünü elbette ki net olarak bilemiyoruz, ancak olayların gidişatı onun çocukluk arkadaşına ülkeyi terketmesi için yine de son bir şans tanıdığı kanısını uyandırıyor bizlerde. malã»m, "kan kardeşliği" yeminini öyle bir çırpıda silip atmak kolay değil...
son çırpınışlar ve ölüm
macaristan’ın vishegrad ve pest kentlerinde tam 14 yıl sürgünde kalan vlad, ülkesinde yönetimi ele geçirebilmek için yıllar sonra son bir deneme daha yapar. 1476’da macar kralı matei corvin ve moldova prensi büyük stefan’ın yardımlarıyla yeniden wallachia prensliğini eline geçiren eski voyvoda, istanbul’dan gelen özel bir emirle bu kez ölümüne köşeye kıstırılacaktır. osmanlı istihbaratı onu hiç unutmamış, fatih’in özel talimatı üzerine, tehlikeli bir isyancı olarak faaliyetleri yıllarca dikkatle izlenmiştir. bu kez emir titizlikle yerine getirilir ve bölgeyi yöneten yeni voyvoda radu, selefi vlad’ı yanında bulunan az sayıda destekçisiyle birlikte transilvanya ormanlarında kıstırıp öldürür. bu arada prensin başı da yine sarayın isteği üzerine istanbul’a gönderilecek ve binlerce türk’ün katili olarak kentin sokaklarında dolaştırılacaktır. hem de tıpkı onun düşmanlarına yaptığı gibi, bir kazığa saplanmış vaziyette! prensin başsız gövdesi ise bükreş kenti yakınlarındaki bir gölün üzerinde kurulu bulunan snagov manastırı’na gömülür.
saray açısından bu eski hesap artık tümüyle kapanmıştır.
peki ya, prensin ülkemize getirilen başına ne oldu? bunu hiç kimse bilmiyor. istanbul’da günlerce halka teşhir edilen kesik baş, sonunda kentte bir yerlere gömülür. ama nereye?
siz istanbullular, bundan böyle hafriyat yaparken çok dikkatli olun. bir gün bahçenizden ya da inşaat alanınızdan tüm zamanların en korkutucu adamının kafatası çıkabilir. hele bir de stoker’in ünlü öyküsünü dikkate alırsak, ertesi sabah boynunuzda iki küçük diş iziyle uyanmanız işten bile olmaz, ona göre!
kazıklı voyvoda’yı kont dracula’ya dönüştüren adam: bram stoker
gerçek bir insan olan "kazıklı voyvoda" ile roman ve sinema kahramanı "kont dracula" arasındaki bağlantı, edebiyatla ilgisi sınırlı bir çok kişi için hala son derece muğlak bir konu. dilerseniz bu alandaki bulanıklığı biraz aydınlatalım...
geceleri mezarlarından çıkarak insanların kanını emdiğine inanılan vampirler, ilk olarak slav ve macar kökenli halk masallarında ortaya çıktılar. zamanla dilden dile yaygınlaşıp asya ve afrika’nın uzak kültürlerinde de boy göstermeye başlayan bu efsaneyi popüler kültüre kazandıran kişi ise hayal gücü oldukça geniş bir irlandalı yazardı. 1890’larda dublin şatosu’nda devlet memuru olarak çalışan bram stoker (1847-1912) boş zamanlarını avrupa tarihi üzerine kitaplar okumakla geçiriyordu. türklerle romenlerin giriştiği mücadeleleri incelerken kazıklı voyvoda’nın ilginç öyküsünü de öğrenen stoker, özellikle prens’in kazık işkenceleri ve kan içme merakından bir hayli etkilenmişti. voyvoda’nın bu alışılmadık tarzı, ona bir süre sonra kendi muhayyilesinde ürettiği özgün bir kahraman için de ilham kaynağı oldu. görev yaptığı kasvetli şatoda ölümsüz vampir "kont dracula" romanını yazmaya başlayan stoker, öyküsüne mekan olarak ise o güne kadar hiç gidip görmediği romanya’nın transilvanya bölgesini seçecekti.
ilk kez 1897 yılında ingiltere’de yayımlanan "dracula" romanı, piyasaya çıkar çıkmaz edebiyat dünyasını birbirine kattı. gerçek bir tarihsel kişiliğin bozunuma uğratılmasıyla ortaya çıkan bu yeni kahraman, zamanla bütün dünyada en çok tanınan korku edebiyatı figürü haline geldi. 1920’lerden itibaren defalarca sinemaya da uyarlanan "dracula"yı aralarında bela lugosi, klaus kinski, christopher lee ve gary oldman’ın da yer aldığı bir çok ünlü aktör başarıyla canlandırdı. bunlar arasında özellikle ingiliz oyuncu christopher lee, gerek sert fiziği gerekse güçlü oyunculuğuyla kont’un karanlık dünyasıyla adeta özdeşleşecekti.
günümüzde hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş bulunan "dracula", geçmişteki onca uyarlamasına karşın sinemacılar tarafından da hala verimli bir kaynak olarak görülüyor. en son 1992’de yönetmen francis ford coppola eliyle bir kez daha beyazperdeye aktarılan roman, her yönetmenin elinde farklı bir biçim alan esnek yapısıyla sinemacılara günümüzün ultra teknoloji çağında bile son derece ürkütücü gotik filmler yapma fırsatı veriyor.
çağdaş romen gençleri ülkelerinin stoker’ın romanı ve ondan uyarlanan filmler sayesinde uluslararası bir üne kavuşmasından memnunluk duyarken, geleneğe bağlı yaşlı romenler ise bu durumdan pek hoşnut değiller. çünkü, onlara göre vlad, yönetimi sırasında sergilediği bazı acımasız uygulamalara karşın, sonuçta ne yaptıysa ülkesinin bağımsızlığı için yapmış ve bu uğurda kanının son damlasına kadar çarpışmış bir yurtseverdi. nitekim, bu yaklaşıma snagov gölünün üzerindeki manastırda vlad’ın mezarını görüntülerken en çarpıcı biçimiyle tanık olduk. manastırın tam ortasındaki mezarda çekim yapmamıza uzun süre direnen ortodoks papaz, tatlı dilimiz ve güler yüzümüzle kendisini ikna edene dek, "şu adamın ruhunu artık rahat bırakın!" diye bağırıp durmuştu ekibimize: "siz gazeteciler, onu kan içen vampir olarak göstermekten vazgeçin! vlad, halkı için ölen talihsiz bir kahramandı!"
tarih, insanoğlunun ürettiği en sübjektif bilim dalıdır. o papaz belki kendi açısından haklıydı, ama bizim açımızdan hiç değil!
ali murat güven
http://www.madalyon.gen.tr/fatih_sultan_mehmet_ve_kont_drakula
türkler, 1431 yılında orta romanya’daki sighişoara kasabasında dünyaya gelen vlad’ın hayatında, henüz küçücük bir çocuk olduğu günlerden, savaş meydanında son nefesini verdiği ana dek daima en belirleyici unsur oldular. buna belki de "alınyazısı" demek daha doğru olur.
macar kralı vladislav’ın seçkin birliklerinde yer alan babası vlad dracul cengaverliği ve acımasızlığıyla ünlenmiş bir şovalyeydi. soyadı olarak kullandığı lakabı "dracul"un romencede "şeytan" anlamına gelmesi de ona yönelik kitlesel korkunun somut bir ifadesiydi aslında.
vladislav’a bağlı diğer bütün seçkin şovalyeler gibi, kılıcında ve zırhında bir ejderha figürü bulunan baba vlad, giriştiği savaşlarda uçurduğu yüzlerce kafaya rağmen, oğlu doğduğunda bütün babalar gibi pamuk kalpli bir adama dönüştü ve sevinçten bayram etti. evladını el bebek gül bebek büyütebilmek için de bütün imkanlarını seferber edecekti namlı cengaver...
romenlerin "wallachia" olarak andıkları bu topraklar sultan 2’nci murat’ın amansız akınlarının ardından eflak ve boğdan adlarıyla osmanlı’ya bağlanınca, baba vlad da türklerin o dönemdeki başkenti bursa’ya ister istemez bağlılığını iletmek zorunda kalıyordu.
osmanlıların fetih politikasında, kazanılan yeni topraklara, merkezden o yöreye yabancı yöneticiler atamak pek sıklıkla başvurulan bir yöntem değildi. devlet, bunun yerine daha akıllıca bir yola başvuruyor ve ele geçirdiği her yeni diyara yine o bölgelerde doğup büyümüş sadık yerel liderler tayin etmeyi tercih ediyordu. bu doğrultuda wallachia’nın sözü geçen soylularının geniş bir istihbaratını yaptıran sultan murat han, onlar arasından vlad dracul’un adının ön plana çıktığını görecekti. bunun üzerine şovalyenin küçük oğlu ile kızı, bizzat babalarının rızasıyla, yetiştirilmek üzere başkent edirne’ye getirildi. ablası sarayda "prenses" statüsünde ağırlanırken, gelecekte eflak ve boğdan voyvodası (osmanlı’da geniş yetkilerle donatılmış, bir çeşit genel valilik rütbesi) olması planlanan küçük kardeş vlad da seçkin çocuklara verilen özel bir eğitim programına alınıyordu.
"ölünceye dek kardeşiz"
küçük vlad, edirne’yi ve osmanlı saray hayatını kısa sürede benimser. murat han da sarayının koridorlarında ablasıyla birlikte koşturup duran bu küçük konuğun üzerine titremektedir. gelecekte osmanlı’nın balkanlardaki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına sadakatle yönetecek olan bu zeki romen çocuğunun her açıdan kusursuz bir eğitim almasını arzulamaktadır sultan. türkleri sevmesi için çok geçmeden onun yanına bir de arkadaş verir. bu kişi, sonradan "cihan fatihi" olarak anılacak olan sevgili oğlu mehmet’tir.
şehzade mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan romen arkadaşıyla yıllar boyunca omuz omuza çok sıkı bir eğitimden geçer. birlikte en seçkin hocalardan yabancı dil dersleri alır, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve devlet yönetiminin türlü inceliklerini öğrenirler. zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşecektir iki çocuğun. büyüdüklerinde birbirlerini hiç unutmayacakları ve kanlarının son damlasına kadar destek olacaklarına dair karşılıklı yeminleşir, ardından da kesik parmaklarını birleştirerek "kan kardeşi" olurlar.
yıllar geçecek ve yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki arkadaşın yolları zorunlu olarak ayrılacaktır. vlad seçkin bir yönetici adayı olarak anavatanına geri gönderilir. babasının 1451 yılındaki ölümü üzerine genç yaşında tahta geçen sultan mehmet ise 1453 yılında, islam aleminin öteden beri en büyük hayali olan istanbul’un fethini gerçekleştirerek yüce peygamberimizin hadis-i şerifindeki övgülere mazhar olur.
onun bu büyük askeri başarısını, yıllar sonra geri döndüğü ülkesinden hayranlıkla izleyen vlad da yeni başkent istanbul’a siyasi bağlılığını bildirir. genç lider bunun üzerine 1456’da sultan mehmet han tarafından eflak ve boğdan’a resmen "voyvoda" olarak atanacaktır.
başlangıçta herşey yolunda gitmektedir. bölgeyi büyük bir başarıyla yöneten vlad, osmanlı’nın çıkarlarını içtenlikle korumakta ve devletin vergi gelirlerini düzenli olarak tahsil edip merkeze yollamaktadır. bunun karşılığında saray da ona her voyvoda’ya tanınmayan düzeyde çok geniş bir özerklik alanı sunmuştur.
ancak, zaman geçtikçe vlad’a bir haller olmaya başlar. romen soyluları arasında esen miliyetçilik rüzgarları, istanbul’a bağlılığı kuşku götürmeyen onu da adım adım etkilemeye başlamıştır. bölge bağımsızlık hareketleriyle için için kaynarken, herkes voyvoda’dan bu yeni dalgaya önderlik etmesini beklemektedir. bu noktada babasının efsanevã® savaşçılık kariyeri de sık sık önüne konulur ve aklını başına toplaması istenir. bir tarafta gönülden bağlı olduğu fatih, öte tarafta ise bağımsız wallachia’ya kral olma hayali...
vlad giderek öylesine büyük bir açmaz içinde kalacaktır ki bu durum onu kısa sürede alkole düşkün biri haline getirir. sabah akşam içmekte ve emirlerine uymayanlara akıl almaz işkenceler yapmaktadır. bu arada voyvoda babasının bölgede efsaneleşmiş olan soyadı "dracul"u da "draculea" (eski romencede "şeytanın oğlu") şeklinde kullanmaya başlar. eflak ve boğdan’a egemen olan huzurlu ortam bir kaç yıl içinde yerini tam bir cinnet atmosferine bırakacaktır.
adalet duygusunu tamamen yitirmiş vaziyetteki vlad, kendisine zalimane bir de meşgale bulmuştur: "kazığa oturtma işkencesi... sarayının çevresini binlerce sivri kazıkla donatan voyvoda, suçlu olarak gördüğü kişileri canlı canlı bu kazıklara oturtmakta ve kurbanlarının bazen günler süren can çekişmelerini büyük bir keyifle izlemektedir. bu arada, halkı arasında, onun şeytanã® bir güç kazanmak amacıyla düşmanlarının kanını içtiğine dair söylentiler de yayılmıştır.
eflak ve boğdan’da bunlar olup biterken, voyvoda’nın sapkın davranışları istanbul’a, fatih’in kulağına dek ulaşır. bölgede yaşanan kargaşanın merkezinde çocukluk arkadaşı vlad’ın olduğunu öğrenen sultan, duyduğu bu korkunç haberlere ilk anda inanmak istemez. ancak, hem vergileri toplamak hem de olup bitenleri araştırmak üzere gönderdiği diplomatik temsilcilerinin başına gelen korkunç bir olay, cihan hükümdarını radikal bir karar almaya sevkedecektir.
ruhsal dengesini tümüyle yitirmiş durumdaki vlad, istanbul’dan gelen elçiler sarayına ulaştığında hayatının hatası sayılabilecek bir adım atar. konuklarını tutuklatır, onlara bizzat kendi elleriyle işkence yapar ve sonunda da -ellerinde fatih’in mührünün bulunduğu ültimatom mektupları taşıyan- bu kişilerin hepsini kazığa oturtur.
fatih, elçilerinin akıbetini duyduğunda uzun uzun ne yapacağını düşünür. başka hiç kimseye göstermeyeceği bir tahammülle vlad’a son bir mektup daha gönderir. cihan fatihi, çocukluk arkadaşına aklını başına toplamasını ve bu tür vahşet gösterilerinden vazgeçerek saray’a bağlılığını yinelemesini emretmektedir. vlad’ın bu son uyarıya verdiği karşılık ise onu geri dönülmez bir yola sokacaktır. voyvoda artık istanbul’un otoritesini tanımadığını bildirerek bağımsızlığını ilan eder. kardeşlik yemini artık sona ermiştir.
"geliyorum deyyus vlad!"
1462 yılı ilkbaharında emrindeki büyük bir ordu ile balkan seferine çıkan fatih için artık tek bir hedef vardır. ibret-i alem için vlad’ı yok etmek. isyana destek olan bütün yerel yöneticileri etkisiz hale getirerek eflak ve boğdan’ın içlerine doğru ilerleyen kızgın komutan, en büyük hedefi durumundaki vlad’ı ise poeinari kalesi’nde kıstırır. 900 metre yükseklikteki sarp bir dağın zirvesine kurulmuş bulunan poeinari kalesi, erişilmezliğiyle tam bir kartal yuvası görünümündedir. bu haliyle de aşağıdan bir saldırıyla düşürülmesi bir hayli güçtür. ancak, hiddetinden yanına yanaşılamayan fatih’i hiç bir zorluk durduramaz. birlikleriyle kalenin çevresini kuşatan sultan, vlad’a son mesajını gönderir: "artık işin bitti! geliyorum deyyus vlad!"
her iki komutan da birbirlerinin huyunu suyunu çok iyi bilmektedirler. vlad bu avantajını kullanarak, kıstırıldığı yüksek kalede aylarca direnmeyi başarır. buna karşılık, lojistik desteği tam olan osmanlı ordusu da hiç acele etmemekte ve kalenin dibinde sinir bozucu bir sabır içinde kamp yapmayı sürdürmektedir. öyle ki sırf kaledekilerin direniş gücünü yıkabilmek için zaman zaman askerã® bandonun kılıçların şakırdadığı gösteriler düzenleyip gürültülü savaş marşları çaldığı bile olur. fatih, kendisine karşı sergilenen bu büyük ihaneti muhatabını aşağılayarak cezalandırmaktadır. inatçı bir adam olan vlad fatih’in taktiklerine direnir direnmesine, ancak kalede kendisiyle birlikte mahsur kalan sevgili eşi elizabetha ise onun kadar güçlü değildir. genç kadın bu sinir savaşına daha fazla dayanamaz ve kuşatmanın ilerleyen haftalarında kendisini kalenin burçlarından aşağı bırakarak intihar eder.
wallachia, istanbul fatihi’nin bağımsızlık peşindeki prense verdiği bu ağır dersi anlatan öykülerle kaynamaya başlamıştır. vlad’ı kendi egemenlik bölgesinde siyasã® olarak bitiren fatih, isyancı bir voyvoda için istanbul’u bu kadar uzun süre sahipsiz bırakmanın riskli olacağına karar verir ve hasmının yakalanmasını beklemeksizin birliklerinden bir kısmını yanına alarak merkeze geri döner. giderken eflak’a yeni ve sadık bir voyvoda atamayı da ihmal etmeyecektir. eşinin intiharıyla psikolojik olarak çökmüş olan vlad, kurtulmak için son bir hamle daha yapar. fatih’in yokluğunda bir ölçüde gevşemiş olan kuşatmayı yarmayı başaran devrik voyvoda, kendisine yardım eden bazı rumen köylülerinin de yardımlarıyla bir gece komşu macaristan’a kaçar. romen tarihçiler, vlad’ın kaçışını haber alan fatih’in buna çok da fazla öfkelenmediğini söylüyorlar. bugün için büyük sultan’ın o anda neler düşündüğünü elbette ki net olarak bilemiyoruz, ancak olayların gidişatı onun çocukluk arkadaşına ülkeyi terketmesi için yine de son bir şans tanıdığı kanısını uyandırıyor bizlerde. malã»m, "kan kardeşliği" yeminini öyle bir çırpıda silip atmak kolay değil...
son çırpınışlar ve ölüm
macaristan’ın vishegrad ve pest kentlerinde tam 14 yıl sürgünde kalan vlad, ülkesinde yönetimi ele geçirebilmek için yıllar sonra son bir deneme daha yapar. 1476’da macar kralı matei corvin ve moldova prensi büyük stefan’ın yardımlarıyla yeniden wallachia prensliğini eline geçiren eski voyvoda, istanbul’dan gelen özel bir emirle bu kez ölümüne köşeye kıstırılacaktır. osmanlı istihbaratı onu hiç unutmamış, fatih’in özel talimatı üzerine, tehlikeli bir isyancı olarak faaliyetleri yıllarca dikkatle izlenmiştir. bu kez emir titizlikle yerine getirilir ve bölgeyi yöneten yeni voyvoda radu, selefi vlad’ı yanında bulunan az sayıda destekçisiyle birlikte transilvanya ormanlarında kıstırıp öldürür. bu arada prensin başı da yine sarayın isteği üzerine istanbul’a gönderilecek ve binlerce türk’ün katili olarak kentin sokaklarında dolaştırılacaktır. hem de tıpkı onun düşmanlarına yaptığı gibi, bir kazığa saplanmış vaziyette! prensin başsız gövdesi ise bükreş kenti yakınlarındaki bir gölün üzerinde kurulu bulunan snagov manastırı’na gömülür.
saray açısından bu eski hesap artık tümüyle kapanmıştır.
peki ya, prensin ülkemize getirilen başına ne oldu? bunu hiç kimse bilmiyor. istanbul’da günlerce halka teşhir edilen kesik baş, sonunda kentte bir yerlere gömülür. ama nereye?
siz istanbullular, bundan böyle hafriyat yaparken çok dikkatli olun. bir gün bahçenizden ya da inşaat alanınızdan tüm zamanların en korkutucu adamının kafatası çıkabilir. hele bir de stoker’in ünlü öyküsünü dikkate alırsak, ertesi sabah boynunuzda iki küçük diş iziyle uyanmanız işten bile olmaz, ona göre!
kazıklı voyvoda’yı kont dracula’ya dönüştüren adam: bram stoker
gerçek bir insan olan "kazıklı voyvoda" ile roman ve sinema kahramanı "kont dracula" arasındaki bağlantı, edebiyatla ilgisi sınırlı bir çok kişi için hala son derece muğlak bir konu. dilerseniz bu alandaki bulanıklığı biraz aydınlatalım...
geceleri mezarlarından çıkarak insanların kanını emdiğine inanılan vampirler, ilk olarak slav ve macar kökenli halk masallarında ortaya çıktılar. zamanla dilden dile yaygınlaşıp asya ve afrika’nın uzak kültürlerinde de boy göstermeye başlayan bu efsaneyi popüler kültüre kazandıran kişi ise hayal gücü oldukça geniş bir irlandalı yazardı. 1890’larda dublin şatosu’nda devlet memuru olarak çalışan bram stoker (1847-1912) boş zamanlarını avrupa tarihi üzerine kitaplar okumakla geçiriyordu. türklerle romenlerin giriştiği mücadeleleri incelerken kazıklı voyvoda’nın ilginç öyküsünü de öğrenen stoker, özellikle prens’in kazık işkenceleri ve kan içme merakından bir hayli etkilenmişti. voyvoda’nın bu alışılmadık tarzı, ona bir süre sonra kendi muhayyilesinde ürettiği özgün bir kahraman için de ilham kaynağı oldu. görev yaptığı kasvetli şatoda ölümsüz vampir "kont dracula" romanını yazmaya başlayan stoker, öyküsüne mekan olarak ise o güne kadar hiç gidip görmediği romanya’nın transilvanya bölgesini seçecekti.
ilk kez 1897 yılında ingiltere’de yayımlanan "dracula" romanı, piyasaya çıkar çıkmaz edebiyat dünyasını birbirine kattı. gerçek bir tarihsel kişiliğin bozunuma uğratılmasıyla ortaya çıkan bu yeni kahraman, zamanla bütün dünyada en çok tanınan korku edebiyatı figürü haline geldi. 1920’lerden itibaren defalarca sinemaya da uyarlanan "dracula"yı aralarında bela lugosi, klaus kinski, christopher lee ve gary oldman’ın da yer aldığı bir çok ünlü aktör başarıyla canlandırdı. bunlar arasında özellikle ingiliz oyuncu christopher lee, gerek sert fiziği gerekse güçlü oyunculuğuyla kont’un karanlık dünyasıyla adeta özdeşleşecekti.
günümüzde hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş bulunan "dracula", geçmişteki onca uyarlamasına karşın sinemacılar tarafından da hala verimli bir kaynak olarak görülüyor. en son 1992’de yönetmen francis ford coppola eliyle bir kez daha beyazperdeye aktarılan roman, her yönetmenin elinde farklı bir biçim alan esnek yapısıyla sinemacılara günümüzün ultra teknoloji çağında bile son derece ürkütücü gotik filmler yapma fırsatı veriyor.
çağdaş romen gençleri ülkelerinin stoker’ın romanı ve ondan uyarlanan filmler sayesinde uluslararası bir üne kavuşmasından memnunluk duyarken, geleneğe bağlı yaşlı romenler ise bu durumdan pek hoşnut değiller. çünkü, onlara göre vlad, yönetimi sırasında sergilediği bazı acımasız uygulamalara karşın, sonuçta ne yaptıysa ülkesinin bağımsızlığı için yapmış ve bu uğurda kanının son damlasına kadar çarpışmış bir yurtseverdi. nitekim, bu yaklaşıma snagov gölünün üzerindeki manastırda vlad’ın mezarını görüntülerken en çarpıcı biçimiyle tanık olduk. manastırın tam ortasındaki mezarda çekim yapmamıza uzun süre direnen ortodoks papaz, tatlı dilimiz ve güler yüzümüzle kendisini ikna edene dek, "şu adamın ruhunu artık rahat bırakın!" diye bağırıp durmuştu ekibimize: "siz gazeteciler, onu kan içen vampir olarak göstermekten vazgeçin! vlad, halkı için ölen talihsiz bir kahramandı!"
tarih, insanoğlunun ürettiği en sübjektif bilim dalıdır. o papaz belki kendi açısından haklıydı, ama bizim açımızdan hiç değil!
ali murat güven
http://www.madalyon.gen.tr/fatih_sultan_mehmet_ve_kont_drakula
1992de fransada kurulmus black metal grubudur. 1995 senesinde belketre ile birlikte yaptiklari split albumleri yuzunden fmpden olum tehditleri aldigi ve bu yuzden dagildigi rivayet edilir. kirli kayitlarla yaptigi 10 demo ve 2 split albume sahiptir. bunun disinda tam olarak album cikarip piyasaya sundugu gorulmemistir. fransanin en varlikli sulalesinden olmasina karsin ilkel yontemlerle kayit alip, dagbasinda yasamasinin tek sebebi the black legions uyesi olmasidir. muzik dunyasi wlad gibi bir degerini yitirdigi icin buyuk kayiptadir.
kadrolari:
wlad - vokal, gitar, davul
vorlok - bass, geri vokal
kayitlari:
rehearsal winter
celtic poetry
return of the unweeping moon
war funeral march
brouillons i
into frosty madness
march to the black holocaust
brouillons ii
black legions metal
dans notre chute
la morte lune
the black legions (lln coverlarindan ibarettir)
kadrolari:
wlad - vokal, gitar, davul
vorlok - bass, geri vokal
kayitlari:
rehearsal winter
celtic poetry
return of the unweeping moon
war funeral march
brouillons i
into frosty madness
march to the black holocaust
brouillons ii
black legions metal
dans notre chute
la morte lune
the black legions (lln coverlarindan ibarettir)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?