moğolistan’dan tuna boylarına kadar çok geniş bir coğrafi alana yayılmış bulunan türkler, islamiyet’i benimsemeden önce büyük ölçüde şamanizm ve kimi kültlerin etkisi altında bulunuyorlardı. türkler’in savaşlar ve göçler yoluyla yer değiştirmeleri, bu yayılma ve göç yolları üzerindeki birçok farklı kültür ve inançlara sahip halklarla ilişki kurmalarına ve etkilenmelerine yol açmaktaydı. konunun uzmanlarının verdikleri bilgilere dayanarak diyebiliriz ki, islamiyet’in türkler’in yaşadıkları bölgelere ulaşması öncesi, geniş bir coğrafi alana yayılmış bulunan türk kitleleri, şamanizm’in yanısıra, budizm, maniheizm, hıristiyanlık ve musevilik gibi inançlarla da ilişki kurmuş ve etkilenmiş bulunmaktaydılar. zamanın türk devletlerinden, hazarlar’ın museviliği, uygurlar’ın maniheizm’i, tabgaçlar’ın budizm’i ve oğurlar’ın ortodoks hıristiyanlığı kabul etmeleri bu ilişki ve etkilenmenin doğal bir sonucu olarak görülebilir. büyük ölçüde ekonomik sıkıntılar ve nüfus yoğunluğu sonucu gerçekleşen türkler’in anayurtlarından göç etmeleri olgusu, esas olarak güneye ve batıya olmak üzere iki doğrultuda gerçekleşti. batı’ya doğru gerçekleşen türk göçleri iran’da hüküm süren sasani imparatorluğu engeli ile karşılaştılar ve bir bölümü hindistan’a doğru yönelirken, diğer bir bölümü ise iran’a yakın bölgelerde bulunmayı sürdürdüler. türkler’in islam dünyası ile ilişkiye geçebilmeleri ancak sasani imparatorluğu engelinin ortadan kalkmasıyla mümkün görünüyordu. ancak türkler, sasani imparatorluğu’nu yıpratmalarına karşın çökertememişlerdir. bu, aşağıda görüleceği üzere arap ordularınca gerçekleştirilecektir.
arap orduları yeni dinin verdiği heyecanla ilerleyişlerini sürdürmekteydiler ve 634’te yermuk savaşı ile bizans’ı suriye’den çıkardılar. ardından 635’te kadisiye ve 641’de nihavend savaşları ile sasani imparatorluğu’nu ortadan kaldırarak, iran’ı ele geçirdiler. bu şekilde sasani imparatorluğu’nun yıkılması, türkler’in islam dini ile ilişki kurabilmesinin yolunu da açmış oluyordu ki, bu bakımdan önemli bir gelişmedir. müslüman arap ordularının sasani engelini aşması sonrası başlayan türk-arap ilişkileri uzun süre karşılıklı mücadele içinde geçti. emeviler dönemi’nde (661-750) araplar, kısa zamanda maveraünnehir’e hakim oldukları gibi, akınlarını talas’a kadar ilerlettiler ki, bölgede hüküm süren türk hakanlıklarının birbiriyle olan mücadeleleri de bu durumu kolaylaştırıyordu. böylece orta asya hakimiyeti için mücadele eden türkler’in müslüman arap ordularınca tasfiye edilmeleri üzerine, bölgede çinliler ve araplar karşı karşıya geldiler. abbasiler’in iktidara geçmesinden hemen sonra gerçekleşen talas savaşı’nda (751), araplar türklerle birlikte çinlilere karşı savaştılar. bu önemli savaş sonrası çin, orta asya’dan çekildi ve araplar bölgeye hakim oldular.
emeviler’in müslümanlığı seçen arap olmayan uluslara karşı baskıcı ve hor görücü tutumuna karşın, abbasiler, halkı arap olmayan bölgeleri de, araplarla eşit gören daha ılımlı bir yönetim anlayışını benimsemişlerdi. araplar’ın yenilgiye uğrattıkları halklar giderek islamlaşmaya başladıklarından, daha önce başka inançlara mensup din adamları ve tüccarların geldikleri yollardan bu kez müslüman din adamları ve tüccarlar türklerin yaşadıkları bölgelere gelmeye başlamışlardır. ayrıca abbasiler’in yanısıra samaniler devletinin de özellikle ordu yönetiminde türkler’den yararlanmasının, islam’ın bu kitleler arasında yayılmasına yardım ettiği söylenebilir. yalnız türkler’in islamlaşmasında gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta, türkler’in bu yeni dinin birçok unsurunu araplar’dan değil iranlılardan almaları konusudur. türklerin islam’ın bölgeye arap orduları aracılığıyla gelmesinden önce de ilişkide bulundukları ve birçok bakımdan ortak noktalara sahip bulundukları acemleri (iranlıları) kendilerine araplardan daha yakın görmeleri doğaldı. böylece iranlılar, türkler’in islam uygarlığını benimsemeleri konusunda bir köprü vazifesi görmüşler, onlara yol göstermişler, onları etkilemişlerdi. bu etkileri daha sonraki yüzyıllarda, türk edebiyatı, sanatı, idare sistemi gibi birçok alanda görmek mümkündür.
buraya kadar özetlemeye çalıştığım, vii.-x. yüzyıllar arasındaki gelişmelere bakılarak türkler’in büyük bir bölümünün müslüman olduğu sanılmamalıdır. sözü edilen dönemde, islam dini daha çok batıdaki şehirlerde ve gelişmiş yerlerde yayılmıştı, doğuda daha çok bozkırlarda göçebe ve yarıgöçebe durumda bulunan türklerin çoğunluğu hala eski inançlarına bağlı idiler. ancak x.yüzyılla birlikte, türklerin yaşadığı bölgelerde halâ sürmekte olan arap egemenliği sonucu, neredeyse iki yüzyılı aşan bu zaman sürecinde gelişen, siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkiler, türkler arasında islam’ın yayılmasına da hız kazandırmıştı. artık, maveraünnehir’in buhara, semerkant, fergana ve curcan gibi büyük türk şehirleri, islam kültür ve uygarlığının önemli merkezi haline gelmeye başladılar. o zamana kadar askerlik sanatındaki üstünlükleriyle tanınmış türkler, artık yeni dinlerine, başka bir deyişle islam uygarlığına da katkı sağlayabilecek duruma gelmişlerdi. öyle ki, arapların egemenliğinde sık sık ayaklanan, halifeleri bile değiştirme gücüne sahip türkler artık kendi devletlerini kurma aşamasına gelmiş durumdaydılar. bu şekilde, ix. yüzyıldan başlamak üzere, çok geniş bir coğrafi alanda kurulan müslüman-türk devletleri arasında, tuluniler (875-905), karahanlılar (840-1212), gazneliler (969-1187), selçuklular (1040-1308) ve harezmşahlar (1077-1231) gibi devletler sayılabilir. türklerin islam dinini benimseme nedenleri konusunda, uzmanlarca çeşitli tartışmalar yapılmış ve farklı görüşler ileri sürülmüştür. burada kısaca bu konuya da değinmek sanırım yararlı olacaktır.
türklerin islam’ı benimseme nedenlerinden en fazla savunulanları şu şekilde sıralanabilir:
eski türk inançları ile islamiyet arasındaki benzerlikler,
araplar ile türkler arasında yoğun ekonomik ilişkilerin varlığı,
islam uygarlığının her alanda çağın en üst uygarlığı olması,
müslüman şeyh ve dervişlerin yoğun dinsel propagandaları,
araplarla uzun süren savaşlar sonucu uygulanan baskılar ve yok etme politikaları.
türklerin, uzun bir zaman sürecine yapılan, islam’ı benimseme olgusunu, yukarıda sayılan nedenlerden birine veya birkaçına bağlama eğilimi birçok eserde görmek mümkündür. oysa, o dönemi ele alan araştırmalar incelendiğinde açıkça görülecektir ki, türklerin islam’ı benimsemelerinde, tek bir neden rol oynamamış, yukarıda sıralanan ekonomik, siyasal ve toplumsal nedenlerin tümü birden farklı düzeylerde etkili olmuşlardır.
anahatlarıyla sunmaya çalıştığım türklerin islam dinini benimsemeleri süreci çok dinamik ve karmaşık bir olgudur ve bu islamlaşma orta asya’dan anadolu’ya göçler sırasında ve sonrasında da yaklaşık xiv. yüzyıla kadar sürmüştür. bu konuda iki önemli noktayı daha belirtmek gerekmektedir ki bunlar:
1- türkler’e sunulan islam’ın niteliği ve
2- türkler’in islam’ı nasıl algıladıkları konularıdır.
türkler’e sunulan islam’ın niteliği konusunda şunları söyleyebiliriz:
din’lerin, yayılmaları sırasında farklı coğrafyalarda, farklı insan topluluklarınca benimsenirken, özleri itibariyle olmasa da, biçimsel anlamda farklı bir çehreye bürünebilecekleri bilinen bir olgudur. hiçbir yeni din, eskiden farklı inançlara ve kültürlere sahip topluluklarca bütünüyle benimsenmemiştir. dinlerini, kültürlerini çeşitli nedenlerden dolayı terkeden insanlar, bu sırada kimi eski inançlarını bırakırken kimilerini de yeni dinlerine uygun hale getirerek yaşatmayı sürdürmüşlerdir. hele türkler, kürtler ve iranlılar gibi uzun bir geçmişi olan inanç ve kültüre sahip uluslarda, benimsenen yeni dinde, eski inançların korunması oranının daha fazla olduğu, anadolu insanında etkilerini bugün dahi gördüğümüz sosyolojik bir realitedir.
bu kısa değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere, arap yarımadası’ndan doğan islam dini, türkler’in yaşadığı bölgelere ulaşıncaya kadar çeşitli dinsel ve kültürel etkilere maruz kalmış ve dolayısıyle doğduğu coğrafyadan uzaklaştıkça, karşılaştığı değişik kültürel ve dinsel unsurları bünyesine almak zorunda kalmıştır. daha önce ele aldığımız tasavvuf akımının oynadığı rolde de gördüğümüz gibi, islam’ın türkler’in yaşadığı bölgelere ulaştığındaki bu esnek niteliği, türkler’in islamlaşmasında oldukça etkili olmuştur.
daha öncede söz edildiği üzere, türkler islam’ı doğrudan araplar’dan değil, iran kültürünün merkezi horasan yoluyla almışlardı. zaten iran uygarlığı, daha türkler’i etkilemeden önce, islam dini üzerinde de önemli etkilerde bulunmuştu. kaldı ki, islam, yayılması sırasında iran’dan başka uygarlıklar ve dinlerle de karşılaşmış ve bunlardan etkilenmişti. yine islam’ın yayılması sonrası çeşitli mezhepler ortaya çıkmış, dinsel kavram ve kuralları farklı yorumlamaları nedeniyle olduğu kadar, siyasal nedenlerle de kıyasıya bir mücadele içine girmiş bulunmaktaydılar. aslında bütün ortaçağ boyunca, esas nedenleri siyasal ve ekonomik olsa bile çekişmelerin gerekçeleri dinsel olarak sunulmaktaydı. sözü edilen dönem de bu tür mücadelelere sahne olmaktaydı. işte türkler, özetlemeğe çalıştığım bu koşullar altında, yüzyıllarca süren bir zaman sürecinde, birçok din ve kültürün etkisinde kalarak, sosyal, kültürel ve dinsel gereksinmelerine cevap verebilen esnek/hoşgörülü ve prof. cahen’in “özel bir müslümanlık” diye nitelediği bu dini benimsediler. daha sonra da değineceğim gibi, anadolu’ya göçler sırasında ve sonrasında da süren türklerin islamlaşması süreci, xiv. yüzyıla hatta daha sonralara kadar sürmüştür.
türkler islam’ı nasıl benimsediler, konusuna da kısaca değindikten sonra, anadolu’ya göçler konusuna geçeceğiz. daha önce gördüğümüz üzere islam türkler’e özel bir biçimde ulaşmıştı. şehirlerin aksine köylerde ve göçebe boylarda islamlaşma daha yavaş olmaktaydı. şehirlerde daha çok sünni derviş ve şeyhlerin faaliyetlerine karşın, köylerde ve göçebe boylarda daha çok alevi eğilimli dervişler ve babalar propaganda faaliyetleri yürütmekteydiler. prof. köprülü’nün de belirttiği gibi: “daha ilk zamanlardan itibaren batıni akımların hüküm sürdüğü horasan ve maveraünnehir sahalarında yaşayan ve siyasi-dini akımlara fiilen karışarak batıni inançlarıyla yakınlık kuran oğuz aşiretleri, islamlığı yavaş yavaş kabul ettiler; fakat bu görünürde olan islamlık cilası altında, eski ulusal geleneklerinin ve önceki dinlerinin etkisi altında bulunuyorlardı. islam fıkıhçılarının kendilerine çok karışık ve sıkıntılı gelen telkinlerinden ziyade, kendi kam (=ozan)larının nüfuzuna bağlı idiler. maveraünnehir ve horasan’a gelmezden önce ve geldikten sonra hıristiyanlık, hinduizm, mazdeizm, maniheizm gibi çeşitli dini sistemlerle az çok ilişki kuran bu türkmenler üzerinde, islamiyet de dahil olmak üzere bu harici (dışsal) ve kapalı (zor anlaşılan) inanç sistemlerinin hiçbiri eski dinsel geleneklerini tamamen unutturamazdı..."
bildiğimiz gibi kam-ozanların yerini artık ata veya baba ünvanlı dervişler almaktaydı. islam öncesi dönemden kalma türkler arasında yaygın bulunan menkıbelere bile islami bir şekil kazandırılarak, bu ata veya baba ünvanlı dervişler tarafından halk arasında yayılıyordu.
sonuç olarak diyebiliriz ki, türk kitleler islam dinini benimserken, büyük ölçüde eski inançlarını ve geleneklerini de muhafaza etmekteydiler. yine bu türk kitlelerin çoğunluğu, karmaşık ve sıkıcı din kurallarını yayan din adamlarına, şeyhlere itibar etmemekte, onlar daha çok eski şamanları ve kamları hatırlatan ve eski inançlarla yeni din arasında paralellikler kurdukları daha yüzeysel, dinsel bilgileri yayan atalara/babalara bağlanmakta ve onların nüfuzları altında bulunmaktaydılar. bu kitlelerin müslümanlığı, dinsel yükümlülükleri yerine getirmekten uzak, eski inanç ve geleneklerin ön planda olduğu bir halk müslümanlığıydı.
alıntı
türklerin islamiyete geçişi
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?