1. bölümden:
bu meselenin aydınlatılmasının ülkemiz açısından niye böylesine mühim olduğunu türkiye’de totaliter cumhuriyet savunusu yapanların bazılarının fikir serüvenine bakarak anlayabiliriz. yıllarca kafalarında bir totaliter sosyalist paradigma ile gezenlerin bazıları, sosyalist totalitarizmin başarısız olup çökmesinden sonra kendilerine yeni bir totaliter paradigma bulmakta gecikmediler ve hiç zorluk çekmediler: totaliter cumhuriyet. yeni bir kutsal hâline getirdikleri cumhuriyeti öyle bir tavsif ediyorlar ki, bu tavsif totaliter sistemlerin bütün özelliklerini taşıyor. ve bu bize gösteriyor ki, totaliter zihniyet kalıplaşmış halde kimi insanların zihinlerinde yaşamaya devam ediyor.
2. bölümden:
bu kısa yazıda, aydınların totalitarizme şevkle destek vermesinin iç içe geçmiş birkaç sebebinin altını çizebilirim. bunların ilki, aydınların bireyci değil kolektivist bir çizgide yer almaya yatkınlığıdır. totalitarizm beşerî varlığın mutlak bütünlüğüne inanır. hem toplumsal hayatta ana ünitenin birey değil kolektivite -halk, sınıf, millet, ulus, ümmet vb.- olduğunu hem de siyasî ve hukukî yapılanmanın buna göre tanzim edilmesi gerektiğini kabul eder. bu, bireyin gerekirse grubun çıkarları ve değerleri için feda edilebileceği kanaatinin altında yatan düşüncedir. kolektivist kafa bireyi sınıf, ulus, halk vs. için harcamaya hazırdır. sol gelenekte bu zihniyet, devrim uğruna insan hayatının su gibi harcanmasına yönelik eleştirilere verilen, "omlet yapmak için yumurtaların kırılması gerektiği" cevabında yansır.
ikinci sebep, toplumun bir oluşum değil bir yapım olarak görülmesidir. bu anlayışa göre, toplumlar hayatın akışı içinde, yüzlerce veçhesi olan insanî tecrübeyle oluşmaz, bir siyasî iradenin bilinçli çabasıyla yaratılır. iyi toplum, kendiliğinden oluşan değil, yaratılan toplumdur. toplumları sıfırdan yaratmak bile mümkün olduğuna göre, mevcut toplumlara onları daha iyi hâle getirmek üzere müdahale etmek gayet normaldir. dolayısıyla, güçlü bir siyasî irade toplumu devamlı gözetmeli ve gerekli müdahaleleri gerçekleştirmelidir.
üçüncü sebep ideal, mükemmel, sorunsuz bir toplum yaratılabileceğine inanmaktır. bazı aydınlar, ister insan tabiatından ister ortak hayatın özelliklerinden kaynaklansın, her türlü beşerî problemin ebediyen çözüldüğü bir toplumun ve toplumsal modelin kurulabileceğine bir şekilde inanırlar. bu anlayış temellerini bir bilim anlayışında, bir ideolojide, bir dinde, bir ölmüş veya yaşayan kişiye atfedilen düşünce ve icraatlarda bulabilir. nerede ve nasıl temellendirilirse temellendirilsin her kolektivist mükemmel toplum projeksiyonu korkunç bir vahşetin, sınırsız bir baskının, koyu bir despotizmin ve hayvanları utandıracak bir vahşetin tohumlarını bünyesinde taşır.
dördüncü ve belki de en önemli sebep, aydınların akıl kavrayışındaki sakatlık ve akla duydukları aşırı güvendir. aydınlar, aydın olmayanlara nispetle, akıl kullanmayı daha iyi öğrenmiş olan ve akıllarını daha çok kullanan kişilerdir. aydınlar sıradan insanların ilgilenmediği birçok şeyle ilgilenir ve yine onların açıklayamadığı birçok şeyi şu veya bu ölçüde açıklayabilirler. hayatın ve dünyanın bazı fenomenlerini kavrayabilmeleri ve açıklayabilmeleri aydınlarda aşırı bir özgüven duygusunun gelişmesine yol açar. bu özgüven, aydını, akılla her şeyin açıklanabileceği, akılla açıklanamayan her şeyin reddedilmesi gerektiği ve sırf akla dayanarak ideal bir toplumun temellendirilebileceği noktasına sürükler. işte bu noktada kurucu rasyonalizm dediğimiz düşüce kalıbı ortaya çıkar. kurucu rasyonalizm akla dayanarak; tecrübe, duygu, hırs ve tesadüfleri bir kenara atarak; ve aklın önünde engel olarak görülen her şeyi yıkarak-tasfiye ederek en iyi kanunlara, kurumlara, toplumlara ulaşılabileceğini düşünür. maalesef, bu vahim hataya, düşünce hayatında iz bırakmış bazı isimler de düşmüştür. meselâ, ifade özgürlüğü ile ilgili bir sözü motto hâline gelmiş olan voltaire, "iyi kanunlar istiyorsanız eskilerini yakın, yeni kanunlar yapın." diyerek hukuk oluşturmada kurucu rasyonalizmin tuzağına düştüğünü göstermiştir. (bu paragraf harbiden süper)
ve işte bu kadar:
akla dayanarak ideal, sorunsuz bir toplumun yaratılabileceğine inanan aydın, ya kendi aklını kullanarak bunun bir teorisini geliştirir ya da başkalarının geliştirdiği bu tür projeleri teyit ve tasdik eder. ancak, aydının bir eksiği vardır: otorite. ideal toplum projesini hayata aktarmak için otoriteye, güce ihtiyaç vardır; bu otorite, siyasî iktidarın (politikacılar ve bürokratlar) elinde bulunmaktadır. totalitarizme teşne aydın, liberal filozofların tersine, iktidarın, kimin elinde olursa olsun, bireylerin temel hak ve özgürlükleri lehine sınırlanmasını talep etmez, doğru amaçların hizmetine koşulmasını ister.en iyisi, iktidarın doğru ellerde, yani aydının ellerinde olmasıdır. platon bunu "filozof kral" ütopyası olarak projelendirmiştir. ancak, bu nadiren olabilecektir. o zaman, totaliter aydın ikinci en iyiye razı olmak zorundadır. iktidar siyasîlerde olmalı ama siyasiler bütün icraatlarını ve topluma müdahale ve toplumu biçimlendirme çabalarını aydınların tezlerinin ve bizzat aydınların kendilerinin rehberliğinde gerçekleştirmelidir. işte bu kavrayış, insan hayatını ve bütün insanî değerleri hiçe sayan vahşi totaliter sistemlerin altyapısını sağlar. böylece, entelektüel iktidara sahip aydınlarla siyasî iktidara sahip politikacı ve bürokratların ittifakı totaliter sisteme vücut verir.
(bkz: bu adamı seviyorum)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?