allahin kuluna verdiği sınırlı bir salahiyet ve tercih hakkıdır.
irade i cuziyye
irade i cüzziyeyi biraz fazla alanlar allahın varlığını inkar etmeye, daha fazla alanlar ise kanıtlamaya dahi çalışırlar. ayarı kaçmış bir adalet duygusundan bahsetmek güç iken akla gelen eşitlik kavramı, daha rasyonel bir şeylere dayanmakta, evet?
önemi pek büyük olan bir mefhum. zira insan, irâdesini hayra sarf ederse mevlâ hayrı, şerre sarf ederse şerri yaratır. bu itibarla insan, cenneti de, cehennemi de bu irâde ile kazanır. evet, hâlık (yaratıcı) yalnız cenâb-ı hakktır. o dilemezse, o yaratmazsa hiç bir şey olmaz. fakat, kul kâsib yani isteyip çalışan, mevlâ ise hâlik yani yaratandır.
insana verilen irâde-i cüziyye otomobilin direksiyonu gibidir . insan direksiyonu ne tarafa çevirirse otomobil o tarafa gider. bu sebeple, isyan içinde olan bir kimse, “ben ne yapayım allâh böyle dilemiş, böyle yaratmış” deyip mesuliyeti üzerinden atıp sıyrılamaz. evet, allâh dilemiştir ama, kulun irâdesi ve çalışması bu yolda olduğu için dilemiştir. zâten kulda, böyle bir irâde-i cüziyye yâni tercih hakkı olmasaydı, cenâb-ı hakk kuluna imtihan fırsatı vermemiş, onu hayra veya şerre zorlamış olurdu. halbuki cenâb-ı hakk kuluna zorla bir günahı yaptırıp, sonra da cezalandırmaktan münezzehtir.
bâzı kimseler, “ezelde bâzılarının rûhu secde etmiş, bâzılarının etmemiş; işte ezelde rûhu secde etmeyenler kâfir gider.” derler. aslâ böyle bir şey yoktur. bu iddiâ insanın itikadını kökünden sarsar. ezel itiraz yeri değildir. orada isteyerek veya istemeyerek herkes secde etti. cenâb-ı hakk, ruhları imtihana çekerek, “elestü birabbiküm (ben sizin rabbiniz değil miyim?)” diye sorduğunda bütün ruhlar istisnâsız olarak, “belâ (evet rabbimizsin yârabbi)” diye ahid verdiler.
yine bâzı yanlış düşünenler diyorlar ki: “sen ne yaparsan yap, allâh dilediğine hidâyeti dilediğine dalâleti halkeder.” bu düşünce de aslâ doğru değildir. bu husustaki âyet-i kerîmeyi çokları yanlış tefsir ve izah ediyor. süleyman hilmi tunahan efendi hazretleri bu husustaki âyet-i kerîmeyi: “allâh, hidâyeti isteyip, hidâyeti dileyenlere hidâyeti; dalâleti isteyip, dalâleti dileyenlere de dalâleti halkeder” diye tefsir ve izah ederlerdi.
ayrıca bu mevzuu izah ederken derlerdi ki: “ezelde ahmed cennetlik, mehmed cehennemlik diye zât ve şahıs üzerine bir hüküm yoktur. ancak elbiseler biçilmiş; (iman elbisesi, itâat elbisesi, nur elbisesi) şu elbiseleri giyenler cennetliktir denilmiş; ayrıca küfür, isyân, zulmet elbiseleri biçilmiş, bunları giyenler de cehennemliktir denilmiştir. kul, irâde-i cüziyyesiyle bu elbiseleri seçmekte tamâmen serbest bırakılmıştır. binâenaleyh, insan irâde-i cüziyyesiyle bunlardan hangisini seçer ve giyerse oraya gider.”
kul bütün fiillerinden kendisi mesul olduğuna göre artık kula lâzım gelen isyan etmek değil, mukadderâta boyun eğmek ve başa gelene râzı olmaktır. bununla beraber görünür görünmez belâlardan bizi koruması ve ömrümüzü sıhhat ve âfiyet içinde geçirmemiz için cenâb-ı hakka yalvarmak da üzerimize düşen mühim bir vazifedir. peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, "sadaka vermek belayı defeder, ömrü uzatır" buyurmuşlardır.
insana verilen irâde-i cüziyye otomobilin direksiyonu gibidir . insan direksiyonu ne tarafa çevirirse otomobil o tarafa gider. bu sebeple, isyan içinde olan bir kimse, “ben ne yapayım allâh böyle dilemiş, böyle yaratmış” deyip mesuliyeti üzerinden atıp sıyrılamaz. evet, allâh dilemiştir ama, kulun irâdesi ve çalışması bu yolda olduğu için dilemiştir. zâten kulda, böyle bir irâde-i cüziyye yâni tercih hakkı olmasaydı, cenâb-ı hakk kuluna imtihan fırsatı vermemiş, onu hayra veya şerre zorlamış olurdu. halbuki cenâb-ı hakk kuluna zorla bir günahı yaptırıp, sonra da cezalandırmaktan münezzehtir.
bâzı kimseler, “ezelde bâzılarının rûhu secde etmiş, bâzılarının etmemiş; işte ezelde rûhu secde etmeyenler kâfir gider.” derler. aslâ böyle bir şey yoktur. bu iddiâ insanın itikadını kökünden sarsar. ezel itiraz yeri değildir. orada isteyerek veya istemeyerek herkes secde etti. cenâb-ı hakk, ruhları imtihana çekerek, “elestü birabbiküm (ben sizin rabbiniz değil miyim?)” diye sorduğunda bütün ruhlar istisnâsız olarak, “belâ (evet rabbimizsin yârabbi)” diye ahid verdiler.
yine bâzı yanlış düşünenler diyorlar ki: “sen ne yaparsan yap, allâh dilediğine hidâyeti dilediğine dalâleti halkeder.” bu düşünce de aslâ doğru değildir. bu husustaki âyet-i kerîmeyi çokları yanlış tefsir ve izah ediyor. süleyman hilmi tunahan efendi hazretleri bu husustaki âyet-i kerîmeyi: “allâh, hidâyeti isteyip, hidâyeti dileyenlere hidâyeti; dalâleti isteyip, dalâleti dileyenlere de dalâleti halkeder” diye tefsir ve izah ederlerdi.
ayrıca bu mevzuu izah ederken derlerdi ki: “ezelde ahmed cennetlik, mehmed cehennemlik diye zât ve şahıs üzerine bir hüküm yoktur. ancak elbiseler biçilmiş; (iman elbisesi, itâat elbisesi, nur elbisesi) şu elbiseleri giyenler cennetliktir denilmiş; ayrıca küfür, isyân, zulmet elbiseleri biçilmiş, bunları giyenler de cehennemliktir denilmiştir. kul, irâde-i cüziyyesiyle bu elbiseleri seçmekte tamâmen serbest bırakılmıştır. binâenaleyh, insan irâde-i cüziyyesiyle bunlardan hangisini seçer ve giyerse oraya gider.”
kul bütün fiillerinden kendisi mesul olduğuna göre artık kula lâzım gelen isyan etmek değil, mukadderâta boyun eğmek ve başa gelene râzı olmaktır. bununla beraber görünür görünmez belâlardan bizi koruması ve ömrümüzü sıhhat ve âfiyet içinde geçirmemiz için cenâb-ı hakka yalvarmak da üzerimize düşen mühim bir vazifedir. peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, "sadaka vermek belayı defeder, ömrü uzatır" buyurmuşlardır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?