edebiyatci yonu kadar gazeticiligiyle de taninan,aldatmak ve icimizde bir yer gibi kitaplarla isim yapmis elestiri kurbani kisi.
ahmet altan
usta gazeteci ve muthi$ bir alkolik olan cetin altan`in ogludur ayni zamanda..
arkadaslar tarafindan en cok okunan kitabi aldatmak olan kadin duygularindan iyi anladigi dusunulen.
fazlaca mustehcen kitaplari zaman zaman toplatilmis yazar.ulkemiz abazalari tarafindan oldukca ragbet gormektedir.yav kardesim bunun kitabina para verecegine git porno dergi al.hic degilse onda resim de var.
siirleri de varmis yeni gordum sahsen.bir tane siir su; (bkz: duracaksin)
zamaninda milliyette atakurt diye bi yazmisti.ertesi gunu postaladilar gazeteden.ikinci cumhuriyetci ve zararli bir insan.
kilic yarasi gibi ahmet altan’in 1999 yunus nadi roman odulunu kazanan romani.
akli uckurunda edebiyatci.
kilic yarasi ve tehlikeli masallar ile yarattigi etkiyi son cikardigi kitaplariyla yerlebir eden her kitabinda daha cok acemilesen yazar.
babasiyla karsilastirildiginda kalemi cok zayif kalan, siradan bir yazar. tum eserlerinde megalomanisinden izler bulmak mumkundur.
(bkz: en uzun gece)
nedense cezmi ersoz ile yazilarinda buyuk bir benzerlik vardir hatta bu benzerlik oyle ileri derecedir ki ahmet altanin kitap kapagini al cezmi ersozun kitabina koy, cezmi ersozun kitap kapagini ahmet altanin kitabina monte et, bu sekilde yayinla kimse arada ki farki anlamaz. ama bir dostoyevski ile tolstoy oyle degillerdir. cezmi ersoz ve ahmet altan bireylerine yapilan islem bu ikisine yapilsa fark hemen anlasilir bu sebele yapmamak lazim. hayir anlasilmasi bisey degil ayip olur.
1950 yilinda dogdu. orta ve lise ogrenimini cesitli okullarda dolasarak tamamladiktan sonra orta dogu teknik universitesine devam etti, istanbul universitesi iktisat fakultesini bitirdi. yirmi dort yasinda gazetecilige basladi. gece muhabirliginden, genel yayin mudurlugune kadar gazeteciligin hemen hemen butun kademelerinde calisti. 1987 yilinda kose yazari oldu. 1990da genel yayin muduruyken gazetecilige ara verdi. cesitli televizyon programlari hazirladi.bircok yazisindan dolayi yargilandi ve 1995 yilinda bir bucuk yila mahkûm edildi cezasini tamamladiktan sonra tekrar yazmaya basladi.dort mevsim sonbahar 1982 yilinda yayinlandi. sudaki iz 1985 yilinda yayinlandi, toplatildi ve mustehcenlikten yargilanarak mahkeme karariyla toplatildi. yalnizligin ozel tarihi 1991de basildi. tehlikeli masallar 1996 ekiminde yayimlandi ve rekor sayilacak baski sayisina ulasti. karanlikta sabah kuslari kasim 1997de yayinlandi.kilic yarasi gibi , isyan gunlerinde ask 2001 yayinlandi , aldatmak 2002 yilinda yayinlandi. 2004 yilinda icimizde bir yer yayinlandi ve son olarakta kristal denizalti mart ayinda en uzun gece ise eylul 2005te yayinlandi.
"mutluluk zamanı unutmaktır." sözünün sahibi.
kıllı aşk böcüğü.
29.05.2006 tarihli şu yazısını okuyup, bol bol düşünmek gerekmektedir.
burası bir ülke mi?
içinde bulunduğumuz durumu sonsuza kadar sürecek sanmak yanılgısına hepimiz sahibiz.
o anda durum neyse onun ilanihaye süreceğini sanıyoruz.
bütün düşünce sistemimizi, hayattaki duruşumuzu, bu “sonsuzluk” anlayışı üzerine bina ediyoruz.
yüz yıl önce, dünya haritasını basan matbaaların kullandıkları klişelerin arasında “türkiye cumhuriyeti” kalıbı bulunmuyordu.
öyle bir ülke yoktu.
yüz yıl sonra olacak mı peki?
doğrusu bundan çok emin değilim.
biz türkiye cumhuriyetini “dünya durdukça duracak” bir gerçeklik gibi algılıyoruz ama doğru mu algılıyoruz?
türkiye cumhuriyeti varlığını sürdürebilecek mi?
yoksa “cumhuriyet, osmanlı’nın yıkılışının son bölümüdür” diyen tez doğru mu?
2006 yılında ülkemize baktığımızda “yanlış giden” bir şeyler olduğunu görüyoruz.
bir “ülke” görüntüsünden gittikçe uzaklaşıyoruz.
ikinci dünya savaşı felaketini yaşamış, yakılıp yıkılmış, tarumar olmuş avrupa ülkeleri çoktan başlarını alıp gittiler.
aramızdaki fark gittikçe açılıyor.
daha on yıl önce, bizim en çok korktuğumuz “faciayı” yaşayıp parçalanmış olan rusya kısa zamanda toparlanıp yeniden dünyanın en önemli ülkelerinden biri oldu.
rejimleri yıkılan doğu bloku ülkeleri yeni rejimlerini oturtup birer birer ab’ye giriyorlar.
biz ise dengemizi bir türlü bulamıyoruz.
yeni bir çağın başında hala en büyük sorunumuz, “üniversiteye giden kızlar başını örtsün mü örtmesin mi” tartışması.
bu, bize doğal gözükebilir.
ama bir adım geri çekilip tabloya öyle bakın.
genç kızların “saçlarını” rejim meselesi yapmanın bir ülkenin yapısı hakkında pek iyimser ipuçları vermediğini göreceksiniz.
ülkenin her yanından “çeteler” çıkıyor.
bu kadar çok “çetesi” olan herhangi bir ülke biliyor musunuz?
bu çeteleri hangi yapı doğuruyor?
ve, bence en korkuncu, liselerimizin birer cinayet mahalline dönmesi, “liseli katil” sayısının patlaması.
böylesine korkunç bir gelişmeyi gerçekten sadece “kurtlar vadisi” dizisiyle açıklayabileceğinize inanıyor musunuz?
hiç aklınıza “eğitim sisteminde bir hata mı var” sorusu gelmiyor mu?
“din” ve “ırk” üzerinden hastalıklı bir böbürlenmeyle doldurulan çocukların, o eğitimle sahte biçimde şişirilmiş egolarının hayatın gerçekleriyle karşılaştıklarında delik deşik olmasının nasıl sonuçlar vermesini bekliyorsunuz?
amerika’daki, ingiltere’deki, almanya’daki yaşıtlarıyla rekabet edecek olan çocukları, bu rekabete hazırlayabiliyor muyuz?
yoksa o ülkelerin gençlerinin bizim gençlerimizden daha iyi yetişmesini bir “doğa yasası” gibi kabul etmekten yana mıyız?
toplumun, belki de en önemli sorunu karşısındaki sessizliği sizi bu ülkenin geleceği için ümitlendiriyor mu?
cumhuriyeti kurarken “devleti” gerektiği biçimde oluşturamadık.
atatürk’ü, bir devleti kuran bir lider konumunda tutmayı beceremeyip onu “kutsal bir tabu” haline getirmemiz elbette ülkemizin entelektüel derinliği konusunda soru işaretleri yaratıyor.
ama daha önemlisi, kurduğu devletin mayasına “demokrasiyi” katmayı başaramayan bir lideri kutsallaştırdığınızda “demokrasi dışı” bir yapıyı da kutsallaştırmış oluyorsunuz.
ardarda kuşakları “demokrasi” bilincinden yoksun yetiştiriyorsunuz.
demokrasiyi kendi “kutsalları” arasında görmeyen insanlar yetiştiren bir ülke demokrasiyi özümseyebilir mi?
peki, siz hiç geleceği parlak “demokrasisiz” bir ülke gördünüz mü?
gelişmiş bütün ülkelerin demokrasisi olması pek de aldırmamamız gereken bir tesadüf mü?
yaşadığımız iç savaşta, faili meçhul cinayetlerde, her yandan fışkıran çetelerde, o çetelerin içinden her seferinde askerlerle polislerin çıkmasında, liseli gençlerin birbirlerini vurmasında, yetmiş milyonluk bir toplumun 2006 yılında en büyük sorununun “genç kızların saçı” olmasında siz “demokrasi” eksikliğinin hiçbir izini görmüyor musunuz?
sakatlanmış bir imparatorluktan “sağlam” bir cumhuriyet yaratma mucizesini ne yazık ki gerçekleştiremedik.
bu mucizeyi bundan sonra gerçekleştirebilir miyiz?
televizyon programlarında bir tek özgün cümle söylemeden yalnızca ezberlenmiş cümleleri tekrarlayan, hamasetten ihtiyarlamış üniversite gençlerine, her yanından silah fışkıran liselere baktığınızda bu mucizenin işaretlerini görebiliyor musunuz?
türkiye cumhuriyeti iyi bir yere gidiyor gibi gözükmüyor.
ne olacağını bilemem ama kesinlikle söyleyebileceğim tek şey, yola böyle devam etmemizin mümkün olmayacağı.
toplum ve devlet kendini değiştirmek için gerekli iradeyi gösteremezse bizi hayat değiştirecek.
geleceği kişisel olarak pek de umursamayacak bir yaştayım artık.
ama gönlüm genç çocukların gelişmiş ülkelerdeki çocuklar gibi huzurlu ve zengin yaşamasını istiyor.
ama bugünkü tabloya baktığımda, aklım gönlüme acıyor.
burası bir ülke mi?
içinde bulunduğumuz durumu sonsuza kadar sürecek sanmak yanılgısına hepimiz sahibiz.
o anda durum neyse onun ilanihaye süreceğini sanıyoruz.
bütün düşünce sistemimizi, hayattaki duruşumuzu, bu “sonsuzluk” anlayışı üzerine bina ediyoruz.
yüz yıl önce, dünya haritasını basan matbaaların kullandıkları klişelerin arasında “türkiye cumhuriyeti” kalıbı bulunmuyordu.
öyle bir ülke yoktu.
yüz yıl sonra olacak mı peki?
doğrusu bundan çok emin değilim.
biz türkiye cumhuriyetini “dünya durdukça duracak” bir gerçeklik gibi algılıyoruz ama doğru mu algılıyoruz?
türkiye cumhuriyeti varlığını sürdürebilecek mi?
yoksa “cumhuriyet, osmanlı’nın yıkılışının son bölümüdür” diyen tez doğru mu?
2006 yılında ülkemize baktığımızda “yanlış giden” bir şeyler olduğunu görüyoruz.
bir “ülke” görüntüsünden gittikçe uzaklaşıyoruz.
ikinci dünya savaşı felaketini yaşamış, yakılıp yıkılmış, tarumar olmuş avrupa ülkeleri çoktan başlarını alıp gittiler.
aramızdaki fark gittikçe açılıyor.
daha on yıl önce, bizim en çok korktuğumuz “faciayı” yaşayıp parçalanmış olan rusya kısa zamanda toparlanıp yeniden dünyanın en önemli ülkelerinden biri oldu.
rejimleri yıkılan doğu bloku ülkeleri yeni rejimlerini oturtup birer birer ab’ye giriyorlar.
biz ise dengemizi bir türlü bulamıyoruz.
yeni bir çağın başında hala en büyük sorunumuz, “üniversiteye giden kızlar başını örtsün mü örtmesin mi” tartışması.
bu, bize doğal gözükebilir.
ama bir adım geri çekilip tabloya öyle bakın.
genç kızların “saçlarını” rejim meselesi yapmanın bir ülkenin yapısı hakkında pek iyimser ipuçları vermediğini göreceksiniz.
ülkenin her yanından “çeteler” çıkıyor.
bu kadar çok “çetesi” olan herhangi bir ülke biliyor musunuz?
bu çeteleri hangi yapı doğuruyor?
ve, bence en korkuncu, liselerimizin birer cinayet mahalline dönmesi, “liseli katil” sayısının patlaması.
böylesine korkunç bir gelişmeyi gerçekten sadece “kurtlar vadisi” dizisiyle açıklayabileceğinize inanıyor musunuz?
hiç aklınıza “eğitim sisteminde bir hata mı var” sorusu gelmiyor mu?
“din” ve “ırk” üzerinden hastalıklı bir böbürlenmeyle doldurulan çocukların, o eğitimle sahte biçimde şişirilmiş egolarının hayatın gerçekleriyle karşılaştıklarında delik deşik olmasının nasıl sonuçlar vermesini bekliyorsunuz?
amerika’daki, ingiltere’deki, almanya’daki yaşıtlarıyla rekabet edecek olan çocukları, bu rekabete hazırlayabiliyor muyuz?
yoksa o ülkelerin gençlerinin bizim gençlerimizden daha iyi yetişmesini bir “doğa yasası” gibi kabul etmekten yana mıyız?
toplumun, belki de en önemli sorunu karşısındaki sessizliği sizi bu ülkenin geleceği için ümitlendiriyor mu?
cumhuriyeti kurarken “devleti” gerektiği biçimde oluşturamadık.
atatürk’ü, bir devleti kuran bir lider konumunda tutmayı beceremeyip onu “kutsal bir tabu” haline getirmemiz elbette ülkemizin entelektüel derinliği konusunda soru işaretleri yaratıyor.
ama daha önemlisi, kurduğu devletin mayasına “demokrasiyi” katmayı başaramayan bir lideri kutsallaştırdığınızda “demokrasi dışı” bir yapıyı da kutsallaştırmış oluyorsunuz.
ardarda kuşakları “demokrasi” bilincinden yoksun yetiştiriyorsunuz.
demokrasiyi kendi “kutsalları” arasında görmeyen insanlar yetiştiren bir ülke demokrasiyi özümseyebilir mi?
peki, siz hiç geleceği parlak “demokrasisiz” bir ülke gördünüz mü?
gelişmiş bütün ülkelerin demokrasisi olması pek de aldırmamamız gereken bir tesadüf mü?
yaşadığımız iç savaşta, faili meçhul cinayetlerde, her yandan fışkıran çetelerde, o çetelerin içinden her seferinde askerlerle polislerin çıkmasında, liseli gençlerin birbirlerini vurmasında, yetmiş milyonluk bir toplumun 2006 yılında en büyük sorununun “genç kızların saçı” olmasında siz “demokrasi” eksikliğinin hiçbir izini görmüyor musunuz?
sakatlanmış bir imparatorluktan “sağlam” bir cumhuriyet yaratma mucizesini ne yazık ki gerçekleştiremedik.
bu mucizeyi bundan sonra gerçekleştirebilir miyiz?
televizyon programlarında bir tek özgün cümle söylemeden yalnızca ezberlenmiş cümleleri tekrarlayan, hamasetten ihtiyarlamış üniversite gençlerine, her yanından silah fışkıran liselere baktığınızda bu mucizenin işaretlerini görebiliyor musunuz?
türkiye cumhuriyeti iyi bir yere gidiyor gibi gözükmüyor.
ne olacağını bilemem ama kesinlikle söyleyebileceğim tek şey, yola böyle devam etmemizin mümkün olmayacağı.
toplum ve devlet kendini değiştirmek için gerekli iradeyi gösteremezse bizi hayat değiştirecek.
geleceği kişisel olarak pek de umursamayacak bir yaştayım artık.
ama gönlüm genç çocukların gelişmiş ülkelerdeki çocuklar gibi huzurlu ve zengin yaşamasını istiyor.
ama bugünkü tabloya baktığımda, aklım gönlüme acıyor.
aldatmak kitabının kapağına kesinlikle +18 ibaresi konulmalıdır. bune be kardeşim, hustlermi okuyoruz, kültür kitabımı.
kitaplarını gördüğüm yerden hızlıca uzaklaştığım, fanatik okurları hakkında garip şeyler düşündüğüm,altan ailesine yakışan şeyler yazan yazar.düzenin adamı,iktidar kalemi,entel dantel geçinen gareksiz gazetelerin önde gelen köşeyazarı.
romanları vasat düzeydedir kanımca.denemelerini ise bir okursunuz,hmm güzel yazmış dersiniz.2,3 olur.bir süre sonra kendini tekrarladığını görüp sıkılırsınız.yine de yerinde tespitleri vardır.en önemlisi de alkım yayınları ile yaptığı anlaşma diğer yayınevlerine örnek olmuş ve halkımıza ucuz kitap ulaştırılması yönünde fayda sağlamıştır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?