1960-1980 arası orta doğu gelişmelerinde, 1967 arap-israil savaşı bir dönüm noktası teşkil eder. çünkü, bu savaşta israil’in araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde, topraklarını savaştan öncekinin dört misli genişletmesi, arap-israil meselesine çok büyük boyutlar kazandırmış ve neticelerini günümüze kadar getirmiştir.
1948 arap-israil savaşı’nı araplar tahrik etmiştir. 1956 arap-israil savaşı ise ingiltere, fransa ve israil’in mısır’a saldırıları dolayısıyla meydana gelmiştir. ancak 1967 arap-israil savaşı ise, israil değil, araplar istediği için çıkmıştır. şu farkla ki, savaşı çıkarmak isteyen araplar, ilk saldırganlığı israil’in yapmasını istemişler ve bu da olmuştur.
ancak araplar için, daha savaşın ilk gününde bir hezimet oldu. arapların 1967 savaşı’nın çıkmasını istemelerinde ve savaşı kışkırtmalarında üç önemli neden rol oynamış görünmektedir:
başkan nasır’ın gerek 1948, gerek 1956 savaşı’nın ve her iki savaştaki yenilginin intikamını almaya kararlı olması. bu, nasır için bir prestij meselesi idi. eğer israil’i yenecek olursa, intikamını gerçekleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda kazandığı prestijle bütün orta doğu’da mısır’a büyük bir üstünlük sağlamış olacaktı ki, bunun siyasi neticeleri de çok geniş olabilirdi.
1956dan beri sovyet rusya, mısır ve suriye’yi o kadar silahlandırmıştı ki, israil ile yapılacak bir savaşın neticesinden sadece mısır ve suriye değil, sovyetler dahi gayet emin görünüyorlardı. bu sebeple, 1967 arap-israil savaşı’nı sovyetlerin de tahrik ettiklerini söylemek mümkündür.
bu sırada amerika’nın vietnam bataklığına saplanmış olması ve dolayısıyla israil’in arkasında yer alamıyacağı düşüncesi.
altı gün sürdüğü için altı gün savaşı adını alan 1967 arap-israil savaşı’nın başlangıç gelişmelerini, 1966 yılının son aylarında oluşmaya başlayan suriye-israil gerginliği teşkil eder. çoğunluğu ürdün’de bulunan ve diğer arap ülkelerine de dağılmış bulunan filistinlileri teşkilatlandırarak, bunları mücadeleye sevketmek için 1964 mayısı’nda, ürdün’ün elinde bulunan doğu kudüs’te birinci filistin kongresi toplandı ve burada filistin kurtuluş örgütü kurularak bir de 33 maddelik filistin milli misakı kabul edildi.
bu misak’a göre, ingiliz mandası altındaki filistin toprakları, filistinlilerin anavatanı ve 6. maddeye göre de, “siyonist istilasından önce”, yani 1917 balfour deklarasyonunu’ndan önce, filistin topraklarında devamlı oturan yahudiler de filistinli sayılacaktı.
bunun dışında, 1947 ye kadar filistin topraklarında yaşayan “arap vatandaşları” ile, bu tarihten sonra, ister filistin topraklarında, ister bu toprakların dışında doğmuş olsun, filistinli babadan olanlar filistinli sayılacaktı.
9. madde, filistin topraklarının kurtarılması için silahlı mücadeleyi öngörmekteydi. 15. madde, “büyük arap vatanı”ndan siyonist, emperyalist istilanın kovulmasından ve filistin’deki siyonist varlığının tasfiyesinden söz etmekteydi.
19. madde, filistin’in 1947’deki taksimini ve israil devleti’nin kurulmasını geçersiz sayıyordu. 21. madde, filistin topraklarının tamamen kurtuluşu yerine geçecek her türlü çözümü reddediyordu.
kudüs kongresi’nde, 9. maddenin öngördüğü silahlı mücadeleyi yürütmek üzere fedayin denen gerillalardan meydana gelen bir askeri teşkilat olan el-fetih (al-fatah) teşkilatı kurulmaktaydı.
1966 şubatı’nda suriye’de iktidarda bulunan baas partisi’nin sol kanadı bir darbe yaparak, iktidarı ele geçirdi. bu sol iktidar ile birlikte, suriye-israil sınırında olayler çıkmaya başladığı gibi, bu yeni baascılar, başkan nasır’ı israil’e karşı yumuşak davranmak ve birleşmiş milletler’in kanadının altına sığınmakla suçluyordu.
1966 ekimi’nden itibaren de suriye topraklarından hareket eden el-fetih fedayini, israil topraklarına saldırılara başladılar. israil, bu saldırıları güvenlik konseyi’ne şikayet ettiğinde, oradan suriye aleyhine bir karar çıkarmak mümkün olmadı. zira her kararı sovyet rusya veto etmekteydi. bu ise suriye’yi daha da tahrik etti.
suriye başbakanı ekim ayında “biz israil’in güvenliğinin bekçisi değiliz” diyordu. kasım ayında ise, suriye ile mısır (birleşik arap cumhuriyeti) arasında bir savunma antlaşması imzalandı. bu gelişmeler üzerine israil, fedayin saldırı ve akınlarına karşı, kasım ayının ortalarından itibaren, “mislile mukabele” taktiğini tatbike başladı. yani, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silahlarla karşılık verilmeye başlandı. bu suretle, bir yandan suriye-israil, bir yandan da ürdün-israil sınırlarında gerginlik her geçen gün biraz daha artmaya başladı.
ocak-nisan 1967 döneminde suriye-israil sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 nisan 1967 günü suriye ile israil arasındaki hava muharebesinde israil uçakları şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de suriye uçağını düşürdüler.
7 nisan olaysi, suriye ve araplar için haysiyet kırıcı olmuştu. bilhassa düşürülen uçakların sovyet yapısı olması, sovyetler için de olaynin prestij kırıcı olmasına sebep oldu. bundan dolayı sovyetler, suriye’yi daha silahlandırdıklarından başka, suriye üzerindeki kontrollarını da arttırdılar. öyle görünür ki, 7 nisan’dan sonra meydana gelen en küçük bir olay, israil’e komşu arap ülkelerinin israil ile münasebetlerinin gerginleşmesine, kendi çapından daha büyük katkıda bulunmuştur.
mayıs ayından itibaren suriye’den israil topraklarına fedayin akınları daha da yoğunlaşmaya başladı. israil başbakanı levi eshkol, 11 mayıs’ta radyoda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “israil hükümeti gayet iyi biliyor ki, teroristlerin merkezi suriye’dir. fakat biz prensibimizi tesbit ettik: saldırgana mukabil darbeyi vurmanın zamanını, yerini ve vasıtasını biz seçeceğiz”
eshkol’ün bu sözlerinden sanıldı ki, israil suriye’ye karşı harekete geçmeye karar vermişti. sonradan görüldü ki, israil’in seçtiği hedef mısır’dır. bu yanılgı dolayısıladır ki, mısır genelkurmay başkanı 14 mayıs’ta şam’a giderek görüşmelerde bulundu. bundan sonra olaylar hızla akmaya başladı.
16 mayıs’ta mısır silahlı kuvvetleri alarm durumuna geçirildi. esasen 14 mayıs’tan itibaren mısır kuvvetleri, 1956’dan beri birleşmiş milletler barış gücünün kontrolünde olan sina’ya girmeye başlamıştı. yine 16 mayıs’ta mısır, gerek sina yarımadası’nda ve gazze’de bulunan ve gerek akabe körfezi’nin kızıldeniz’e çıkış noktası olan tiran boğazı’ndaki şarm el-şeyh’deki birleşmiş milletler askerlerinin buralardan çekilmesini istedi. b.m. askerleri, 19 mayıs’tan itibaren buralardan çekilmeye başladı ve yerlerini mısır askerleri aldı.
bu olay, arap-israil gerginliğinde önemli bir tırmanma teşkil etmekteydi. mısır, bu hareketi ile iki cepheden israil’e karşı pozisyon alıyordu. biri, sina’yı tamamen kontrolü altına almak suretiyle, israil’e karşı doğrudan hareket imkânını kazanması ve arada b.m. kuvvetleri’nin mevcut olmamasıydı. ikincisi ise, şarm el-şeyh’e askerini sokmakla, israil’in kızıldeniz’e çıkışı olan tiran boğazı’nı kontrol altına alıyordu.
nasır, bununla da yetinmedi ve 22 mayıs’ta tiran boğazı’nı israil gemilerine ve 24 mayıs’ta da bütün deniz trafiğine kapadı. bu sonuncu tedbir ile, israil’e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini önlemiş olmaktaydı.
22 mayıs’tan itibaren tiran boğazı’nın ve arkasından akaba körfezi’nin kapatılması, orta doğu’daki havayı birdenbire gerginleştirdi. çünkü, israil mısır’ın bu hareketini, kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etti. bu sebeple, 23 mayıs’tan itibaren amerika ve sovyetler harekete geçerek, bir savaşı önleme çabalarına giriştiler.
vietnam savaşı’nın kongre’de uyandırdığı tepkiler dolayısıyla başkan johnson, israil meselesinde fazla ileri gitmekten korkuyor ve ellerini bağlı hissediyordu. onun için, sovyet rusya’nın da orta doğu’da herhangi bir avantaj elde etmesini önlemek için, bu devletle beraber hareket etme kararı aldı. bu, sovyetlerin de işine geldi. çünkü 7 nisan’daki hava muharebesinde suriye’nin israil karşısında hiç bir şey yapamaması, sovyetlerin araplara olan güvenini sarsmıştı.
fakat sovyetler, bir yandan da arapların güvenini kaybetmek istemiyorlardı. bu sebeple, bir yandan amerika israil’i, öte yandan da sovyetler suriye ve mısır’ı yatıştırmaya çalıştılar. iki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyetinin hiç bir faydası olmadı. hava yatışacağı yerde, daha da gerginleşti. nasır, 26 mayıs’ta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “eğer savaş gelecek olursa, bu topyekün bir savaş ve hedefimiz de israil’i yoketmek olacaktır. bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi israil ile savaş için hazırız. bu sefer 1956daki gibi olmayacak. o zaman israil ile değil, ingiltere ve fransa ile savaşmıştık”.
al ahram gazetesi’nin başyazarı muhammed heykel de, yine aynı gün, “savaş kaçınılmazdır. araplar ilk defa olarak iradelerini israil’e kabul ettirebileceklerdir” diyordu. bu arada, güvenlik konseyi de 23 mayıs’tan itibaren toplantılar yaparak ve bir takım kararlar alarak bir krizin patlamasını önlemeye çalıştı. fakat bunlar da savaşı önlemeye yetmedi.
30 mayıs’ta mısır (birleşik arap cumhuriyeti) ile ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. bu antlaşmaya 4 haziran’da irak da katıldı. mısır başkanı nasır, bu katılım dolayısıyla yaptığı konuşmada, “1956 ihanetinin intikamını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. bu savaş bütün dünyaya arapların da, israil’in de ne olduğunu anlatacaktır” diyordu.
krizin başlangıcında sovyetler, israil’in ilk önce suriye cephesinden harekete geçeceğini tahmin etmiştir. daha sonraları başkan nasır, israil’in sina cephesinde harekete geçeceğini, ancak cepheden saldırmayıp, gazze koridorundan girmesini beklemiştir. halbuki bunların hiç biri olmadı. arapların istediği gibi ilk saldırıyı israil yaptı. fakat araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 haziran 1967 sabahı 7:30’dan itibaren havalanan israil uçakları, mısır, suriye ve ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar.
mısır’a yapılan baskında, israil uçakları, mısır radarlarına yakalanmamak için akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak, mısır’ın batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır. sina üzerinden değil. o kadar ki, israil uçakları irak’a da ulaşarak habbaniye havaalanı’nı bile bombardıman ettiler.
5 haziran günü akşam olduğu zaman, 16 mısır havaalanı artık kullanılmaz hale gelmiş ve 280 mısır uçağı, 52 suriye uçağı, 20 ürdün uçağı ve bir çok da irak uçağı yerde tahrip edilmişti. sonradan görülmüştür ki, tahrip edilen arap uçaklarının sayısı o gün 400ü aşmış bulunuyordu.
havaların kontrolu artık israil’in elindeydi. araplar, 5 haziran günü 160 israil uçağını düşürdüklerini iddia etmiş iseler de, bu iddianın gerçekle hiç bir alakası olmadığı görülmüştür. havalardaki üstünlük, israil’in kara harekâtını da kolaylaştırmıştır. bilhassa sina yarımadası’ndaki muharebelerde mısır’ın zırhlı kuvvetleri, israil zırhlı kuvvetlerinden ziyade, havadan israil uçaklarından ağır darbeler yemiş ve perişan olmuşlardır. bundan dolayı, israil kuvvetleri üç gün içinde bütün sina’yı ele geçirip, 7 haziran akşamı süveyş kanalı’nın sağ kıyısındaki, kuzeyde kantaro, ortada ismailiye ve güneyde de port tevfik’e ulaşmışlardır.
bu durumda mısır’ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 haziran’da israil ile ateşkesi kabul ederek, israil kuvvetlerinin kanal’ın diğer yakasına geçmesini önlemiştir.
israil için 1967 savaşı’nın en çetin cephesi ürdün cephesi ve batı şeria cephesi olmuştur. ürdün kuvvetleri, gerçekten israil’i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. fakat onlar da mısır’dan daha fazla dayanamadı. 7 haziran günü nablus muharebesini kaybedip, şehir, israil kuvvetlerinin eline geçince, israil bütün batı şeria’yı işgal etmiş oluyordu. bu sebeple 7 haziran akşamı ürdün de israil ile ateşkesi kabul etti.
8 haziran’dan itibaren suriye cephesinde golan tepelerinde muharebeler şiddetlendi. suriye, golan tepelerinden aşağıdaki israil yerleşim merkezlerini 1956’dan beri 11 yıl süre ile bombalamıştı. yani bu tepelerin, israil’in suriye’ye karşı savunması bakımından stratejik bir önemi vardı. suriyeliler de israil karşısında fazla dayanamadılar. israil kuvvetleri, golan tepelerini aldıktan sonra, suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. israil kuvvetlerinin ilerleme istikameti şam’dı.
işte tam bu sırada, 10 haziran günü sovyetler, amerika’ya başvurarak, israil ilerlemesi durdurulmadığı takdirde, “askeri harekât” da dahil gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. bu sırada israil kuvvetleri, şam’a 40 mil mesafedeki kuneitra’ya girmiş bulunuyordu. dolayısısıyla israil, kuneitra’da durdu ve o gün saat 16:30’da da israil ile suriye arasında ateşkes başladı. altı gün savaşı böylece sona ermiş oluyordu.
savaşın sonu araplar için tam bir hezimetti. savaştan sonra bir arap askeri gücü kalmamıştı. mısır, sina’ya 80-100 bin kişilik bir kuvvet sürmesine rağmen bir şey yapamamıştı. mısır, 600-800 tank kaybetmişti. 100’den fazla kullanılabilir sovyet yapısı tank israil’in eline geçmişti. yine mısır’ın 400 topu ile 10.000 askeri aracı sina’da tahrip edilmişti. tahrip edilen arap uçaklarının sayısı 441 olarak tesbit edilmiştir ki, bunun içinde sovyet yapısı 280 mig ve 60 ilyuşin uçağı da bulunmaktaydı. başka bir deyimle, 1967 arap yenilgisi, aynı zamanda sovyet silahlarının da yenilgisi idi.
arapların bu silah kaybı, sovyetlerin bu ülkeleri tekrar silahlandırmak için daha sıkı kontrolü altına alması ve orta doğu’da daha fazla söz sahibi olmak için de bir fırsat olmaktaydı.
1967 zaferi ile israil, topraklarını dört misli daha genişletmiştir. gazze ve bütün sina yarımadası israil’in eline geçtiği için israil, süveyş kanalı’na dayanmış ve güneyde de şarm-el-şeyh’i alarak tiran boğazı’nın kontrolüne sahip olmuştur. yine sina’nın kuzeydoğusundaki gazze bölgesi de israil’in eline geçmiştir.
israil, ürdün’den şeria nehri’nin batısındaki bütün toprakları alarak, şeria nehri, ürdün ile israil arasında sınır olmuştur. keza, ürdün’ün elindeki doğu kudüs de israil’in eline geçmiştir ki, bu suretle 2000 yıldan beri ilk defa olarak yahudiler kudüs’e tekrar sahip oluyorlardı. osmanlı devleti’nin 400 yıl elinde tuttuğu kutsal kudüs’ü, araplar, 50 yıl ellerinde tutamamışlardı.
israil, golan tepeleri denen ve kuneitra’ya kadar uzayan suriye topraklarını da işgal etmişlerdi. israil, bu toprakları elde etmekle, kendisi için gerekli güvenlikli sınırlara sahip olmaktaydı. fakat, israil’in bu güvenliğine karşı da, sovyetler bilhassa mısır ve suriye üzerindeki nüfuzunu daha da arttırarak, bir bakıma bu güvenliği belirli ölçüde zayıflatmış olmaktaydılar. zira, 1967 savaşı’ndan sonra sovyetler, arap ülkelerini yeniden silahlandırmaya başlayarak israil karşısında bir silah dengesi kurmaya çalıştıkları gibi, bundan da daha önemlimi, akdeniz’deki varlıklarını arttırdı.
bu savaştan sonra sovyet donanması hemen 50-60 parçaya çıkarıldığı gibi, sovyetler, suriye’nin lazkiye ve mısır’ın da iskenderiye limanı’nda deniz üssü elde ettiler. bu ise, bu iki ülkenin daha fazla sovyet nüfuzu altına girmesi idi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?