serdar turgut

floydian
aşagıdaki yazıyı okuldaki kompozisyon sınavlarındaki gibi yazdığını (sıçtığını) düşündüğüm at gözlüklü, özürlü insan. iki üç yazisini daha okuduğum ve orta halli sayılabilecek bir gazetede nasıl genel yayin yönetmeni olduğuna şaşırdığım zat, nitekim kendisi cikletlere mani yazmaya daha yakın görünüyor.

ilkokul çocuğu mantığıyla yaptığı açıklamalarına hayran olduğum, beni 5nci boyut programından sonra en fazla güldüren ikinci lafların insanı.

http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=50980,10,104

f-1 pilotları yarışlara başlamadan önce geri zekalı değillerse bile, bir süre sonra mutlaka oluyorlardır. daire içinde dönüp durmak insanın beynini sulandırır

hayatı boyunca hamburger ve kola ile beslenmiş, hiç kitap okumamış ’idiot savant’ suratlara sahip insanlar istanbul’a gelmeye başladılar ve yerli benzerleriyle buluştular. bu da demektir ki formula 1 yarışlarının zamanı geldi. aynı insanlar rock’n coke festivali için de gelmiş olabilirdi ve kalabalık arasında katiyen sırıtmazlardı.

şimdi bir masa başı gazetecilik şaheseri yaratıp formula 1 hakkında bir araba laf söyleyeceğim, gazetedeki odamdan bile çıkmıyorum bu aralar.

formula yarışlarını bir kere seyrettiğiniz zaman hepsini seyretmiş gibi olursunuz. hepsinde daire etrafında ’dön babam dön’, hızlı giden birtakım arabalar vardır. hepsinde aynı yarışçılar dönüp dururlar, hepsinde de yine aynı adamlar yarışı kazanır. bir zamanlar bir defa bu yarışı seyretmiş olduğum için artık yenisine gitmeye gerek görmüyorum, o nedenle görmeden de hakkında yazı yazabiliyorum.

biz ve almanlar

f-1 pilotları yarışlara başlamadan önce geri zekalı değillerse bile, bir süre yarıştıktan sonra mutlaka oluyorlardır. çünkü bir daire içinde dönüp durmak bir insanın beynini sulandırır. seyircilerin de mutlaka bir hastalıkları vardır. daire etrafında dönüp duran arabaları seyretmekten keyif almak mutlaka önemli bir hastalığın göstergesi olmalı ama bunun ne olduğunu henüz tam teşhis edemedim.

bizim yarış parkuru sekizinci dönemeci nedeniyle daha şimdiden efsane olmuş. haberler öyle diyor. f-1 seyircisi nezdinde efsane olabilmek için bu hayatta mutlaka absürd bir şey yapmanız gerekiyor. örneğin; bilinçli bir şekilde kendinizi yaralar veya bir organınızı filan koparırsanız bu, hızla efsane olmanıza yetebilir. istanbul parkurunun şimdiden efsane olması da sekizinci kavşağının çok tehlikeli ve kazalara açık olmasından kaynaklanıyormuş. eğer durum böyleyse daha büyük bir efsane olmak fırsatını neden kaçırdık anlamıyorum... örneğin; sekizinci kavşağın sonuçlandığı bölüme bir taş duvar örebilirdik veya sekizinci kavşağın bir uçurum ile bitmesini sağlayabilirdik, böylece efsane büyürdü. meselenin içinde türkler olduğu için de dünyada kimse ’neden parkurda bir duvar var’ veya ’neden uçuruma giden yol yapıldı’ diye de sormazdı.

bu yarışların bizim memlekette hızla popüler olabilmesi hiç şaşırtıcı değil. çünkü bizim insanlarımız bu yarışları kaza olacak diye bekleyerek, onun heyecanıyla izler. yolda giderken bile kaza görünce durup inceleyen insanlar kaza anının heyecanıyla f-1 müdavimi de olmuşlardır. bu sporu türkler kadar seven diğer kavmin de almanlar olması bu iddiamı doğrular. (almanlar da insanların acılarından keyif alırlar ve bu hissiyatı anlatmak için lügatlarında bir kelime bile vardır; schadenfreude)

rock’n coke seyircisinin kafa sallamak yüzünden daha fazla sulanmış beyinli olacağını düşünmekle birlikte bunu yerinde izleme kararı vermiştim. masa başı gazeteciliğimi formula 1 ile sınırlı tutacaktım. fakat rock’n coke ile ilgili olarak izlediğim iki reklam beni fikrimden hızla caydırdı, onu da masa başı gazetecilik ile değerlendireceğim. izlediğim reklamlardan birinde yine kafa sallayan kızlar ve oğlanlar vardı. bazı arabaların arka bölümüne cahil ve orta-alt sınıf insanlar tarafından konulan sallabaş oyuncak hayvanlara benzeyen bu kız ve oğlanlar ile aynı mekanda durmam imkansızdı. diğer reklamda ise festivale katılacak gruplar tanıtılıyordu. bunların çaldığı müzikler bana ’otomatik portakal’ kitabında işkence filmi seyrettirilerek şiddetten vazgeçirilen oğlanı hatırlattı. (bu yazının konuları nedeniyle kitaplardan bahsetmenin ve yazar adını vermenin abes olduğunu biliyorum. yine de kendimi tutamadım işte. genç ve özgür arkadaşların sinirlerini okumaktan bahsederek bozduğum için çok özür dilerim) bu gruplardan herhangi birisini en fazla 10 dakika dinlemek müzik sevgimi tamamen öldürebilir. bu yüzden dünyayı odamdan çıkmadan eleştirmeye devam edeceğim.

engin (ardıç) ile ben artık bazı olayları eleştirmek ve aşağılamak için onları tekrar görmek zorunda değiliz. çünkü bu yaşa kadar göreceğimizi zaten görmüşüz. yeni bir şey de fazla yok etrafta...


bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol