kamber, 12 eylül gelince kendini sıkıyönetim mahkemelerinin karşısında bulmuş, mamak askeri cezaevinde davanın askeri yargıtay daki sonucunu bekleyerek tutukluluk günlerini geçiriyordu. tecrit günlerinden birinde kambere bir mektup geldi. mektupta deniliyordu ki:
"(...) önümüzdeki görüşte annen ziyaretine gelecek. annen sen içeri düştüğün günden beri; "nolur, beni oğluma götürün. dünya gözüyle oğlumu son bir kez daha göreyim..." diyerek başımızın etini yiyordu. kısmet bu görüşeymiş, getiriyoruz..."
kamber mektubu okudu. avurtları çökmüş, yüzüne bir hüzün bulutu kondu. yanındaki arkadaşına:
"annem ziyaretine gelecekmiş..." dedi.
görüşe daha dört gün vardı.
kamber dört gün önceden mahpus deyimiyle " görüş komasına" girdi. hep ondan bahsediyor, türkçe bilmediğinden dem vuruyor, "allah vere de annem bunca yıl içerisinde konuşacak kadar bir şey öğrenmiş olsa..." diyordu.
annesi köyde doğup büyümüş, evlenmiş, yaşamı boyunca, zaman zaman babasının peşinde imranlıya "pazar için" inmenin dışında, tek bir kez büyük şehre inmemiş, köyünü dünyası bellemişti. köyünün dili neyse, doğaldı ki onunki de o olacaktı...
ama mamak görüşlerinde, yavaş sesle konuşmak, el, kol, yüz hareketleriyle işaretleşmek ve türkçeden başka bir dille konuşmak kesinlikle yasaktı. yasak herhangı bir biçimde ihlal edildiği anda görüş kabininin her iki tarafında, giriş kapılarının önünde alıcı kuş gibi bekleyen görevli askerler, talimatlara uyulmadığını belirterek, hemen "görüş bitti" diyorlar, tutuklu apar topar, görüşçüsünün gözleri önünde tartaklanarak alınıp götürülüyordu. aynı muamele görüşçüye de yapılarak kapı dışarı ediliyordu.
o uzun, upuzun gelen dört gece akıp gitti ve görüş günü geldi. kaldığı b blokta sıcak su olmadığı için, sabahın erken saatlerinde buz gibi suyla banyosunu yaptı. traşını oldu. .sıfır numaraya vurulmuş saçlarına zulasındaki esanstan birkaç damla sürdü. en temiz elbiselerini giydi. görüşe hazır hale geldikten sonra birkaç lokma birşeyler atıştınp, tecrit hücresınin üç buçuk adımlık volta yerine çıktı. o artık durup dinlenmeksizin üç buçuk adımda bir u dönüşü yapan düşünceli bir yürüyüştü...
hoparlörden beşinci kez isimler anons edildiği anda kendi ismini duydu. göz bebeklerine yerleşen sevinç ışıltılılarıyla, gardiyanın açtığı hücre kapısından uçar adımlarla çıkıp annesine koştu...
kamber yüzündeki özlem yangınıyla görüş kabinine girdi ve karşısında annesini ve kardeşini buldu,
anne, önündeki tel örgüleri adeta tırmalar gibi ileri atıldı, çığlığı andıran bir sesle: "kamber ateş nasılsın!..." dedi.
"iyiyim, canım annem, iyiyim..."
kadın silme sevgi kesilen gözlerinden boşalan yaşlarla oğluna okşarcasına baktı, baktı "kamber ateş nasılsın!..." dedi.
"iyiyim, çok iyiyim, siz nasılsınız..."
kadın sustu, başını önüne eğdi, bekledi. sonra birden taa oğlunun gözlerinin içine bakarak sordu "kamber ateş nasılsın!..."
" ?! "
kamber annesinin türkçeyi öğrenemediğini anladı. kardeşi yol boyunca annesine sadece bu üç sözcüğü öğretebilmişti. o da hep aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu, özlemin söze gerek duyduğu bu en yakıcı anda, ana-oğul birbirlerine seslenemiyorlardı, aralarında "türkçe konuşacaksın!" emir kipli bir duvar, bir set çekilmişti...
birbirlerine bakışıp duruyorlar ve anne biraz zaman geçince yeniden:
"kamber ateş nasılsın?" diyordu.
oğlunun gözlerinden yanaklarına doğru, zaptedilmek istenen ama becerilemeyen, iki damla yaşın süzüldüğünü gördü anne...
anne gözlerine en şefkatli duruşu, sesine en yumuşak tonuyla: "kamberateş nasılsın!..." diyecekti.
bunun anlamı: "oğlum, sağlığın yerinde mi, bir derdin sıkıntın var mı, karnın doyuyor mu, sırtın pek mi, herhangi bir şey istiyor musun, çamaşır göndereyim mi, kışlık çorap öreyim mi?..." demekti. yanıtı oğlunun gözlerinden alacak:
"demek iç çamaşırı ve yün çorap istiyorsun, hay hay canım oğlum." diyecekti içinden..
anne çınar yüzüne dededen atadan kalma kuşkulu ifadeyi takınacak, gizemli bir tavra bürünecek, merak dolu gözlerle oğlunun ve kendisinin başucunda copla bekleyen askerlere bakacak, titrek bir sesle:
"kamber ateş nasılsın!..."
bunun anlamı:" burada zulüm çokmuş oğlum, dışarıda hep duyuyoruz, doğru mu? " demekti. yanıtı yine oğlunun gözlerinden alacaktı.
"görüş bitti!" anlamına gelen düdüğün tiz sesi duyuldu.
anne, "hoşçakal canım yavrum..." anlamına gelecek şekilde, sayısız kez kullandığı o tek cümleyi, el sallarken bir kez daha yineledi: "kamber ateş nasılsın!..."
ve gittiler...
görüş sonrası kamber bir sevinç seli gibi düştü hücresine.
arkadaşı:
"gelen annen miydi?" diye sordu.
"evet" anlamında başını salladı.arkadaşı endişe dolu bir ifadeyle:
"herhangı bir aksilik çıkmadan görüşebildiniz mi?" dedi.
"hem de nasıl!..."
arkadaşı sevinçle kolunu tutu ve sordu:
" neler konuştunuz?..."
kamber annesinin şakıyan gözlerini anımsadı, ışıltılı gözlerle arkadaşına baktı. yanıt vermedi ama arkadaşı anladı, şaşkınlık dolu bir yüz ifadesiyle kendi kendine mınldandı: "kamberin gözleri konuşuyor!..."
"evet, neler konuştunuz?" sorusuna, kamberin gözleri:
"neleer, neleer!..."diyordu...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?