(lenslerim gözlerime batıyor, uykum var, ama yazmak istiyorum, beğenip beğenmeyeceğinizi bilmiyorum.)
-lütfen ellerimi çöz.
-yapamam, çözersem karşı koyarsın, biliyorum.
angelus ayakta, dizlerini karnına çekmiş, başını dizlerine gömmüş olan begüş’e bakıyordu. rüzgârın okşadığı ağaçların hışırtısı ve begüş’ün hıçkırıkları kulağının ardındaydı, "ne kadar güzel bir müzik bu!" diye düşündü angelus. gözleri kapalı, yüzünde garip bir gülümsemeyle müziğe sözler mırıldanıyordu. derken bakışlarını tekrar begüş’e çevirdi. kız, artık yalvarmıyordu, yazgısına boyun eğmiş, öyle acınası duruyordu.
-artık başlayalım, ne dersin?
*
passive kanepeye yayılmış, yeni aldığı filmi izliyordu. goetica’ysa dirseklerini yemek masasına dayamış, düşünüyordu.
-begüş’ten hâlâ haber yok, endişeleniyorum. dedi goetica.
-hebet! napıyım, film izliyorum ben, rahatsız etme. oldu karşılığı.
goetica’nın kaşları çatıldı, passive’i televizyonu ve kanapesiyle bırakıp dışarı çıktı. bu olay canını sıkmıştı. durdu. kime gidecekti? ona yardım edebilecek tek kişiye; scapegoat’a.
*
etom hâlâ gösterdiği cesarete şaşıyordu, biraz da gurur duyuyordu bundan ötürü. av teçhizatını ona yüklemişlerdi, tekteker ve duncan mac leod önden gidiyordu. arkada kalmak sinirlendirmişti etom’u fakat onların hızına erişemiyordu bir türlü. sonunda sitem etmekten vazgeçip hızlı adımlarla peşlerinden gitmeye başladı.
yavaş yavaş karanlık çöküyordu üzerlerindeki göğe. daha bir ürkütücü gözüküyordu orman.
-gördüm! diye bağırdı tekteker.
-hani?
parmağıyla sesin geldiği yeri gösterdi. bir şey göremediklerini söylediler. bir tavşan fırladı gözlemledikleri çalılıktan.
-bu bir tavşan, homo sapiens değil! dedi kılıcına sarılmış duncan mac leod.
-tamam, yanlış görmüşüm. diyerek kabullendi hatasını tekteker.
etom bu olanları biraz öteden izliyordu. bıyık altından güldü. sonra düşündü, ne işi vardı onun burada? o bir avcı değildi, o bir katil değildi, peki ne demeye gelmişti...
*
acıların adamı rolüne bürünmüş alchoburn, düşünceli, rakısını yudumluyordu. kafası karışıktı. annesinin gönderdiği kurabiyeleri kemirmeye başladı. rakıdan bir yudum, kurabiyeden bir ısırık... rakının yanına kurabiyenin iyi gitmediğine karar verdi. eli telefona gitti, zor tuttu kendini, güçlüydü o, kendini tutmalıydı. başını tavana dikti ve futureloverlarını düşünmeye başladı.
*
insomnia jim’i yine uyku tutmamıştı. canı da sıkılmıştı. scapegoat’u aradı:
-size geleyim mi?
-gel, ben de sıkılıyordum zaten, iyi olur.
*
angelus kızı sandalyeye oturttu. o gelene kadar yerinden kıpırdamamasını söyledi. birkaç dakika içinde sadık-kör-keskin-kesici takımıyla geri döndü. parlayan çelikleri begüş’e gösterdi,
-hangisiyle başlamak istersin?
şiddetlenen hıçkırıklar, artan gözyaşları, çenesinin ucuna gelmiş sümükler.
-cevap ver!
-...
-tamam, o zaman ben seçeceğim. hmm, bir düşüneyim. çakım adeta yalvarıyor onu elime almam için...
*
ding dong!
gelen insomnia jim olmalıydı. yakın arkadaşlardı, ondan mı utanacaktı, scapegoat don-atlet açtı kapıyı. aman tanrım o da ne! karşısındaki insomnia jim değil, goetica’ydı! hemen içeri kaçtı, üstüne bir şeyler geçirip goetica’nın karşısına dikildi, anlık hafıza kaybına uğramış numarası yapacaktı. oysa goetica’nn umrunda değildi bu, yüzünden okunuyordu, bir derdi vardı.
-ehm, hoşgeldin, beklemiyordum seni?
-pardon, haber vermedim ama durum acil.
-tamam, içeri geçelim, anlatırsın.
-hayır! zaman kaybetmemeliyiz. begüş kaç gündür ortalarda yok, nerede olabilir? başına bir şey gelmiş midir?
-en son ne zaman gördün onu?
-iki gün önce, beraber pikniğe gitmiştik. sonra o, "ben biraz doğayla baş başa kalmak istiyorum." dedi, biz gittik, o kaldı.
-ormana gidiyoruz!
*
"nerde lan bu herif?" diye söyleniyordu açılmayan kapının önünde ağaç olmuş insomnia jim. kapının önüne çöktü, iki soluklanıp eve yollanacaktı.
*
-aaaaaaaaaaaaaaaah!
-goetica duydun mu?
-evet...
-çabuk gel, şuradan geldi çığlık sesi, koşalım.
kan ter içindeydi ikisi de korkunç kulübenin önüne vardıklarında. bir an hareket edemediler. birbirlerine baktılar, o bağıran, begüş olabilirdi. arkadaşlarını kurtarmak için o kulübeye girmek zorundaydılar. ilk davranan goetica oldu. çekinerek ilerliyordu kulübenin kapısına doğru, kısa bir süre sonra scapegoat onu geçti. kapıyı yumruklamaya başladı. kimse açmayınca kırma girişimlerinde bulundu, goetica da yardım edince, kırdılar sonunda kapıyı.
gördükleri şey karşısında donakaldı ikisi de. bir adam begüş’ün boynuna yapışmıştı, kan damlıyordu yere -pıt pıt. scapegoat adamın üzerine atıldı ve onu begüş’ün boynundan uzaklaştırdı. kızın boynundan kanlar fışkırıyordu, goetica hemen yırttığı tişört parçasıyla pansuman yapmaya başladı. scapegoat ağzı yüzü kan içinde olan adama bir yumruk salladı. angelus kımıldamadı. bir tekme. yine bir şey olmadı. angelus’un gözleri kızıllaştı, yerden yükseldi, herkes dehşet ve hayret içinde ona bakıyordu. daha da yükseldi angelus, siyah kan damlaları düştü sol cebinden.
-kimsin, nesin sen!
-el diablo... fakat çağrılıyorum, gitmeliyim, görüşmek üzere!...
ve parlak toza dönüşüp yok oldu angelus -pardon, el diablo. fantastik filmler sağolsun, etkisi çabuk geçti bu olağanüstü anın. begüş’ü hastaneye yetiştirmeliydiler, dışarı fırladılar. koşarlarken, üç adama rastladılar. deli gibi bağırıyorlardı, kılıçları, bıçakları parladı ay ışığında. onlar da koşturuyordu, aksi yöne. bir şey demeden yollarına devam ettiler, zaten bir şey demeleri gereksizdi.
her şeyden habersiz uyukluyordu alchoburn, telefonun sesiyle uyandı. heyecanlandı, "acaba o mu arıyor?" diye sordu kendi kendine. sonra utandı bu düşüncesinden. bilmediği bir numaraydı, açtı, "selam, ben sinan," dedi karşıdaki ses "sinanhalac". kafasının karışık olduğunu ve bir içkiye ihtiyacı olduğunu söyledi. onu iyi anlayan alchoburn, "buyrun gelin." dedi.
15 dakika sonra kapıda bitti sinanhalac.
-hoşgeldin.
-kafam karışık.
-benim de. gel içelim.
-evet içelim. kırkyıllıkkahve getirdim bak, seversin belki.
ve kurabiye, kırkyıllıkkahve, rakı arasında gidip geldiler sabaha kadar, konuşmadılar, sustular.
insomnia jim horul horul uyuyor scapegoat’un paspasının üzerinde, uyusun.
şafak bir iki saat içerisinde sökecekti fakat hâlâ bir homo sapiens avlayamamıştı duncan mac leod-tekteker ikilisi. etom neredeydi? olması gereken yerde, pişman ama aklı başında.
(bu sırada hoplayıp zıplayıp duran, akli dengesi yerinde olmayan bir yaratık omzunda pompalı tüfekle bir homo erectus aramaktadır -ama umut yok ondan, o hep arayacak, bulacak, öldürecek ve günün birinde o da ölecek.)
biraz güç kaybetmiş olsalar da aranıyorlardı. sonra birden, ikisinden birinin ayağı bir şeye takıldı ve yuvarlanmasına sebep oldu (hangisi olduğu önemli değil). ayağının takıldığı şey bir kutuydu, üstünde sigarakahveçikolata yazıyordu. açtılar, gerçekten bir sigara, bir mug içinde kahve ve bir tablet çikolata vardı. bir de not iliştirilmişti; "bu sigaranın tütünü, insanlık ile harmanlanmıştır, izin verin dolsun içinize duman. bu kahvenin çekirdekleri, yeşil-gri-pembe insanların el birliğiyle toplanmıştır, izin verin karışsın kanınıza kafein. bu çikolataysa bir küçük kızdan size armağandır, izin verin damağınızda erisin, belki gözlerinizi nemlendirir ve hatta belki, bir şeyleri değiştirebilir..."
bir tablet çikolata, bir küçük kızdan size armağan.
fin
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?