gönüllü çalıştığım bir kuruma 3 tanesine okuma yazma öğretmek için getirmiştim. sonradan sayıları 5 oldu. bazıları ilkokul terkti. (evet okuma yazma bilmeyen ilkokul terk). kendi imkanlarımla aldığım defterlerine bir şeyler yazıp çizdiler. bir tanesi "abi minibüse bile binemiyoruz" demişti. sonradan öğrendim ki; tabelaları okuyamıyorlarmış. (minibüsü durdurup nereye gidiyor diye soran insanları iyi gözlemleyin) bir diğeride "abi sayılarıda öğretcen dimi?" diye sordu. yanındaki "ben sayıları biliyom olm. okumayı sökelim gösteririm". gönüllü çalıştığım sözde "sosyal hizmet" amaçlı stknın maaşlı çalışanları "cep telefonlarımızı tuvalete giderken cebimizdemi götüreceğiz?" diye tepki bile gösterdiler. doğru ya onlar ayakkabı boyacısıydı. onlardan herşey beklenirdi.
bir gün "abi karnımız aç" dediler. benimde karnım açtı ama param yoktu. içime bir şey çöktü. dolu gözlerimi onlardan kaçırarak verdiğim dinlenme molasını tatile çevirdim. "hadi bu gün bitirelim evde yersiniz" dedim. o çocukların bir şeylerin ters gittiğini anlayıp apar topar odadan çıktıkları saniyeler bitmek bilmedi. ağlamamak için kendimi zor tuttum. sessiz hıçkırıklarımı rahatça bırakmak için ayak uçlarımı toplantı odasının kapısına dayadım ve ağladım.
"g"ye kadar öğrendik. sonra bazı (bir çok) sebeplerden son vermek zorunda kaldık.
sonuç olarak; enayilikle gerçek ihtiyaç sahiplerine yardım etmek arasındaki farkı anlamaktan aciz bilgiclerimizin büyük çoğunluğu hayatı boyunca hiç bir işte çalışmamış, baba kıçı öperek hayatta kalmaya çalışan ve üstüne birde utanmadan kendini sol çizgide gördüğü halde burjuva tadında entryler giren beyinsizlerdir.
onlar; dilleri ayakkabı boyasına bulanmadıkça, götlerine ayakkabı sokulmadıkça, hayatın sadece siyah ve beyazdan ibaret olduğunu zannederler. ayakkabı boyacısı kötüdür. kendileri iyidir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?