acıklama seklınde bır entry degıldır ,gecmişte yasanmıs bir anıdır ,paylasmak istedim ;
üniversite 1.sınıfa gidiyordum. gençlik bu ya, başımda kavak yelleri esiyor.
zaman ise benim geleceğin en büyük iktisatcılarından biri olmam için geçiyor gibime geliyordu. geliyordu ama ben derslerden çok, arkadaşlarla üniversite binamızın içerisindeki sahalarda ve ağaçların arasında top oynamayı, gezmeyi ve arkadaşlarla sohbet etmeyi tercih ediyordum.
“öğrenci dediğin fotokopisinden belli olur”, “fotokopisiz öğrenci meyvasız ağaca benzer” öğrenci atasözleri uyarınca vize dönemlerinden bir ay önce gördüğümüz derslerin notlarının fotokopilerini bulup almak için azim fotokopi’ye gittim. azim fotokopi hemen hemen bizde ki bütün derslerin dönem içindeki notlarının fotokopilerini çoğaltır ve satardı. orada fotokopileri alırken yanımda bizimle ortak dersi olan matematık dersinin fotokopisinin olup olmadığını soran bir kız vardı. fotokopiciden o dersin notlarının olmadığını öğrenince oldukça üzüldüğünü gördüm.
- “her halde iktisat fakultesinde okuyorsunuz” dedim.
- “evet” dedi.
- “bende matematık dersinin notları var. isterseniz onları size ben temin ederim”dedim.
- “ah, size zahmet olmasın?” dedi.
- “yok canım ne zahmeti” dedim.
sonra oradan beraberce konuşarak çıktık. yolda adını söyledi: gulcan’mış. neyse biz böylece tanışmış olduk.
ertesi gün ders notlarını ona verdim. kız beni çok etkilemişti. bir içim su derler ya öyleydi. tabii, beni çok etkilediği içinde bana öyle gelmiş olabilir. neyse... bu yardım severliğimin karşılığında kız beni ne zaman görse hemen yanıma gelmeye başladı. diğer arkadaşlarımla da tanıştırdım onu. artık çok samimi olmuştuk. olmuştuk olmasına ama kıza da tutulmuştum.
ne yapmalıydım... düşünüyordum ama bir türlü de karar veremiyordum. şimdi kıza arkadaşlık teklif etsem, yardım etmemin karşılığında ondan faydalanmak istediğimi düşünebilirdi. ayrıca arkadaşlık teklif etmemin diğer arkadaşlarımın hele hele emrenın kulağına gitmesi... aman aman ölsem daha iyi.emre duydugu birşeyi diline dolar insanın burnundan getirirdi.
çok düşündüm bir karar veremedim. en sonunda ona aşkımı mektupla ilan etmeye karar verdim. bu amaçla oturdum ve usturuplu bir aşk mektubu yazdım.
“bu mektubu kaldığım yerin soğuk duvarlarını ısıtmaya çalışan yüreğimin her atışında ismini hatırlatan sıcaklığında yazıyorum. bir melankoni içerisinde yazmaya çalıştığım bu satırlar daha çok seven yüreğimin sevilme mutluluğunu yakalaması için çabalaması ve belki de karşılıksız bir sevda bataklığına nasıl gömüldüğünün ifadesi.
acaba gülcan; senin o melekler kadar güzel olarak tasavvur ettiğim hayalini gönlümden silip atsam mı diyorum. yazık olmaz mı sorusu aklıma geliyor. yazık olmaz mı aşkıma? acaba unutsam sana karşı hissettiklerimi, hiçbir şey yaşanmamış gibi acaba bir anda geçen onca zamanın ötesine gidebilir miyim?
yakalanan bir kuşun esaretten kurtulmak için çırpınması gibi seni görünce çırpınan kalbimin atışlarını, yüzümün her kızarışını, benim sana olan tutkumu tavır ve yüz ifademden, heyecanımdan, titrememden anlamandan duyduğum korkuları... unutsam mı?
böyle bir şey mümkün olsa bile herhalde yaşadığım onca duyguyu bir anda jiletle kazıyıp, söker gibi atamam, atmam.
çevremde çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görülmeme rağmen aslında sevdiğine karşı aşkını ve duygularını ifadeden bile çekinen utangaç yapıda biri olarak sevgimi yazı ile belirtme ihtiyacı duydum. sana olan sevgimi hoş karşılaman dileğiyle...”
“yakın çevrenden biri”
mektubu bilgisayar ile yazdıktan sonra bir zarfa yerleştirdim. gülcanin de aralarında bulunduğu arkadaşlarla okulun önünde sohbet ederken lavaboya gitme bahanesiyle gidip sınıfta gülcan’in ders notlarını tuttuğu ajandanın içine koydum ve sonucu beklemeye başladım.
ertesi gün üniversitenin ana binasında bulunan yemekhaneye giderken gülcan bir ara yanıma yaklaştı ve:
- “hüseyinciğim sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın. aramızdaki samimiyetten bir tek sana söylüyorum” dedi ve devam etti “yahu dangalağın bir bana bir mektup göndermiş” dedi.
- “şaka mı yapmış mektupta?” diye sordum.
- “şaka mı bilmiyorum ama mektupta bana tutulduğunu, aşık olduğunu... falan filan yazmış işte. yani oldukça duygulu bir dille bana ilan-ı aşk ediyor herif” dedi. ben de:
- “peki kim bu herif”dedim.
- “ne bileyim, ismini yazmamış ki! ama yazdıklarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. bir iki tahminim de var” deyince heyecanlanarak;
- “peki kim olabilir” diye sordum.
- “tahminime göre bizim gruptakilerden biri ve... neyse ismini de sonra öğrenirsin hüseyinl” dediği sırada diğer arkadaşların da yanımıza gelmesiyle sözünü keserek onlarla konuşmaya başladı.
beni bir merak sarmaya başlamıştı. acaba tahmini ben miydim de tavırlarımdan öğrenmek için konuyu bana açmıştı. anlamış mıydı acaba...
içim içimi kemiriyordu; mektup yazmasa mıydım. eğer gerçekten benim yazdığımı anlamışsa ve benimle bir daha konuşmazsa ne yapardım. belki hem bir arkadaşı yitirecektim, hem de sevdiğim kızı.
bu arada şeytan da dürtüyordu beni bir mektup daha yaz diye. bu sefer duygularımı daha açık belirtecektim. bu düşüncelerle tekrar bilgisayarın başına geçerek yazmaya başladım:
“gülcan; şu an sana söylemek istediğim ama söyleyemediğim duygular var ya, o duyguları sana bir sahilde hafif bir yağmur çisiltisi altında ıslanırken ve deniz dalgalarının, martı sesleriyle birleşerek oluşturduğu o nefis fon müziği eşliğinde dans ederken söylemek isterdim.
bilmem sen hiç birşeyi, pek çok şeyi kaybetme pahasına daha doğrusu yüreğin pahasına satın almak ister misin? bil ki ben yüreğimi sana, senin için satmaya hazırım.
keşke sana olan aşkımı, seni görünce hissettiğim duyguları gözlerinin derinliklerinde köşe kapmaca oynarken anlatsaydım. acaba anlatabilir miydim?
insanlar madde ve mana arasında, denizde salınan tekneler misali gelip giderken; ben kendimi sevdama kucak açmış, senin gönül limanında demirlemiş olarak bulmak isterdim. sana bağlanmak sarılmak ve ...
hayali bile yaşadığım hayatın sahte yaşantısından daha gerçek ve daha güzel.
mektubuma çok sevdiğim, güzel bir söz ile son vermek istiyorum: “sevsen, sevilsen ve sevilebilir olsan”
beni sevilebilir biri olarak görmen dileğimle...
“yakın çevrenden biri”
mektubuma ek olarak da “gülcana” diye ithaf ederek yazdığım:
aklimdasin
papatya açmış kırlardan
peygamber çiçeklerinin sarısından
kekik otlarının kokusundan
doyasıya içime çektiğim sen!
belki değilsin, belki farkındasın
sen benim hep aklımdasın
turnalarla gönderdim sana
gönlümde yetiştirdiğim gülleri
yalancı gönüllerde
karanlık tünellerde
aşkı aramaya çalışırken sen
senin aşkını hayat gibi yaşardım ben
belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
sen bilmesende hep benim aklımdasın !
şiirimi de zarfa koyarak bu sefer postaladım.
ertesi günde dedemin vefat ettiği haberi geldi. alel acele gümüşhane’ye gitmek zorunda kaldım. bir hafta sonra döndüm ve okula gittim. gülcan beni görünce hemen gülerek yanıma geldi ve:
- “hüseyin hani bana biri aşk mektubu yazıyor demiştim ya işte ondan ikinci bir mektup daha geldi. bir de bana ithaf ederek yazdığı şiirini koymuş. çok etkilendim.”
- “peki kim olduğunu bulabildin mi?” diye sordum. o da:
- “sana bir iki tahminim var diyordum ya... artık emin oldum.”
- “emin mi oldun, peki kim?” diye heyecanla sordum
- “hiç tahmin edemezsin... emre!” dedi.
- emre miı?” dedim şaşırarak
- “tabii... yakın çevremden biri, çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görünen başka kim olabilir?” deyince şaşkın, yıkılmış bir ifade ile:
- “çok şaşırdım” dedim.
- “şaşır, şaşır ... dahası var. emin olunca ben gittim ona ondan
hoşlandığımı belirttim. yazdıkları beni çok etkilemişti. ayrıca çok utangaç, ona kalırsa bana hiç açılamayacak ve beni sevdiğini söyleyemeyecek... bu sebeple ona ben açıldım. o da benden hoşlandığını fakat benim seninle olan diyalogumuzdan ve samimiyetimizden dolayı ikimizin arasında bir şey olduğunu sandığından bana açılamadığını söyledi. düşünebiliyor musun ayrıca ikimizin arasında bir şey var sanıyormuş” dedi.
çok şaşırmıştım. ne diyeceğimi bilemiyordum. sonunda;
- “senin adına sevindim. nihayetinde sana mektupları yazanı da bulmuş oldun böylece” dedim ve yanından ayrıldım.
bir yanda sevdiğim kız gülcan diğer yanda en yakın arkadaşlarımdan emre vardı. ve ikisi de benim aşk mektuplarım sonucu... tam bir çöküntü içerisindeydim, ne yapacağımı bilemiyordum. bu hal içinde iki hafta okula gitmedim, hatta gidemedim.
iki hafta kadar sonra okula gidince bu sefer gülcan ve emre bir ara yanıma geldiler. emre bana:
- “hüseyin seni yemeğe götürüyoruz. orada sana bir de süprizimiz var” dedi. ben de:
- “emreciğım bugün olmasa” deyince, gülcan:
- “itiraz etme hakkın yok. çünkü seni son zamanlarda hiç göremiyoruz. okula uğramıyorsun bile” dedi ve kolumdan çekerek dışarı doğru sürükledi.
benim isteğim üzerine karadeniz pidecisine gittik. yemek siparişini verdik. bu arada ben sohbet esnasında elimden geldiğince espiri yapmaya, güleç olmaya çalışıyordum.
konuşma esnasında gülcan bir ara bana dönerek:
- “sana bir süprizimiz var demişti ya emre; şimdi onu söyleyeceğim sana. biz
emre yle kendi aramızda sözlendik.emrenin romantik, duygusal mektuplarına dayanamadım. ben de ona duygusal olarak karşılık verdim ve...” derken emre söze girerek:
- “ne saçmalıyorsun, ne romantik, duygusal mektupları...” diye gülcan’in sözünü kesince ben de emrenin sözünün devamını getirmesine fırsat vermeden hemen sözünü kesmek ihtiyacını hissettim:
- “demek ki gülcan sendeki romantik, duygusal yönleri keşfetmiş ve sana tutulmuş. çok şanslısın emre,gülcanın kıymetini bil” dedim.
yemekten sonra emrenın ellerini yıkamak için lavaboya gittiği sırada masadaki peçeteyi aldım ve gülcana dönerek sessizce:
- “bu günün anısına bu peçeteye duygularımı yazıyorum. çıktıktan sonra yazdıklarımı oku ve sonra da yırt tamam mı?” dedim. gülcan meraklı bakışlarla başını evet manasına salladı.
bende peçeteye o’na ithaf ederek yazdığım şiirin nakarat bölümü olan:
belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
bilmesen de, sen benim hep aklımdasın
ve altına da: “allah’tan emreye ve sana mutlu bir yuva ve mutlu yarınlar diliyorum.”
“yakın çevrenden”
“hüseyin”
notunu yazdım. notu yazdığım peçeteyi katlayarak gülcanınn eline tutuşturdum.
emre de yanımıza gelince;
- “sizin bu mutlu haberinize çok sevindim inşallah allah tamamına erdirir” dedim ve devamla “bu gün de aslında çok işim vardı. sizinle buraya gelince unuttum hepsini. şimdi gitmem lazım; anlayışla karşılayacağınızı umuyorum” dedim.
birlikte dışarı çıktık ve tokalaşarak yanlarından ayrıldım. bir süre sonra dönerek arkama baktım gülcan peçeteyi yırtıyordu ve gözleri yaş doluydu. benim onlara baktığımı görünce gözlerini silerek bana el sallamaya başladı.
bir daha arkama bakmaya cesaret edemeden gözlerimde beliren yaşlarla oradan uzaklaştım...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?