ahmet altan

0 /
independence
"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına carptirildi. cezasinda indirime gidilmedi.
independence
15 ocak 2011 tarihinde taraf gazetesinde kaleme aldigi yazi sebebi ile ba$bakan erdogan tarafindan "ki$ilik haklarina agir hakaret" sebebi ile 50 bin liralik tazminat davasi acilmi$.
isyankarmuhabir
kendisinden neden nefret ettiğimi soranlara yanıtı kendisi vermiştir, tebrikler.

büyük selanik
artık hepimiz ucundan kenarından “yapay bir görüntüyü” gerçek zannettiğimizi hissetmeye başladık.

bizim seksen yıllık cumhuriyet bir “sahtelikler” cumhuriyeti.

mustafa kemal, selanik’te doğmuş, askerî okullarda nispeten “batılı” bir eğitim almış, sofya’da ataşelik yapmış, almanya’yı görmüş genç bir generaldi cumhuriyeti kurduğunda.

okuduklarımdan anlayabildiğim kadarıyla iki büyük tutkusu vardı.

birincisi “lider” olmak.

ikincisi de, ta gençliğinden beri söylediği gibi osmanlı’nın diğer topraklarından vazgeçip anadolu’da büyük bir selanik yaratmak.

güzel kadınlar, şık beyler, balolar, danslar, temiz evler, çiçekli bahçeler, köylerde vals çalan orkestralar, kahve ve konyak kokan cafeler, beyaz örtülü lokantalar...

ilk amacına ulaştı.

türkiye cumhuriyeti’nin tartışılmaz lideri oldu.

bir devletin liderliğini ele geçirmek zordur ama bunu yapabilecek yetenekleri vardı ve başardı.

ikincisi ise “zordan” daha zordu.

yüzlerce yıllık gelenekleri yıkmak ve başka bir tarihin, başka bir mücadelenin, başka bir kültürün sonucu olan bir ülkeyi burada yeniden kurmak öyle bir “kişinin” kararıyla olacak iş değildi.

onun hayalindeki ülke ne osmanlı’nın bir mezbele halinde tuttuğu anadolu’nun geleneklerine, ne de müslümanlığın inançlarına uyuyordu.

sanırım bütün diktatörlerin düştüğü hataya düşüyordu.

istediği şeyin “iyi” olduğuna inanıyordu ve önerdiği “iyiliğin” kabul edilmemesine sinirleniyordu.

zorla “şapka” giydirdi, zorla batı müziği dinlettirdi, zorla dans ettirdi.

ama bu iş “zorla” olacak bir iş değildi.

onun hayal ettiği ülkeyle, yönettiği ülkenin gerçekleri birbirini tutmuyordu.

bütün baskıya, gazetelerin bütün yayınlarına rağmen yönettiği insanlara “yabancı” biri olarak kaldı.

birçok açıdan muhalefetle karşılaştı.

müslümanlar, bu “batılı” hayat tarzını reddediyorlardı ve emirle “batılı” olmaya yanaşmıyorlardı.

kürtler, kendilerine kurtuluş savaşı sırasında söz verilen “eşitliği” istiyorlardı.

demokratlar, “diktatörlüğüne” karşı çıkıyorlardı.

onu ürkütecek kadar gerçek kökleri olan direnişlerdi bunlar.

sanırım hem ürktü hem öfkelendi.

korkunç bir baskı uyguladı.

kürt liderlerini astı, müslümanları gazeteler vasıtasıyla “irticacılar” olarak ilan etti, demokratları meclis’ten attı, solcuları hapse koydu.

orduyla ve sivil bürokrasiyle bütün ülkeyi denetimi altına aldı.

ve çok istediği selanik’i, büyük şehirlerin yeni zenginleri ve bürokratlarla yarattı.

artık “atatürk” olan mustafa kemal’i memnun edecek göstermelik bir “selanik” yaratıldı memleketin küçük bir parçasında.

geride kalan kısımlar da, “yeni selaniklilerin” esiri durumuna düştü.

insanlar kendi ülkelerinde bir söz hakkına sahip olamadılar.

kürtler, müslümanlar, demokratlar, solcular devletten dışlandılar.

bu “selanikleşme” hareketine “atatürk ilke ve inkılâpları” adı takıldı ve bunlara uymayanlar “devlet düşmanı” ilan edildi.

biz bugün hâlâ türkiye’de “selaniklilerle” anadolulular mücadelesini yaşıyoruz.

atatürkçüler, “bizim önerdiğimiz güzel ve iyi bir şey, neden buna karşı çıkılıyor” diyorlar.

samimiler bunu söylerken.

ama bunun zorla olamayacağını, emirle gerçekleşemeyeceğini, hayatın kendi doğal akışı içinde biçimlenmesi gerektiğini kavrayamıyorlar.

cumhuriyet tarihi boyunca ezilen, dışlanan müslümanlar, kürtler, demokratlar, solcular şimdi haklarını istiyorlar, “selanikleşme” hayali uğruna yaşadıkları baskılardan kurtulmaya uğraşıyorlar.

kürt açılımı, muhafazakârların zenginleşip örgütlenmeleri, demokratların seslerini yükseltmeleri, değişen koşulların sonucu olarak yaşanıyor.

mustafa kemal’in çok istediği o “güzel kokan memleketin” yaratılması şimdi artık mümkün gözüküyor ama bunu buranın halkı, kendi isteğiyle, artık böyle bir hayata hazır olduğu, zenginleştiği, dünyayla ilişkiler kurduğu için gerçekleştirecek.

işin belki de en “şakacı” yanı ise şimdi buna “atatürkçüler”in karşı çıkması.

çünkü onlar hâlâ bunun “müslümansız, kürtsüz, demokratsız, solcusuz” olacağını sanıyorlar.

atatürkçülere aslında bir müjde verebilirim, istediğiniz gerçekleşecek ama bunu halk kendine uygun biçimde yapacak.

bırakın da yapsınlar.

ahmet altan
15.09.2009 taraf gazetesi
rumuz pilis tiray egen
şöyle bir şiiri vardır;

beni , bu eylül öldürecek ...
bir aşk kadar zehirli,bir o.... kadar güzel.
zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.

...sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren...
eski yunan ilahelerinin bağ bozumu rengi solukları kadar ürpertici.
öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
akşam rüzgarları; tene dokunan bir kamçı kadar şehvetlidir.
ben her yıl ölümü ve aşkı bu ayda beklerim.....

ve eylül’ün çıplak ayaklarına bir yazı bırakırım.
eylül sabahları; kılıçlar kadar keskin ışıltılarıyla
tenimi kanatarak uyandırır beni.
ben eylül’e akarım.

bir hüzün gibi akarım ben eylü’le , kanayan bir aşk gibi,
siyah şallara bürünmüş,genç bir ölüm gibi akarım.
sevişerek,ağlayarak ve ölerek akarım ben eylül’e.

her yıl, hep aynı vakitte,geniş bir ırmak gibi
bütün hayatı berrak sularında yıkayarak gelir,
beni ve herşeyi koynuna alarak,
bir meçhule , hüznüyle emzirerek götürür hep.
kadınları ve hüznü eylül’de severim...

keman konçertolarını,
akşam saatlerinde bir bir ışık yangını ile kıpkızıl tüten
yalnız ağaçları,ürkek tebessümleri ve edepsiz kahkahaları severim.
lacivert bir deniz benim ellerimde oynaşır.
sahiller,yaşlı bir kadın gibi kendine terkedilir..
şarkılar,incecik bürümcükten acılar vaad eder her dinleyene ..
bitenin , başlayana dokunduğu yerdir eylül...

onun için yanık yanık tütsü kokar...
onun için değdiği yeri kanatır.
eylül’de aşk, eylül’de acı, eylül’de yalnızlık zordur,
eylül’de her şey zordur, ben eylül’ü onun için severim.

eylül ışıklarında çırılçıplak ruhlar yıkanır ..
herkes , her şeye kapısını aralar ’bir aşk oluverir aşinalık’.
ölüm, kıvırcık saçlarını hayatın göğsüne dokundurur.
aşkı ve ölümü ben hep bu ayda beklerim.
nasıl da mahsun ve nasıl da tehditkardır.
ben eylül’de bütün aşklardan ve ve kadınlardan korkarım...

ben her yıl eylül’ün çıplak ayaklarına bir yazı adarım.
ve ben eylül’e akarım ...
bir hüzün gibi akarım ben eylül’e,
kanayan bir aşk gibi akarım...
siyah şallara bürünmüş bir genç ölüm gibi akarım...
independence
yazar, gazeteci. romanları best seller olmuş, gazeteciliğiyle de oldukça dikkat çekmiştir. tehlikeli masallar, sudaki iz, aldatmak ve en uzun gece yazarın önemli kitaplarından birkaçıdır. meclis kararı ile sudaki iz isimli romanı toplatılıp yakılmış ve bu sebepten yargılanan ilk cumhuriyet dönemi yazarı olmuştur. altan kendisi gibi gazeteci yazar olan mehmet altan’ın ağabeyi, çetin altan’ın da oğludur.


1950 yılında dünyaya geldi. gazeteci yazar çetin altan’ın iki oğlundan biriydi. bir süre robert kolej’e devam ettikten sonra ankara koleji’nde eğitimini sürdüren altan, orta doğu teknik üniversitesi’ni kazandı. ancak çeşitli nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kaldığı odtü’den sonra istanbul üniversitesi iktisat fakültesi’nden mezun oldu. altan’ın nokta dergisinde başladığı köşe yazarlığı serüveni hürriyet ve güneş gazeteleri için yazdığı günlük yazılarla devam etti.
ilk edebi eserini yirmi yedi yaşında kaleme alan altan, iki kişilik bir piyes yazmıştı: “paltolu donkişot”. 1982 yılında da "dört mevsim sonbahar" adlı romanını yazmaya başlayan altan’ın romanı o dönem yayıncılık da yapan müjdat gezen’in yayınevinden çıktı. bu dönemde askerlik görevi için tuzla’ya giden altan’ın ilk romanı, akademi kitabevi roman büyük ödülü”ne lâyık görüldü. altan kısa bir süre sonra büyük bir eleştiri yağmuruna tutulacak ve hatta müstehcen olduğu gerekçesiyle hakkında toplatılma kararı da çıkacak “sudaki iz” adlı romanını yazdı. ilk haftasında iki baskı yapan kitap listelerde ilk sıraya yerleşti ve üç ay içinde 9 baskı (45 bin satış) yaptı. fakat yayımlandığı tarihten dokuz ay sonra toplanması yönünde karar çıktı. iki yıl süren yargılama sonrasında müstehcen bulunduğu için imhasına karar verildi ve roman, kesinleşmiş mahkeme kararının da içinde yer aldığı sansürlü bir basımla yeniden yayımlandı.

ahmet altan 1991’de üçüncü romanı olan “yalnızlığın özel tarihi”ni yayımladı. mutsuz insanların arayışlarıyla dolu hayatını anlatan kitap büyük ilgi gördü.

1995 yılında milliyet gazetesi’ne geçen altan, neşe düzel ile birlikte tv için “kırmızı koltuk” isimli bir program hazırlamaya başladı. ancak siyasi nedenlerden dolayı program yayından kaldırıldı ve altan programdaki sert söylemleri nedeniyle bir buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. milliyet gazetesi’nin ardından köşe yazarlığı yeni yüzyıl gazetesinde devam eden altan, sakin bir üslup kullanmıyor, siyasi konulardaki düşüncelerini rahatça dile getirmesi dışında provokatör bir rol oynuyordu. altan aynı yıl denemelerden oluşan bir kitapla okuyucunun karşısına çıktı: “gece yarısı şarkıları”. kitaptaki denemeler, bireyin iç çatışmalarını, çelişkilerini, zayıflığını ve gücünü, tutkularını, çılgınlıklarını ortaya koymaktaydı ve 15 baskı yaparak altan’ın yazarlık kariyerini yeniden taçlandırdı. “kadınları anlayan yazar” olarak anılan altan’ın kitapları özellikle bayan okuyucular tarafından büyük ilgiyle karşılanmaktaydı.

1996 yılında “tehlikeli masallar” isimli romanıyla okuyucuyla buluşan altan, bu romanında vazgeçilemeyen bir eski sevgiliyle, yeni bir sevgili arasında gidip gelen bir yalnızın öyküsünü anlattı ve ustaca kurgusuyla tehlike masallar o yılın en çok okunan romanlarından biri oldu. roman tam yüz binin üstünde satış yaptı. altan çok geçmeden ikinci deneme kitabı olan “karanlıkta sabah kuşları” nı okuruna sundu. bu kitabında ise toplumun acılarını, öfkelerini ve tutkularını dile getiriyordu. 1998 yılında altan bir neo-klasik olarak nitelendirdiği ’kılıç yarası gibi’ romanını okurlarıyla buluşturdu. romancılığında yepyeni bir aşama olarak nitelendirilen “kılıç yarası gibi”, insan ilişkilerini, duyguları ve aşkı derinlemesine işleyen bir romandı.

altan’ın 2001 yılında yayımladığı "isyan günlerinde aşk" isimli romanı elli bin baskı yaparak piyasaya çıkmıştı. “kılıç yarası gibi” adlı romanının devamı niteliğinde olan romanda 31 mart vakası’nı ele alan altan, çok satan kitaplarına bir yenisini daha eklemişti.

altan daha sonra sırasıyla kristal denizaltı, ve kırar göğsüne bastırırken, aldatmak ve en uzun gece isimli romanlarını hayranlarıyla buluşturdu. halen gazetecilikle birlikte roman yazarlığına devam etmektedir.
instrument
her şeyle bahse girerimki bu sözlükte güncel olayları yorumlarken yazı dili ahmet altan’dan daha iyi olan yazarlar vardı vakti zamanında. günlük köşe yazarlığı bence ahmet altan’a göre değil. o 3-5 gün arayla sayfa sayfa roman yazsın bence. tamam bazen çok güzel şeylerden bahsediyor fakat bu her gün olmuyorsa zorlamamak gerekir. köşeyi doldurabilmek için içeriği tam dolu olmayan yazılar yazıyor.
independence
nedir bu alkolden ve alkol alanlardan cektigimiz bilmiyorum. gecen gece disko krali’na deniz arman alkollu bir $ekilde telefonla canli yayina katilmi$ ve ne soyledigi anla$ilamaz bir halde konu$up durmu$tu.

$imdi de bu, ahmet altan.

ahmet altan’da alkollu bir $ekilde yazmi$ durmu$, bir de yayinlanmi$ bu yazisi. ba$bakan icin "tarihi lider" falan demi$ yazisinda o kafayla. gerci bu tam olarak alkol kafasi da degil, alkol yapamaz bu kadarini. tüp falan mi kokladi artik naaptiysa.

bak yazisi $urada;

http://taraf.com.tr/makale/8057.htm
tokalon
erdal öz’ ün nasıl olupta can yayınlarından kitap çıkarmasına izin verdiğini anlamadığım ve üstelik onun oldukça yakın bir arkadaşı olduğunu öğrendiğimde bir hayli şaşırdığım, popüler kültürün ’güzide’ yazarıdır.
instrument
kendisini 15 kuruştan satan iyi bir yazar. taraf gazetesi hergün 40 kuruş, pazartesileri 25 kuruştur. sebebi ise ahmet altan’ın pazartesileri gazetede yazmıyor olmasıdır.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol